25 Ocak 2017 Çarşamba

EMİNCAN

Canmdan,bir parçasın.
Olaylara,annem derdi ki,
Bir melek gözüyle bak,
Birde şeytan,gözüyle.
İkiside Allahın melekleridir,
Ama,
Sağ gözün ,sol göze faydası yoktur.
Aynaya yakışıklılığına bak.
Kendinle öğün.
Arada insanlığını.
İnsanlık ne durumda düşün.
Benim babamda bir kraldı.
Sende baba olacaksın kralsın.
En iyi ağrı kesici,torun sevgisiymiş.
Emincan!
Arkamda bir borandağsın.

Cemal Borandağ 25 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul

23 Ocak 2017 Pazartesi

DİLOŞ

Dileğimdi,Allahtan.
Erkek,evladımdan,sonra.
Güler yüzlü,akıllı,edepli,uslu olsun,
Diloşum,Diloşum,Dileşom.
Kara kaşlı,mühür gözlüm,
Gamze yanaklı,mühür gözlü,
Gamze yanaklı,selvi boylum.
Konu,komşu,tanıdık,tanımadık,
Sevdalı değil,karasevdalı oldular.
Nice türküler,şarkılar,şiirler yazıldı.
Diloşum,sevdalı Diloşum.
Aşıksın,sen Diloşum.
Bahtın açık olsun.
Diloşum,Diloşum,Diloşum.
Göçmen kuşu olacaksın.
Nereye konar,kanaryam,güvercinim,turnam.
Koklamaya kıyamadığım,
Sevmeye doyamadığım.
Aşka doyarsın,inşallah.
Renk,renk çiçekler açarsın.
Diloşum,Diloşum,Diloşum.
Cemal Borandağ 22 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul.

TOKSİK ANNELER

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Hayatın her yerinde, toksik insanlara rastlamak mümkündür.

Kaba, bencil, güdümleyici, haddini bilmez, yalancı, sinsi, dedikoducu ve saldırgan insanlardan tamamen arınmış bir yaşam sürdürmek, ne yazık ki imkânsızdır!

Bu insanlar, zehir saçan kişilikleriyle ruhumuza asit banyoları yaptırır, yaşamın tadını kaçırırlar.

Ama bu toksik kişi annemizse, yaşam cehenneme döner.

Anne, dünyayla aramızdaki en büyük köprüdür!

Kaç yaşına gelirsek gelelim, annelerimizin üzerimizdeki etkilerinden tamamen sıyrılamak mümkün değildir.

Bu etki olumluysa, yaşama umutla bakar, kendimize güvenir, çoğunlukla doğru seçimler yaparız.

Annesi toksik olanlarımızsa, daha mutsuzdur genellikle.

Sorunların karşısında direnci azdır; çaresizlik ve umutsuzluk kolaylıkla doldurur içini.

Çoğunun kendisine sevgisi, saygısı ve güveni yoktur.

Yaşam amacını bulmakta zorlanırlar!

Çünkü kendileri olmayı, duygularını ve arzularını tanımayı, onlara önem ve değer vermeyi öğrenememişlerdir.

Toksik annelerin özelliklerini tanımak, bir türlü çözemediğimiz ruh yaralarının kaynağını bulmaya ve iyileştirmeye yardımcı olabilir.

Toksik anneler, çocuklarının duygularını önemsemezler.

Onları bağımsız birer birey değil, kendi uzantıları gibi algılarlar.

Neyin yapılması gerektiğini belirleyen yegâne şey kendi arzularıdır; çocuklarının neye istek ve ihtiyaç duyduğu değil.

Onlar için en doğruyu bildiklerine inanırlar.

Arkadaş, giysi, okul seçiminden, iş ve eş seçimine, standartları anne belirler, seçimleri anne yapar.

Bu annelerin bazıları, dışarıdan bakıldığında fevkalade fedakârdır.

Çocuklarının yemek, giyim, para, eğitim gibi ihtiyaçlarını, kendi koşullarını bile zorlayarak, en mükemmel biçimde karşılıyor olabilirler.

Anneler elbette çocuklarının yaşamının olumlu yönde gelişimi konusunda rehberlik yapmakla yükümlüdür.

Ama bu rehberlik, çocuğun kişiliğini ve gerçekliğini yadsıyarak yapılamaz.

Toksik anne, çocuğunun kanatlarının gelişmesine ve uçmasına izin vermez.

Çocuk, annenin mutluluğundan sorumlu hale gelir; kendi istek ve ihtiyaçlarına uygun seçimler yapsa bile, bundan suçluluk ve huzursuzluk duyar.

Zaten toksik anne de böyle bir durumda, onu bencil olmakla suçlamaya hazırdır.

Toksik anne, hangi yaşta olursa olsun çocuklarının sınırlarına saygı göstermez.

Mektuplarını, elektronik postalarını, telefonlarını, günlüklerini karıştırır.

Yıllar içinde özgüveninin gelişmesini engellediği, mutsuzluğuna zemin hazırladığı çocuğunu, depresyon, gerginlik, beceriksizlik ve pısırıklıkla suçlayarak terapiste gönderir ama süreçteki sorumluluğunu asla üstlenmediği gibi, terapisti bile manipüle ederek, gerçeğin ortaya çıkmasını ve otoritesinin sarsılmasını engellemeye çalışır.

Toksik anneler, ilgi odağı olmayı severler.

Çocuğun başarısını sahiplenir ve ondan aslan payı çıkarmaya çalışırlar.

Başarısızlıklar çocuğun, başarılar toksik annenin oluverir kolayca.

Bazı toksik anneler çocuklarına lakaplar takar, acımasız eleştirilerde bulunurlar.

