31 Ekim 2016 Pazartesi

TİYATRO

Tiyatro,iki kalas,bir heves.
Hayatta,bir tiyatro değil mi?
Bu defa dünyaya gelişimi
Saymıyorum.
Bir daha ki gelişim,
Muhteşem olacak,
Provalıyım.

Herkes,yaşantıda tiyatroda ,
Rol,yapar gibiler.
Maskeliler.!
Çıkarın yüzünüzdeki,
Sahte gülücükleri,riyakarlıkları,
Üç kağıtçılıkları,alevere-dalevereleri.
Burası tiyatro değil.
Gerçekçi,doğal,
Saf,temiz olalım.
İçimizdeki yaşama sevinci,
Devam etsin.
Atalım kalasları,kalsın içimizdeki heves.

Cemal Borandag 30 Ekim 2016 Tuzla-İstanbul

28 Ekim 2016 Cuma

Lalezar

Gençken seveceksin,
Dişin varken,yiyeceksin,
Yakışırken,giyeceksin,dediler.
Terziye gittim,
Elbisem,ne zaman biter,dedim.
Önü,arkası,iki kolu,bir yakası kaldı,dedi.
Elbisem,ikinci bayrama kaldı.
Sevdiğim,gel bu bayramda,şekerim ol,
Öbür bayramda,sana kurban olurum,dedi.
Anlayamadım.
Delikanlıydık,deliydik.
Tuttuk,umudu sevdik.
Birbirimizi sevdik dolu dolu,
Birde kurtulsa Anadolu.
Sevdiğimin,güzelliği,yüzüme yansıdı.
Aynalandım.
Yaşama sevinci,bana geçmişti.
Sen ben olmuştum,ben sen olmuştun.
Tuttuk,bu darlıkta,kıtlıkta,tufanda,yoklukta,
Aşık olduk..
Kansızın tekiymiş.
Kan gurubu bile yok.
El kızı değil mi?
Sevdirdi,gitti cehennemin dibine!
Daha çok gençsin dedi.
Tecürbeliymiş.
Gönderdi,Lalezara.

Cemal Borandağ 28 Ekim 2016 Tuzla-İstanbul.

CEM

Kütüphaneye girdim
İnceledim Düşünce tarihini
Birden
Ne kadar filozof bilim adamı
Edebiyatçı, ressam, komutan varsa
Sardı etrafımı.
Neye uğradığımı şaşırdım
Bu bir rüya mı gerçek mi?
Ne fark eder ki?
Ben Allah’ın şanslı kuluyum

Aristo ile başladık tartışmaya
Sokrates Aristotoles Epikuros
Jean Jacques Rousseau Voltaire Brunu Bernard Russell’ı
Erasmus deliliğe övgüyü yazdı
Decard düşünüyorum o halde varım dedi
Böyle buyurdu Zerdüş diyordu
Friedrich Nietzsche
Canım sizin fikirlerinizden yararlandık
Ama
Çok gerilerde kaldı
Ne fark eder
Her filozof kendi çağının çocuğudur
Büyür zamanla
Sevgidir aslında güzele giden yol
Güzel değildir yaşamak
Sevgisiz ve aşksız yaşanır mı hayat
Filozoflarda ki bilim aşkını sevdim

Ne güzel anlatır yaşamayı gerçekleri dostlukları
Edebiyatçılar şairler ressamlar
Dostoyevski insanların iç dünyasını
Freund’u doğurdu psikolog olarak
Lev Tolstoy savaşların korkunçluğunu
Shakespeare insan oğlunun her türlü hallerini
Cervantes ine bahtı deniz savaşında Osmanlı ya
Karşı savaşta sol kolunu kaybetti
Okudu
Bin bir gece masallarını
Güle güle beş yüz senedir
Okuttu Don Quijote’u
Jean Jacques Rousseau Dekart Montaigne
Fransız ihtilalini başlatmışlar
Yaşar kemal ne güzel anlatmış
Çukurova’yı
Nazım hikmet kurtuluş savaşı destanını
Okuyan insan kuş misali iki kanatlıdır
Hayata karşı severek yaşar

Mikelangelo ne güzel heykeller
Leonardo Da Vinci Mona Lisayı
Resimlemiş
Yüzün yarısı gülüyor diğer yarısı ağlıyor
Picasso resimleri ile herkesi düşündürmüş
Salvador Dali hayal dünyasına daldırıyor
Mozart Betofenle ne güzel
Resimler heykeller sanat eserleri
Yarattılar zevkle

Newton , kafasına
Düşmeseydi elma
İnsanoğlu düşünmeye başlar mıydı?
Yer çekimi kanununu
Ortaçağ karanlığından uyanır mıydı?
Galileo dünya yuvarlaktır güneş etrafında dönüyor
Dedi
Aforoz etti kilise
Sözlerini geri almaşsan
İdam ederiz seni
Sözlerini geri aldı
Dönerken de ayağını yere
Vurdu
Dünya yine yuvarlaktır dedi
Din bilim yıllarca çatışıyor
Kopernik uzayı bilimle keşfetti
Dünyalar bizim oldu
Artık yıldızların altında saman yolunda
Şarkılar türküler söyledik
Hep beraber dans ederek halaylar çekerek

İbni Sina Buruni Haldun
Arşimet Einstein Lavaziye Galileo
Granbelle, Newton
Elektriği bulan Edison
Aydınlattılar insanlığı
Güzelleştirdiler dünyayı
Einstein izafiyet teorisi dedi
Sadece bilim adamları anladı
İyiliğe de , kötülüğe de kullandılar
Nasıl anlatsam dedi
İzafiyet teorisini
Sevgilinin yanın da nasıl geçer zaman
Anlayamaz sın ama
Kızgın sobanın üstüne otur du
Anlarsın Zamanın ne olduğunu
Ama atom bombası olarak kullanıldı
İnsanlarımız öldü
Birinci ve ikinci dünya harbinde
Ne anladım bu buluştan
Kuantum teorisi
Schrödinger'in Kedisi olmak vardı
Hayatta
Yaşıyor musun ölüyor musun?
Belli değil
Aşksız sevgisiz dünya döner mi?
Sevgidir dünyanın ikinci güneşi

İnsanlar düşünen hayvandır
Aynaya baktığında aslında en vahşi yaratığı görürsün
İnsan içinde ne sevgiler ne güzellikler
Ne hainlikler ne hileler
Vardır
Ve ne
Vahşilikleri zalimlikleri düşünüyor bilemezsin
Nerede ise ilk çağa döner

Komutanlar yönlendirdiniz insanları
İnsanlığa sahip çıktınız
Medeniyetlere beşiklik ettiniz
Değerleri korudunuz
Ne İsa ya ne Musa ya ne Muhammed e
Yarandınız
Ama bilimdir çıkar yol
Devrimcilerin daima dosttu olmaz
Bora tipi fırtına duymuş gibi
Şimşekler çaktı
Cereyan çarpmış gibi uyandım
Ne kütüphane vardı
Ne filozoflar bilim adamları
Edebiyatçılar komutanlar
Hepsinden Allah razı olsun
Dünyamızı güzelleştirdikleri için
Derin bir nefes çekerek
Of dedim
Onlardan daha çok ürktüm korktum
Ama sevdim
Elimde sihirli bir değnek olsa da
Bilgileri beynime eklesem
Kainatın tüm sırlarını öğrensem

CEMAL BORANDAĞ

TEK KALPLE YAŞAYAMAM.

Evliliklerinin 50.yılını kutlayanlara mutluluklarını devamı dilerim.


Yaşamın gereğidir,toplumsallık.
Zordur,Çin ordusu içinde,
Yalnız yaşama duygusu.
Tek kalple yaşayamam.

Beraber gülmeliyiz,eğlenmeliyiz.
Yaşamın güzelliklerini,paylaşmaktır.
Mutluluk,paylaşıldıkça çoğalır.
Tek kalple yaşayamam.

Hayatımızın aynasıdır,yaşadıklarımız.
Benzeriz,birbirimize zamanla.
Kalplerimiz ,beraber çarpıyordu.
Tek kalple yaşayamam.

Cemal BORANDAG.23 Ekim 2016.Tuzla-İstanbul.

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE



Kuleliye girdim ne hayaller
Amanım İstanbul’un güzelliği
Genç günlerim gençlik günlerim
Harp okuluna girdim
Demire su verilir çelikleşir ya
Bende çelik gibi oldum
Ne zaman Teğmen oldum
Omuzlarımda yıldızlar taşıyorum
Kendimi Mareşal hissettim
Yolda giderken
İkide bir yıldızlar düşmesin diye
Ellerimle tutuyor okşuyorum
Ne zaman Üsteğmen çıktım
Karşımda 120 Türk genci
Hepsi birbirinden yakışıklı
İnançlı yiğit
O zaman subay olduğumu anladım
Ne zaman Yüzbaşı oldum
O zaman diyorum dünyanın en güzel rütbesi
Yakaladım akıl mantık bilim devrede
Bölük atışta sporda eğitimde
Her zaman başarılı
Ne zaman Binbaşı oldum
Binbaşı bin akılı bir arada taşıyorum
İnsanlara topluma Türk milletine karşı
Eğitim sorumluluklarım var
Ona göre davrandım
Ne zaman Yarbay oldum
Biraz olgun biraz ağırbaşlı
Askerlerime tecrübe nezaket örneği oldum
Ne zaman Albay oldum
Aman aman ne zor
Geçmişe gelmişe karşı sorumluluklar sorunlar
Saclarımı beyazlattı
Herkes ağızdan çıkacak söze göre hareket ediyor
Onu da Atatürk ne güzel söylemiş
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir
Subaylığımı bu düşünce ile başardım
Mutluyum

21 Ekim 2016 Cuma

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi

Sabahattin Ali

CANIM OĞLUMA / KIZIMA...


Benim yaşlandığımı düşündüğün gün
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…Yemek yerken üstümü kirletirsem üzerimi değiştirecek gücüm yoksa.
Lütfen sabırlı ol.Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...
Seninle konuşurken,sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme beni dinle.
Sen küçükken,uyuyana kadar sana aynı hikayeyi 1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.
Banyo yapmak istemediğimde;
Beni utandırma yada azarlama…
Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi
ve oyunlarımı hatırla..Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürse bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…
Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam…lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam,sinirlenme…çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil,senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.
Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…
İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…
Eğer bir şey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.
Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver…
Tıpkı,benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.
Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde ve ölmek istediğimi…kızma…Bir gün anlayacaksın…yaşımın;zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış,
Bir gün şunu anlayacaksın:hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım
Senin yanında olduğumda üzgün,kızgın yada güçsüz hissetme kendini.
Benim yanımda olmalısın,beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.
Yürümeme yardımcı ol ve yolumu sabır ile,sevgi ile bitirmeme....
Benim için yaptıklarını,bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.
Seni çok seviyorum oğlum/kızım….Ve hep seveceğim…

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE


Kuleliye girdim ne hayaller
Amanım İstanbul’un güzelliği
Genç günlerim gençlik günlerim
Harp okuluna girdim
Demire su verilir çelikleşir ya
Bende çelik gibi oldum
Ne zaman Teğmen oldum
Omuzlarımda yıldızlar taşıyorum
Kendimi Mareşal hissettim
Yolda giderken
İkide bir yıldızlar düşmesin diye
Ellerimle tutuyor okşuyorum
Ne zaman Üsteğmen çıktım
Karşımda 120 Türk genci
Hepsi birbirinden yakışıklı
İnançlı yiğit
O zaman subay olduğumu anladım
Ne zaman Yüzbaşı oldum
O zaman diyorum dünyanın en güzel rütbesi
Yakaladım akıl mantık bilim devrede
Bölük atışta sporda eğitimde
Her zaman başarılı
Ne zaman Binbaşı oldum
Binbaşı bin akılı bir arada taşıyorum
İnsanlara topluma Türk milletine karşı
Eğitim sorumluluklarım var
Ona göre davrandım
Ne zaman Yarbay oldum
Biraz olgun biraz ağırbaşlı
Askerlerime tecrübe nezaket örneği oldum
Ne zaman Albay oldum
Aman aman ne zor
Geçmişe gelmişe karşı sorumluluklar sorunlar
Saclarımı beyazlattı
Herkes ağızdan çıkacak söze göre hareket ediyor
Onu da Atatürk ne güzel söylemiş
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir
Subaylığımı bu düşünce ile başardım
Mutluyum

18 Ekim 2016 Salı

Bir öğrenci annesinin, veli toplantısı sonrası yazdığı yazı paylaşım rekorları kırıyor.


Benim görüşmelerim pek üç dakikayı geçmedi çünkü hemen hepsinde aşağıda yazacağım aynı konuşmaları yaptık. İçeri giriyorum, kendimi tanıtıyorum. Öğretmen listesinden öğrenciyi buluyor ve başlıyor ; “ Hoş geldiniz, oğlunuz çok akıllı bir çocuk. Arkadaşlarına ve bizlere karşı duyarlı ve saygılı. Not ortalaması şöyle, ama ödevlerini sıkı takip etmiyor. Lütfen siz takip edin.” Dinliyorum, son cümleye kadar. “ Ben ödev takip etmem Hocam. Kendisi yapar ise yapar, yapmaz ise sizin göstereceğiniz tepkiye ve sonuçlarına katlanır.” “ Ama biliyorsunuz bizim okulumuzun velilerinde ödevleri takip edebilmesi için bir sistem var. Bunu yapmanız için kuruldu bu sistem.” “ Evet o sistemi duydum ve henüz hiç bakmadım. Bakmayı da düşünmüyorum. Ödevleri takip etmesi gereken kişi oğlum ve kontrolde sizin işiniz, benim değil.”
“ Peki, bunu neden yapıyorsunuz ?” “ Hocam, ben de eğitimciyim ve ödevin aile de bir soruna dönüşmesine karşıyım. Tamam tekrar öğrenmeyi pekiştirmesi açısından yararlı ama kontrolcüsü veli olmamalı. Kontrol veliye bırakıldığında ve bu konuda takip veliden beklenildiğinde evde bazı sorunlara sebep olabiliyor. En basiti anne-baba ve çocuk arası her akşam bir ödev gerginliği yaşanıyor. Tüm günü okulda geçiren çocuğun bir de evde sınırlı zaman geçirdiği anne-babası ile ödev yüzünden sorun yaşamasını doğru bulmuyorum. Ben her akşam oğluma yapması gereken ödevleri var ise yapmasını hatırlatır ve bırakırım. Yapmaz ise okulda ki sonuçlarına katlanacağını bilir.” “ Ama unutmayın, iki sene sonra TEOG sınavı var. Şimdiden başlayıp daha fazla test çözmesi gerek.” “ Sayın Hocam, TEOG sistemi iki sene sonra neye dönüşecek belli bile değil. Üstelik benim ne oğlumdan ne sizden o sınava hazırlanıp, muhteşem bir sonuç getirmesi yönünde bir beklentim yok. Elinden geleni yapar, bu iyi bir sonuç getirirse ne ala, getirmez ise ona göre bir süreç yaşarız. Şimdiden ilerde ne olacağı belli olmayan bir sistem için çocuğumu zorlamam.” “ Anladım, ilginç bir velisiniz. Pek karşılamıyorum sizin gibi veli ile, daha çok çalışsın, daha çok test çözsün dediğimde çoğu veli memnun oluyor. Ve onlarda benden aynısını istiyor. Sizin benden istediğiniz bir şey var mı ?” “ Var Hocam, tek bir şey istiyorum. Çocuğumla olumlu duygusal bağ kurun lütfen. Çünkü benim oğlum sevmediği öğretmenden bir şey öğrenmiyor. Ve ben inanıyorum ki tüm çocuklar böyle.
Eğer siz onlarla olumlu duygusal bağ kurarsanız, bu bağ sayesinde derste anlattığınız her şeyi dikkatle dinleyecek ve doğal olarak öğrenecekler zaten. Her çocuğu sevmek zor, bunu yapın demiyorum ama en azından olumlu bir bağ kurun. Benim oğlum işitsel ve görsel bir çocuk, yani sizinle olumlu bir bağı varsa derste anlattığınız, tahtaya yazdığınız her şeyi zaten öğreniyor. Ve inanın bana bunun üstüne ödev yapmasına da gerek olmuyor.” Teşekkür edip çıkıyor ve diğer öğretmenle aynı şeyleri konuşmak üzere yan odaya geçiyorum. Uzun yıllardır hem eğitimciyim hem anneyim. Hem öğrencilerimden hem çocuklarımdan bu konuda çok şey öğrendim ve yaşadım. Sırf öğretmenini sevmiyor diye başarılı olduğu bir derste gerileyen ya da öğretmenini sevdi diye daha önce hiç ilgisi çekmemiş derste birden çok ilgili olmaya başlayan öğrenciler gördüm. Öğretmenlik cidden çok zor bir iş bunu ben de yaşıyorum. Her öğrenciyi sevmek ya da her an sevgi dolu davranmak kolay yapılır bir şey değil. Ama şunu unutmamak için ben kendimi sık uyarıyorum; “ Öğrencilerin sana olan duyguları çok önemli ve eğer bu mesleğe soyunduysan sınıfa girdiğin anda her çocukla bir şekilde olumlu duygusal bir temas kur. Bazen bir söz, bazen bir göz teması, bazen belki sırtını sıvazlama ya da başını okşama ile seninle bir bağ kurmadan o sınıftan tek bir öğrencinin bile çıkmasına izin verme. “ Sema Deniz

