25 Kasım 2016 Cuma

Çingene Güzeli

Nerede bir çingene güzeli görsem,
Yüreğimde,bir alev,bir alev.
Rengarenk geyisileriyle.
Kaşları kara,gözleri kara,
Yüreğimde bir yara.
Çingen güzeli,soyka.
Geçmişin üzüntüleriyle,
Geleceğin kaygılarıyla,
Yaşayamam.
Hayat,bir gündür,o da bugündür,diyen,
Çingene güzeli,soyka.
Kocasının çaldığı atla öğünen,
Kıllı göğsünü kaşıdığı zaman hayran kalan,
Kücücük,ufacık Panama kanalında,
Balıklar yüzer.
Çingene güzeli,soyka.
Rakı,viski,şarap,hayatın,
Türküleri,şarkıları,şiirleridir.
Aptal keyfi yaşarım,
Çingene tavırlı kadınları,çok seviyorum,
Kim sevmez ki?
Halkalı köle ayısının,
Topladığı paralarla,şenlenen,neşelenen,
Çingene güzeli,soyka.

Cemal Borandağ25 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul

Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan Paşayı kaybettik.

Kıbrıs Türk tarihine banyo katliamı olarak geçen 3 oğlunu (Kutsi, Murat ve Hakan) ve Eşi Murüvvet Hanımı hain bir saldırıda kaybeden dönemin Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Baştabibi ve Cerrahı Tabip Binbaşı Nihat İlhan dün (23 Kasım 2016) hayata gözlerini yumdu.

24 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa Kumsal’daki evleri taranmış, Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım oğullarını yanına alarak banyoya sığınmış, çocukları küvete koyarak vücudunu üzerlerine siper etmişti.

Tuğgeneral rütbesiyle emekli olduktan sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı gibi birçok görevde bulunan Komutan’ımız yeniden evlenmiş ve iki çocuğu olmuştu.

Mümtaz İnsan Nihat İlhan Komutan’ıma Allah’tan Rahmet diliyor, aile yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
Mekanı cennet olsun.
Işıklar içinde uyusun.

Komutan'ımız yarın (25 Kasım 2016 Cuma günü) cuma namazına müteakip Elazığ İzzetpaşa Camii’nde kılınacak cenaze namazı sonrası sonsuzluğa uğurlanacaktır.

21 Kasım 2016 Pazartesi

BOŞUNA

Boşuna sevdik,birbirimizi.
Sen,kral sofrasında,
Asalağı,yağcısı,şaş şakçı ruhlusun!
Ben,sokak serserisi,
Kaldırım mühendisi,
Mahallenin delisi.
Alın teri ile,lokmayı hak eden,
Kul hakkı yemem diyen,
Budala,aptal,bunak mıyım ne!
Boşuna sevdik birbirimizi.
Annem,babam bulmuştu seni.
Niyese ki,
Allah acıdı,sevgiyi gönderdi.
Şeytan,bırakmıyor peşimi.
Baştan çıkarıyor.
Hangi güzele bakacağıma.
Şaşırıyorum.
Şaşırana Allah yardım etsin.
Boşuna sevdik,birbirimizi.
Bir dalda iki kiraz gibiydik.
Seni kuşlar gagaladı,
Beni rüzgar düşürdü.
Boşuna sevdik,birbirimizi.

Cemal Borandağ.20 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

Seyit Onbaşı

Köyünde onu herkes öldü bilmektedir.
Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.
Geldiğinde evine giremez. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır.
“-Sen kimsin?
-Ben Seyidim.
-Biz seni öldü biliyoruz.
-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?
-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı. “Korkma kızım o senin baban.”
Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.
O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.
***
Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.
Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.
1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur.
Mavi gözlü ve ufak tefektir.
Gariban Anadolu köylüsü.
Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.
1909’da askere gider.
1912’de Balkan Savaşı’na katılır.
1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulundu.
18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.
(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur.
Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır.
Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar.
Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın verilmiş.
O da bir hafta sonra kursağından geçmeyince istememiş.
Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner.
1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder.
1918’de terhis olur.
BİR TEK ATATÜRK HATIRLAR
Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez.
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.
Köyündeki mezara gömülür.
Kocaseyit’in öyküsü, bir yerde Türkiye’nin tüm kahramanlarının öyküsüdür.

DELİ GÖNÜL

Deli-kanlılıktan mı geliyor?
Deli gönül.
Bir beni tanıdın,
Birde pavyondaki,Deli Gönülü.
İkimizde oynağız değil mi?
Ne istediğimizi biliyoruz,
Ne de isteklerimiz biter.
Nereye gidem senin elinde,
Deli gönül.
Uslanmaz mısın,akıllanmaz mısın,yaşlan mısın?
Uslansan,ne kadar efendi adam derler,
Akıllansan,adam gibi adam derler,
Yaşlansan,yaşı yetmiş,işi bitmiş derler,
Derler de,derler,
Demeleri eksik olsun.
Delilik senin için mutluluktur.1
Akıllılar,kırk defa düşünür,bir defa yaparlar,
Deliler,zaman kaybetmeden,hemen yaparlar.
Yeter ki,deli damarı tutsun.
Deliler genç gönüllüdür.
Yeğit olur,cesur olur,hainlik,hinlik bilmezler.
Akıllılar,tehlikelidir,korkaktır,yüreksizdir.
Delilere güvenin.
Delilere,Anadoluda Eren gözüyle bakarlar.
Delilerle öğünün.
Gören seni,
Kılığınla,tavrınla,düşüncenle,
Filozof zaneder.
Deli Gönül.

