18 Kasım 2016 Cuma

CAN KIRAÇ'TAN KISA VE GERÇEK BİR ÖYKÜ

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir ile yaşanmış birgünün hikâyesini sunuyorum;
Dosyalarımın arasında eski bir not buldum; Yazı, 1967 yılı Haziran ayına aitti.
(Hayret! 49 yıl geride kalmış!)
Konuyu şöyle tanımlamışım:
"Vehbi Koç'u ve eşi Sadberk Hanım'ı İzmir'den Söke'ye götürdüğümüz seyahat boyunca yaşadıklarımız!"
Yüksek Gemi Mühendisi ve eski Havuzlar Genel Müdürü Fahri Tanman (Eşim İnci'nin teyzesi Saffet Tanman'ın eşi) Söke'de modern pamuktarımı yapan, Ziraat Odaları Başkanı, örnek birçiftçi ve AYDIN bir kişiydi.
(Onlar da ebediyete göçtüler!)
Koç'lar bu aileyi yakından tanımak istemişlerdi.
Şöförlüğünü yaptığım 1951 model Mercury marka otomobilimle İzmir'den Söke'ye hareket etmiştik.
Öğle molası için durduğumuz Kuşadası'nda Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir'le karşılaşmıştık. İMBAT otelinin lobisinde, Balıkçı, kocaman sesiyle bizlere bir "Merhaba!" çekmiş, davetimizi kırmayarak yanımıza oturmuştu. Rehberlik yaptığı turist kafilesi istirahate çekildiğinden boş zamanını bizlere ayırmış, üç saat olağanüstü bir beraberlik yaşamıştık. Böylece, onun MİTOLOJİ dünyasında, ilginç olaylarla dolu sanal bir gezintiye çıkmıştık.
Cevat Şakir, o dönemde, Anadolu Uygarlığı'nın Hellen Uygarlığı’nın temeli olduğunu savunuyordu.
Halikarnas Balıkçısı, Batı Uygarlığı'nın Anadolu asıllı olduğunu kanıtlayan mitolojik olayları coşku dolu uslûbu ile dünyanın dört köşesinden gelen yabancılara anlatmayı kendisine verilen milli bir görev sayıyor, zaman zaman rüzgâr gibi esiyor, şimşek gibi çakıyordu! Onu dinlerken, insan, başka dünyalarda, tarih öncesi tanrılarla buluştuğunu sanıyordu!
Beraberce böyle bir duyguyu paylaştığımız sırada, Balıkçı; "Ey Koçzade! Sen Paris'in Koç'unu bilir misin?" diye söze başlamış, Truva'lı çoban Paris'in karabaşlı, burgaç boynuzlu, sırtı kestane renkli KOÇunu şöyle tanıtmıştı bizlere;
"KOÇ, koca başını yavaş yavaş yere eğdi, toprağı ve otları kokladı, birden bir küheylân gibi sıçradı, önayakları ile toprağı kazımaya başladı, sonra yayından boşanan bir ok gibi uçarak sürünün içindeki koyunun birini ayaklarının arasına aldı ve onu ön ayakları üzerine çökertti!"
Yalnız memleket sorunları ile ilgilenen Vehbi Koç, konu "KOÇ" olunca, Cevat Şakir'in bu renkli, yüksek sesli ve heyecanlı anlatımının etkisi altına girmiş; "Cevat Bey! Bunları yaşamış gibi anlatıyorsun! Sen ne müthiş adammışsın yahu!" demekten kendini alamamıştı.
O gün, Balıkçı'nın, kâh eserek kâh kükreyerek anlattığı "APOLLON ve DAFNİ" hikâyesine gelince:
"Batılılar Apollon'u Hellen saymak için kırk dereden sugetirdiler ama boşuna oldu! Apollo Anadolu'ludur.
Olimpos tanrılarını yaratan Homeros, Apollon'u Anadolu'da buldu.
Apollon'un dört tapınağı Ege kıyısı boyunca BatıAnodolu'da sıralanır: Grineum, Klaros, Didyma ve Patara'dadır bunlar...
Bir gün, APOLLON, çiçek kokularının kaynaştığı bir vâdiden geçerken gökkuşağının duvaklar gibi bulutlardan aşağıya süzülüp türküler söyleyen güzeller güzeli bir KIZIN başına süzüldüğünü gördü! Ve Güneş Tanrısı Apollon'un yüreği aşkla dağlandı!
Bu KIZ, Tanrıça Artemis'in meleklerinden DAFNİS'ti!
Balıkçı'yı dinlerken etrafımızda kümelenen kalabalığın farkına varmamıştık!
Cevat Şakir, zaman zaman ayağa kalkıyor, kol hareketleriyle hikâyesini görsel bir şölene benzetiyor, bizleri APOLLON'un ve DAFNİS'in aşk dünyasına götürüyordu!
Vâdi, peri kızı DAFNİS için, çiçekten, ışıktan ve renklerden oluşan bir düş âlemiydi. Çırılçıplak göğsü, kar beyaz omuzları ve yüzüne yayılan mâsum gülüşü ile, DAFNİS, Apollon'u büyülemişti. Ama ne yazık ki, peri kızının kalbi erkeklere karşı sonsuza dek kilitliydi! Dafnis daima bâkire kalacaktı!"