Kaynak: http://www.ogretmenlerhaber.com

İkokul 5. sınıfta

İkokul 5. sınıfta resim dersinde öğretmen "Çocuklar konu serbest, hayvan resimleri çizin bakayım" dedi. 10 dakika sonra küçük Ahmet el kaldırdı. Öğretmen yanına geldi. Resim kağıdının üzerinde bir sinek duruyordu. Çocuğun bu sinekten şikayetçi olduğunu zanneden öğretmen eliyle sineği kovaladı ama hayvan hiç hareket etmedi. Biraz daha dikkatli bakınca da sineğin gerçek olmadığını farketti. Bu bir sinek resmiydi. Öğretmen şaşkınlıkla sordu:
-Senmi yaptın oğlum bu resmi?
-Evet öğretmenim.
-Peki bir de at resmi yap bakayım.
Küçük Ahmet öyle bir at resmi çizdi ki, at, sanki kağıttan fırlayıp çıkacak. O kadar canlı. Şaşıran Öğretmen; "Yavrum beni hemen babana götür. Sen müthiş bir yeteneksin. Burada harcanmaman gerekir. Derhal güzel sanatlara transfer olman lazım. Babanla konuşmalıyım" dedi. Son dersten sonra Ahmetle beraber yola koyuldular. Dar bir patikadan bir gecekonduya geldiler. İçerde, yatakta, dizlerini karnına çekmiş,üzerinde yorganı bir adam yatiyordu. Öğretmen konuşmaya başladı:
-Geçmiş olsun efendim.
-Teşekkürler.
-Ben oğlunuzun...
-Allah kahretsin oğlumu.
-Aman böyle söylemeyin, yaptığı resimler...
-Onun yaptı resimler yerin dibine batsın.
-Ama beyefendi böyle yetenekli bir çocuğun...
-Yeteneğine başlatmayın şimdi.
-Peki ne oldu, niçin böyle kızgınsınız oğlunuza?
-Neden olacak, dün gece eve biraz çakırkeyif geldim. Bu eşşoğlu sobanın üzerine çıplak kadın resmi çiziktirmiş...

13 Ekim 2016 Perşembe

85 yaşından da bir adam

85 yaşından da bir adam doğum hanenin kapısında beklemektedir.
Doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir bakındıktan sonra yaşlı adama sorar:
Doktor- "içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?"
Adam- "Evet,eşim.”
Doktor- "Ama bayan 25 yaşlarında..."
Adam- "Tamam işte, eşim o. Niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?"
Doktor- "Yoo, aklıma benim dedem geldi de."
Adam- "Nesi varmış dedenizin?"
Doktor- "Kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. Ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. Bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. Kendisi Israr etti ve hazırlandı. E, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. Ben de kendisiyle gittim. Ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. Dedim ya, dedem yaşlı. Bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti. Geyik o anda vurulup yere düştü..."
Adam- "Olur mu, başkası vurmuştur onu."
Doktor- "Ben de onu demeye çalışıyorum işte .. başkası vurmuştur..

ALEVİ-BEKTAŞİ FELSEFESİ


ALİ TURA
Alevi-Bektaşi felsefesi insan-ı kamil olup kurtuluşa selamete çıkmaktır. Doğa ve insanı tanımaktır. Tanımak bilmektir. Bilmek her hususta dünya ve tabiat hakkındaki bilgiye dayanan karanlığa karşı aydınlığı savunan bu gibi kurallara uygun olarak davranan kimse demektir.
Dört kapı kırk makam, inancın içerisinde doğanın diyalektik felsefesinin derin iz düşümlerini görürüz. Toprak, Su, Hava, Ateş gibi elementlerin oluşumunu ve işlevlerini inceler insanın da bu elementlerin toplamından oluştuğu gerçeğini savunur.
Varoluşta yok oluşu savunmaz, varoluşta dönüşümü savunur. İnsan hayatının bir dönemin sonu olarak görünen olguya (ölüm) başka bir dönemin ve yaşamın başlangıcı olarak bakar. Dönem ömrünü tamamlamış olan cana, “Hakka yürüdü” derler. Hak; burada dönüşümü sağlayan, dönüştürücü güçtür.
İnsan-ı kamiller’den oluşmuş topluluk yaşamsal alanda iyiye, birlikteliğe doğru ibadet eder, bütün dünya insanlığını da davet eder ve doğa ile barışık varlığın birliğine, Hü... çeker.
Felsefe bir dünya görüşüdür, pratik sonuçlara yol açan bir dünya görüşüdür der, Georges Politzer, (felsefenin temel ilkeleri sayfa 15).
Alevi-Bektaşi felsefesi, 13. yıldan günümüze kadar Anadolu halklarına ışık tutan, insanca yaşamı ve daha iyiyi önermekle dikkat çeker. Bu felsefe, doğa ile barışık hale getirdiği insanın ancak Ehli kamil anlayışını benimsediğinde kurtuluşa ereceğini anlatır. Ayrıca karanlık, kör felsefik anlayışların karşısında, aydınlık bir dünya görüşünü savunan da bu felsefedir, Bu yüzden Anadolu’ya güvercin donuyla gelen onlarca inanç guruplarını bir araya getiren ve merkezi piramit oluşturan, yol bir sürek bin bir diyen, Hünkar Hacı Bektaş Veli felsefesini inceleyip öğrenmek her Alevi-Bektaşi için önem arz etmektedir.
Ser çeşme yazılarında, Veliyettin Ulusoy, pirimizin belirttiği gibi, Alevi-Bektaşilik’te inanç birliği "Tarik-i mustakim" (doğru yol) "Tarik-i Nazenin" (yüce yol, ince yol) olarak adlandırarak bu yola uyanlar İnsan-ı kamil olup "Güruh-u Naci'ye, Kurtulmuş selamete çıkmışlara katılırlar.
Derviş Halim den iki dize
Bektaş-ı Veli'nin Yolun bilmeyen
Gündüzü karanlık gece sayılır...............

HAYAT YAŞAMAYA DEĞER


Hayat yaşandıkça, yaşayabildikçe, yaşatabildikçe güzel...
Siyahın yerine beyazı koyabildikçe güzel..
Güneşle birlikte yağmuru sevdikçe güzel...
Doğada ki tüm canlıları, koşulsuz,çıkarsız,
karşılık beklemeden sevdikçe güzel...
Gülebildikçe, güldürebildikçe güzel...
Kin ve nefretin yerine sevgiyi koyabildikçe güzel...
Saygıyı kaybetmediğimiz sürece güzel...
İyiyle kötüyü ayırabildiğimiz sürece güzel...
Ve hayatın tüm acımasızlığına rağmen
bozulmadan kendin kalabildikce güzel.. !
Bunları başarabildiğimiz sürece yaşamak güzel...
Hayat yaşamaya değer..

60 Yaşın Üzerindekilere Nasihatler...


Yaşınız kaç olursa olsun sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim
Yaşam boyu tasarruf ettiğiniz parayı kullanma zamanıdır. Bunları, onu biriktirmek için bulunduğunuz özverileri bilmeyenlere bırakmayınız. Size üzüntü verecek yatırımlar için kullanma zamanı değildir, sizin için huzur ve sükunet dönemi başlamıştır artık.
Çocuklarının ve torunlarının, parasal problemleri ile uğraşmaktan vazgeç; senin için harcadıkları paralar için suçlu hissetme kendini. Eğitim dahil, onlar için en iyisini yapmaya çalıştın daima. Şimdi sorumluluk onlarındır.
Biraz bencillik yap, ama tefeci olma. Gezintiye çık ve başkalarının hoşuna gidecek şeylerin peşinden koşmaktan vazgeç.
Sağlıklı, büyük fiziki hareketler gerektirmeyen bir yaşamın olsun. Ölçülü bir şekilde jimnastik yap ve iyi beslen.
En iyisini ve en zarifini al. Bu dönemde, ana gaye, paranın sizin tarafınızdan, zevkinize ve arzularınıza göre harcanmasıdır. Unutma ki, ölümden sonra para, sadece kin ve nefrete yol açar.
Küçük şeyler için kendini üzme, hatırlamak isteyeceğin güzel anlar gibi unutulması gereken kötü anlarında olur
Yaşa bağımlı kalma, sevgini hep canlı tut.
Kendine iyi bak, temizliğine dikkat et. Görünüşün Görkemli olsun: sık sık kuaföre git, tırnakların bakımlı olsun, cildiyeciye, diş hekimine git, düzenli bir şekilde parfüm ve krem kullan. Artık genç ve yakışıklı olmasan bile, en azından bakımlı olursun.
Modern olmak önemli değil, iyi bir klasik olmaya çalış. Saçlarını boyatarak ve şatafatlı giyinerek gülünç olma.
Gün, bu gündür. Kitapları ve gazeteleri oku, radyo dinle, TV de ki güzel programları seyret, internete gir, mailler gönder ve al, sosyal ağlara katıl, dostlarına telefon et.
Gençlerin düşüncelerine saygılı ol, onlar senin bildiklerine bilmeselerde, yaşadıklarını yaşamasalarda, senin yaşına geldiklerinde muhtemelen senin konumunda olacaklardır, kendi düşüncelerini de söyle onlara, dinlemesini bilen yararlanır, yanılmış olsalar bile, onlarla tartışma.
Sadece anılarınla yaşama, “bizim zamanımızda” deyimini çok sık kullanma, senin zamanın da bu gündür. Kıymetini bil...
Çocukların ve torunlarınla birlikte yaşamaktan kaçın, sadece onları görmeye git veya davet edildiğinde onlarla beraber ol.
Gerektiğinde bir yardımcı kadın bulundur evinde. Gündelik Yaşamını mümkün olduğunca ve imkanların nisbetinde kolaylaştır.
Seyahat etmek, yürümek, resim yapmak, dostlarınla oyun oynamak veya bir şeylerin koleksiyonunu yapmak gibi hoşuna giden bir“hobin” mutlaka olsun, olanakların dahilinde ki şeyleri yap.
Yeni veya faydalı bir şey öğrenmeye gayret et ve zoruna gitse bile ileri teknolojinin gerisinde kalmamaya çalış.
Sosyal ve kültürel etkinliklere katıl. Müzeleri gez, sinemaya git... Önemli olan, biraz evden uzaklaşmaktır. Eğer arzu ettiğin bir yere davet edilmezsen, sakın gücenme, Unutma ki, gençliğinde, sende birilerini hayal kırıklığına uğratmış olabilirsin, anne ve babanı fazlaca davet etmemiş olabilirsin.
Az konuş, çok dinle, yaşamın ve geçmişin, sadece seni ilgilendirir. Bir şey ile ilgili fikrini soran olursa, kısa konuş ve sadece, iyi ve hoşa giden şeylerden bahsetmeye çalış. Yavaş bir tonla ve kısa konuş, eleştirme. Herşey gelip geçicidir, olduğu gibi kabul et. Bir dönemin doğruları bazen başka bir dönemin yanlışları olarak kabul edilebilir.
Acılar ve üzüntülerle hep karşılaşılır, onlarla ilgili problemleri fazlaca dile getirme. Azaltmaya gayret et. Sonuçta, sadece sizi etkilerler bu yaşta sorunlarınız sadece sizin ve doktorunuzun problemleridir.
Her fırsatta gül, yaşadığın ve sağlıklı olduğun için mutlu ol,unutma sen şanslısın, hayatının geleceğinin belirsiz olması gibi, ölümünde başka bir meçhul evre olacaktır.
Eğer biri size, artık hiçbir işe yaramıyorsunuz derse, duymamazlıktan gel ve bunu dert etme. Sende kendi dünyanda sana göre önemli bir şeyler yapmışındır. Mühim olan bunu senin hissetmendir.
Unutma hayat hikayen iyi veya kötü olsun, bir daha tekrar etmeyecektir.

11 Ekim 2016 Salı

YOLCULUK

Öykü ile başlar,yolculuk.
Sıla anamızdır,
Gurbet sevgilimizdir.
Yolculuk,yüreğinin yerinde sökülüp,
Elimize verilmesi gibidir.
Gurbet,el kapısıdır.,ekmek kapısıdır.

Şafakla beraber,yoğun tutkuları,dertleri getirir.
Ayılık azabı içimizde barınmakta,
Düşünceleri beni tüketmektedir.
Tutkum beni çoşturuyor,
Taşkınlığım içimi kemiriyor.
Gözyaşlarım,değerli sırlarımı açığa vuruyor.
Gururuma ihanet ediyor.
Benim gibi aşık olunca,
Bitkinliğimi,tükenmişliğimi,acılarımın,
Çaresini bulamıyorum.
Yüreğimdeki cehennem ateşi,gittikçe daha fazla artıyor.
Alevlerin yoğunluğu,ciğerimde uçurumlar açıyor.