Cemal Borandağ.15 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

18 Kasım 2016 Cuma

Bir Garip Şair Orhan Veli Kanık



Garip yaşamış, garip ölmüş bir şair

orhan-veli-1
Ben Orhan Veli
“Yazık oldu Süleyman Efendiye”
Mısra-i meşhurunun mübdii..
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Bir evde otururum,
Bir işte çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
………..
Bu yıl onun 100. doğum yılı…
Kuyruklu Şiir
kasap-onu-kedisi
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.
Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye
yasli-amca
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
Özellikle Orhan Veli’nin yazdığı bu dizeler kimilerince eleştirilirken kimilerince de Türkçede yazılmış en güzel dizelerden biri olarak kabul gördü…
Rakı şişesinde balık olsam
raki-sofrasi-mezeler
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum.
Bir de rakı şişesinde balık olsam
Garip akımının kurucuları olan Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, radikal bir tutumla kendilerinden önce gelen hececilerin ve Ahmet Haşim’in şiirleriyle, Nâzım Hikmet’in toplumcu-gerçekçi şiirlerini reddetti. Mesela Ahmet Haşim’in “Göllerde bu dem bir kamış olsam” mısrasını hicvetmek için yazdığı “Rakı şişesinde balık olsam” her daim dillerdedir.
Çok Şükür
yasli-yuruyen-cift
Bir insan daha var, çok şükür, evde;
Nefes var,
Ayak sesi var;
Çok şükür, çok şükür.
1946 yılına kadar çalıştığı tercüme bürosundaki işinden, bakanlıktaki baskıcı havadan rahatsız olarak istifa etti. Bu istifanın sebebini Orhan Veli’nin memuriyete uyum sağlayamaması olarak yorumlayanlar da oldu.
İş olsun diye
turkan-soray
Bütün güzel kadınlar zannettiler ki;
Aşk üstüne yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim.
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin…
Ah Orhan Veli Ah… Vah zavallı kadınlar vah…
Belki de evde oturup ekmek parası için şiirler yazmak ona daha iyi geliyordu.
Derdim Başka
orhan-veli-5
Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka…
1949 yılında çıkan “Yaprak” dergisiyle birlikte Orhan Veli’nin şairliğinin yanı sıra fikir adamlığı yönü de ortaya çıktı. Şairin yaklaşan seçimlerle ilgili fikirleri bu dergide yayımlandı. Aynı günlerde Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nâzım Hikmet’in hapishaneden çıkarılması için açılan kampanyaya katılarak üç gün açlık grevi yaptı.
İntihar
orhan-veli-2
Kimse duymadan ölmeliyim
Ağzımın kenarında
Bir parça kan bulunmalı.
Beni tanımayanlar
“Mutlak birini seviyordu” demeliler.
Tanıyanlarsa, “Zavallı” demeli,
“Çok sefalet çekti..”
Fakat hakiki sebep
Bunlardan hiçbirisi olmamalı…
Orhan Veli, Yaprak’ın kapanmasının ardından İstanbul’a geri döndü. Aynı yıl 10 Kasım’da bir haftalığına gittiği Ankara’da belediyenin kazdığı bir çukura düştü ve başından hafifçe yaralandı. İki gün sonra İstanbul’a döndü. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamadı ve Kanık’a alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulandı; beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşıldı. Aynı akşam sekizde komaya giren şair komadan çıkamayarak gece 23.20’de Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayata veda etti.
İstanbul Türküsü
rumeli-hisari-eski-hali
İstanbul’da Boğaziçi’ndeyim,
Bir fakir Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.
Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul, asırlardır tüm şairlere esin kaynağı olmuş, şiirler yazılmış adına, en güzellerinden birini de Orhan Veli yazmış…
İstanbul’u Dinliyorum
istanbulu-dinliyorum-gozlerim-kapali
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Satır içi resim 2
Bir başka şiirinde yine yeniden İstanbul’u anlatmış, oya gibi işlemiştir sözcükleri.
Fena Çocuk
ogrenci-cocuk
mektepten kaçıyorsun,
kuş tutuyorsun,
deniz kenarına gidip
fena çocuklarla konuşuyorsun,
duvarlara fena resimler yapıyorsun
bir şey değil,
beni de baştan çıkaracaksın,
sen ne fena çocuksun…
Sait Faik bir yazısında Orhan Veli’yi sözcüklerle şöyle tasvir eder: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğüse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli…”
Pazar Akşamları
caycida-oturan-amcalar-eski
Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmeyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken,
Süslenmiş olarak,
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?
Kanık’ın bazı şiirlerinde, oluşturmaya çalıştığı yeni tarzla ilgili acemiliği ortaya çıkar. Bu şiirlerde mısralar yan yana yazılınca bir nesir oluşur.
Burjuva şairi
cimbizli-siir
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!…
ya da
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik…
Toplum eleştirisi teması da Orhan Veli tarafından sık sık kullanıldı. Fakat şair, bu konuyu kendisinden önce bu türün örneklerini veren Namık Kemal, Nâzım Hikmet ya da Tevfik Fikret gibi isimlerin aksine ironi ve parodi tekniklerini kullanarak işliyordu, bu tür şiirlerinde sadece durum tespiti yapıp herhangi bir ideolojiyi savunmaması sebebiyle sanatçı burjuva şairi olmakla da suçlandı.