Bazen bu acımasızlık, daha dolaylı yoldan, kötü şakalar, laf sokmalar ya da karşılaştırmalarla yapılır:

‘’Selin ne güzel okudu; annesini hiç üzmedi. Üstelik çok da güzel! Ne kadar şanslı bir annesi var!’’

Toksik annelerin kimisi, sevgisini alıkoyar; sarılmaz, kucaklamaz, güzel sözler söylemez; sevgi vermez.

Ulaşılamayan bir anne modelidir o ve çocuğun kalbini üşütür.

Kimi toksik anne çocuğuyla rekabete girer; kıskanır; inanılması çok güç ama çocuğunun mutluluğundan mutsuz olur.

Bazen çocuklarının arasında rekabeti körükleyip rakip gördüğü çocuğu ezdirerek kendi üstünlüğünü kurar.

Annenin çocuk, çocuğun anne olduğu durumlar çok zordur.

Kadının çok erken yaşta anne olması, yeterli manevi olgunlukta olmaması, fazla sayıda çocuk, sorunlu evlilik, ekonomik yetersizlikler, kronik depresyon, alkolizm gibi sorunlar, rol değişimine yol açabilir.

Anne hep yakınan ve ihtiyaçları hiç bitmeyendir.

Çocuk erken yaşta, kapasitesinin üstünde sorumluluk üstlenerek evdeki dengelerin kurulmasını, annenin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamaya çalışır.

Annenin mutsuzluğunun sorumlusu gibi hisseder kendisini.

''Senin yüzünden tansiyonum çıktı, kalp krizi geçirteceksin!.'' gibi hastalanma ya da intihar etme gibi tehditlerle çocuğunu kontrol eden toksik annelerin sayısı, oldukça fazladır.

Çocuk sürekli, annesinin ölümüne yol açacağı korkusuyla yaşar.

Toksik anne, çocuğunun büyümesinin, bağımsız, yetkin ve mutlu bir yetişkin olmasının önündeki en büyük engele dönüşebilir.

Kadınların ikinci sınıf vatandaş yerine konduğu, eğitimlerinin önemsenmediği, kişiliklerinin gelişmesine izin verilmediği, çalışmasının engellendiği, maddi kaynaklarının sınırlı olduğu, her tür baskı ve şiddete giderek daha fazla maruz kaldığı toplumumuzda çocuklar maalesef, kadınların üzerinde güç sahibi olduğu yegâne alandır.

Üstelik toksik anne davranışları, anneliğe atfedilen kutsal mertebe nedeniyle kolaylıkla sorgulanamaz ve çocukların yaşadıkları sorunları irdeleme ve çözme hakları ellerinden alınır.

Bu kadınların büyük çoğunluğu da kendileri gibi toksik annelere sahiptir ve bir yerden kırılmazsa, bu zincir sonsuza dek uzanabilir.

Oysa hem bireylerin hem de toplumların iyileşmesi, annelerin ve onların yol açtıkları yıkımın iyileşmesiyle doğrudan ilgilidir.

www.safaknakajima.com

ANA YASTA

Korkma,sönmez,bu şafaklarda,
İstiklal marşı,boşuna mı yazıldı.
Köroğlular,Dadaloğlular,efeler,yörük beyleri,
Özgürlük,ateşlerini yaktılar.
Anadolu'da.
Hürrüyyet,hak hukuk,insan hakları için,
Ekmek ve su gibi hakkımız olduğunu,
Türkülerimizle,şarkılarımızla,şiirlerimizle,
Zevk ve şevkle sundular.
Allah'ın,yarattığı,en kutsalıdır,insan,
Hakkıdır,hakka tapanındır.
Ana yasta,Anayaso,Anayasa.
Ortaçağ,karalığında,
Avrupa'da,insanlar,diri diri yakıldı.
Cadı avında.
Dörtyüz yıl sürdü,bu mücadele.
Laikler kazandı,Din işi ayrı,devler işi ayrı.
Yurdumuzda,yedi düvele karşı.
Düşmanlardan,yurt içinde alçaklardan kurtuldu.
Ama içeride,fukaralık,zavallılık,cehalet,
Yenmemiz gerekirdi.
Yeğit insanlarla,devrimlerle.
Hıdırellezde,sin sin ateşleri üzerinde,
Atladık.
Dörtyüz sene ileri atlamışız.
Akıl,ilim,bilim,sayesinde.
Uyandık,farkında olduk,seneler sonra.
Boşuna mı,bu kadar emek,hizmet,zaman.
Tekrar,orta çağ karanlığına,götürmeye çalışıyorlar.
Ana yasta,Anayaso,Anayasa.
Cemal Borandağ 17 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul.