Ayrılık gününde sevgiliye veda edemedim.
Ah pişmanlıklar,ah ızdırap.
Ama sen çektiklerimi,dosta anlatacak olan ey yolcu,
Ona hiç bir kalemin tasvir edemiyeceği acılara,
Katlandığımı söyle.
Vallahi,sevgiliye aşktan yana hep bağlı kalacağım.
Buna emin ederim.
Çünkü aşkın kitabında yemin geçerlidir.
Ey seher yeli,git götür selamımı o sevgiliye
Ve ona uykusuzluğumun tanığı olduğunu söyle.

Bin bir gece masalıdır,Aşk.

Cemal Borandağ.09 Ekim 2016 Tuzla-İstanbul

Mustafa Güzelgöz ve Eşeği Yıl 1943.

Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten… 23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir. O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var. O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da. “Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der. Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir. Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider.
Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir. Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler. Girişimcilik ne biliyor musun? Bulunduğun yere yenilik katmalısın. Mutlaka adım atmalısın. Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir. Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var. www.suatozer.com www.yalcinmihci.com

İki psikiyatri uzmanı

İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki; "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: · Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. · Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. · Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. · Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı. Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı. Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning Kruger Sendromu'nun metni yazıldı: “İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler… Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..." N'olur fazla mütevazi olmayın!... "Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti... Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı". Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum: “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” TÜZDER-ÜSTÜN ZEKÂLILAR DERNEĞİ www.tuzder.org

Sağlık İçin...


1..Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
2..Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
3..Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
4..Bol taze sebze ve meyve yiyin.
5..Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği,mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
6..Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
7..Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
8..Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse mandıra sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
9..Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
10.. Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
11.. Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).
12..Stresten uzak durun.
13.. İyi uyuyun.
14.. Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
15.. D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
16.. Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
17.. Aşırı alkol kullanmayın.
18.. İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
19.. Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
20.. Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
21.. Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
22.. Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi dahiliye uzmanı Sibel Boyvada’ya 1999 yılında bir hasta gelir, yaşlı bir köylü teyze. Hastane tıklım tıklım kalabalıktır. Sibel, hastayı muayene eder ; kesin teşhis için bazı tahliller gereklidir. Kadına gerekli talimatları verir, “ Şu, şu tahlilleri yaptır, gel” der. Yaşlı teyze başını öne eğer, ve konuşmaz. Sibel tekrar “ Hadi teyzeciğim bu tahlilleri yaptır, gel, ben sana gerekli tedaviyi başlatacağım.” Der. Teyze başını yerden kaldırır, ağlamaya hazır gözlerle “ Doktor hanım, benim köye dönecek param yok. Nasıl yaptırayım o tahlilleri?” deyince, Doktor Sibel ‘in yapacak birçok işi olmasına rağmen, bırakır işini, alır teyzeyi koluna, koridor koridor dolaşırlar tahlilleri tamamlarlar. Tekrar dahiliye bölümüne gelirler. Sibel gerekli ilaçları yazar, tedavisi için gerekli tembihleri de yapar. Bu Egeli yaşlı köylü teyze, doktor hanımı dinlerken hep gözleri yerdedir. Tam teyze gidecekken, Sibel’in aklına “yol parası” lafı gelir.
“Teyze, al bakalım bu parayı” diyerek köye gitmesine hayli hayli yetecek bir para verir. Teyze önce almak istemez; ama sonra “ Yavrum, köye dönecek param yoktu, sağ ol, Allah senden razı olsun kızım” diye teşekkür üzerine teşekkür ederek ayrılır. Dr. Sibel, sıra bekleyen onlarca hastayla ilgilenmeye, muayenelerine devam eder. Aradan bir saat kadar bir süre geçer. Sibel bir bakar ki teyze kan ter içinde, kalabalığı yarmış, oflaya pofluya geliyor. Ege Üniversitesi Hastanesi’nden Bornova anayolu o yaşta bir hanım ,için az buz bir yol değildir. Sibel şaşkın, herhalde bir kağıdını veya reçetesini unuttu diye düşünür. “ ne oldu teyze?” diye sorar. Teyzenin yüzünde koca bir gülümseme vardır bu sefer. “Kızım, ben anayola çıktığımda bir köylüme rastladım. Meğer o, minibüsle zaten köye dönüyormuş. O beni köyüme götürecek. Sen paranı al kızım. Çok sağ ol. “ Bu sefer Sibel Boyvada’nın gözleri dolar. Teyzeyi öper, koklar gönderir. O akşam Allah’a dua eder, hala dürüst insanlar var olduğu için. Sibel Boyvada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çok başarılı bir doktor. Aslında beni bu başarısı pek ilgilendirmiyor. İnsanlara yardım etmek için yeşil gözlerinin ardında hep bir ışık var, o ilgilendiriyor. Çok insan tanıdım gözlerinde hiç o ışık yoktu. Gözünde o ışık olanları hep tanırım, azdırlar; ama hayatınızı aydınlıkla doldururlar. Belki de hepimizin kalbinde o ışık var; ama yavaş yavaş söndürüyorlar. Olanların da gözlerinden dışarı yansımıyor. Allah’ım, sen çocuğumun kalbine de o ışıktan yerleştir. Gözlerinden dünyaya yansımasını ise, bana bırak. Söz veriyorum, gözüne o bulanık perdenin inmemesi için çok çalışacağım.

Rakıyı içen kadın gülüyorsa

Rakıyı içen kadın gülüyorsa, o gülüşün ardında en az dokuz roman, on dört tane film repliği var"
Can Yücel. -- Rakı içen kadın, rakıyı sık içmez. -- Rakıyı içtiği an, bil ki içme zamanı gelmiştir. -- Net konuşur.. eveleyip gevelemez. -- Keyfine doyumsuz akşamüstü sonrası köşede, gece sefası gibi açar. -- Rakı içen kadın elleriyle tanınır.. sebebi bilinmez ama güzeldir elleri. -- Rakı içen kadın dünyada barıştır. -- Ağdalı değil, nağmeli sever. -- Dikkat edin, rakı içen kadın çok güzeldir. masasındakiler de. -- Kadın kendine güvendiği için rakı içer, rakı güçlü kadın içkisidir. -- Kendine güvendiği için, üslubu ağır olduğu için kadınla rakı içilir. -- Birinci duble güzellemedir.. ikincide hayranlık başlar.. üçüncü dengeleme.. Devam ediyorsa ya büyük macera peşindedir ya da rakının kitabını yazmıştır. Artık sen önlemini alıp, kadına değil kendine dikkat etmelisin. -- İçerken kafası bozuktur.. bundan dem vurmaz, asildir. -- Ağırdır.. kafasını kalbini senin deşmeni ister. -- Mutludur.. reklamını yapmaz. -- Memnuniyetsizdir.. etrafa hissettirmez. -- Dertlidir.. masada çare aramaz, içer sadece. -- Aşıktır.. senden başkasını severken bile, seni incitmez. -- Onurludur.. "O gelejek bu majjaya arkdajj!" olsa bile. -- Bilgedir.. içerken ne sorsan filizoftur. -- Mesafelidir.. ne uzaklarda ulaşılmazda, nede cepte keklik. -- Estetiktir, ne açar döker ortalığa, ne sarıp gizler güzelliğini. -- Doğaldır, bardak çirkinleşmesin diye rujunu siler oturur sofraya. -- Delikanlıdır, sözünü eğip bükmez, esirgemez. -- Hızlı gitmişse en fazla aşkını itiraf eder. Eğri sözü, senin doğru sözünden doğru, uysal ve derindir. -- Sofrada rakı, tartışmasız kadından önce gelir.. kadın sabreder.. Rakı, bir müddet sonra pes edip meydanı kadına bırakır. Kadın bunu bilecek kadar zeki, mağrur, planlı ve stratejisyendir. -- Rakı içen kadının sakalları yoktur. -- Niçin konuşmuyorsun denilmez, kadın bazen masada susarak konuşur. -- Yatak yerine uzaklar aklındadır. Her defasında gitmek istediği meçhul uzaklar.. her defasında ertelediği uzaklar.. -- Sırlarının binde birini anlatmışsa masada, onun için çok önemlisin. -- İçerken bin tane şair, bin tane yazar yeşerir kadının içinde.. -- Tek çicek [ne olursa] kulak arkasına takılması onun için yeterlidir. -- Erkek ruhunda sayısız çingene dekoru saklıdır. Bunu bildiğinden süslenip bozmaz. Hayal etmemizi ister. -- Şarkıya hafiften eşlik ederse, övgüler sana yapılmıştır masada.. İmparator olursun, gelmiş geçmiş en büyük kralısın. -- İçerken adamın aklını alır.. Ne zaman alır o karar verir buna. -- Herkesle rakı içmez.. seninle rakı içiyorsa, senin için kalbinde en az yüzelli metrekare daha yer vardır. -- Rakıyı ağızdan değil kulaktan içer. -- Uyumsuz insanlar gibi uyumsuz bardaklar olmasın ister masada. -- Bir kadınla rakı içene, yeryüzünde sevilmeyecek insan yoktur. -- Bir kadınla rakı içerken cinsiyeti kaldırıp atmışsın onun istediği yere. -- Kadınla rakı içerken, rakıyı en güzel kadınlar içer dersin gerçekten. -- Kadınla rakı içmek er meydanıdır, hile hurda yoktur masada. -- Kadınla rakı içerken dik durmak gerek'tir.. erkek olmayı hissetmektir. -- Şerefe dendiğinde, kadın bilir sen sofranın ŞEREF SÖZÜ vereni'sin, unutma! -- Kadın, böğürtü karga ses ve şarkına katlanıyorsa, rakının hatırıdır. -- Rakı kadındır, kadın rakı.. ikisi de yalnız olmaz, olmamalı. Rakıya suyunu verirsin buz ister.. buzunu verirsin peynir ister.. peyniri verirsin kavun ister.. kavun verirsin meze ister.. meze verirsin balık ister.. istedikçe donatırsın.. donattıkça güzelleşir. Kadın da öyle.. gülücük ister verirsin, öpücük ister.. öpücük verirsin sarılmak ister.. sarılırsın sevilmek ister.. seversin ömrünü ister.. o ömrünü çoktan sunmuştur senin emrine.. rakı gibi! -- Bir kadınla rakı içerken kesinlikle eşitsindir. O içindeki saklanan gücünü çıkarıp meydan okur.. Sen ise içinde bastırdığın en naif ve merhametinle uysalsın. Kadehi aynı şekilde tutup şerefe kaldırdığında eşitlik sağlanmıştır. -- unutma senin verdiğin "şerefe" sözüne güvenip sarhoş olabilir.. hatta kafası bozulup sarhoş olabilir.. hasretinden.. sinirinden.. aşkından.. hatta sarhoş olmak için bile sarhoş olabilir.. onu adam gibi, en sağlam kalesine taşıyacak cengaveri olmalısın.. -- Rakıyı en iyi kadın içer.. adam olana o masada en iyi rakıyı kadın içirir! [MİKA]

KONTROLCÜ İLİŞKİLER

Doç. Dr. Şafak Nakajima Lirik şiirlerin üstadı, Alman şair Rainer Maria Rilke, hepimizin zaman zaman aklımızdan geçeni şöyle döker sözlere: "Bir insanın bir insanı sevmesi, yapılabilecek en zor iştir." Çünkü her insan, diğer tüm insanlardan farklıdır. Mizacıyla, kişisel tarihiyle, birikimiyle... Dolayısıyla, iki insan arasında kurulan her özgün ilişki de, başka ilişkilerden farklı olacaktır. Bu gerçekliğe rağmen, çoğu ilişkide rastlanan ortak bir özellikten söz etmek mümkündür. Bu özellik, zaman geçtikçe ilişkide taraflardan birinin, diğeri üzerinde hakimiyet kurmaya başlamasıdır. Bu hakimiyetin dozu ilişkiden ilişkiye değişir; her iki cins de kontrolcü olabilir. Önceleri romantizmin ve karşılıklı çekimin etkisiyle fark edilemeyen kontrolcülük, giderek taraflardan birinin çekinik ve özgüvensiz, diğerininse sevilmediği duygusunu yaşamasına yol açarak ilişkiyi zehirler. Kontrolcü ilişki biçimini tanımak, ilişkilerde bu sağlıksız modelin yerleşmesini veya devam etmesini engellemenin en etkin yoludur. Gelin şimdi kontrolcü bir ilişkide olup olmadığınızı anlamanıza yardımcı olabilecek bulgulara yakından bakalım. Eğer korktuğunuz için:
• Kafanızdan geçen bir fikri veya öneriyi partnerinizle paylaşamıyor, kararlarınızı ona rahatça bildiremiyorsanız,
• Ondan ayrıldığınız takdirde size zarar vermesinden korkuyorsanız,
• Nerede, ne yaptığınızı ona sürekli bildirmek zorundaysanız,
• Onun bütün isteklerini, -siz istemiyor olsanız bile- yerine getirebilmek için daha da fazla çaba sarf ederseniz, sorunların çözüleceğine inanıyorsanız,
• Ailenizle ve arkadaşlarınızla ilişkileriniz sınırlandırılıyor, onlarla özgürce görüşemiyorsanız,
• Kendi paranıza ve ailenin para kaynaklarına ulaşabilmeniz izne tabiyse; para, sizi kontrol etmek için kullanılıyorsa,
• Birlikte yapılacak aktiviteler, çıkılacak tatil, yaşanacak yer, eşya ve araba alımı gibi her konuda kararları hep karşı taraf alıyorsa,
• Sözlü veya fiziksel saldırı tehdidi, cinsel zorlama varsa,
• Kontrolden yakındığınız durumlarda, dengesiz ve deli olmakla suçlanıyorsanız,
• Bilgisayar ve telefonunuz sürekli kontrol ediliyorsa,
• Ve hepsinden önemlisi, onunlayken en huzurlu olması gereken anlarda bile tedirginseniz, kontrolcü bir ilişki içinde olma olasılığınızı gözden geçirmenizde fayda var! Bu sorunun çözümünde önce bulguları fark etmek, sonra karşı tarafı uyarmak, gerekiyorsa profesyonel ruhsal destek almak gereklidir. Bazı durumlarda ise, ilişkinin sonlandırılması zorunlu hale gelir. İyi bir ilişki ancak, tarafların arasında sağlıklı bir sınırın inşası ve korunmasıyla mümkündür. Rilke’le başladık, Rilke’yle bitirelim; onun, iyi bir ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair güzel sözleriyle: “Birbirine çok yakın iki insan arasında bile sonsuz bir uzaklık olduğu kabul edildiğinde, harika bir ortak yaşama erişilebilinir. Bu uzaklığı sevmeyi başardığımızda karşımızdaki kişinin tamamını görmeye başlarız.”

Ne güzel cahildik

Ne güzel cahildik; Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi... Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım... Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar... Bir çoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası... Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi? Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu. Dışarıda kar... İçeride huzur... Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda... Ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini çiziyorduk..