Dedikodu
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksekkaldırım’da, güpegündüz?
Melahat’i almışım da sonra
Alemdar’a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla’yi sandala atip,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?
Şairin pek çok şiiri farklı sanatçılarca bestelendi. Anlatamıyorum, Alpay ve Hümeyra; Bedava Yaşıyoruz, Cem Karaca ve Özdemir Erdoğan; Dedikodu, Levent Yüksel; Pireli Şiir, Timur Selçuk ve Vesikalı Yarim, Edip Akbayram tarafından seslendirildi. Klasik Türk Müziği şarkısı olarak bestelenen İstanbul Türküsü ise Ahmet Özhan tarafından okundu. Murathan Mungan, Orhan Veli’nin şiirlerini “Bir Garip Orhan Veli” ismiyle oyunlaştırdı.
Sere Serpe
sere-serpe-uzanmis-kadin
Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
Orhan Veli, Dedikodu, Söz, Tahattur, Şanolu Şiir, Sereserpe, Eski Karım, Aşk Resmigeçidi gibi pek çok şiirinde ise aşk ve cinsellik konusunu işledi. Öte yandan çocukluk, şairin hem Garip öncesi hem de Garip döneminde sık sık kullandığı temalardan biriydi.
Dalgacı Mahmut
orhan-veli-4
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah.
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem…
Şairin işlediği diğer temalar arasında yaşama sevinci, savaş ve yolculuk da vardır. Talât Sait Halman’a göre var olmanın ve yaşamın sevincini Türk edebiyatına sistemli olarak yerleştiren isim Orhan Veli olmuştur.
Son bir şiirle özetleyelim şairimizin yaşamını: Macera
orhan-veli-3
Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yardan geçerim, ne serden;
Ne denizden, ne gökyüzünden ama…
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği…


DAĞLAR DAĞLAR

İnsanın çektiklerine,
Dağlar bile dayanmazmış.
Herkes seni dost biliyor,
Dertlerini sana söylüyorlar.
Türküleriyle,sazlarıyla,sözleriyle.
Gece yıldızlarla sohpet edersin.
Gölgesi koyu dağlar,
Derdimi ben söylesem,
Gökteki bulutlar ağlar.
Üzerinde yaylalar,bayırlar,çayırlar,
Cins cins ağaçlar,
Açan çiçeklerinle,
Gelinlik kız gibi süslenirsin.
Kurtlar,kuşlar,börtü böceği,
Beslersin.
Allah dağına göre kar veririmiş,
Akarsuların çağlaya çağlaya,
Akıyor.
Hep eşkiyalar,Çakıcılar,Sümenler,Kör Bayramlara,
Dostsun.
En çok onları seversin.
En son sığınacak yerleri sensin.
Ner de masum Mehmetçikler, varsa,sana yalvardığında,
Onları,karlarınla,çığlarınla,Sarıkamışlarda,donlarınla,
Yağmurlarınla,perişan edersin.
Güvendiğimiz dağlara,kar mı yağdı.
Sende mi,güçlüden yanasın.
Allah,sana da vicdan versin.
Dağlar,dağlar.

Cemal Borandağ 14 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

AKSU

Karlı dağların bereketisin,
Aksu.
Mısır için,Nil neyse,
Pazarcık için,Aksu odur.
İnsanı mutlu eden,
Kadın sesidir,
Para sesidir,
Su sesidir.
Mutlu edersin insanları,su sesinle.
Kartalkaya Barajı,
Bereketin anahtarıdır.
Sevdalandığım şehri,
Altın başaklarla,pamuk tarlalarıyla,çeltik tarlalarıyla,
Sevindirirsin.
Üstünde devamlı bulutlar,dolaşır.
Suyun azaldığı zaman.
Gök gürler,şimsekler çakar,
Kar,bora, fırtına,yağmurların hazır.
Milyonlarca sene mutlu mutlu,
Alabalıklarınla,sallana sallana,
Bazende,kükremiş aslan gibi akarsın.
Huzur veren,berrak suyunla,
Kurda kuşa,börtü böceğe,
Cana can katarsın!
Canansın Aksu...!

