27 Ekim 2017 Cuma

ANNEN SENİ SÜTTEN KESMEDİ Mİ?

Zeliha kocası Eren’i çok seviyordu. Çocukluk aşkıydı. Zeliha doğduğu zaman Eren’in eşi dünyaya geldi demişler, beşik kertmesi yapmışlardı şakacıktan da olsa. Zaman geçtikçe söylentilerle ikisinin arasındaki aşk büyümüş, şaka gerçek olmuş evlenmişlerdi. Ailesi neşeli bir aileydi. Hep onların hikayesini anlatıp gülüşülerdi. Espriler türetir, birbirlerine latifeler yaparlardı. Gel gör ki Zeliha ile Eren bu neşeli ailenin içinde içleri kan ağlıyordu. Uzun süre evli olmalarına rağmen bir evlat sahibi olamamışlardı. Ne kadar doktor varsa gitmişler dertlerine bir çare bulamamışlardı. Çiftlik eviydi oturdukları yer. Bol meyve ağaçları çamlar ekili alanlar tavuklar büyük ve küçük baş hayvanlar atlar eşekler bolluk ve bereket içinde yaşamları vardı. Zeliha bütün bu bolluğun içerisinde boynu bükük bir çareydi. Hayallere dalardı. Çiftlikte büyüttükleri çocukların sesini konuşmalarını duyardı adeta. Gözleri yüreği özlem içindeydi. Doğum yapan kadınlara ve hatta hayvanlara özenirdi. Evlat özlemi ile tutuşur da tutuşurdu. Kocası; - Zeliha doktorlara gittik. Ne sende ne de bende sorun yok. Allah ne zaman çocuk verirse o zaman olur. Doğumu kısmeti eceli ancak Allah bilir der, eşini teselli ederdi. Koyu inançlı bir toplum olmanın anlayışı bir başka oluyor. Ne yapabilirlerdi ki Allah’a sığınmaktan başka. Konu komşu kendi aralarında konuşuyorlardı. Kadınlar Zeliha içinde; - Aslan gibi kocası var bir evlat veremedi derlerdi. Zaman zaman da,mahalle kahvesinde de erkekler Eren içinde; - Benim öyle güzel karın olacak üstünden inmem vallahi. Değil bir çocuk dokuz çocuk doğurturum diyerek aralarında alay ederlerdi. Eren bunları duyuyordu. İçinden; - Canım olmayınca olmuyor. Sanki biz doktorculuk oynamıyoruz. Evvel Allah kitabını da okuduk. Yüz bir pozisyonu da denedik. Haydar Dümen sağ olsun. Bütün kitaplarını ezberledim yahu. Olmuyor da olmuyor. Yüz ikinci pozisyon varsa onu da deneyeyim söyleyin. Belki o pozisyonda olur deli olacağım. Zeliha çok genç Eren olgun bir erkek. Zaman zaman birde arkadaşları bir de bu yüzden de alay ederlerdi. Baba kız gibi duruyorsunuz derlerdi. Tanımayanlar ise nasıl evlendiniz diye sorarlardı. O da işi şakaya vurup; - Vallahi anası sütten kesti bana verdi derdi. Onlar da; - Sen babayiğit bir adama benziyorsun. Çapkınsın da. Yoksa Trakya’da sana sandık kapamamı yaptılar diye tiye alırlardı. Her şey neyse de şakalar espriler iyi de evlat hasreti sevgisiyle yanıp tutuşuyorlardı. Zeliha ya kayınvalidesi devamlı huzursuzluk veriyordu. Oğluma bir evlat veremedin kısır gelin diyordu. Zeliha kahrından deli divaneye dönmüştü. - Elif ana ermiş kadın. Onun türbesine gidip adak mı adayayım. Ağaca bez takıp dilek mi dileyeyim. Yoksa yakın köylerden birinde Şıh var ona mı gideyim muskamı yazdırayım? Diyerek ağırlar yakar ağlar dururdu. Bir gün yeğeniyle Şıh’a gitmeye karar verdi. Yol epey uzundu. Kan ter içinde Şıh’ın evine vardılar. Şıh uzun boylu heybetli bir adamdı. Sakalları göbeğine kadar uzundu. Kafasında sarıkla elindeki iri tespihi salına salına çekiyordu. İri etli dudakları kıpır kıpır bir açıyor bir yapıştırıyor ,etrafa üfürükler saçarak, dualar okuyordu. Zeliha derdini hoca efendiye anlattı. Hocanın yere bakan gözleri Zeliha ya dikildi. - Benimle