PARMAK İZLERİYLE SONSUZLUĞA UZANAN İZLENİMLER

Sanat editörleri bazen ressamları tanımlarken “naif bir fırça” deyimini kullanır. Oysa Sayın Memik Kibarkaya’yı anlatırken “naif bir parmak izi” tanımını kullanmak gerekiyor. Zira O resimlerini yaparken, geleneksel resim malzemelerinden, tekniklerinden tamamen uzaklaşıyor ve kendi yöntemleriyle oluşturduğunu boyasını, yine kendine has tekniği olan parmaklarını kullanarak ve yine kendi keşfettiği özel bir kağıdın üzerine sürüyor. Adeta resmiyle tek vücut oluyor… Hem resimlerini hem de bir anlamda DNA’sını geleceğe taşımış oluyor. O çalışmaları ile ilgili şu iddialı ama bir o kadar düşündürten cümleyi söylüyor: “Sadece kendi oyunumu oynuyorum, adı da Tek Kişilik Tiyatro”. Hiç resim eğitimi almayan Kibarkaya, 40 yıldan fazladır resim yapıyor, 30 yıldır sergi açıyor. Dile kolay, 50’den fazla kişisel sergi açmış. Kibarkaya’nın yeni kişisel sergisi, Tıp Bayramı vesilesiyle Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş Fuayesinde 13 Mart - 13 Nisan 2014 tarihleri arasında izlenebilir. Naif parmak izimiz, yeni sergisi ve sanat yolculuğu ile ilgili sorularımızı yanıtladı. RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ Sayın Memik Kibarkaya, resim aşkı çocukluğunuzda başlamış, hatta aileniz tarafından bu tutkunuz engellenmeye çalışılmış. Bu günleri sizden dinleyebilir miyiz? Daha ilkokula başlamamıştım, çamurla kayaların üzerine resimler yapardım. Çamuru boyamak isterdim hep ama çamur kendi rengindeydi, değiştiremiyordum.
Ama Atom Enerjisi Kurumu’nda çalışmaya başladığımda, boyayı çamur haline getirebileceğimi gördüm. İşte o zaman hayalim gerçek oldu. Sanki Archiemedes gibi, ‘eureka yani buldum’ diye içten içe bağırıyordum. Evet, aileme göre resim yapmak günahtı. El hüneri gerektiren işlere elim yatkın olduğundan bir ardıç ağacından saz yapmaya kalkıştım. Anam ‘icat çıkarma’ oğlum demişti. Oysa ben keşfetme dürtüleriyle yüklüydüm sanki. 2000’li yıllara kadar yağlıboya, guaj, pastel gibi klasik malzeme ve teknikler ile resim yapıyordunuz. Ama o tarihten sonra sizi diğer ressamlardan ayıran en önemli özellik olan parmaklarınızı kullanmaya başladınız. Siz resimlerinizde malzeme olarak da kendi buluşlarınızı kullanmayı tercih ediyorsunuz. Kıyma makinesinden geçirilmiş ya da kilo ile ezilmiş pastel boya gibi. Çamur haline getirilmiş boya, atom enerjisinde kullanılan kimyasal ayraç kağıdı ve parmaklarınız… Bu üçleme hakkında neler söyleyebilirsiniz. Ayrıca hiç resim eğitimi de almadınız. Usta sanatçı Van Gogh da bazı resimlerinde parmaklarını kullanıyordu. 2000’li yıllara dek hep resim yapıyordum. 2000 yılında keşfettiğim malzeme yani çamur boya, fırçaya bulanmıyordu, tuvalden de dökülüyordu. Daha sonra dayanıklı bir kâğıt olan, atom enerjisinde kimyasal ayraç olarak kullanılan kâğıda, resimlerimi parmaklarımla yapmaya başladım. Fırça yerine, silgi, meyve bıçağı ve parmaklarımı kullanıyordum. Boyaya bazı maddeler katarak kâğıdın öbür yüzüne de resmin silueti çıkıyordu. Bu işlemi bir kimyacı hocadan destek alarak yaptım. Aslında Veteriner Hekimsiniz. Tarım Bakanlığı’nda çalışırken Sayın Fikret Otyam’ın bir cümlesiyle emekli olmaya karar veriyorsunuz. Bu ilham cümlesini anlatabilir misiniz?
Fikret Otyam’ın bir sergisine gitmiştim, ona resim yaptığımı söyledim. O da ‘hızlandırılmış kurslara gidiyorsunuz, kendinizi ressam sanıyorsunuz’ dedi ve beni azarladı. İnternette sitem var dedim, ‘ben anlamam, kumaşı görmem lazım’ dedi. Yanıma iki resim aldım ve 20 kilometre yolu bir taksi tutarak, hocamızın yanına gittim. Hayretlerle inceledi; ‘bu ne biçim iş, bayıldım’ dedi. Ne iş yapıyorsun diye sordu. Memurum dedim. ‘Git istifa et ya da emekli ol, resim yap’ dedi. O’nun sözünü dinledim ve üç gün sonra dilekçemi verdim, emekli oldum. ‘Pekiyi etmişsin’ diyerek kendi resmini çektirdi, git bunu çalış dedi ve onun resmini yaptım. ‘Notun tam on’ dedi. Sayın Otyam daha sonra beni bir dergide överek yazmıştı. Kağıtlara parmak dokunuşlarınız ile boyayı sürerken kompozisyon oluşturmak daha zor değil mi? Yoksa bu dokunma hissi mi sizi cezbeden? Ayrıca tuval ölçüsü ile kendinizi sınırlamıyorsunuz sanırım. Kağıt üzerine çalışıyorsunuz ve kompozisyon açıldıkça kağıt eklemeye devam ediyorsunuz. Bu çalışma sisteminiz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dokunma hissi heykel yapmak gibi. Resimle benim aramdaki duygusal ilişkide araç ortadan kalkıyor. Ben böyle hissediyorum. Ayrıca tuvalin sınırları belli, yani resmi kafese koymak gibi benim için. Ben kağıtlara sınırsız kağıt ekleyerek, özgür davranıyorum. Kâğıda kağıt ekleyip ilerleyerek, tuvalin beni teslim alması yerine, onu ben teslim alıyorum. Resimde sınırlar içine girmeyi sevmiyorum, bana göre özgürlüğümü alıyor, benim kullandığım sistemde kompozisyon uzadıkça resim de uzuyor.
Bence özgürlüğümün sınırını ben koyuyorum. Ayrıca boyam çamur kıvamında olduğundan, parmaklarımın bazı yerde sert basınç uygulaması, bazı yerlerde ise tül gibi süzülmesi gerekiyor. Bu bana kuğunun dansı, piyanonun tuşuna dokunmak gibi bir his veriyor. Tüm bu nedenlerden dolayı sanırım bu tutkumdan vazgeçemiyorum. Parmak izlerinizi kullandığınız için eserlerinizin taklit edilmesi imkansız. Bu size nasıl bir duygu veriyor? Resmimin içinde binlerce parmak izim oluyor ve resimlerimde DNA yani genetik kodum var. İmzamı koymasam da o benimdir. Sahiplenme, var olma duygusu öne çıkıyor. Resimlerinizde size en çok ne ilham verir? Bir yılda kaç resim yapıyorsunuz? Bunun da bir dengesi yok bende. Bazen hiç yapmıyorum, bazen de sabahlara dek çalışıyorum. Resim yapmak duygu işi, ilham işi. Yani ilham geldikçe yapıyorum. Bir yılda tahminime göre elli resim yaparım. Portrelerinizin yüzünde Anadolu insanının mutlulukları, acıları, yaşam koşulları çok açık olarak okunuyor. Bunlar genellikle tanıdığınız kişiler mi? Resimlerimde Anadolu insanı nadasa bırakılmış tarla gibi. Yüzlerdeki derin çizgiler, gözlerdeki yorgunluk, kahve falı gibi… Baktıkça onun ruhunu tanıyorsunuz, geçmişi, geleceği, umudu, yorgunluğu kısacası birçok duyguyu okuyabiliyorsunuz. Aslında ne biliyormusunuz, zordur insan bedeni, ruhu, hastalıkları, savaşları, aşkları… O bedenlerde, o yüzlerde neler neler var. Bir gün karmaşık bir soyut resim yaparsam adını ‘insan’ koyacağım.
Bana göre insan tanrıdan sonra gelen canlıdır, bir tek imkansız vardır o da tanrıdır. Onun yarattıklarını, buluşları ve keşifleriyle çözen de insandır. İnsan, karmaşık bir soyut resimdir. Manzara ve peyzajlarınızda büyük İzlenimci sanatçıların etkisi hissediliyor. Çalışmalarını en çok sevdiğiniz Türk ve yabancı ressamlar kimler? Hiç eğitim almadım. Doğuştan deyin, Tanrının bir lütfu deyin… “Beethoven’ı Anlamak” filmini bilirsiniz, iki kulağı da duymayan bir adam dünyanın en güzel seslerini çıkarıyordu. Asistanına; kızım aslında ben sağırım, bu notaları bana tanrı yazdırıyor demişti. Belki bana da bunları tanrı yaptırıyor. Tabii ki, etkilenmek, hissetmek çok önemli, bazen diken resmi yapıyorum ama biri bana şu tür resim yap dediğinde çok alınıyorum. Sanki ‘pazardan iki kilo patates al’ der gibi geliyor. Bir de sanatçıya destek anlamında resminizi alıyorum demişti bir sergimde bir bayan. Resmi geri aldım elinden. ‘Ne oldu’ dedi. ‘Git desteğini sokaktaki dilencilere ver’ dedim. Eğer biri resmimi aldığında evine asmamışsa, gidip iki katı parasını verip geri aldığım olmuştur. Heyecanla başladığım, sonunda heyecanım bitince yırttığım resimlerim var. Sonuna kadar bana heyecan veren resimler tamamlanıyor. Bir anımı anlatmak istiyorum: Birkaç yıl önce Sakıp Sabancı Müzesi’nde Rembrandt sergisi vardı, onu görmeye gittim Ankara’dan. Sergiyi gezerken birden bir el gördüm, Rembrandt’ın elleri ve çok heyecanlandım. Uçağa bindim Ankara’ya döndüm. Öyle bir el yapmalıydım, acele ile evime gelip, o fotoğrafı aradım, siyah beyaz bir resimdi, buldum. 1980’li yıllarda çektiğim bir fotoğraftı. İşte o resim Rembrandt’ın elleri oldu ve iki gün resmi seyrettim. Elbette beni etkileyen ressamlar var: Claude Monet, Renoir, Cezanne, Delacroix, Van Gogh, İbrahim Çallı, İbrahim Safi, Naci Kalmukoğlu, Şevket Dağ. Onların çalışmalarından çok kopyalar da çalıştım. Hatta birçok müze gezdim: Prado, Dali ve Picasso müzeleri gibi. Haftada bir Ankara Resim Heykel Müzesi’ne giderim, Türkiye’ye gelen önemli ressamların sergilerini hep gezerim. Örneğin Pera Müzesi’nde açılan Rus Ressamlar Sergisi’nde Ilya Repin beni çok etkilemiştir. 40 yıldan fazladır resim yapıyorsunuz, 30 yıldır sergi açıyorsunuz. Şu anda resimlerinizin gördüğü ilgiden memnun musunuz? Resim sanatı ile ilgili ulaşmak istediğiniz en büyük hayaliniz nedir? Ben kendi çapımda, ulaştığım yerde beni görenlerden övgüler alıyorum. Birçok televizyon programına katıldım. Açtığım sergilerde eleştiri yapan pek yok, sadece eline sağlık, ellerin dert görmesin, kutlarım kelimeleri var. Sanatsal eleştiri yok, kalıplaşmış tebrik sözlerini duyuyorum. En büyük isteğim Christie’s ya da Sotheby’s’de bir eserimin müzayedeye girmesi, tabii ki ölmeden ama çok az ressam ölmeden önce bu şansı yakalıyor. Geçenlerde Sotheby’s’de Lucien Freud’un öldükten sonra satılan bir resmi beni çok düşündürmüştü. Ayrıca Modigliani öldüğü gün bir yarışmada birinci olmuştu. Van Gogh’un hayattayken hiç resmi satılmamış, ancak bir resmini kardeşi Teo bunalıma girmesin diye almıştı. Fikret Mualla o ölümsüz eserlerini, şarap karşılığında değişmişti. Sanatçının perişan ölümü ve kaderi… Hele bizim ülkemizde son yıllarda açılan sergilere kaç kişi gidiyor, bu da işin ilginç yanı ama bu beni umutsuzluğa düşürmüyor sadece kendi oyunumu oynuyorum, adı da ‘Tek Kişilik Tiyatro’. Bilgi için: www.memikkibarkaya.com