Cemal Borandağ 13 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

PAZARCIK

Sevdalı Kul Ahmet,türkülerinle,sazların tellerinde,
Aşıklarınla,Efsanesin.
Sevdiren bereketinle,altın başaklısın.
Bakarsın insanlara,
Ziyaret Tepesinde,
Kim çalışkan,
Kim sevdalı,
Kim tembel.
Kilim dokur gibi dokursun,
Kendini.
Kanbağı, canbağı, aşkbağı oluşmuş.
Kim senden gönlü ayrılabilir ki!
Kekik kokan,dağlarınla,
Çağlayıp,gelen.Aksuyla,
Sahil kentini andıran,Kartalkaya Barajınla,
Park ve bahçelerinle,
Sıla özlemi çeken gurbetçilerinle,
Küçük Parissin..
Bir sağlıklı vucut gibi,
Gilen belli,
Giden belli,
Selamı sıcak,huzuru bol ,neşesi bol.
Yaşlansan, yorulsanda ,dizlerinde dermen kalmasada,
Hergün,sevdanı,
Yeniden yaşarsın Pazarcık!

Cemal Borandağ 12 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

SEVDİKÇE YAŞARSIN

Vaden geldi mi,hakka yürürsün.
Arkanda,evlatların,torunların kalır.
Onlarla ölümsüzleşirsin,yaşarsın.
Vardan,yok olunmaz,
Yoktan,var olunmaz.demiş.
Lauoziye.
Devrim,günlerinde,aşkı yaşadım.!
Hayal ettikçe değil,
Sevdikçe,sevildikçe yaşarsın.
Kalıcı olan,
Alem,akıl,mantık,bilimdir.

Cemal Borandağ 11Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

DEVRE GECELERİ

Çocuk bahçesi gibi.
Salıncakları oyuncakları eksik.
Bizlere ne olmuş,
Birbirimizi oyuncak gibi görüyoruz.
Şakalarımız salıncak gibi,
Gülüşlerimiz içten samimi.
Çocuk saflığında,
Birbirimize karşı.
Kamplarda birbirimizin yatağına,
Tuttuğumuz yılan ve akrepleri koyardık.
Olmadık şakalar, palyaçoluklar.
Çocuklarımız gördüğü zaman,
Birbirimize yaptığımız şakaları:
A – çocuk ben olduğumu zannediyordum,
Esas çocuk bunlar.
Annem babamda hiç büyümeyecek,
Ne yapacağız bu çocukların elinde,
Diyecekleri geliyor.

Paşacanlar!
Siz çocuk değil miydiniz,
Ne zaman paşa oldunuz.
Ama siz herkesin gönlünde paşasınız.
Devlet görevinde ciddiyetle çalışanlar dürüstlükte sizde,
Ne çok bahsederler mertliğinizden,
Pamuk gibi yumuşak kalbinizden,

Profesörler doktorlar mühendisler,
Devre canlarım.
Yıllardan sonra ,
İlk defa karşılaştık.
Bir insan anıtı,
Adam gibi adamlar.

Mustafa Kemal’im,
Sevgili eşiyle beraber,
Devre gecesinde,
Tele konferans sistemiyle,
Ta Amerika’ dan katıldı.
Kalbi devre arkadaşları için atıyor.
Buda devre arkadaşlığı aşkı,
Böyle bir sevgi.
İnsan kardeşleri ile bu kadar,
Beraber olamıyor.
Kardeşlikten öte.
İçinde, millet, memleket,
insanlık sevgi var.
Hepimiz birer,
MUSTAFA KEMALİZ.

Bütün oyun havalarını biliriz.
Bizde oyun çok.
Dans, slow, wals, çarliton,
Ağır başlı desinler diye aydın havası.
Elektrik çarpmış gibi çırpınan,
Karadeniz havası.
Birlik beraberlik için kasap havası.
Kardeş türküleri için halay.
Hele birde kafaları leylim leylim,
Olduğu zaman.
Ne çalarsa oynarım abi.
Yerimde duramam havaları.
Devre canlar,
Hep çocuk kaldık.
Sizler hiç büyüyemeyecek misiniz?
Espriler, şakalaşmalar, gırgırlar.
İçi insan sevgisi ile dolu,
Gülen insan güzel insandır.
Gülmek sana yakışıyor.

Yıllarca devlet görevinde,
Atatürk’ ü müzün, dediği gibi.
Yurtta sulh, cihanda sulh.
Dediniz.
Aslanlar gibi,
Yurdun her köşesinde bulundunuz .
Zaman zaman,
Güzelliklerinizden bahsediyorum.
Kulaklarınız çınlıyor mu?

CEMAL BORANDAĞ 09 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul

CUMHURİYET

Cehaleti,kendine sermaye görenin,
Fakir,fukarayı sömürenin,
Kul hakkı,yiyenin,
Eline, diline,beline sahip olmayanın,
Anası güzel mi?

Hak,hukuk,adalet diyenin,
Yalnız kendine hak görenin,
Kendisinden başkasını düşünmeyenin,
İnsanları,din,dil ırk,mezhep ile bölenin,
Anası güzel mi?

Yaşam,sevdikçe güzelleşir,
Sağlığın değerini,koruyan bilir,
Allah'ın,verdiği canı korumak,ibadettir.
Başkasının,aşına,işine,eşine göz koyanın,
Anası güzel mi?