CEMAL'LE CEM OLMANIN KADİM TARİHİ

'' Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kâğıt ikiyüzlü, şimdi kalkıp arzuhalimizi yazmaya kimi mahrem kılsak...''
Yunus Emre
Cemal Süreya şiirimizi her zaman yeniden dölleyen özel bir şiir dilidir. Benim için her haliyle özel ve büyük bir şairdir. Her şeyi bir dize gibi anlatması ve dostlarıyla paylaşması Platon’a duyduğum o platonik aşktan da öte aşkın bir şeydir. Şiirin mucizesidir. “Hayat kısa, kuşlar uçuyor...”
Hüzün yüzlü bir evdir o! Utangaç, mesafeli ama kanatları olan bir Yusuf, bir Pegasus, şakrak bir simyacı, bilince ne kadar çok yüz veriyorsa, sezgiye de “sıcak nal” izi bırakan bir küheylandır da. Zihnini bypas eden bir derviştir, Macar yüzlü, muhacir yüzlü, aslında her şiiri felsefeyi de kuşatır, üretmenin ve yaratmanın yan sokağında yaşamıştır, entelektüel kuşatılmanın örselenmiş ve yaralı halinden taburcu olmak istemeyen bir tavrı da vardır. Hâl elbisesini üzerinden çıkarmayan bir dil ustasıdır. “ Bir gün Dostoyevski okudum, o gün bu gündür huzurum yok! “
Hilmi Yavuz boşuna söylememiştir onun için: “Bir oksijen gibi Türk Şiirinin imdadına yetişir.” Cemal Süreya için bence en güzel yazılan yazılardan birisini de bana göre Yusuf Alper yazmıştır. Fakat “kör olma” imgesini ne yazık ki hiçbir şair daha anlayamamıştır. Amerika’da yaşayan bir şair kardeşimden başka! Çünkü Cemal Süreya kendi şiirini açıklamayı, anlatmayı sevmez, retorik olandan pek hoşlanmazdı. Büyülüdür şiirleri, kalbinizin ritmini alabora eder. Cennetin ta kalbine Nietzsche ile Marilyn Monroe’yi yapıştıran kaç şair tanıdınız acaba? “Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gölgesine sarılıyorum…” Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…”
Hakikatli olanı imge yoluyla dillendirmek isteyen bu dil okyanusu şairim Cemal Süreya bütün genç şairlerin ve dünya şiirinin antenini hep açık tutan, şiirin gurbetiyle beslenen, hiç ölmeyecek bir papirüs sıcaklığıdır, şiirlerinin dünyayı dolaşması ve sabrını bir yetenek tadıyla demletmesi ve damıtması da bundandır. Cenneti ve ışığı bol olsun, Talat Sait Halman’ı da anmadan geçemem. Cemal Süreya; benim için eski yunan tarihindeki Orfeus’tur! Kendine, hayata, dünyaya, çağına alabildiğine sürgün olmuş başka bir şair daha görülmemiştir. Sevgiye, aşka, umuda susamışlığını ve dünya tarihini kim bu kadar incir balı Türkçeyle anlatabilmiştir? Ne yazmışsa satır aralarına dikkat edin, söylenmeyeni esas orada söylemiştir çünkü! “Onlar İçin Minibüs Şarkıları“ adlı şiiri yarı aydınlara da bir tokat niteliği taşımadığını kim söyleyebilir?
Dünyanın bütün baharatları birleşiniz, dünyanın en lezzetli şiirini yazacağız diyesim geldi bir an! Allah aşkına söyler misiniz “Kısa Türkiye Tarihini” hangi şair böylesine kısa dizelerle, tazecik ve müstesna söyleyebilir: “ Şelaleye düşmüştür zeytinin dalı; / Celaliyim / Celalisin / Celali…”
Boşuna sevmemiştir Vecihi Timuroğlu’nu, onu da nasıl sevgiyle anmadan geçerim. Dostu olduğu için, ne güzel anlatır Cemal Süreya’yı. Eski Yunan ve Kenan diyarlarına kadar gitsek, Hermes’le buluşsak, şiirin o büyük gücüne sadece boynumuzu bir serçe gibi uzatabiliriz. Bilecik gökleri yıldızlarla dolu gözümün önüne aksın ki, benim de en sevdiğim meyvenin adı ‘elma’dır. Ve belki de imgenin o özel tarihini kendisiyle başlatır. Duyusal, sezgisel olanı aklın süzgecinden geçirmeyi iyi bilir. “ Ben hep anne şefkati aradım kimi zaman ağaçlara anne yerine sarılacağım tutar… “
Cemal Süreya gerçeği bozar. Gerçekliğe gülümser. O’nun derdi düş dumanları çıkartmak, hayal rüzgârlarıyla konuşmaktır. Cemal Süreya yaşasaydı zeytin ağaçlarının önünde yatar, ‘beni de öldürün ve garip kuşlar sokağında bir mezarım olsun’ diyebilirdi.
Dünya kültürünün kalbine kadar uzanan bir okuma, öğrenme meraklısı, şiiri kendi hayatından daha fazla sevmiş, benimsemiş başka bir adam tanımadım Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü ve Tanpınar’dan başka. Anadolu kültürünü ve oradaki insanlığı ve kardeşliği kaç şair anlamış ve anlatmıştır Allah aşkına?
Ve Cemal Süreya için en güzel şiiri Orhan Alkaya, Haydar Ergülen, Sunay Akın ve elbette en şahanesini Ülkü Tamer yazmıştır. Bu iyice biline!
Sevdiği biricik kadın, eşi Zühal Tekkanat’tır. Oğlu Memo’nun annesine duyduğu o derin aşk ve şükran duygusunun izlerini kimi şiirlerinde ve Zühal Tekkanat’a yazdığı mektuplarda görebilmeniz mümkündür. Ne zaman “ Sevda Sözleri” ne şöyle dönüp bir baksam canım Hegel’in şiir tarifine ve anlayışına uygun bir akrabalık hissederim hep.
Nefis bir tarih bilinci başka hangi şairde vardır?
Ceyhun Atuf Kansu’nun şu güzelim sözüne şapka çıkartırım ben: “Cemal Süreya ve Yunus Emre ne güzel yağıyorlar Türkçeye…”
Cemal Süreya “17 dergi batırdım” dese de, Zühal Tekkanat’ın kurucusu olduğu “Üvercinka” dergisinin asla batmayacağına inanıyorum. Bu dergi elbette kimilerinin kıskançlığına batacaktır.
İnsanın giderek çürümeye başladığı, ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluk’ arasında gidip geldiğimiz bu acımasız çağda Cemal Süreya şiirleri bizlere en büyük ikramdır. Kıymetini bilene ne güzel bir emanettir. "Sevişmek yeniden yürürlüğe giriyor tüm kıtalarda / Afrika dâhil.”
Keşke Latince bilseydim, İbranice anlasaydım, keşke Kürtçe okuyup, İngilizce düşünüp, İtalyanca konuşup, Almanca küfredip, Fransızca sevişip, sonra evime gidip, bütün dillerde ve dinlerde bir güzel ağlasaydım diyecektim ki hemen vazgeçtim. Ben ne zaman Cemal Süreya şiirleri okusam bu duyguları yaşıyorum zaten! “Simgelerin, herkesin olduğu an / Ay fena oynar yerinden. “
Şiirin ve edebiyatın kendi ıssızlığında biraz da kalbimle yaşamak istiyorum. Çiçekte gülümsemek, meyvede ve gönüllerde hakikatli olanın lezzeti olarak kalmak isterim. Vasatlık, ahmaklık ve aymazlık tavan yapmış durumda. Şu "entelektüel soytarılıktan" da fena halde sıkıldım. Acımasız katiller çağında yaşamaktan bıktım! Avam olandan midem bulanıyor. Bana benim kanatlarım ve Cemal Süreya’nın o güzelim şiirleri yetiyor. Cemal ağabey, senin hakkında ne yazsam doyamıyorum. “Sosyalizm dünyada kendini tazelerken biz de kendimizi sosyalizmle tazeleyelim!“
Gülümsemesi fazla sahici olan bir derviş hırkasıdır Cemal Süreya! O, hırkası da Zühal abladan son kutsal emanettir bana! Ben öldüğümde oğlum saklasın. Benim oğlumun adı Ali. O şiirleri deruni okur ve kıymetli şairim Eray Canberk’e söylediği gibidir kendisi de: “Sevgili Eray / Çevirir sessizliği / Deniz Lokantası’nda / İnsancaya…” Sait Maden’i de elbette anacağım ve onun üzerine yazı yazmak boynumun kılcal damarı olsun. Eray Canberk bir tanedir hayatımda. Onun kadar düzgün bir şair, efendi bir ceket görmedim. “Üvercinka” o kadar çok doludizgin yaşayacaktır ki, “ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürmeyecektir. “Hohlasan gök buğulanacak" diyorsun ya; ‘mavi abim’, biliyor musun? Benim içim dışım papatya bahçesi, bir gelincik çiçeği incinmesi. Benden başka kimseye kötülük gelmez. Gelmesin! Eğin başınızı kendime ayırdığım mermi kimseye değmesin desem ne yazar?
“Sevda Sözleri” ismini kim koydu? “Art çocuk, Muhyiddin Çelebi / Molla Fenari’nin kısık fitili; / Okuduğu her beyitten sonra / Gülsuyuyla yıkardı ağzını…”
Vasatlığın diline düşmektense, başka derinliklerin yalnızlığı cennet gibi geliyor bana. Kuytuda kalmanın estetiğine, esenliğine ve erdemine sığınıyorum. Hem zaten kalbimden başka seslendiğim, sesleneceğim kimsem de kalmadı. Şairlik etmenin ve gevezeliğin gereği yok. Hem tadım tuzum da yok. Bana artık uzun uzun susmalar gerekiyor. Ne demişti canım ustam, ağabeyim, arkadaşım Cemal Süreya:
“Bir bardak su içsem / Yaralarımdan dökülür…”
Engin Turgut