YUSUFUN BAHÇESİ

Cehennem topu arkamızdan kovalar gibiydi, bizler de Yusuf’un bahçesinin cennet köşesine koşar adımlarla ilerliyorduk. Mino köpeği de arkamızdan koşarak bizi takip ediyordu . Sene sonu imtihanları çok zor geçmişti. Dünya tatlısı öğretmenlerimiz ne de zorlu sorular hazırlamıştı. Sorarlarken pişman, - İnşallah cevabın çeyreğini bilsinler razıyım, der gibiydiler. Ben ve arkadaşım Bayram, sınavın muhakemesini yapıyor , bir taraftan da, cehennem sıcağında yürüyerek cennet bahçesine bir an önce varmaya çalışıyorduk. Bayram - Ya Kemal, dedi. Bu hocaları anlamıyorum. Vicdansız hocalar madem ki bilmemizi istiyorsunuz niye soruları kolay sormuyorsunuz - Kemal - Hocalarımız bizi en iyi şekilde yetiştirmek için böyle yapıyorlar. Onlar , biz burada toplumu yönetecek , eğitecek yön verecek insan yetiştiriyoruz, pırasa yetiştirmiyoruz cacık yapmak için hıyar yetiştirmiyoruz diyorlar - Bayram - Bu ne lahana , bu ne turşu Öğretmenim , öğretmenim canım öğretmenim ,der gibi bir halle gülüştük. Kemal -Bu insanlar bu kadar iyi niyetli, bu kadar güzel , bu kadar cennetlik olabilirler ancak . Çünkü, hepsi iyi niyetli. İyi niyetli değince bir söz geliyor aklıma , cehennemin yolu iyi niyetli taşlarla döşenmiştir. O kadar da iyi niyetli olmamak lazım der gibi bir anlam çıkıyor. dedim Cehennem ,tepesi gibi , bizi takip eden sıcaklık mıydı. Yoksa, okul bitirme imtihanları mıydı. Bilemedik. Cehennemden kaçmaya devam ettik. Köpeğimiz en önde. Arkadaşım ve ben arkada , yol boyunca konuşa konuşa ilerledik .
Bir baktık ki arkamızda bir sürü insan türedi. Baktılar ki biz kafa dengiyiz, onlarda bize uydu. Derken , derken masallar, fıkralar, çocukluk günlerinin anıları onca yeri aşıp gelmişiz. Şaştık kaldık o mesafeyi ne zaman aşıp gelmişiz anlayamadık. Kendimizi cennet köşesi Yusuf ‘un bahçesine zor attık. Konuşmaya çalışıyorduk ama o kadar çok yorulmuşuz ki , inlemekten konuşmaya , takatimiz kalmadı. Top, top inen terlerimizi silerken biraz nefeslenmiş kendimize gelmiştik . Yusuf’un , cennet bahçesi bizim için cennetten bir köşe idi.. Cehennemden boşuna mı kaçıyorduk. Cennette nefes aldık. Erik hırsızlığı dünyanın en tatlı hırsızlığı, hıyar adam hıyar çalar, domateslere yaklaşırken utanıyorduk. Yanımıza ekmek peynir bir de yıl sonunu kutlamak için şarap almıştık. Domatesler, bizim utanmamızdan utanmış gibi kıp kırmızı beni yiyin der gibiydi. Yememizi saklayamayız ya, peynir var domatessiz gitmez ki, dedik. Ağaçların gölgesinin bol olduğu bir yer bulduk, oturduk.
Onca yoldan sonra çok acıkmıştık. Hiç konuşmadan karnımızı doyurduk. Sıra şaraba gelmişti. Bayram, tirbuşonu cebinden çıkardı. Mantarın tepesine soktu. Çevire, çevire mantarı deldi. Olanca kuvveti ile ,lök diye bir sesle , şişeden mantarı çıkardı. Şişeden bir o içiyordu bir ben. Deme keyfimize. Şişeden içmenin zevki de bir başka oluyor . Ağaçların çalıların arasından tatlı tatlı rüzgar esiyordu. Temiz hava ve alkolün keyfi bizi hafiften çakır yapıyordu. Bayram - Ya sanki öldük te cennette geldik. dedi Kemal - Öbür dünyada 72 huri vereceklermiş. Bayram - Bu dünyada ne yaşadık ki ,belki o dünyada yaşarız . 72 huri ne demek hepsi ayrı , ayrı güzellik demek. Bu dünya zaten cehennem, dedi Kemal - cennette huriler deyip aldanıyoruz. Bayram -Ne yapmalıyız ? Kemal - Biz de o zaman bu dünyanın hurisine bakarız. Bu dünyada huri gördün mü adam olacaksın . Yoksa huriler , Nuri olarak karşına çıkar. El kızın da vicdan arama. Şimdi ki kızlara kırmızı şapka giydir, sal ormana kurdu yer gelir. Kahkahalarla güldük. Şarabın etkisi ile yavaş yavaş tatlı bir sarhoşluk oluşmuştu. Gözlerimiz biraz açılıyor biraz kapanıyordu. Çalıların arasından esen rüzgar ve şarapla uykuya daldık . rüyamızda cennette hurilerle dolaşıyor, oynaşıyorduk. Hışırtı sesleri ile gözlerimizi açtık. Baktık ki karşımızda Yusuf ‘un bahçesinin bekçisi zebani gibi duruyor. Çok korkmuştuk ,yüreğimiz ağzımızın ucunda hiç konuşamıyorduk . Dilimiz tutulmuş sanki. Sonra baktık ki adam sarhoş. Rakı şarap bira ispirto içmekten sanki uyuşmuş gibi. Yusuf’un zebanisine çattık diye sağımıza baktık solumuza baktık . Biraz ilerde ölmüş iki yılan yatıyordu. Çok korkmuştuk. -Bayram yoksa yılanlar bizi soktular da mı kanımızdan zehirlenip öldüler . Yoksa bahçenin zebanisi mı öldürdü dedim. Uykulu gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Sonra baktık ki adamın , bacaklarının arasında bir yılan oynuyor gibi, -Bayram bak adamın, bacaklarının arasında yılan var dedim Bayram -Amma da safsınız o yılan değil , onun aleti, o kadar da korkmaya gerek yok dedi. Bende - Ama nasıl korkulmaz . Ben şahsen şahmeran yılanı zannettim, kocaman sağa sola sallanıyor. Yaklaşanı yakarım der gibi. Belki de bu adam gibi olmaya, can atan olabilir. Her kesin dünyası kendine , herkesin kendine göre ,bir şahmeranı var, neylersin . Bu dünyada böyle olan da var, bu dünyaya hiç olmayıp, doyamayan da var. Biz o korku ile hemen oradan sıvışıp kaçtık. Yürümeye koyulduk. Huriler le dolu rüyalarımızı , gerçek dünya da buluruz umudu ile , bahçede gezinmeye başladık. Yusuf’un bahçesinin güzelliklerini seyrederek dolaşıyorduk. Baktık ki ağaç kenarlarına , dere kenarlarına bütün Pazarcık yayılmış piknik yapıyor. Mangallar tütüyor, suya bırakılan karpuzlar ha çatladı ha çatlayacak. Türlü türlü yemekler hazırlanmış .
Okul tatili le okul arkadaşlarımız boş sahalarda top oynuyor, kimileri sevgililerine renk çiçeklerin arasında aşk şiirleri okuyor, kimileri kuytu çalı diplerine çekilmiş cilveleşiyor. Biz de sadece biz geldik sanıyorduk . Oysa ki sıcağın bunaltısı ile herkes kendini cennete atmış. Baktım ileri de , sevgilim çiçeklerin arasında oturmuş şiir kitabı okuyor. Onun burada olacağını hiç tahmin etmemiştim. Karşısına dikilip - Yar yar seni kara ,bir bıçak gibi kalbime ,sapladılar. Dedim. - Yarım kalan bir aşk kadar insana acı veren bir şey yoktur. Dünya güzelim benim, çok ta utanmıştı. Cennetteki hurimi görmüştüm. Sonrada cennet bahçesinin güzelliklerini seyrederek, hurim ben ve arkadaşım , mino köpeğim, birlikte dolaşmaya başladık. Güzelliklere doyamıyorduk. Burada herkes birbirini tanır, piknik alanında , ellerindeki sazları ile dumanlı ,dumanlı oy bizim eller , oturup ağlasam deli imiş derler türküsü ile mangallar tütüyordu. Bizde eşlik ediyorduk . Mangal yapanların yanından geçerken bize seslendiler -okul nasıl geçti. Tatili, iyi geçirin gezin dolaşın dinlenin dediler. Sonrada gelin mangal yaptık birlikte yiyelim dediler. Sevgi dostluk birliktelik duygusu ile bize, mangalda pişen kebaplardan dürüm hazırladılar, sonra da yanına da buz gibi çatlayan karpuzdan verdiler . Çaykaradan buz gibi üzüm ikram ettiler. Hoş beş sohbet edip afiyetle yedik. Karnımızı doyurmuştuk. Etrafın güzelliklerini seyrederek, bu cennet köşesinde, cıvıldaşan kuş sesleri ile dolaşıyorduk. Yusuf’un bahçesi bir cennet , tarif etmeye gerek yok. Yusuf zaten cennetlik, cennetliğini bu dünyada hazırlamış. Cenneti de bu dünya da cehennemi de. Cehennemin bir ateş topu gibi arkasından kovalayışını, yaşamış. Pamuk tarlaları çeltik tarlaları ağaların zulümlerini , hepsinin ne olduğunu zaten biliyordu. O olgun adam bu yüzden cenneti bu dünyada hazırlamıştı. Cehennemden kim kaçmak istemez, cennete girmek için . hep söylenir ya cennete gidince hurileri göreceksiniz diye. Sanki bu dünya da huri yokmuş gibi. Aslında huriler çok, dünya kadar, güzellikleri endamları, konuşmaları, dansları hareketlerindeki ,zerafetleri, insanın aklını başından alıp hayran ediyor.
Ama kızdırdın mı hepsi horoz Nuri olup çıkıyor. O zaman da, zaman kötü kolla kendini der gibi oluyorsun. Demek ki her şey insanın kendisinden kaynaklanıyor. Her kes iyi niyetli ama kimse de enayi değil. İyi niyetli ise güzel , aman günümü gün edeyim , yaşamaya bakıyım bu hayat güzel geçsin, dersen, kusura bakma kimse enayi değil. Yusuf’un cennet bahçesine hayran kalmış, mest olmuştuk. Her türlü meyve, zerzevatı var. Ortasından şarıl , şarıl akan, deresi bir ömre bedeldi. Baktık tam önümüzde aksu akıyor. Cehennem tepesinin ateşinden o kadar terlemiştik ki, bir an önce serinlememiz gerekiyordu. Kendimizi tepeden Aksu’nun ,göl etine attık. Arkamızdan ,Mino köpeğimizde atladı ,o da can taşıyor tabii çok ta iyi olmuştu bir güzel serinledik. Cana can katmıştık. Aksu da sanki cehennemin ateşinden, imtihanların bunaltısından sıcaklığından arınmış gidiydik. Hayat ne kadar güzel, oh amanın aman. Mayıs ayı, yazın , başlangıcıdır der gibiydik. Cenneti nasıl tarif edersiniz derseniz. Bence Yusuf’un bahçesini bir görün derim. Bu dünyada gam , kin ne keder ,ne de , nefret bilmezsiniz. Bu güzellikler yaşanınca , cennete gitmek için , bu dünyada ön hazırlık yapmış gibi oluyor insan. Filler öleceği zaman doğduğu yere gidermiş. İnsan doğduğu yerin, çiçeğine böceğine benzer der şair. Cennete yolculuk yapacaksan, doğduğun yere git. Orada cennete hazırlık yap. İnsanlığa nasihatini güzelliklerini. emanetlerini bırak , ondan sonra git. Bu dünyada , yaptıklarından ötürü belki cenneti belki de cehennemi boylarsın. Bütün mesele senin iyi niyetine bağlı. Onun için benim için ilk aşkım ilk sevdam Pazarcık tır.
CEMAL BORANDAĞ 13.06.2014

Okulun ilk günü

Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki,yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..." Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim.
Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..." Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu... Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok... Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi... "Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür dilerim...
Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..." Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: "Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz... Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok... Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır... Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey yapmayanlardır..." Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi... Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı. "Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu... Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı: "Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur" her zaman bir rüyanız ve onu gerçekleştirebilecek ruhunuzun olması dileği ile

6 Ekim 2016 Perşembe

Babalar en kutsal varlıklar olan Annelerin gölgesinde kalan gizli kahramanlardır!

Evin en öksüzü babalardır, en yalnız, en kimsesizi, herkese kimse olurken. Evin direği olurken kendisi direksizdir, dayanacağı kimsesi pek yoktur. Çünkü o hep güçlü olmak zorundadır. O zayıf olamaz Çünkü o kahramandır, o güçsüz olamaz Çünkü o kahramandır, o ağlayamaz Çünkü o kahramandır, hep kahraman olmak, öyle kalmak zorundadır. Yoksa silebilir herkes onu. Küçümser, erkekten bile saymaz. Batan gemiyi en son terk eden baba iken, uçan bir balonda, fazla ağırlıkların atılması aksi halde balonun düşme ihtimalinin olduğu anlarda, aileden ilk atılacak kişi babadır. Hayatını ailesine adasa da, ne eşine ne de çocuklarına yaranabilir tam anlamıyla. Kimsesi kalmaz zaten memleketi belli olduğunda. Hani sormuşlar ya adama nerelisin diye. O da demiş henüz evlenmedim diye. Ne ilk ailesine,ne de yeni ailesine yaranamaz, arada kalır. O yüzden ailelerde hep dayılar, teyzeler sevilir ya. Amca hele ki hala pek bilinmez genelde. Aile içi yetmez gibi, hep annelik yüceltilir onun yanına ayıp olmasın diye babalık da eklenir. Anneler gününün bütün ihtişamına, şatafatına, her yerde vurgulanması ve insanları harekete geçirmesine rağmen, babalar günü unutulur, ya da babalar gününde anımsanır ve öylesine geçiştirilir. Evin dış kapı mandalı gibidir çoğu zaman. Evin en yalnızıdır Bu yüzden en son babalar duymaz mı? Ya saklanır, ya yalan söylenir ya da paylaşma gereği duyulmaz. Bunda elbet hoşgörüsü az babanın da suçu ve katkısı vardır ama yine de ne yapsa yaranamaz, yakınlaşamaz. Belki çocuklarıyla yakınlaşmak ister ama malum ataerkil kurallar, toplum baskısı, utanç duygusu buna engel olur, ne sevdiğini gösterebilir ne de sevilmek istediğini... Babanın aile de en sevdiği birey kadındır, eşidir. Eşinin ise en sevdiği çocuklarıdır, kendisi değil. En büyük aşk evliliklerinde bile, sevgilisi doğum yaptığında bir anda artık sevgilisi değil, anne olur, kendine biçtiği en büyük rolü olur sevgilisi. Baba en çok anneyi sever, anne en çok yavrusunu sever, yavrusu ise en çok eşini sever, eşi ise en çok yavrusunu sever. Bu böyle devam eder durur, doğanın kanunu gereği. Bir yeri acıyan çocuğun hiç babam dediğini duydunuz mu? Babası yanındayken bile anam demez mi? İyi bir işi olması gerekir, zengin olması gerekir. Çocuklar bile birbirlerini heyecanlandırmak için, iki kişinin omuzlarında daha fazla ileri gitmek için, bakalım kimin babası daha zengindir, derler. Anne ya da çocuklar işsiz olabilir, kimse bunu çok görmez onlara. Ama baba işsiz olamaz. Düşünün erkek çalışır kadın ev hanımı ise sorun yok ama tersi durumda erkekten bile sayılmaz. Evin geçimini karşılamak zorundadır, hem de şartlar ne olursa olsun. Dışarıda onca karşılaştığı kötülük ve güçlüklerle uğraşırken, eve gelip sığınmak, salmak isterken kendini, evde eşinin kaprislerini çekmek, çocukların sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalır. Sığındığı limandan daha kötü limanlara sığınmak için kaçmak zorunda kalır kimi zaman. Belki ağlamak ister onların yanında, onlarla... Yapamaz! Evin şerefini, evin namusunu korumak zorundadır. Kızının ilk aşkı kendisi olsa da, büyüyünce kızı artık aldatır babasını ve başka gençlere kayar gönlü. Babasına bin bir naz yapan o kız ise sevgilisinin, eşinin her dediğini yapar. Oğlu ise eşinin yanında muma döner, evde yıllarca babası ile çatışan, özgürlüklerini elde etmeye çalışan. En acısı ise yıllarca gözünden bile koruduğu o güzeller güzeli kızını, gözbebeğini gelir adamın biri alır elinden, gözünden sakladığını başka gözlere verir. Değil birinin ona dokunması yan gözle bile bakmasına dayanamayan baba, teslim eder bir başkasına elleriyle. Üstelik bir de düğün dernek yapmak zorundadır, oynamak zorunda kalır sanki eğlenirmiş gibi. Yıllarca dışarıda deli gibi çalışırken, bebekken hiç büyümeyeceğini düşündüğü yavrularının değiştiğini bile fark edemez, birey olduklarını. Ona bağımlı iken onlar, bir anda bağımsızlıklarını ilan etmeye başlarlar, küçük bir hayal kırıklığıyla karşılar, yapacak bir şey yoktur. Bizim gibi toplumlarda, erkek evladından çok kızına değer veren, her şeye rağmen onun için her şeyini feda eden babaların önünde sevgiyle eğiliyorum. Sizler büyük insanlarsınız… (Eli öpülesi, baş tacı bu asil insanların, BABALARIN ve elbetteki dünyanın en değerli varlıkları ANNELERİN değerini yaşarken bilmek ve onları Dünyanın en değerli varlıkları olduğunu hissettirmek, saygıda kusur etmemek, onları mutlu etmek bir insanın bu dünyadaki en önemli, en birincil görevi ve zevki olmalı. Henüz kaybetmeden... Velisini kaybedenler ise onlara layık asil bir evlat olmalı, çok dua ile hep anmalı, onlar adına hayır işlemeli. Yaşı ilerlemiş bile olsa anne ve babasını kaybeden her birey yetim ve öksüzdür. Onlara ise sabır ve mutluluk diliyorum...) “Ağlarsa analar ağlar derlerdi ya, annelerin gözyaşlarını görebilirsiniz ama babaların gözyaşlarını asla. Bu onların ağlamadıklarını göstermez, onlar sadece yürekten ağlar” "Murat Üstün" Babalar yalnızdır, babalar kalabalığın içinde de yalnızdır. Erkek olmak çok zordur, baba olmak ise imkansız!