Cumhuriyet,bir değerdir koruyalım.
Annemdi,babamdı,ilk öğretmenlerim.
Gözlerimi,akıl,mantık,bilimle açtım,okullarda,
Cumhuriyet,atalarım mirasıdır,göz koyanın,
Anası güzel mi?

Cemal Borandağ.08 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

CAN KIRAÇ'TAN KISA VE GERÇEK BİR ÖYKÜ

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir ile yaşanmış birgünün hikâyesini sunuyorum;
Dosyalarımın arasında eski bir not buldum; Yazı, 1967 yılı Haziran ayına aitti.
(Hayret! 49 yıl geride kalmış!)
Konuyu şöyle tanımlamışım:
"Vehbi Koç'u ve eşi Sadberk Hanım'ı İzmir'den Söke'ye götürdüğümüz seyahat boyunca yaşadıklarımız!"
Yüksek Gemi Mühendisi ve eski Havuzlar Genel Müdürü Fahri Tanman (Eşim İnci'nin teyzesi Saffet Tanman'ın eşi) Söke'de modern pamuktarımı yapan, Ziraat Odaları Başkanı, örnek birçiftçi ve AYDIN bir kişiydi.
(Onlar da ebediyete göçtüler!)
Koç'lar bu aileyi yakından tanımak istemişlerdi.
Şöförlüğünü yaptığım 1951 model Mercury marka otomobilimle İzmir'den Söke'ye hareket etmiştik.
Öğle molası için durduğumuz Kuşadası'nda Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir'le karşılaşmıştık. İMBAT otelinin lobisinde, Balıkçı, kocaman sesiyle bizlere bir "Merhaba!" çekmiş, davetimizi kırmayarak yanımıza oturmuştu. Rehberlik yaptığı turist kafilesi istirahate çekildiğinden boş zamanını bizlere ayırmış, üç saat olağanüstü bir beraberlik yaşamıştık. Böylece, onun MİTOLOJİ dünyasında, ilginç olaylarla dolu sanal bir gezintiye çıkmıştık.
Cevat Şakir, o dönemde, Anadolu Uygarlığı'nın Hellen Uygarlığı’nın temeli olduğunu savunuyordu.
Halikarnas Balıkçısı, Batı Uygarlığı'nın Anadolu asıllı olduğunu kanıtlayan mitolojik olayları coşku dolu uslûbu ile dünyanın dört köşesinden gelen yabancılara anlatmayı kendisine verilen milli bir görev sayıyor, zaman zaman rüzgâr gibi esiyor, şimşek gibi çakıyordu! Onu dinlerken, insan, başka dünyalarda, tarih öncesi tanrılarla buluştuğunu sanıyordu!
Beraberce böyle bir duyguyu paylaştığımız sırada, Balıkçı; "Ey Koçzade! Sen Paris'in Koç'unu bilir misin?" diye söze başlamış, Truva'lı çoban Paris'in karabaşlı, burgaç boynuzlu, sırtı kestane renkli KOÇunu şöyle tanıtmıştı bizlere;
"KOÇ, koca başını yavaş yavaş yere eğdi, toprağı ve otları kokladı, birden bir küheylân gibi sıçradı, önayakları ile toprağı kazımaya başladı, sonra yayından boşanan bir ok gibi uçarak sürünün içindeki koyunun birini ayaklarının arasına aldı ve onu ön ayakları üzerine çökertti!"
Yalnız memleket sorunları ile ilgilenen Vehbi Koç, konu "KOÇ" olunca, Cevat Şakir'in bu renkli, yüksek sesli ve heyecanlı anlatımının etkisi altına girmiş; "Cevat Bey! Bunları yaşamış gibi anlatıyorsun! Sen ne müthiş adammışsın yahu!" demekten kendini alamamıştı.
O gün, Balıkçı'nın, kâh eserek kâh kükreyerek anlattığı "APOLLON ve DAFNİ" hikâyesine gelince:
"Batılılar Apollon'u Hellen saymak için kırk dereden sugetirdiler ama boşuna oldu! Apollo Anadolu'ludur.
Olimpos tanrılarını yaratan Homeros, Apollon'u Anadolu'da buldu.
Apollon'un dört tapınağı Ege kıyısı boyunca BatıAnodolu'da sıralanır: Grineum, Klaros, Didyma ve Patara'dadır bunlar...
Bir gün, APOLLON, çiçek kokularının kaynaştığı bir vâdiden geçerken gökkuşağının duvaklar gibi bulutlardan aşağıya süzülüp türküler söyleyen güzeller güzeli bir KIZIN başına süzüldüğünü gördü! Ve Güneş Tanrısı Apollon'un yüreği aşkla dağlandı!
Bu KIZ, Tanrıça Artemis'in meleklerinden DAFNİS'ti!
Balıkçı'yı dinlerken etrafımızda kümelenen kalabalığın farkına varmamıştık!
Cevat Şakir, zaman zaman ayağa kalkıyor, kol hareketleriyle hikâyesini görsel bir şölene benzetiyor, bizleri APOLLON'un ve DAFNİS'in aşk dünyasına götürüyordu!
Vâdi, peri kızı DAFNİS için, çiçekten, ışıktan ve renklerden oluşan bir düş âlemiydi. Çırılçıplak göğsü, kar beyaz omuzları ve yüzüne yayılan mâsum gülüşü ile, DAFNİS, Apollon'u büyülemişti. Ama ne yazık ki, peri kızının kalbi erkeklere karşı sonsuza dek kilitliydi! Dafnis daima bâkire kalacaktı!"