60 Yaşın Üzerindekilere Nasihatler...

Yaşınız kaç olursa olsun sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim

Yaşam boyu tasarruf ettiğiniz parayı kullanma zamanıdır. Bunları, onu biriktirmek için bulunduğunuz özverileri bilmeyenlere bırakmayınız. Size üzüntü verecek yatırımlar için kullanma zamanı değildir, sizin için huzur ve sükunet dönemi başlamıştır artık.

Çocuklarının ve torunlarının, parasal problemleri ile uğraşmaktan vazgeç; senin için harcadıkları paralar için suçlu hissetme kendini. Eğitim dahil, onlar için en iyisini yapmaya çalıştın daima. Şimdi sorumluluk onlarındır.

Biraz bencillik yap, ama tefeci olma. Gezintiye çık ve başkalarının hoşuna gidecek şeylerin peşinden koşmaktan vazgeç.

Sağlıklı, büyük fiziki hareketler gerektirmeyen bir yaşamın olsun. Ölçülü bir şekilde jimnastik yap ve iyi beslen.

En iyisini ve en zarifini al. Bu dönemde, ana gaye, paranın sizin tarafınızdan, zevkinize ve arzularınıza göre harcanmasıdır. Unutma ki, ölümden sonra para, sadece kin ve nefrete yol açar.

Küçük şeyler için kendini üzme, hatırlamak isteyeceğin güzel anlar gibi unutulması gereken kötü anlarında olur

Yaşa bağımlı kalma, sevgini hep canlı tut.

Kendine iyi bak, temizliğine dikkat et. Görünüşün Görkemli olsun: sık sık kuaföre git, tırnakların bakımlı olsun, cildiyeciye, diş hekimine git, düzenli bir şekilde parfüm ve krem kullan. Artık genç ve yakışıklı olmasan bile, en azından bakımlı olursun.

Modern olmak önemli değil, iyi bir klasik olmaya çalış. Saçlarını boyatarak ve şatafatlı giyinerek gülünç olma.