Küçük bir erkek çocuk annesine sordu:

"Niçin ağlıyorsun?". "Çünkü ben kadınım" diye cevapladı annesi. "Anlamadım!" dedi çocuk. Annesi çocuğu kucaklayıp "Ve hiç bir zaman anlayamayacaksın!" dedi. Babasına "Baba, annem niçin ağlıyor?" diye sordu. Babanın cevabı "Bütün kadınlar sebebsiz ağlayabilen yapıdadır" diye cevapladı. Küçük oğlan büyüdü, yetişkin adam oldu, hala kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi. Nihayet öldükten sonra cennete gittiğinde Allah'a sordu. "Allahım!" dedi. "Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar?" Allah dedi ki... "Ben kadınları özel yarattım!... Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar, Doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvvetini verdim. Başkalarının kuvvetinin kalmadığında devam edecek azmi, ailesinin hastalığında yorgunluğa pabuç bıraktırmayacak kudreti verdim. Her türlü şart altında, ve hatta annelerini çok kötü incitseler de, çocuklarını sevmek duygusallığını verdim. Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor. Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvvetini verdim. Erkeğin kaburgasından onları erkeğin kalbini korumaları için yarattım. Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyeceğini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim. Tek zayıflık olarak kadınlara birer gözyaşı verdim. Tamamen kendilerinin sahip oldukları, ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere... İnsanlık için bir gözyaşı..." diye cevapladı. "Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu, ne kendini ne şekilde taşıdığıdır. Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi, fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır."

Siz Hangi Ağaçsınız?

Siz Hangi Ağaçsınız? 23 Aralık - 1 Ocak - Elma ağacı 1 Ocak - 11 Ocak - Köknar ağacı 12 Ocak - 24 Ocak - Karaağaç 25 Ocak - 3 Şubat - Selvi ağacı 4 Şubat - 8 Şubat - Kavak ağacı 9 Şubat - 18 Şubat - Sedir ağacı 19 Şubat - 28 Şubat - Çam ağacı 1 Mart - 10 Mart - Söğüt ağacı 11 Mart - 20 Mart - Ihlamur ağacı 21 Mart - Meşe ağacı 22 Mart - 31 Mart - Fındık ağacı 1 Nisan - 10 Nisan - Üvez ağacı 11 Nisan - 20 Nisan - Çınar ağacı 21 Nisan - 30 Nisan - Ceviz ağacı 1 Mayıs - 14 Mayıs - Kavak ağacı 15 Mayıs - 24 Mayıs - Kestane ağacı 25 Mayıs - 3 Haziran - Dişbudak ağacı 4 Haziran - 13 Haziran - Gürgen ağacı 14 Haziran - 23 Haziran - İncir ağacı 24 Haziran - Huş ağacı 25 Haziran - 4 Temmuz - Elma ağacı 5 Temmuz - 14 Temmuz - Köknar ağacı 15 Temmuz - 25 Temmuz - Karaağaç 26 Temmuz - 4 Ağustos - Selvi ağacı 5 Ağustos - 13 Ağustos - Kavak ağacı 14 Ağustos - 23 Ağustos - Sedir ağacı 24 Ağustos - 2 Eylül - Çam ağacı 3 Eylül - 12 Eylül - Söğüt ağacı 13 Eylül - 22 Eylül - Ihlamur ağacı 23 Eylül - Zeytin ağacı 24 Eylül - 3 Ekim - Fındık ağacı 4 Ekim - 13 Ekim arası - Üvez ağacı 14 Ekim - 23 Ekim - Çınar ağacı 24 Ekim - 11 Kasım - Ceviz ağacı 12 Kasım - 21 Kasım - Kestane ağacı 22 Kasım - 1 Aralık - Dişbudak ağacı 2 Aralık - 11 Aralık - Gürgen ağacı 12 Aralık - 22 Aralık - İncir ağacı 22 Aralık - Kayın ağacı Elma ağacı (Aşk)
Biraz sessiz, sakin ve utangaç olur. Cezbedici özellikleri vardır. Çekici bir tarafı da olan elma ağacı grubunun çapkın gülüşleri vardır. Maceracı ruhunu her zaman ön planda tutan elma ağacı, sevmeyi ve sevilmeyi de hayatının en önemli yerine koyar. Eşine sadıktır ve aynı saygıyı karşı taraftan da bekler, çocuklara da özel bir düşkünlüğü vardır. Dişbudak ağacı (Hırs) Çok çekicidir. Hayat dolu kişiliği olan bu kişilerin yetenekleri de her zaman ön plandadır. Eleştiriyi hiçbir zaman önemsemez ve zekasıyla alt karşısındakini alt edebilir. Ayrıca çok zeki, egoist ve güvenilir olurlar. Zaman zaman paranın cazibesine de kolayca kapılabilen dişbudak ağacı grubu, ilgiye her zaman ihtiyaç duyar. Kayın ağacı (Yaratıcılık) Lider olma özelliğiyle ön plana çıkar. Çok iyi hayat ve kariyer planı yapabilir. Gereksiz risklerden her zaman uzak duran bu grup, maddi konulara da yatkındır. Kendine çok iyi bakar. Spor, diyet gibi konularda oldukça hassastır. Yaratıcı yönleri ön plandadır. Huş ağacı (İlham) Hayat dolu bir kişiliğe sahiptir. Dost canlısı, alçak gönüllü, dürüst ve abartıdan uzaktır.
Sakinliği ve doğayı çok sever. Yaratıcı yönü çok gelişmiş olduğu için hayalperest bir tarafı vardır. Hiçbir zaman hırslarına yenik düşmez. Bu yönden ayrı bir çekiciliğe sahiptir. Sedir ağacı (Güven) Hediyelere bayılır. Uyum sağlama konusunda gelişmiş yetenekleri vardır. Hiç utangaç değildir. Diğerlerine biraz yukarıdan bakmayı sever. Çok iyi konuşmacıdır. Kafasında konuları çok kolay organize ederek çevresindekileri etkileme özelliğine sahiptir. Çok sayıda yeteneği vardır. Optimisttir ve gerçek aşkı bulmak için çaba harcar. Hızlı karar verebilme yetisine de sahiptir. Kestane ağacı (Dürüstlük) Etkileyici bir yönü vardır. Adalet duygusu çok gelişmiştir. Plan yapmayı çok sever. Adeta diplomat olarak doğmuştur. Çevresindeki diğer insanların duygularına karşı çok duyarlıdır. Çalışkan ve lider konumdadır. Aile kurmayı seven bir yapısı olan kestane ağacı grubu,sevdiğine oldukça sadıktır. Selvi ağacı (Sadakat) Güçlü, kaslı ve sağlam bir görüntüsü vardır. Hayatın ona sunduğu şeyleri kabul eder fakat hiçbir zaman o kadarla yetinmez. Mücadeleci bir ruha sahiptir. Maddi olarak da birine bağlı yaşamaktan pek hoşlanmaz. Aşkı sever, yalnızlıktan hiç hoşlanmaz. Sevdiğine tutkuyla bağlıdır. Zaman zaman dikkatsiz ve tez canlı davranabilir ama bilgi sahibi olmak onun en sevdiği şeydir. Karaağaç (Asalet) Dış görüntüsüne çok önem verir. Zevk yönü çok gelişmiştir. Hataları affetmeyi pek sevmez. Kuralları koyar ama hiçbir zaman uymaz. Dürüst ve sadık bir eştir. Başkaları için karar vermeyi sever ve eli çok açıktır.
Espri anlayışı oldukça gelişmiş ve pratik zekalıdır. İncir ağacı (Duyarlılık) Azimli ve kararlı bir kişiliktir. Dürüst, bağımsız olmayı seven ve aynı zamanda sadık bir karakteri vardır. Tartışmaktan nefret eder. Zıtlıklardan hoşlanmaz. Dost canlısıdır ve çocuklara bayılır. Hayvanları da aynı oranda sever. Aslında sosyal bir kelebektir diyebiliriz. Espri yönü gelişmiştir ve uzun çalışma seanslarının ardından tembellik yapmaya bayılır. Fındık ağacı (Sıradışılık) Espri yeteneği gelişmiştir. İsteklerinde ısrarcı davranır ama bir o kadar da anlayışlıdır. Sosyal ve toplumsal olaylar karşısında çok duyarlıdır. Bu konularda aktif olarak görev alır. Mükemmelliyetçi yapısı vardır ve dürüsttür. Gürgen ağacı (Zevk) Hayatını mümkün olduğu kadar kolaylaştırmayı sever. Zevklidir. Görsel ve tat algısı gelişmiştir. Karşısındaki kişiden nezaket bekler. Duygusal yönlerinin doyurulması onun için önemlidir. Sıradışı aşkların insanıdır. Duygu ve düşüncelerinden hiçbir zaman tam emin olamaz. Vicdan sahibidir ama çevresindeki insanlara hiçbir zaman tam güvenle bakamaz. Ihlamur ağacı (Şüphe) Zeki ve çalışkandır.
Hayattaki kötü durumları iyiye döndürme konusunda çok başarılıdır. Kavgadan ve stresten nefret eder. Uzak tatillere bayılır. Özveride bulunmayı sever. Ailesi ve arkadaşları için birşeyler yapmayı sever. Çok yetenekleri vardır fakat hepsini kullanmak için zaman bulamaz. Liderlik vasıflarına sahiptir. Zaman zaman da kıskanç olabilir. Çınar ağacı (Sıradışı) Sıradan değildir. Hayal gücü geniş ve orijinal karakterdedir. Hırslı, biraz çekingen, kendine güvenen ve sürekli yeni hedeflere koşan bir yapıdadır. Yeni deneyimlere açıktır. Zaman zaman sinirli olabilir ama hayatı sever. Etkileyici olmak başlıca görevidir. Meşe ağacı (Cesaret) Doğa dostudur. Cesur, güçlü ve biraz da sağlamyüreklidir. Bağımsız olmayı sever. Duyarlıdır. Değişime çok açık değildir. Ayakları her zaman yere bassın ister. Kontrollüdür. Zeytin ağacı ( Bilgelik) Güneşi çok sever. Sıcakkanlılık ve nezaket olmazsa olmazıdır. Dengeli kişiliği her zaman örnektir. Agresif davranışlardan sakınır, sakin ve duyarlı bir yapıya sahiptir. Şiddeti hiç sevmez. Kıskançlık yapmak da adeti değildir. Daha sofistike bir kişilik yapısı vardır. Çam ağacı (Barışçı) Uyumlu kişiliğiyle çevresindekileri etkiler. Barışın ve iyi niyetin sembolüdür. Etrafındakilere yardım etmeyi sever. Şiir yazmaktan çok hoşlanır. Aşık olduğunda acı çeker. Başkaları tarafından korunmaktan çok hoşlanır. Duygusallık olmazsa olmazıdır. Kavak ağacı (Kararsızlık) Dış görünümüne çok önem verir. Yetenekleri oldukça gelişmiştir. Kendine çok güvenmez ama gerektiğinde çok cesur olmayı bilir.
Seçicidir. Yalnızlıktan hoşlanır. Planlama konusunda oldukça iyidir. Felsefeye düşkündür. Her durumda güvenebileceğiniz bir yapısı vardır. İlişkilerini çok ciddiye alır. Üvez ağacı (Duyarlılık) Cazibelidir. Dikkat çekmekten hoşlanır. Hayatı ve dinamizmi sever. Birinie bağımlı da bağımsız da yaşayabilir. Tutkuyla sever. Artistik yönü gelişmiştir. Affedici değildir. Her konuda duyarlı bir karakteri vardır. İyi dosttur. Ceviz ağacı (Tutku) Zıtlıklarla doludur. Zaman zaman bencil ve egoist davranabilir. Merhamet yönü de çok gelişmemiştir. Geçinmek biraz zordur. Hırslarına yenik düşebilir. Beklenmeyen tepkiler de verebilir. Hayatını belli stratejiler üzerine kurar. Tutukuludur ama bir o kadar da kıskançtır. Uzlaşmacı değildir. Söğüt ağacı (Melankoli) Stresten hiç hoşlanmaz. Aile hayatını sever. Hayalleri peşinde koşmayı sever. Güzel olan herşeye ilgi duyar. Estetik yönü gelişmiştir. Dürüsttür ve başkalarını güldürmekten hoşlanır. Aşkta doğru insanı buluncaya kadar bıkmadan arayışını sürdürür. Asla yorulmaz. Egzotik yerler başlıca ilgi alanıdır. Köknar ağacı (Gizem) Stresle kolayca başa çıkabilir. Güzel olan herşeyi sever. Kıskançlık yönü vardır ve kendine yakın olan kimseleri korumayı sever. Dürüsttür, kötülükle mücadele eder. Çalışkan, yetenkli ve kendinden emindir. O'nun için cinsellik çok önemli değildir ama çevresinde çok insan bulunur. Oldukça güvenilir bir karakteri vardır.

Angut Kuşunun Hikâyesi...