Otelin lobisi tiyatro sahnesine dönmüştü!
Hepimiz büyük bir dikkat ve heyecanla Halikarnas Balıkçısı'nın teatral oyununun sihrine kapılmıştık. Apollon'un güzel Dafnis'in peşinden koşuşu, ona duyurmaya çalıştığı ateşli aşk sözleri, nefes alışları, kızın tanrıları yardıma çağırış çığlıkları...
Ve sonra, peri kızının yorgunluktan kendinden geçişi ve bedenini Apollon'un kucağına salıvermesi...
"Apollon Dafnis'in çıplaklığını örten saçlarını biryana atarak onu boyluboyunca kavramıştı. Nihayet, peri kızı, kendini APOLLON'un güneş gibi ışıyan kollarına ve susayan dudaklarına teslim etmişti."
Bizler, iki aşığın mutlu sona kavuştuklarını sandığımız bir anda Balıkçı'nın haykırışıyla hikâyenin bitmediğini anlamıştık:
Tanrı Apollon DAFNİS'i kollarıyla sararken onun yere saplanmış gibi hareketsiz durduğunu farketmişti!
Apollon, tanrısal sesiyle; 'Dafnis! Dafnis! Sen AĞAÇ oluyorsun!' diye bağırmaya başlamıştı. Gerçekten Dafnis'in yüzü soluyor, gerdanı ve memeleri yeşile dönüşüyordu!
Ayakları kıvrılan kökler gibi toprağa dalıyor, bacakları ve kalçası bir ağaç gövdesi gibi kabuk tutuyordu!
Şimdi yakarış sırası peri kızına gelmişti:
'Ey APOLLON! Al beni! Sen bir tanrı değil misin? Beni bu topraktan sök, beni kurtar! Beni kurtar Apollon!' diye yalvarıyordu.
Geçen her an, Apollon, çaresiz kaldığını görüyor, DAFNİS'in körpe yapraklara dönüşen saçlarını, kırmızılığı kaybolmayan dudakları arasından süzülen nefesini kokluyor ve birden, Olimpos tanrılarının, kıskançlık duygularıyla, DAFNİS'i bir 'DEFNE' fidanına dönüştürdüğünü anlıyordu!"
Artık, Halikarnas Balıkçı'sının şiirleşen sözlerinde DAFNİS'in göz kapakları titreşen iki yaprak, gözpınarlarından süzülen göz yaşları defne fidanının özsuyu oluyordu...
Tanrı APOLLON, yorgun vucûdu ile ormanların en genç ağacı DEFNEnin altına uzanmış, gökkubbede kayan yıldızları seyre koyulmuştu.
Apollon hüzün dolu sesiyle türküler yakıyor, peri kızına olan aşkı vâdiden vâdiye yankılanıyordu.
Balıkçı, sahnelediği mitolojik oyunu şöyle tamamlıyordu:
"DEFNE fidanının iki dalı Apollon'un sarı bukleli başını, biri soldan öbürü sağdan sardı ve bir çelenk olarak tanrıyı taçlandırdı. Apollon, DAFNİS'in defnesinden aldığı bu armağana şu dileğini sundu:
Ey PERİKIZI! Bu geceden sonra bütün insanlar senden bir dal ve çelenk isteyecekler. ÇELENKler, senin için göğe yükselen duygularımın ölümsüzleşen ilâhileri olsun!"
Hepimiz, böylesine duygu dolu bir aşk hikâyesinin etkisinde, koyu bir sessizliğe büründüğümüz bir ortamda, bu defa Balıkçı'nın kaderci bir yaklaşımla şunları söylemiş olmasına şaşırıp kalmıştık:
"Koçzade Vehbi Bey! Cenaze törenlerine gönderilen defne dallı çelenklerin hikâyesidir bu. Ölümümden sonra bana çelenk gönderirsen DEFNEDALLARI unutulmasın!"
Bu buluşmamızdan yedi yıl sonra,
13 Ekim 1973 günü, Halikarnas Balıkçı'sı aşk meleği DAFNİS'ine kavuşmak için aramızdan ayrılmıştı.
Vehbi Koç, Türk Eğitim Vakfı'nın 27 Ekim 1971 tarihinde başlayan çelenk bağışı kampanyasının sembolü olan "DEFNEDALLI ÇELENGİ "nden birinin Bodrum'a gönderilmesi için bana şu uyarıda bulunmuştu:
"Halikarnas Balıkçı'sının cenazesine, benim adıma, en seçme yapraklı defnelerden oluşan bir çelenk gönderilsin !"
* Kırkbeş yıldır, Türk Eğitim Vakfı'nın DEFNEYAPRAKLI bağış çelenkleri birbirlerini seven insanların duygularını sonsuzluğa taşıyor ve Apollon'un Dafnis'e olan aşkı, binlerce gencimize, çağdaşlaşma yolunda yeni ufuklar açıyor.
Vehbi Koç’un ve Cevat Şakir’in anıları önünde saygıyla eğiliyorum
Can Kıraç
"Maharet güzeli görebilmektir,
Sevmenin sırrına erebilmektir.
Cihan, Âlem herkes bilsin ki şunu;
En büyük ibadet SEVEBİLMEKTİR..
Sevelim Sevilelim, dünya kimseye kalmaz!"
YUNUS EMRE