Gün, bu gündür. Kitapları ve gazeteleri oku, radyo dinle, TV de ki güzel programları seyret, internete gir, mailler gönder ve al, sosyal ağlara katıl, dostlarına telefon et.

Gençlerin düşüncelerine saygılı ol, onlar senin bildiklerine bilmeselerde, yaşadıklarını yaşamasalarda, senin yaşına geldiklerinde muhtemelen senin konumunda olacaklardır, kendi düşüncelerini de söyle onlara, dinlemesini bilen yararlanır, yanılmış olsalar bile, onlarla tartışma.

Sadece anılarınla yaşama, “bizim zamanımızda” deyimini çok sık kullanma, senin zamanın da bu gündür. Kıymetini bil...

Çocukların ve torunlarınla birlikte yaşamaktan kaçın, sadece onları görmeye git veya davet edildiğinde onlarla beraber ol.

Gerektiğinde bir yardımcı kadın bulundur evinde. Gündelik Yaşamını mümkün olduğunca ve imkanların nisbetinde kolaylaştır.

Seyahat etmek, yürümek, resim yapmak, dostlarınla oyun oynamak veya bir şeylerin koleksiyonunu yapmak gibi hoşuna giden bir“hobin” mutlaka olsun, olanakların dahilinde ki şeyleri yap.

Yeni veya faydalı bir şey öğrenmeye gayret et ve zoruna gitse bile ileri teknolojinin gerisinde kalmamaya çalış.

Sosyal ve kültürel etkinliklere katıl. Müzeleri gez, sinemaya git... Önemli olan, biraz evden uzaklaşmaktır. Eğer arzu ettiğin bir yere davet edilmezsen, sakın gücenme, Unutma ki, gençliğinde, sende birilerini hayal kırıklığına uğratmış olabilirsin, anne ve babanı fazlaca davet etmemiş olabilirsin.

Az konuş, çok dinle, yaşamın ve geçmişin, sadece seni ilgilendirir. Bir şey ile ilgili fikrini soran olursa, kısa konuş ve sadece, iyi ve hoşa giden şeylerden bahsetmeye çalış. Yavaş bir tonla ve kısa konuş, eleştirme. Herşey gelip geçicidir, olduğu gibi kabul et. Bir dönemin doğruları bazen başka bir dönemin yanlışları olarak kabul edilebilir.

Acılar ve üzüntülerle hep karşılaşılır, onlarla ilgili problemleri fazlaca dile getirme. Azaltmaya gayret et. Sonuçta, sadece sizi etkilerler bu yaşta sorunlarınız sadece sizin ve doktorunuzun problemleridir.

Her fırsatta gül, yaşadığın ve sağlıklı olduğun için mutlu ol,unutma sen şanslısın, hayatının geleceğinin belirsiz olması gibi, ölümünde başka bir meçhul evre olacaktır.

Eğer biri size, artık hiçbir işe yaramıyorsunuz derse, duymamazlıktan gel ve bunu dert etme. Sende kendi dünyanda sana göre önemli bir şeyler yapmışındır. Mühim olan bunu senin hissetmendir.

Unutma hayat hikayen iyi veya kötü olsun, bir daha tekrar etmeyecektir.

16 Ocak 2017 Pazartesi

NEHİR

Dünya,kuruldu kurulalı,ben varım.
Kavlu Beladan beri.
Hiç bir şey,yoktan var,olmaz.
Hiç bir şey,vardan yok olmaz.
Ama,uzayda zerrecik,nehirde damla,çiçekte polendim.
Nehir gibidir ömrümüz.Doğar,beslenir akar.
Zamanla değeri anlaşılır.

Nasıl ki dağın eteğinde,
Eriyen karların çağlamasın da,
Çoğalıyorsa,
İnsanda,bir annenin rahminde,
Dünyaya gelir.

Nehir,nasıl doğduğu yerden,
Denize kavuşuncaya kadar,
Ne çok dağ,taş,ova yara yara,
Dolaşır turlar,gibi.
İnsan ömrü de öyle değil mi?
Sızılar içinde,mücadelede,emekte,hoşta,
İyi günde,kötü günde çırpınır duru.
Sevdalanır,aşık olur,evlenir,çoluk çocuğa karışır.
İnsanın yaradılışı,
Nehir söyleyişi gibi...

Cemal Borandağ 12 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul

VERTİGO

Boğuluyorum,boğuluyorum,boğuluyorum
Dönüyor da başım dönüyor.
Stresten,midem bulanıyor,tansiyonum fırlıyor,kalbim sıkıştı.
Derdim çok.
Çözemediğim sorunlar.
Maddi ve manevi durumlar.
Borsa,altın,döviz,faiz,borçlar.
Kaldıramıyorum.
Bu kadar yükü,ağırlıkları...
Vertigo oldum.
Dengemi bulamıyorum.
Romantik duygularımı kaybettim.
Melankoli,aşk acısı,geçimsizlikler.
Ağır yüklenmiş,
Havalı kamyon gibiyim.
Yürüdükçe,
Her an devrilecek,yıkılacak,sallanacak gibi.
Atalım havalı yüklerimizi,dertlerimizi,sorunlarımızı.
Yaşayamayız sonra.
Bu kadar dert kervanına,
Ne kalp dayanır,ne akıl,ne vücut.
Siyasi,sosyal,ekonomik,kültürel tansiyon yükseldi.
Toplumca ayrıştırıldık,bölündük,parçalandık.
Vertigo toplum olduk.
Vertigo.
Cumhuriyet,demokrasi,özgürlük,laiklik yürüyüşleri,
Devam ediyor.
Kervan yolda,gide gide düzelir.
Değerlere sahip çıkmazsak,
Bu gidişle zor düzelir zor

Cemal Borandağ 09 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul

*Vertigo,Veterinerlikte geçen bir tabir.Atların beyin zarlarının,yırtılması ile atın dengesini kaybetmesi demektir.
İnsanlarda belirli bir yaştan sonra,ani hareketlerden sakınmalı.Gece tuvalete çıkarken,yatakta iki,üç dakika dinlendikten sonra hareket etmeli.Sevgi ve saygılarımla

KAR YAĞIYOR KAR

Kar yağıyor,kar.
Romantizimin,
Aşkın,sevginin,
Türkülerin,şarkıların,şiirlerin üstüne.