baş başa kalacaksın. Göbeğini okuyacağım muska yazacağım dedi. Zeliha ‘n ı n korkudan nutku tutulmuştu. Ölürüm de bu hocayla Şıh la yalnız başıma kalmam. Yeğeninin kolundan çektiği gibi kendini dışarı attı. Yüzü alev topuna dönmüştü. Söylenmeye başladı. - Hocanın nefesi mi kuvvetli yoksa başka yeri mi kuvvetli onu bilmem. Ama çocuğu olmayanların hocaya gidip muska yaptırdığını söyleyenlerin çocuklarının hepsi hık demiş sanki hocanın burnundan düşmüş. Amma da nefesi kuvvetliymiş. Bir insan ancak bu kadar benzer. Alay ediyorlar. Onun neyinin kuvvetli olmadığını bilmeyen mi var? Ama çaresizler ne yapsınlar. Bazılarının karılarını boşatıp benim Allah indin de karım oldu diyormuş. Hocanın kim bilir kaç evliliği var. Müslümanlıkta dört ama hoca dörde dört katlamış vallahi. Yatacağı yeri yok. Söylüyorlardı da inanmıyordum. Ama doğruymuş. Zeliha’nın içi yanıyordu. Yeğenine döndü; - Eren’i çok seviyorum. Allah bizim sevdamıza şahit. Elif anaya gideyim dedi. Adak yapayım. Kurban keseyim. Yol boyunca konuşa konuşa Elif ananın türbesine vardılar. Zeliha iç yangınlarıyla Allah’a dua ediyordu. Yatan eren yüzü üstü hürmetine, Elif ana yüzü üstü hürmetine, bana bir evlat ver diye dua ediyordu. Göz yaşları içinde Allah ile bütünleşmişti. Aradan zaman geçti Allah Zeliha’nın dualarını kabul etmiş gebe kalmıştı. Deliye dönmüşlerdi. Aşermeye başlamıştı. Eren’e kış ortasında gece yarısında karpuz aratmıştı. Günler sanki durmuştu. Eren’in gözlerine uyku girmiyordu. Zeliha naz caz yapıyor gebeliğin keyfini çıkarıyordu. Dokuz ay on gün sonra Allah bir erkek evlat verdi. Adını Uzay koydular. Artık Uzay evin kralı olmuştu. Bir dediği iki olmuyordu. Her şey onun üzerineydi. En güzel giysiler en güzel oyuncaklar alınıyor üzerine titriyorlardı. Onca yıldan sonra olan çocuğa ağırlığınca altın takılmıştı. Çocuk şimdiden zengin olmuştu. Zeliha artık sadece oğluyla ilgileniyordu. Dünya bir yana oğlu bir yana. Ana oğul bütünleşmişlerdi. Neyse beş altı yıl sonra Allah bir kız evlat verdi. Adını Elifnur koydular. Çok mutlu olmuşlardı. Elif anaya Allah’a şükür ediyorlardı. Oğul anaya kız babaya düşkündür mantığıyla dengeye oturmuştu. Çocuklar büyüyorlardı. Elifnur gelişti serpildi isteyenler gelmeye başladı. Almanya’dan Kanada’dan Amerika’dan Türkiye’den nam-ı değer duyan geliyordu. Elifnur ise komşusunun oğlu Galip’i seviyordu. İki genç birbirlerini sevmişlerdi. Galipler biraz fakirlerdi ama Elifnur sevdasını seçti. Evlendiler. İkizleri oldu. Bir oğlan bir kız. Çok mutlu olmuşlardı. Yıllar geçiyordu. Uzayın yakışıklılığı nam salmıştı. İyi yetişmiş okumuş terbiyeli yiğit bir adam olmuştu. Zeliha doğduğu günden beri oğlunun üzerine titriyor onu kimseleri layık görmüyordu. Kendi yaşıtları çoktan evlenmiş çoluk çocuğa karışmışlardı. Eren arada bir laf atsa da Zeliha; - Oğlan benim. Ben ne zaman beğenirsen layık görürsem o zaman evlenir diyordu. Uzay annesine çok düşkündü. Ne derse onu yapıyordu. Adeta emir eri ramazan. Arkadaşları çikolata çocuğu “Annan daha seni sütten kesmedi mi?” diye alay ediyorlardı. Uzay TV ’de bir profesörün konuşmasını duymuştu. Ne zaman delikanlı aşık olur o zaman anne sütünden kesilir. Başka bir ten hayatına girdiği zaman evlenir demişti. Uzay kendi kendine; - Herhalde adım Uzay olduğu için uzay boşluğunda