Angut'un Sadakati Birisi bize "Angut" dese bozulur belki kavga ederiz. Aslında angut'un hikayesi çok duygusaldır. Bilir misiniz? Angut kuşları, eşi öldükten sonra başka bir kuş ile çiftleşmeden Hayatının sonuna kadar yas tutar! Angut, ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde evcilleştirilebilen bir yaban kuşudur. Angut sözcüğüyle adlandırılan bu kuş türü, Adeta eşe Sadakatin de simgesidir. Oysa "Angut" Türkçede mecazi olarak Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir ''Kaba saba, ahmak'' anlamında da kullanılan Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca Ya da bir insan aptallık edince hemen 'Angut musun?' der günümüzün insanı Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde. Özelliği nedir bilir misiniz? Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir Yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika Bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan O da ölene kadar onun başucunda bekleyen eşine ölümüne sadık bir canlıdır İşte bu canlının yaptığı en büyük 'Angut'luk budur. Ayrıca Bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının Çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen Eşinin Ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz. Hani derler ya 'Angut gibi bakmasana' diye... Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine. Bundan sonra bazılarına 'Angut' demeden önce Bir kere daha düşünün. Bir "Angut" bile olamayan O kadar çok insan var ki artık günümüzde. ALINTI

Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı

Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi. Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti. Günler geçiyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı. Karısı dehşetle gözlerini açtı: - Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Akşam karısına: - Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı. Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, şoför: - Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi. Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden diye sordu. Şoför: - Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor, dedi.

YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır. Yavuz Sultan Selim sorar: -Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın? Satıcı: -Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar. Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve -Ver o kekliği bana! der. Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki: -KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

KİTAP OKUMANIN YARARLARI


1-Kitap Okuma Bir İlaçtır:
2-Kitap Okuma Hayatı Sevdirir
3-Kitap Okuma Düşünceleri Olgunlaştırır Okuma; düşünceyi besleyen, geliştiren ve çabuklaştıran ana kaynaklardan biridir.
4-Kitap Okuma Stresi Azaltır
5-Kitap Okuma Zihni Açar, Hantallıktan Kurtarır
6-Kitap Okuma Güzel Görmemizi Sağlar
7-Kitap Okuma Bizi ‘Bir Bilen” Yapar
8-Kitap Okuyanın Güvenilir Bir Çevresi Oluşur
9-Bilgi dağarcığımızı ve kelime hazinemizi zenginleştirir.
10-Anlama gücümüzü ve konuşma yeteneğimizi kuvvetlendirir.
11-Genel kültürümüzü artırır. Etkin ve etkili bir insan olmanın yollarını açar.
12-Meslek hayatımızdaki başarı düzeyimizi yükseltir.
13-Dünyaya bakış açımızı değiştirir.
14-Toplumsal ilişkilerimizin kalitesini artırır.
15-0kul hayatındaki başarıları pekiştirir,
16-Hayal gücümüzü geliştirir.
17-Okumak haz duymaya, zihnimizi süslemeye, karar verme yeteneklerimizi geliştirmeye yarar. İnsanı olgunlaştırır, erdemli kılar. Okuma olayı bir uzun yolculuktur; beşikle başlar, mezarla biter. Okulla beraber biten okumalar yarıda kalmıştır. Okuma iğneyle kuyu kazmaktır; kararlılık ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Bulursunuz, ikinci, üçüncü... Arayışlar başlar. Umut ve heyecan, okumanın ayrılmaz iki vasfıdır. Okuma insanlığın, umut ve heyecan da canlılığın şartıdır.

SEVGİ TANRININ YASASIDIR

Sevgi tanrının yasasıdır! Sevgiyi öğrenebilesiniz diye yaşarsınız, yaşamayı öğrenebilesiniz diye seversiniz. İnsanın öğrenmesi gereken başka bir ders yoktur. Bir insan sevdiğini, sonsuza kadar bir olsun diye sever. Sevmez ise ne için yaşar başka? Ve neyi, kimi sever o zaman? İnsan yaşam ağacından bir yaprak seçip, tüm kalbini ona mı akıtmalıdır? Peki, ya o yaprağı taşıyan dal yada o dalı taşıyan gövde? Peki yaprağı, dalı, gövdeyi besleyen kökler? kökleri besleyen toprak? Toprağı ısıtan güneş, deniz, hava ne olacak? Eğer bir ağacın üzerindeki tek bir yaprak sizin sevginiz ise, bu kadar değiyorsa, ağaç bir bütün olarak ne kadar eder? Bir parçasını bütününden ayıran sevgi kendini ıstıraba sürükler. siz yaşam ağacısınız! Kendinizi bölmeyin. Bir meyveyi diğerine, bir yaprağı, diğer bir yaprağa, bir dalı diğerine ve bir ağacı toprağına tercih etmeyin. Siz yaşam ağacısınız. Kökleriniz her yerde. Dallarınız ve yapraklarınız her yere saçılmış, meyveleriniz herkesin ağzında. O ağacın üzerinde ne kadar meyve, ne kadar dal, ne kadar yaprak, ne kadar çiçek varsa hepsi sizin. Ağacınızın tatlı meyve vermesini, güçlenip yeşillenmesini istiyorsanız kökleri beslediğiniz yere bakın. Sevgi yaşamın özüdür. Nefret ise ölümün iltihabı. Sevgi damarlardaki kan gibi dolaşmalıdır. Kanı bastırırsanız Kangren olursunuz. Bastırdığınız ve sakındığınız için hem sevene, hem sevilene zehir olur ve sevgi iste o zaman nefrete dönüşür. Yaşam ağacınızdaki sarı bir yaprak sevgisizliğinizle solmuş bir yapraktır. Yaprağı suçlamayın! Kuru bir dal sevgisizliğin kuruttuğu bir daldır, dalı suçlamayın!Çürük bir meyve nefretin çürüttüğü bir meyvedir. Meyveyi suçlayamazsınız. Yaşamın özünü bir kaç kişiye dağıtıp diğerlerinden sakınan ve kendini bile reddeden kör ve cimri kalbinizi suçlayın. Sevginin kendisi dışında bir sevgi mümkün değildir. Herkesi kucaklayan bir benlik dışında hiç bir benlik gerçek değildir. Sevgi bir erdem değildir. Sevgi bir ihtiyaçtır. Ekmek, su gibi, hava ve ışık gibi Sevgide "Şimdi" yoktur. "sonra" da "burada" ve hatta " orada" da yoktur. Her mevsim sevgi mevsimidir. Her yer sevginin yeridir. -Mirdadın Kitabı- Mikail Naimy

Cevizdeki yüksek orandaki omega-3

Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Ziraat Fakültesi öğretim üyeleri Yard. Doç. Dr. Mehmet Sütyemez ve Yard. Doç. Dr. Muharrem Ergun'un hazırladığı raporda, cevizin insan sağlığına faydaları anlatıldı. Çalışmaya göre ceviz yemek için 9 sebep şöyle sıralandı: 1. Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor. Ceviz tüketimi kandaki kolesterol seviyesini düşürüyor, kalp atışlarında düzensizliği önlüyor. 2. Ceviz kanserden korunma sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. 3. Ceviz, damarlarda daha az pıhtılaşma özelliği olan kan tipinin üretimine ve iyi kolesterol oranının kötü kolesterol oranına göre artmasına yardım ediyor. 4. Cevizdeki L-Arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlıyor. Cevizdeki yağ asitlerinin kalp hastalıklarını önleme etkileri var. 5. Ceviz, kavrama ve anlamayı geliştiriyor. Asya'da ceviz hâlâ beyin gıdası olarak kabul ediliyor, bu ülkelerde öğrenciler, sınavlardan önce ceviz yiyerek notlarını yükseltebileceklerine inanıyor. 6. Omega-3 yağ oranı düşük çocuklarda daha yüksek hiperaktif olma özelliği, daha fazla öğrenim ve davranış bozuklukları, daha fazla huysuzluk ve uyku düzensizlikleri gözlemleniyor. Ceviz, bu sorunları önleyen omega-3 bakımından çok zengin. 7. Safra taşı oluşumunun önüne geçiyor. 8. Cevizdeki melatonin, beyin bezesi tarafından salgılanan melatoninin insan vücudunun kullanıma hazır formunu içeriyor. Melatonin, gece çalışan, zaman farkından uyku düzensizliği çeken kişilerde uyuma rahatsızlıklarını ortadan kaldırabiliyor. 9. Cevizin, antioksidan özelliği dolayısıyla kardiyovasküler ve sinir sistemine zarar veren parkinson ve alzheimer gibi hastalıkların gelişimini erteleyebiliyor. Ceviz, manganez ve bakır içeriyor.

KART ZAMPARA MAHİR

Her Pazar edebiyat sohbetlerinin şiir söyleşi etkinliklerinin olduğu toplantılara katılırdı Mahir bey. Hoş beş sohbet etmek arkadaşları ile bir iki duble içki içerek dertleşmekti amacı. Lokalin kapısından içeriye girdi. Lokal yöneticisi Ali beyle tokalaştı. Ön masalardan birine oturdu.

Gelenleri bekleyerek birkaç duble içerek, dik bakışları ile etrafı süzüyor güzelleri etkilemeye çalışıyordu. Mahir isminden de belli ki , her şeyi beceriyor. Sevmek ve sevilmeyi her baba yiğit beceremez, sadece teselli için her yiğit bahtına deyip kaderine razı oluyor. Meşhur filozof diyojen evlenirsen ya mutlu olursun yada filozof olursun diyor. Mahir de filozof olanlardan, şu an seksen iki yaşındayım diyor, hayat ne kadar güzel doyamadım . hele güzelleri görünce hayatı daha çok seviyorum. Demek ki hayatı sevdiren güzelleri daha çok sevmiş . KART Kemal bey , ofla ya pofla ya kapıdan içeri girdi merhabalaştı. Mahir beyin yanına oturdu . başladılar sohbete. Konu günceldi, kadınlar ne onlarla olur ne de onlarsın diyordu Mahir bey Ve devam etti. - çocuktuk ufacıktık çok oynadık açıktık. Baktım ki annem babam elimden tutup anne sütünden yeni kesilmiş, komşu kızı ile evlendirdiler. Ben çocuk o çocuk ufacıkta yüreğimiz vardı. Mahallede doktorculuk oynarken ben doktor oda benim eşim olurdu. Roller değişti. Ben eş oda kerimem oldu. Güzel çocuklarımız oldu. Hayatla boğuşarak hep beraber büyüdük. Oğlum pilot kızım doktor oldu. Yetişkin olgun topluma yararlı insanlar oldular. Ama ben , hayatta doyumsuzluğumu yenemiyor genç ruhumu olgun dönemlerimde hiç yitirmiyordum . zaman zaman eşimin terslemeleri canımı çok sıkıyordu. Azgın teke sendromunu doktora gidince anlamıştım. Bir güzeli görünce her tarafım titremeye başlıyordu. Rahat duramıyordum. Bütün çocuklar anneci hep annelerini tutarlar. Üçe bir savaşmak zorunda kaldım. İlk eşimden ayrıldım. Zaten Müslümanlıkta dörtmüş ama hanım dört dörtlük ise mesele yok , değilse o zaman Mahir sende dördü tamamlayacaksın dedim .kendi kendine olursa olur , ha baktım olmadı, yeni hanımla birdir bir oynarız dedim. Dolaşa dolaşa ya mevlamı bulurum ya da belamı dedim. Ben de dünya güzeli şen bir dul buldum. Yalnızlık ya allaha mahsustur ya da vahşi yaratıklara . Ben yalnızlıkta bıkmıştım , evlendim. Aldığım kerimem azgın teke sendromuma sekiz sene dayana bildi. Sonra da üstüme bir ev al dedi. Nazla cazla evin tapusunu üzerine aldı oh dünya varmış dedi ve benden kaçarcasına ayrıldı. Allah bahtını açık etsin. Ş

imdi 82 yaşındayım ama bu zaman zarfında hiç boş durmadım. Moldovyalısı, Rus’u Azeri’si ,Arap’ı buldum. Ama hiç birine ısınamadım. Kaldığım pansiyonda arkadaşım bulduğunu al getir yardımcı oluruz dedi neye yardım edecekse . Kemal , - Bu yaşta evlenip ne yapacaksın , bir bakıcı kadın bul. Yemeğini temizliğini ütünü yapar. Ara sıra banyoda keseni yapar, daha ne istiyorsun diye işi sakaya vurdu. Mahir bey , olgunlukla karşıladı. Oda gülerek doğru doğru da 5-6 ay kalıp onlarda kaçıyorlar dedi. Kemal - Herhalde çok çalıştırıyorsun, yoruyorsun, belki de azgın teke sendromuna dayanamıyorlar diyerek gülünce - Mahir bey, gülerek olgun olgun birazdan kendinle böbürlenerek öğünerek , çok hoşuma gitti dedi. Ama Kemal anladı anlayacağını, Mahir beyin çenesine kimse dayanamaz . gün 24 saat o 36 saat konuşuyor, buna hangi can dayanır. Mahir bey - Türkiye’ n in her yerini karış karış dolaştım. Yurdun her yerini gezmek görmek tanımak bir yurt severin görevidir. Ekonomik durumunda elverişli olunca bir sorun yaşamıyorsun. Benden ev araba çarpılıp gidildikçe sanki malım mülküm daha çok çoğalıyordu. Kemal bey sen nereliydin. Kemal - Ben Kahraman Maraş’ın kahraman evladıyım. Dedi gülerek Mahir bey -Ben oraya gitsem bana kız verirler mi? Kemal -Maraş lılar , damatlarını çok severler , üstelik üzerini kilolarca altın verirler.

Kahraman maraş lılar çok zengin dedi. Ama kapalılar ne yapacaksın onları dedi Mahir bey -Zararı yok sen neresinin açılması gerektiğini biliyorsun dedi kahkahalarla gülmeye başladı. Zevkten dört köşe beleş parayı görünce beygirler gibi kişnemeye başladı. Hep te göbekten gülüyordu. Neyse dedi, şimdilik Bursa da ki sevgilime telefon edeyim o gelsin. Çok ta paracı ama neylersin yalnızlık çekilmiyor. Onun için yoksa bu yaştan sonra ne olacak. Pilot oğlum doktor kızım hepsi kendi dünyasında , evin bir odasını Hom ofis olarak vermiş. Olur mu ? sormadan emir vaki yapılır mı? kabul etmedim tabii kızım Amerika da her zaman gelemiyor. Bilirsiniz kız çocukları babacı, ama kocasına çocuklarına mesleğine bakmaktan bana vakit ayıramıyor. Ama sağ olsun onun sayesin de Amerika ya gittim. Dolaşmadığım yer kalmadı. Almanya Fransa epey dolaştım. Akrabalarım kardeşlerim, özellikle kız kardeşim ağabey yalnız yapamasın dediler. Orada tanıdıkları ile baş göz etmeye çalıştılar . ama ben hiç ısınamadım yaşlı idiler. Genç olacak ki insana yaşama sevinci heyecan versin. Bir de çok paracılar. Böyle sohbete dalmışken masaya Uzun Mehmet geldi. O da feleğin çemberinden geçmiş. Sohbete o da katıldı. Sevgilisi ile buluştuğunu, şiirler şarkılar okuduklarını anlattı. Bahçesinin güzelliğini öve öve bitiremiyordu. İki duble rakı kesmemişti. Üzerine 3- 4 bira içti oh ancak kendime geldim dedi. -Kemal , bakın bahçede köpekler var dedi. Uzun Mehmet sarhoş kafa ile yanlarına yanaştı. Boğuşmaya başladı. - Kemal , nasıl hiç korkmadın mı dedi. Uzun Mehmet -Hayır dedi. Köpekler kendisini sevenleri sever. Sevmeyenlere havlar saldırır dedi. Aslında onlar da kendilerinden korkanlardan korkarlar, adrenalin kokusunu alırlar, bu salgıya saldırırlar. Kendisini koruma iç güdüsü onlar da can taşıyor. En çok ta çocuklar ve kadınlar korkar. dedi Kemal - Bende köylü çocuğuyum , benim de bir Minom vardı. Evde de kedim. Hayvanlara doydum. Zaten etrafımızda bir sürü hayvan var dedi . Keh , keh güldüler. Uzun Mehmet , birden lafa daldı. - -Neden bahsediyorduk. Çapkınlığın sırrını araştırıyoruz değil mi? bu konuda yardımcı olmak istiyorum. Aslında insanlar tek yaratılmıştır. Fakat yalnız yaşayamazlar. Doğanın kanunu bu. Polen bile eşini rüzgarda arar bulur. Bir de işleyen demir ışıldar. Hayatı dolu , dolu yaşamak istiyorsanız aleti daima dik tutacaksınız. Yoksa prostat olur, kanser olursunuz. Onun için spora gıdaya dikkat edeceksiniz. Güzellerle birlikte olmak istiyorsanız bir şiirdir yaşamak diyecek, şiirleri ezberleyeceksiniz. Empati yapacak. Sempatik görüneceksiniz. Yoksa gıcık geri zekalı aptal damgasını yersiniz.