Kar yağıyor,kar.
Bolluğun,bereketin,zenginliğin üstüne.
Yağdır Allahım yağdır.

Kar yağyor,kar.
Damların,köylerin,şehirlerin,
Akarsuların,göllerin,dağların üstüne.

Kar yağyor,kar.
Sisin,pusun,hava kirliliğin,
Mikroptan arınmaya,temizlenmeye,korunmaya.
Ne güzel olur,ocak başı sohpetleri,darbımeseller,öyküler,masallar.
Kızgın sobanın üstündeki,kestane,kebablar.

Kar yağıyor,kar.
Fakirin,
Yolların,ağaçların üstüne.
Don var,don.

Kar yağıyor,kar.
Kötülüklerin,zorbalıkların,belaların üstüne.
Ört Allahım ört.
Yolları kapansın,
Fırsatları olmasın.

Kar yağıyor ,kar.
Neşenin,mutluluğun,umudun,
Sevginin üstüne.

Kar yağyıyor,kar.
Kar gönder,karı gönder.
Kardan adamın üstüne.
Seviş Kardan-Adam seviş.

Cemal Borandağ 07 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul.

9 Ocak 2017 Pazartesi

VANTRALOG

Karından konuşan,
Vantralog olduk.
Görüyoruz,görmemezliğe,
Duyuyoruz,duymamazlığa,
Biliyoruz,bilmemezliğe.
Konuşamıyoruz,lal olduk.
Sevgi,saygı,merhamet,ahlak,adalet yaşıyor mu?
Yüce duygular.
Suskun,bir toplum.
Söylesek ya;fikrimizi,düşüncemizi,duygularımızı.
Korkuyoruz.
Şişecek bir gün,karnımız,midemiz,barsaklarımız.
Dinamit gibi,patlayacak kalbimiz.
En sonunda kararımı verdim.
Konuşacağım,konuşacağım,konuşacağım.

Cemal Borandağ 05 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul

Annelerde Aşık Olabilir

Seneler oldu.
Babam trafik kazasında,
Hakka yürüyeli.
Bir gün kardeşim,
Anne,canın koca istiyor mu?
Dedi.
Şaşırıp kalmıştım.
Meğer,adetmiş,
Müslümanlıkta.
Her cuma akşamı,
Kocası olmayan kadınlara,
Sormak!
Aman oğul,
Yıllar oldu,baban,
Hakka,yürüyeli.
Ama bir taraftan da kıs kıs gülüyordu.
İster gibiydi.
Farketmedim,değil!
Annelerde Aşık Olabilir.!

Cemal Borandağ 04 Ocak 2017 Tuzla-İstanbul.
(Kocası,çığ altında kalan,Senem Bacının bakışları,daha gözümün önünde.Çaresizlik,biçarelik,ne kötü)

Kıskandım Babamı

Babanız yine aşık oldu dedi,
Annem.
Babam evde çıkarken,
Taktı peşine.
Küçük casus.
Ne anlarım,aşktan,maşktan.
Elime bir avuç şeker verdiler,
Gönderdiler.
Çoğunu,babam yemişti.
Kıskandım Babamı.

Cemal Borandağ.03 Ocak 2017.Tuzla-İstanbul

Bir şarkın olsun.

Bir şarkın olsun. Senin olsun. Hayatına her giren insana “bu benim şarkım bak” diye dinlet. Bir gün o kişinin hayatından çıktığında bir radyoda denk gelirse, seni hatırlasın.

Tek bir parfümün olsun. Özdeşleşmek iyidir. Dünya bu illa ki bir tek sen kullanmayacaksın. Öyle bir sana ait olsun ki, bir yabancıda bile duysa “acaba burda mi” diye kokuyu duyanın gözü seni arasın.

Bir tane en yakın arkadaşın olsun. Sadece kötü günde değil, iyi günde de aradığın ilk kişi olsun. Birlikte düşün, birlikte kalkın. Birbirinizi toparlayın. Yaralarınızı sarın. Herkes gittiğinde “şanssızlığınıza” biraz gülün, biraz ağlayın.

Bir tane çok büyük aşkın olsun. Rakıya bahane olsun. Bir dönem çok sevmiş ol, bi dönem nefret etmiş. Her şey küllendikten sonra tebessümle hatırla. Biraz da bi yanin acıyarak. “O olsaydı nasıl olurdu acaba hayatım?” diye sorgulayarak. Artık bir şey hissetmesen de “başına bir şey gelse yine de ilk ben koşarım” diyecek kadar. Unutma, masallar mutlu sonla, efsaneler kavuşamamakla biter.

Bir evlat edin. Bir kedi olur, bir köpek de. Ama olsun. Kapılarını aç. Senden olmayan ama senin ilgine bakımına muhtaç bir kalbin atışlarını ellerinde hisset. Bir canlının hayatını değiştirmek acayip bir şey. Birinin kahramanı olmak istersen bundan büyük fırsat olamaz. Sevmek çok güzel. Hele bir de her koşulda sevilmek.