Otelin lobisi tiyatro sahnesine dönmüştü!
Hepimiz büyük bir dikkat ve heyecanla Halikarnas Balıkçısı'nın teatral oyununun sihrine kapılmıştık. Apollon'un güzel Dafnis'in peşinden koşuşu, ona duyurmaya çalıştığı ateşli aşk sözleri, nefes alışları, kızın tanrıları yardıma çağırış çığlıkları...
Ve sonra, peri kızının yorgunluktan kendinden geçişi ve bedenini Apollon'un kucağına salıvermesi...
"Apollon Dafnis'in çıplaklığını örten saçlarını biryana atarak onu boyluboyunca kavramıştı. Nihayet, peri kızı, kendini APOLLON'un güneş gibi ışıyan kollarına ve susayan dudaklarına teslim etmişti."
Bizler, iki aşığın mutlu sona kavuştuklarını sandığımız bir anda Balıkçı'nın haykırışıyla hikâyenin bitmediğini anlamıştık:
Tanrı Apollon DAFNİS'i kollarıyla sararken onun yere saplanmış gibi hareketsiz durduğunu farketmişti!
Apollon, tanrısal sesiyle; 'Dafnis! Dafnis! Sen AĞAÇ oluyorsun!' diye bağırmaya başlamıştı. Gerçekten Dafnis'in yüzü soluyor, gerdanı ve memeleri yeşile dönüşüyordu!
Ayakları kıvrılan kökler gibi toprağa dalıyor, bacakları ve kalçası bir ağaç gövdesi gibi kabuk tutuyordu!
Şimdi yakarış sırası peri kızına gelmişti:
'Ey APOLLON! Al beni! Sen bir tanrı değil misin? Beni bu topraktan sök, beni kurtar! Beni kurtar Apollon!' diye yalvarıyordu.
Geçen her an, Apollon, çaresiz kaldığını görüyor, DAFNİS'in körpe yapraklara dönüşen saçlarını, kırmızılığı kaybolmayan dudakları arasından süzülen nefesini kokluyor ve birden, Olimpos tanrılarının, kıskançlık duygularıyla, DAFNİS'i bir 'DEFNE' fidanına dönüştürdüğünü anlıyordu!"
Artık, Halikarnas Balıkçı'sının şiirleşen sözlerinde DAFNİS'in göz kapakları titreşen iki yaprak, gözpınarlarından süzülen göz yaşları defne fidanının özsuyu oluyordu...
Tanrı APOLLON, yorgun vucûdu ile ormanların en genç ağacı DEFNEnin altına uzanmış, gökkubbede kayan yıldızları seyre koyulmuştu.
Apollon hüzün dolu sesiyle türküler yakıyor, peri kızına olan aşkı vâdiden vâdiye yankılanıyordu.
Balıkçı, sahnelediği mitolojik oyunu şöyle tamamlıyordu:
"DEFNE fidanının iki dalı Apollon'un sarı bukleli başını, biri soldan öbürü sağdan sardı ve bir çelenk olarak tanrıyı taçlandırdı. Apollon, DAFNİS'in defnesinden aldığı bu armağana şu dileğini sundu:
Ey PERİKIZI! Bu geceden sonra bütün insanlar senden bir dal ve çelenk isteyecekler. ÇELENKler, senin için göğe yükselen duygularımın ölümsüzleşen ilâhileri olsun!"
Hepimiz, böylesine duygu dolu bir aşk hikâyesinin etkisinde, koyu bir sessizliğe büründüğümüz bir ortamda, bu defa Balıkçı'nın kaderci bir yaklaşımla şunları söylemiş olmasına şaşırıp kalmıştık:
"Koçzade Vehbi Bey! Cenaze törenlerine gönderilen defne dallı çelenklerin hikâyesidir bu. Ölümümden sonra bana çelenk gönderirsen DEFNEDALLARI unutulmasın!"
Bu buluşmamızdan yedi yıl sonra,
13 Ekim 1973 günü, Halikarnas Balıkçı'sı aşk meleği DAFNİS'ine kavuşmak için aramızdan ayrılmıştı.
Vehbi Koç, Türk Eğitim Vakfı'nın 27 Ekim 1971 tarihinde başlayan çelenk bağışı kampanyasının sembolü olan "DEFNEDALLI ÇELENGİ "nden birinin Bodrum'a gönderilmesi için bana şu uyarıda bulunmuştu:
"Halikarnas Balıkçı'sının cenazesine, benim adıma, en seçme yapraklı defnelerden oluşan bir çelenk gönderilsin !"
* Kırkbeş yıldır, Türk Eğitim Vakfı'nın DEFNEYAPRAKLI bağış çelenkleri birbirlerini seven insanların duygularını sonsuzluğa taşıyor ve Apollon'un Dafnis'e olan aşkı, binlerce gencimize, çağdaşlaşma yolunda yeni ufuklar açıyor.
Vehbi Koç’un ve Cevat Şakir’in anıları önünde saygıyla eğiliyorum
Can Kıraç
"Maharet güzeli görebilmektir,
Sevmenin sırrına erebilmektir.
Cihan, Âlem herkes bilsin ki şunu;
En büyük ibadet SEVEBİLMEKTİR..
Sevelim Sevilelim, dünya kimseye kalmaz!"
YUNUS EMRE

7 Kasım 2016 Pazartesi

DİRENECEĞİZ

Direnmenin adı,dün GEZİ'ydi.
Sevdamızdı:,ağaçlardı,doğaydı,hayvanlardı,börtü böcekti.