dolaşıyorum. Şimdiye kadar hiç aşık olmadım diyordu. Ondan sonra da aşık olmanın yollarını araştırdı. Ne kadar halk ozanı varsa türkülerini öğrendi. Sazıyla çaldı. Şairlerini şiirlerini ezberledi. İçine yeni bir yaşam sevinci girmişti. Sevip sevilmek istiyordu. Anasına kimseyi beğendirememişti. Bir süre sonra ayrılıyordu. Adı Kazanova’ya çıkmıştı. Yaşı 40’ı geçmiş 50ye varmıştı. Artık kız beğenmekte de zorlanıyordu. Anası çoktan yaşlanmıştı. Babasının bir ayağı çukurdaydı. Eren; - Torun aşkıyla yanıyorum. Bir zamanlar evlat aşkıyla yandım. Anası sütten kesecek oğlum evlenecek. Ölmeden torunu mu kucağıma almayı nasip et Allah’ım diye dua ediyordu. Eren; - Beni devreden yıllar oldu çıkardı Zeliha, diyordu. Oğlan benim dedi,ne diyeyim anasıdır iyi bilir dedim. Dedim de oğlanı kendine köle etti. Oğlan anacı oldu etrafı gözü görmedi. Bir güzel görse sevse ne güzel olurdu. Anası beğenecek oğlu evlenecek. Diyerek sitem ediyordu. Uzay bir gün yolda çocukluk arkadaşı ile karşılaştı. Arkadaşının yanında dünya güzeli bir genç kız vardı. Adam kızı göstererek; - Kızım dedi. Uzayın içi yandı. - Düğün alışverişine geldik. Baba kız geziyoruz dedi. Sen evlendin mi? evlenmedin mi? diye uzaya sordu. Uzay; - Evlenmedim dedi. Adam; - Bende herhalde annen sütten kesmiştir dedim ama daha kesmemiş belli dedi. Sonrada şaka yaptım alınma dedi. Uzay çok sinirlenmişti. Yüzüne yumruğu patlattı. Çok kötü olmuştu. Başladı söylenmeye. - Evlenip mutsuz olacağıma bekar kalıp mutlu olurum dedi. Bu da ekonomik olarak iyi durumda olan toplumların düştüğü durum. Bencil eve egoist oluyorlar. Uzay bir süre sonra hastalandı. Yatağa düştü. Hastanelik oldu. Hasta yatağında derin derin düşünüyordu. Annesi baş ucunda ,yanından hiç ayrılmıyordu. Prof.Dr. tetkiklerini yapmıştı. Ana ve oğluna dönerek; - Sağlıklısın beden sağlığın iyi. Ruh sağlığını da kısa zamanda toparlarsın ama annen seni sütten kessin evlen evlen dedi. Zeliha canı evladına nasıl bir haksızlık yaptığını anladı. Paylaşamadığı evladını azat etmenin zamanı çoktan gelip geçmişti. Ama hiçbir şey için geç değil diyordu. Kaç yıl bekledim dünyaya gelsin diye. Allahtan ümit kesilmez. Yaşlıda olsam diyar diyar gezer, oğluma kız bulur evlendiririm dedi. Oğluna döndü - Seni sütten kestim. Hadi hayırlı olsun dedi. İkisi de gülümsediler. Gözlerinde umut vardı. CEMAL BORANDAĞ 06.03.2014

MODERN KÖLELİK

Asgari Ücret Uygulaması, esasen, sosyalist akımların gelişmesi ile beraber, işçileri patronların sömüründen kurtarmak amacıyla icat edilmiş, belirli bir çalışma saati karşılığında verilmesi zorunlu olan en az ücret miktarını ifade eder...Ancak, asgari ücretle çalışmak zorunda olan işçi kesiminin örgütlü olmaması, patron kesiminin devlet erkini elinde tutanlarla yakın ilişki içinde olması, iş imkanlarının sınırlılığı karşısında nüfusun giderek artması, ekonomik kaynakların halka düzgün dağıtılamaması ve kaynakların farklı yollarla ülke dışına akması gibi sebebler yüzünden, asgari ücret uygulaması, işçilerin ücret seviyesini korumak yerine onu baskı altında tutan bir uygulamaya dönüşür...Böyle bir ortamda, Asgari ücret uygulamasının bir zarureti işaretlediği ülke işçileri, eski zamanların kölelerinden daha özgür değildir... Bildik anlamda özgürlüğün, ekonomik anlamda kendine yeterlilikle alakasını gözönünde tutarsak, işçi zümresinin, asgari ücretle çalışmak zorunda kaldığı işini kaybetmesi halinde, eski işinden daha iyisini bulamayacağından korkması yoluyla, zamanla onurunu da kaybedeceği olaylar silsilesinin başladığını görürüz..