Bol bol kitap oku biri seni derinden etkileyene kadar oku. Onu bulduğunda kimseyle paylaşma. O hikaye senin. Beğenmediğin sayfayı yırt sevdiğin yerleri yıldızlarla donat. Başucunda dursun. Belki bir gün biri gizlice o sayfaları keşfeder. Seni daha iyi tanıma imkanı olur.

Salaş bir restaurant edin. Patronundan garsonuna kadar tanı. Kafan mı bozuk, mekan dolu mu, sana yer açacakları kadar müdavimi ol. Bir masan olsun hep oturduğun. Bir başına gitsen bile başına bir şey gelmeyeceğini bil. Bir gün belki kapanır ya da yıkılır. Ama sen önünden her geçtiğinde “burda eskiden hep bi yerim vardı” dersin.

Bir hobin olsun. Kaçmak için. Hiçbir şey düşünmediğin. Dünyadan uzaklaşabildiğin. Onunla övün. En iyi yaptığın şey olsun. Insanlar şaşırsın. Senin icin çocuk oyuncağı olsun.

Bir şey iste. İmkansız olsun. Peşinden koş. Yorul. Defalarca vazgeç. Defalarca dene. Susmanın çaresizliğini de yaşa bağırmanın da. Uykuların kaçsın. Düşündükçe saç diplerin bile uyuşsun. Her ne ise bu istediğin, aşk da olur iş de. Bağrına taş bas gerekirse. Yeter ki gece yatağına yattığında “ben elimden geleni yaptım” de. Bazen kazanamamış olsan da, yapabileceklerinin ya da bir şeyi delice istemenin limitini görmek de zaferdir.

Vakit ayırdığın bir ailen olsun. Yarın kaybettiğinde keşke daha çok zaman ayırsaydım demeyeceğin. Pişmanlık kötüdür. Bir daha geri getirmeye gücünün yetmedikleri içinse, iskence. Kıymetini bil. Yarin ne olacağı belli degil. Kalp krizi dediğin bir kaç saniye. Kalp kırma.

Sınırların olsun aşılamayacak. Duvarların olsun yıkılamayacak. Herkes bilsin. Ona göre davransın.

Bir alanın olsun metre karesi dert değil. Kapısını kapattığında gercek sen olabildiğin. Dört duvardan birininin dibine çöküp ağlayabildiğin. Güçsüzlüğünü yaşayabildiğin. Sonra daha güçlü kalkabildiğin. Kaldığın yerden devam edebildiğin. İnsan en Çok kendini özlüyor çünkü.

Bir sevdiğin olsun tabi. Belki hayallerindeki gibi olmaz koşullar ama bir şeyleri birlikte var etmenin tadı bi başka. Para amaç değil araç olsun mutluluğuna. Olmadığı zaman da elindekini cömertçe paylaşabil. En çok onla gül. Saatlerce muhabbet edebil. Birbirinize ulaşamadığınızda, “başka biriyle mi acaba” diye değil “başına bir şey mi geldi” diye endişelen. İlişkini başkalarıyla kıyaslama. Biri sevdiğini çok söyler, biri daha çok gösterir. Sen de biri eksikse bu seni daha az seviyor demek değildir.Telefon karıştırmakla ömür geçmez. Bir insan bir şey yapmak isterse yapar. Kalbin temizse, sen araştırmadan da karşına çıkar korkma. Sonuna kadar güven. Bir gün kırılırsa kalp yenisini inşa eder.

VE

Kalbini temiz tut. Çevreni de. Unutma yaptığın her iyilik bir gün sana geri döner.

Aysel git başımdan

Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...

Attila İlhan

TAM GIRGIR

- Adem!
+ Evet Tanrım?
- sana bir eş yaratayım mı?
+ valla süper olur..
- tamam, önce şu kaburga kemiğini çıkaralım.
+ ne kaburgası? ne alakası var şimdi?
- e senin kaburga kemiğinden yaratacağım kadını...
+ niye ya? topraktan yaratsana onu da. daha bir sürü toprak var buralarda..
- olmaz.
+ niye?
- kendini tekrar ediyor dedirtmem. sen uzan şimdi, anestezist melekler seni uyutacak.
+ başımıza iş aldık valla ya...
- adem, uyan hadi.
+ neredeyim ben? ne oldu ?
- cennettesin. sana kadın yarattım. adı da havva. bak o ağacın altında oturuyor. nasıl güzel olmuş mu ?
+ sen yaratırsın da güzel olmaz mı hiç.. çok güzel, sağolasın.
- teşekkür ederim. şimdi, adem, bak, buralar hep cennet, istediğiniz gibi yiyin için. ama şu ağaçtan meyve yemeyin, o yasak.
+ peki ne işi var ki yasak ağacın cennette?
- ben koydum.
+ niye?
- heyecan katsın diye. her şey çok sıkıcı olmaya başladı buralarda..
+ allah allah? bari bi tel örgüyle falan çevirseydin etrafını, madem yasak. neyse... peki şuradaki kim?
- o mu? şeytan o ya.
+ e onun ne işi var peki cennette?
- seni kandırıp benim yolumdan çevirebileceğini söyledi. ben de dedim ki kanmaz adem, sağlam çocuktur o dedim. giriyon mu lan iddiaya dedi. ben de giriyorum dedim.
+ e niye girdin ki iddiaya? boş verseydin. kim o ya. ciddiye almasaydın..
- ya melekler filan da vardı şimdi, ben de öyle olunca hayır diyemedim. bak, dikkat et, sen ve havvayii kandırmaya çalışacak. eğer şeytana uyarsanız sizi şuradaki gezegene yollarım. orada soyunuzu devam ettirirsiniz. oradaki yaşamınız süresinde senin torunların arasından bana itaat etmeyenleri de cehenneme atarım, sonsuza kadar yakarım. ona göre.
+ niye yakıyorsun ki? zaten şeytanı sen sardın başımıza?
- zebanileri yaratmış bulundum bi kere. boş boş duruyor adamlar. canları sıkılmasın, yaksınlar işte, oyalanırlar.
+ tamam, napalım... peki başka insanları ne zaman yaratacaksın?
- benden bu kadar. şimdi siz havva ile birlikte olup çoğalacaksınız.
+ iyi de, çocuklarımız kiminle çoğalacak?
- birbirleriyle.
+ nasıl yani? kardeşler, birbirleriyle mi?
- evet.
+ iyi de, yaratıver birkaç çift insan daha da enseste gerek kalmasın. topraktan yaratmak istemiyorsan onları da havvanın kaburga kemiğinden yarat, ne biliyim.
- olmaz.
+ vallahi, hikmetinden sual olunmaz ama, biraz saçma geliyor bana bütün bunlar. cennette yasak ağaç, şeytan, ensest... yani, neden böyle?
- şüphesiz ki ben senin bilmediklerinden haberdarım.
+ ha, tamam o zaman...
- hadi koçum beline kuvvet, ben kaçtım, birkaç bin yıl sonra bi kitabım çıkacak, onu yazmam lazım.
+ daha vaktin varmış.
- senin için birkaç bin yıl, benim katımda birkaç gün oluyor. kitaplarımda hep yazacağım bunları. hadi, kendine iyi bak. şeytana da dikkat et, çok kötüdür, hayal edemeyeceğin kadar kötüdür. yani ben yarattım, oradan biliyorum.
+ tamam Tanrım, dikkat ederim. hadi güle güle.
(Alıntıdır)