Direnmenin adı şimdi,CUMHURİYET.
Sevdamızdı,Cumhuriyet,Hürriyet,Hak Adalet,Hukuk.
İnsan Hakları,yaşama sevincimizdi.

Direnmenin adı.TÜRKİYE CUMHURİYETİ.
Anayasamızdır,Laik Hukuk Devleti,demokrasidir sevdamızdır.
İnsanın, insana kul olmadığı,
Allah sevgisinin, yobazın tekelinde olmadığı,
Cehaletin güç olarak görülmediği,
Zorbaların,zalimlerin,faşistlerin ,güç olmayacağı,
Haklının daima zaferi kazanacağı,
Zamanın tersine dönmediğini,
Akarsuların tersine akmayacağını bilerek,
Direneceğiz,kazanacağız.
Allah daima haklının yanındadır,inanıyoruz.
Yaşasın,Hürriyet,Adalet,İnsanlık.,
Yeneceğiz.
Türkülerimizle,şiirlerimizle,Marşlerımızla.
Marş. Marş.!

Cemal Borandağ 07 Ekim 2016 Tuzla-İstanbul.

Kırmızı Cihan Yıldızı

Öfkelenen,
Boyun eğmeyenin,
İsyan edenin,
Ringde,ağzı burnu dağılmış,
Ona rağmen,ayağa kalkmanın,
Direncidir.
Güzele bakmanın sevabı,
Yaşa sevincinin,
Neşenin,
Sevişmenin zaferidir.
Bayrağımızın,kanımızın,
Türkünün dili,
Haykırdığımız,şiirin tadıdır.
Kravatımız,fularımız,
Mendilimiz kanlandı.

Cemal Borandağ 06 Ekim 2016 Tuzla-İstanbul.

Sevgisiz Yaşayamam

Yalnızlık:
Ya Allah'a,
Yada vahşi yaratıklara mahsustur.
Allah bile,
Yalnızlıktan sıkıldığı zaman
İnsan kılığında aramızda dolaşıyormuş.
Görüntüsüyüz,aynasıyız Tanrının
Doğada insan,hayvan,börtü böcek bile,
Bir bütünlüğü var.
Akü bile artı-eksi olmadan,
Elektirik üretemez.
Nasıl,yemek,içmek bir ihtiyaçsa,
Dişi-erkekte ancak bütünlük sağlar.
Temel gıda maddesi gibidir,sevgi.
Cennette,Adem ile Hava sevişmeye,
Doyamadığın da
Allah bile bu sevgiyi kıskanmış,
İkisini de cehenneme sürmüştür.
Aşırı huzurda huzursuzluk yaratır.
Sevgisiz Yaşayamam.

Cemal Borandağ.02 Kasım 2016 Tuzla-İstanbul.

3 Kasım 2016 Perşembe

Delikanlı 16 yaşında iken

Delikanlı 16 yaşında iken babası ile tartışmış ve evi terk etmişti. Buna çok öfkelenen baba, evde onun adı bile anılmayacak diye yasak koymuştu.

Anne her gece evi terk eden oğlunun yatağına oturup yastığını koklayarak uyuyordu.

“Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım, bulup getirelim” dese de, baba geri adım atmıyordu.

Aradan iki yıl geçmişti.

Oğlunun doğum günü o yıl Babalar günü ile aynı güne denk gelmişti.

Annenin ağlamaklı halini görünce dayanamadı baba “Şu adrese git, oğlunu gör” dedi.

Ve ekledi, “Adresi benim verdiğimi söyleme ama” Birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu bile, aklında bir tek adres kalmıştı. Anne sevinçten uçuyordu.

Hemen hazırlandı yola koyuldu.

Büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres.

Gittiği adres bir tamirhaneydi.

Oğlunu tulum içinde gördü.

Bir süre ıslak gözlerle dükkanın karşısından izledi ve oğluna doğru yaklaşmaya başladı.

İki yıl boyunca kendisini arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı, sonra koşup sarıldı annesine.

Babası hariç herkesi soruyordu, “o nasıl, bu nasıl,” diyerek.

Ve sonunda “O adam nasıl, hala aksi ve anlayışsız mı?” diye sordu annesine.

Anne cevapsız bıraktı bu soruyu.

“Hadi oğlum gel eve gidelim” dedi.