Entelektüel olup günlük basını takip edeceksiniz. En az 5 hobin olacak, gezeceksin okuyacaksın, sağlıklı bir şekilde yiyip içeceksin, fotoğraf resim sanatına merakın varsa bu çok iyi olur etkileme daha güçlü olur. Mahir bey - Yahu Uzun Mehmet sen bizi filozof yapacaksın. Bu ne yahu Uzun Mehmet - Aziz Nesin derki , çalışmaktan koşuşturmaktan, okumaktan ,yazmaktan hasta olmaya zamanım olmadı. Demek ki hayatı dolu, dolu yaşamak lazım. Yoksa sinir hastası olur, agresif kızgın gergin bir insan olursun. Kemal - Arada briç öğrenip oynarsan çok insan tanırsın. Amcam hiç evden çıkmazdı 70 yaşına kadar yaşadı. Ama dayım hayatını dolu, dolu yaşadı az da çapkın değildi. Hatta öyle ki , memlekette tanıdıklara bakıyorum ne kadar da dayıma benziyorlar gibi geliyor bana . oda 95 yaşında öldü. gülüştüler. Sonra da ,yahu Uzun Mehmet , bu yaştan sonra bizi yoldan mı çıkaracaksın. Zaten eve zor gidip geliyoruz. Evde bir sürü azar işitiyoruz. Emekli maaşını hanım alıyor. Günde bana 20 lira veriyor. Akşam oldu mu tümünü istiyor. Ya hu ,bu adam dışarda bir şey yemez mi içmez mi, bir arkadaşına bir bardak çay içirmez mi? ben halkalı köle olmuşum sanki, akşam 5 oldu mu boynuma ip bağlamışlar sanki çekiyorlar, sonrada eve gidip kös kös oturup bir sürü laf işitiyorum, sanki suçum neyse sonra da uykum geliyor yatıyorum sabah yine aynı hayat bu. Uzun Mehmet - Ya hu kardeşim iki gün aynı yaşadı, isen kendini yaşamış sayma . mümkün olduğu kadar her gün farklı yaşa ki yaşadığını anla, yoksa monoton yaşam insanı yer bitirir. Memurluktan neden sıkıldın. Hep aynı yaşam olduğu için şimdi ,emekli oldun. Ağa da sen paşa da sen , paşa gönlüne göre yaşa , esaret hayatına son ver. Bu yaştan sonra yoldan mı çıkacaksın. Hanım mı değiştireceksin. Değiştirmen gerekiyorsa değiştir canım. Allah bu canı bir kere veriyor, yaşayalım diye , o zaman ona göre hayatını sür. Çünkü insanlar özgür olmadığı müddetçe mutlu olamazlar. Yemek içmek yatmak bu yaşamak sayılmaz. Hiç birimiz bu hayatta köle İzaura değiliz, hayat benim kölem olsun dedi. - Hani bir laf var. Hacı hacıyı Mekke de, keş keşi tekke de ibneler ,Dakka da birbirini bulurmuş. kart zamparalar da birbirimizi bulduk dedi. Anlatıyor da anlatıyordu. Mahir - Bir zamanlar meşhur artistlerden biri sevgilimdi. İsmini vermeyeyim reklam olmasın.

Bende bir ara Harran da görev yapmıştım . Hazal diye sevgilim vardı o zamanlar. Baktım artisttin ki ile Harran l ı Hazal l ı n ki aynı .ben farklı bekliyordum. Şimdi de ah Hazal ah Hazal diye hasretini çekiyorum. Uzun Mehmet ten sonra , masamıza şair profesör Ahmet bey geldi. Her kez susmuştu. Zamparalığın profesörü gelince , artık onun yanında konuşulur muydu. Prof Ahmet bey meclisteki konuşmanın konusunu öğrendikten sonra garsona rakı kavun peynir getir dedi . ufaktan ufağa götürmeye başladı. Sonrada çapkınlığın raconunu anlatmaya başladı. -Öncelikle çok güzel giyineceksin, sonra kendine özgü parfümün olacak, stil tarzı seçecek, hafiften entel sakal bırakacaksın, iyi olur benim gibi. şiirler okuyacaksın güzel güzel insanlara empati yapacaksın. Konuşacaksın. Bak bakalım güzeller etrafında dolaşıyor mu, dolaşmıyor mu göreceksin. Yeter ki tabağında balın olsun , sinekler ta Bağdat tan gelir konar. Etrafında insanlar toplanır yavaş yavaş reklam olur. Ama bekar olman şart yoksa kimse yanına yaklaşmaz dedi. Kemal - Ahmet bey bu yaşa kadar hayatınız nasıl geçti dedi. - Valla hi hayatımdan memnunum. Ama biliyorsunuz ki şairler hep kuşkucu doyumsuz ve hayattan daima daha çok şeyler ister. Bende köy enstitüsü mezunuyum. Öğretmen oldum fakat tatmin olamadım. Dil tarih bitirdim , coğrafya profesörü oldum, Türkiye y i sevmenin bilinci ve şartı ile imkanım dahilin de her yeri dolaştım . her yerin ayrı güzelliği dostlukları arkadaşlığı var. Hele ki her yörenin ayrı güzelleri var ki kavuşamasan da iç geçirirsin. Bir birin den güzel şiirler yazdım. Şiir yazmak kabiliyet ister. Ruh ister. Kültür ister. Yeter ki sen yaz hele bir de sevdalanmışsan bak neler yazarsın neler. Ahmet Arif le dalga geçiyorlar tek kitapla şair olunur mu diye oda tek kitapla peygamber olunuyor da neden şair olunmasın demiş . gülüştüler. Aşık Veysel 60 bin şiir yazmış Aşık Mahsuni 20 bin şiir yazmış, Yunus Emre 3 bin şiir yazmış ama ilk binini yırtıp atmışlar kuşlar ezberlemiş. İkinci binini yırtıp denize atmışlar yunus balıkları ezberlemiş. 3 bin beyitte Kara mollanın eline geçer . sen bunu yırtar atarsın denilince Kara molla pişman olmuş işte son bin şiiri insanlık ezberledi. Onun için yazdıkça yazdık ç a şiirler güzelleşir. Belki şiir dersi gibi olacak ama esinlendiğinizde hemen yazın sonra bir de şiir işçiliği var . üzerinde çalışılmalı, giden memnun ki yerinden dönen yok seferinden şiiri 15 defa yazılmış, Geothe şiiri 30 sene sonra dizayn etmiş. Önemli olan insanlığa en güzel şekil de sunmak. Orhan veli n in öğretmeni şiirleri hep düzeltmelidir. Ahmet Arif, Leyla Erbil’e sormuş, bazı tavsiyeler almış leylim ley şiirini yazmış. Şairler etkilenmeden yazamazlar, onlarında bir yüreği var. Yüreği taş mektep değil, Cemal Süreyya da hep sevgilisine dikte ettirmiş. Yazarlar bile bir şey yazarken yakınlarına okutur düzeltirler.

Ayıp bir şey değil. Önemli olan temadır. Diğerleri teferruattır. Benim Bodrum şiirimi okumuşsunuzdur. Hoşunuza gitmiştir. İlhan Selçuk bile köşesinde epey övmüştü beni. - Mahir bey - - ya hu Ahmet bey konumuz şiir değil, sevgili bulmanın sırlarını sizden öğrenmek isteriz. Bazen elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Ahmet bey -İlk evlendiğimizde gençtik, iki çocuk oldu. Oğlum da kızım da güzel okudular. Şimdi biri üniversitede doktorasını yapıyor, kızım da öğretmen hiçbir sorun yok. on beş yıl sonra yorgunluktan mıdır, bıkkınlıktan mıdır çok sevdiğim eşimden ayrıldım. Çocuklar bana düşman oldular. Benimle konuşmuyorlar. Yıllar sonra kızım biraz vicdanlı çıktı. Kızım yurt dışında burs kazandı. Benden yardım istedi karşıladım. Bir süre sonra fakülteden bir bayan la evlendim. Dört günlüktük gece kavga ettik 41 günde ayrıldık. Bu evlilik sayılmaz. Sonra arkeolog olan prof bayanla evlendim. Çok ta mutlu olduk . İlle de benden bir çocuk istedi. Ben ancak çocuklarıma yardım edebiliyorum dedim istemedim. Onu anne olmaktan mahrum ettim, sonrada göğüs kanseri oldu öldü. Bir sürü malı mülkü maaşı kaldı bana, dedi Sonra döndü oğlum rakıyı tazele dedi. Koskoca profesör ağlamaya başladı. Ne oluyor yahu dedik. - Benden bir çocuk istedi. Hiç olmazsa çocuğum olsaydı, sevdiğim kadından bir evlat sahibi olurdum şimdi vicdan azabı çekiyorum. Bir dikişte rakıyı bitirdi. Sonra tekrar bir duble daha istedi. Demin ağlayan 72 yaşındaki profesör neşelenmeye başladı. Şiirler sohbetler çapkınlıklar bir araya gelince , - kemal - ava çıkan , av fıkralarına benziyor. Atlamalar zıplamalar sonrada . avlanamaz , eve giderken av malzemesi satılan dükkandan ördek alıp eve dönerler dedi. - Yavaş yavaş akşam olmuştu sohbetleri şiir gecesine renk katacak kıvama gelmişti. Herkes bildiği şiirleri söylemeye başladı. Kemal, 50yaş şiirini okudu. - "50 yaşında bir adam arıyorum. - Her düşü kurmuş, her düşü yitirmiş. - Her şeyi istemiş. - Şimdi artık ne istediğini bilen... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Her borca girmiş, her borcu ödemiş. - Sonra yeterince para edinmiş. - Ama paradan gözleri kamaşmamış... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Yaşamış, her tütünü içmiş, her içkiyi devirmiş. - Yeteri kadar kadın tanımış.. - Ve artık başkalarını aramayan... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Veremeyeceklerinin farkına varmış. - Geçmişi geleceğinden fazlalaşmış. - Ama ancak şimdi yaşamaya başlamış... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Kendini en kötüye hazırlamış. - Zamanın neleri iyileştirmeyeceğini öğrenmiş. - Çok cenazeler kaldırmış... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Gerçeklerle yüzleşebilen, - Yalan söylememe cesaretini edinmiş. - Hislerinden kaçmamayı öğrenmiş... - - 50 yaşında bir adam arıyorum. - Kendini artık ciddiye almayan, - Yüzünde kırışıklıkları olan. - Beni sükûnetle seven. - Ve benim için elinden gelecek her şeyi iyi yapan, 50 yaşında bir adam arıyorum." Aralarında alkol duvarını açanlar vardı. Birbirlerine aşık olanlar, çaktırmadan bakanlar, sevgililerinin omuzuna yatanlar, dünyanın en emin durağı burası diyenler, birbirlerinin şiirlerini tenkit edenler. Edebiyat atmosferi…şiir falan şairden aşırmadır diyenlere kızıyorlar, şiirler etkilenmiş, masallar etkilenmiştir diyorlar. Birbirlerini teselli ediyorlardı. 40 kişiye yakın edebiyatçı ve şair, 41kere maşallah demek lazım. Sanat severler burada toplanmışlardı. Zampara konusu geldi ve şiirle devam etti. Konu gündemini korudu. Herkes dertli , bazıları genç sevgililerinin paralarını alıp kaçmasından şikayetçi, kimileri sevgili siz lik ten zaten derdi olmasa ne işi var burada. Sonuç olarak herkes derdini anlatıyor paylaşıyor arkadaş oluyordu. Konu yine Ahmet bey oldu , Mahir bey son durumunu merakla soruyordu . Zira Ahmet bey müzisyen bir bayana aşık olmuştu. Kısa sürede nişanlanmışlar ve arkasından evlenmişlerdi, Mahir bey , eşiniz nereli dedi Ahmet bey - Kilisli dedi - Kemal - - ya hu bende Kahraman Maraş ‘l ı y ı m, Kilisliler yaman olur. Hatta bizim oralarda anlatırlar. Kilisli ile yılanı aynı çuvala koymuşlar yılan bağırmaya başlamış Kilisli beni sokuyor diye. Ahmet bey şair bakışı ile bir bana bir de eşine şaşkın şaşkın bakıyordu. Allah tarafından uyarılmış gibi. Kemal konuşuyordu. (Yıllar sonra Kemalin dediği çıkmıştı. Ahmet bey şiirleri ile kibarlığı ile anılarda kaldı karısı servetine paralarına kondu) böyle kart zamparalar, kendilerini çok uyanık zannederler, sonra da tongaya basarlar. Neye uğradıklarını şaşırırlar bir de doktorun hikayesi var bu konular o kadar çok ki… alma mazlum ahını çıkar aheste , aheste, hem evden hem yardan hem de çoluk çocuktan olursun. - Mahir bey - - onun için dedi kafaları ayık ve sağlam tutmak gerekir.

Küçük kafanın aklına göre hareket edersek evin yolunu şaşırır, sonra da ava giden avlanır. Yine ava gidenlere rastgele diyorum dedi rastgele. - Kemal bey Peşinden koş becerdin becerdin , beceremezsen nefesin açılır dedi . Mahir bey, günün konusu çapkınlık bir de böyleleri de var dedi. -Bir arkadaş şair bir bayanı evine götürüyor. Kadın sevişmeyi bekliyor bekliyor. Alkoller alınıyor bizim arkadaş alkolün etkisi ile şiir okuyor da okuyor. Kadına fenalıklar geliyor ve penceren atlayarak kendini zor kurtarıyor. Kahkahalarla gülüştüler . Pazar günün şiir söyleşisi hepsine çok iyi gelmişti. CEMAL BORANDAĞ