Almanya’nın Mülhaym şehrinde

19.yüzyılda Almanya’nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar, her sene nehrin Almanların kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî.
Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp imdat istemekte bulurlar.
Mektupta söyle denmektedir:
“Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet’in de halifesisiniz.

Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın.”

Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah, asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabi bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:

“Fransızlar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir.”

Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar.

Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetiyle nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:

“Osmanlılardan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir.”

Bu olay, Mülhaymlilerin gönüllerinde taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym’a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar. Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar.

Toplantıya gideceğim

Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

– Üstü kalsın kardeşim” dedim.

Döndü bana doğru:

– Vaktin var mı ağabey ?” dedi.

– Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)

Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.

– Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”

– “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”

– Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”

Döndü bana, attı kolunu arkaya:

– “Vaktin var mı ağabey?”

– “Var.”

– Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:

– “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”

“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”

“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.

– “Ne anlatırdı baban ?”

– “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”


” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

– Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”

– “Ne bıraktı?”

– “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…

“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”

“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”

“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki:

– “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”

“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”

Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:

– “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”

– Nedir bomban ?”

– Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.

Evladınıza ne araba bırakırsınız,ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

Yolsun, adım adımsın

Yolsun, adım adımsın,
Kolumsun, kanadımsın.
Özdeşleşen adımsın,
Bil ki ağız tadımsın.

Bir sevgiye kul musun,
Söyle İstanbul musun?

Aşkla yuğrulmuş harcın,
Yolusun, hangi burcun?
Vurdun kalbime perçin,
Konuş yavru güvercin!

Gizemli eylül müsün,
Söyle İstanbul musun?

Ne söylesem sana az,
Düşlerim tekmil beyaz.
Ellerim dolu niyaz,
Gözlerin ilkbahar yaz.

Işıkta pul pul musun,
Söyle İstanbul musun?

Hoşgörüyle çoğalan,
Bir düş bu, değil yalan.
Sevgi edilmez talan,
Nedim devrinden kalan.

Lâle misin, gül müsün,
Söyle İstanbul musun?

Boğazdan Emirgân'a,
Dolan ıtırsın, cana.
Aşkı duy kana kana,
Arzuhalim var sana!

Gönül zarf, sen pul musun,
Söyle İstanbul musun?

Açmış kaysı dalısın,
Bir sevda masalısın.
Has bahçenin balısın,
Aşkım sen olmalısın.

Bir gönülce yol musun,
Söyle İstanbul musun?

Sevdiğim, yoğum, varım,
Sensiz her şeyim yarım
Sensin yazım baharım
Biricik tatlı yarîm.

Sevgiden yoksul musun
Söyle İstanbul musun?

Feyzi Halıcı

46 Aynen Maraş

Herkes gider,Mersine,
Ben giderim,tersine.
O zaman anladım,
Bende bir tuhaflık olduğunu.

Doğru akım,elektrik üretmez,
Alternatif akım,elektrik üretir.
Gel-git akıllıyım.
Bende o zaman anladım,
Bende bir tuhaflık olduğunu.

Gerçek bilgelik,deliliktir.
Akıl fazla mı geliyor ne?
İnce bir zar var arada.
Delilikle,akıllılık arasında.
Kendimi bilge sandım.
Delilik,öfke,şiddet benim işim.
Serde deli-kanlılık var.
Delilik sınırlarımı zorladım.
Yeniliklere,yaratıcı bakmaya,
Deli kuvvetime,deli gönlüme,deli düşünceme,
Güvendim.
Deliliğimle öğünürüm.
Şimdi anladım,
Bende bir tuhaflık olduğunu.
Çünkü ben,
TCK nın 46 ncı maddesine göre,deliyim.
46 Aynen Maraşım.

Cemal Borandağ 30 Aralık 2016 Tuzla-İstanbul