“Hayır anne, ben böyle iyiyim. O adamla tekrar aynı evde yaşayamam” dedi ve dükkana doğru yürümeye başladı.
Arkasından bir süre bakakalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi.

Delikanlı pastayı alırken annesine “Anne ne olur ısrar etme, gelmeyeceğim. Bir gün bile merak edip arayıp sormayan bir adamla aynı evde yaşayamam ben” dedi.

Anne boynu bükük halde oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken
“Peki oğlum sen bilirsin. Anlaşılan çok kararlısın, gelmeyeceksin. Ama baban dedi ki; son bir aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun, o çocuk sana zarar verecektir.

Önceki arkadaşıyla barışsın”. Bu kez çocuk donakalmıştı.

Annesi eve dönmüştü. Babaya sitem etti, “Madem biliyordun nerde olduğunu neden benden sakladın?

O yüzden rahattın demek? ”

Hep ters, aksi görünen baba yutkundu ve gözlerinden iki damla yaş akıverdi.

“O benim canımdır ya, canım” dedi.

“Ne zamandan beridir biliyordun? ” diye sordu anne.

“Gittiği günden beridir biliyorum. Bazen öğlen molalarında ne yiyip ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim, Bazen akşamları geç gelirdim ya hani, sen beni kahveden sanırdın, işte o zamanlarda da ne yapıyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.”

Karı koca bir birlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı.

Elleriyle gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne.

Annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük bir pasta ve hediye paketi ile içeri girdi delikanlı.

Koşarak babasına sarıldı. “Babalar günün kutlu olsun babaaaa”

Delikanlı anlamıştı. Kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının, aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını….!!!

Babalar kızar bağırır ama hep evlatların iyiliği içindir ; evlatlar çocukken bunu anlayamaz.

Fakat bir gün onlar da Anne Baba olunca anlarlar Babanın kıymetini..! BABA OLMAK...

STRES-1

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Kalabalık kentler, parçalanan aileler ve dostluklar, ekonomik güçlükler, sosyal ve siyasi düzensizlikler, gelecek belirsizliği, yeşil alan yokluğu, trafik, kabalık ve şiddetin günlük yaşama yayılması; hastalıkların ortalama % 85’inin, neden stres sonucu ortaya çıktığını açıklamaya yetmez mi?

Stres, insanın başa çıkamayacağı bir soruna, bir tehdide, ya da gelişen ani bir değişime verdiği tepki olarak tanımlanabilir!

Yaşamınızda oluşan iyi veya kötü her tür değişiklik, strese yol açar.

İşinizi kaybetmeniz, sevdiğinizden ayrı düşmeniz, parasız kalmanız kadar, çok istediğiniz bir eve taşınmanız, evlenmeniz, çocuk sahibi olmanız ve hatta piyangodan büyük ikramiye kazanmanız da, yaşamınızda denge değişikliğine yol açıp stres yaratır.

Kalp, şeker, romatizma, kanser gibi uzun süren fiziksel hastalıklar, enfeksiyonlar, ergenlik, menopoz gibi hormonal değişimler, stres nedenleri arasındadır.

Kısa dönemli stres uyarıcıdır ve motive eder.

Ünlü müzik adamı Leonard Bernstein bu gerçeği, şu sözlerle anlatır:

‘’Büyük şeyler başarmak için iyi bir plana ve sıkışmış zamana ihtiyaç vardır!’’

Ama stres uzun süre devam ederse, hem ruhsal hem bedensel ciddi sağlık sorunlarının kapısını aralar!

Modern yaşamda maalesef, yaşadığımız çoğu stres, kısa sürede bitmeyecek türdendir.

Şimdi gelin, kronik yani uzun süren stresin bizlerde oluşturduğu etkilere yakından bakalım:

Düşünce Sorunları:

• Hafıza zayıflığı

• Odaklanma güçlüğü

• Karar alma zorluğu / Yanlış kararlar alma

• Olumsuz düşünme

• Sürekli tedirginlik

Duygu Sorunları:

• Duygusal dengesizlik

• Tahammülsüzlük ve kolay öfkelenme

• Huzursuzluk

• Çaresizlik

• Yalnızlık hissi

• Mutsuzluk ve depresyon

Fiziksel Sorunlar:

• Ağrı ve sızılar

• İshal veya kabızlık

• Baş dönmesi, mide bulantısı

• Göğüs ağrısı, kalp çarpıntısı

• Cinsel ilgi kaybı

• Sık sık soğuk algınlığına yakalanma

Davranış Sorunları:

• İştah dengesizlikleri

• Uyku düzensizlikleri

• Toplumdan uzaklaşma

• Erteleme ve sorumluluklardan kaçma

• Alkol, sigara ve madde kullanarak rahatlamaya çalışma

• Gergin davranış ve takıntılar (tırnak yeme, saç yolma gibi).

Uzun süren stres; yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, şeker hastalığı, artrit, enfeksiyonlara açık hale gelme ve kanser gibi fiziksel hastalıkların yanı sıra, depresyon, anksiyete, panik atak gibi ruhsal rahatsızlıkların da önemli bir nedenidir...

Devam edecek...

Kaynak: www.safaknakajima.com