Çünkü, alnının teriyle çalıştığı işinden evine, hanesinin ihtiyacını karşılayamayacak kadar az gelirle dönen işçi, zamanla, aile fertleri nazarındaki itibarını kaybedecektir...Ev halkının hayatın zaruretleri anlamındaki, meşruluğu tartışılamayacak ihtiyaç listesini satın alamamaktan doğan ezilmişlik, aileye bakmakla mükellef olan fertte özgüvenin yokolmasına, gurur aşınmasına, prestij kaybına neden olur.Bu halin kesintisiz bir biçimde tekrarlanması durumu, gelir sahibi kişinin, ekonomik ilişki kurduğu taraflara karşı verdiği sözleri yerine getiremediği hallerde, zamanla, utanma duygusuna, ayıplanma korkusuna, itibarının kötüye dönmesi haline karşı bir lakaytlık geliştirmesine dönüşür. Maddi ihtiyaçları toplum ortalamasına yakın bir noktada karşılanamayan aile fertleri, mahrumiyet duygusunun benliklerinde yer etmesi ile, topluma karşı içten gelen bir öfke, ezilenlere-sömürülenlere-mazlumlara karşı bir ''oh olsun''cu yaklaşım geliştirirler.Çünkü felaketlerin umuma yayılması, onlar açısından, sefaleti yaşamak noktasında yalnız olmadıklarını görerek, bu hayata tutunmak için ihtiyaç duydukları sebebleri çoğaltır...Esasen, dinlere eleştirel bakımdan yaklaşan araştırmacıların vardığı sonuç da buna işaret eder...Şöyle ki: Dini inançların göreceli olarak yüksek olduğu toplum tabakaları, göreceli bakımdan iktisadi anlamda geri kalmış kesimlerdir.Çünkü genel olarak dinler değil, fakat dine hakim çevrelerin insanlara empoze ettiği dini anlayışlar,insanlara, bu dünyada haklarını çalanlardan hesap sorarak hayat standardını yükseltmek yerine, bunlara sabretmeleri halinde bu dünyadan daha mükemmel bir öteki dünya vadederler...Halk kitleleri ise, dinin aslını dini kaynaklardan öğrenmek yerine bu çevrelere teslim oldukları için, bu anlatışlar, halkın gönlünde, dinin aslının yerine geçer.Bu manada anlaşılmak üzere, dinlerin öteki dünyadaki harikalar diyarlarına dair anlatımları, her devirde, toplumu ekonomik bakımdan sömüren güçler tarafından halka ballandıra ballandıra aktarılır...Bununla amaçlanan, halkın, sömürülere karşı örgütlenerek başkaldırma ihtimalini zayıflatmaktır...Karl MARX'ın ''Din Afyondur'' sözü, bu çerçevede doğru sayılabilir.Ve malesef, bu tesbit, ülkemiz için de geçerli sayılmalıdır.Çünkü, bütçe gelirlerinin %70'ini dolaylı vergiler yoluyla gariban halkın sırtına yüklemiş devletin vergi dairelerine, hem de laik olduğunu dile getirmesine rağmen, ''Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır'' yazması, yine mukaddesata inanmadığı halde, devlet politikaları sonucunda içte ve dışta ölen askerlerine ''Şehit'' payesi vermesi, yine devlet politikaları ile paralel olmak şartı ile, camilerden ''Yardım Parası'' toplanması buna örnek olarak gösterilebilir... Halbuki eskiden kölelik ne de güzeldi:Evvela sahipler, kölelerinin güçlü ve dinç kalması için onlara barınak, yiyecek ve giyecek temin ederdi.Köle nüfusunun eksilmemesi için, köleler kölelerle evlendirilir ve çoğalmaları teşvik edilirdi...Ekonomik bir değer taşıdıkları için, basit hastalıklardan dolayı ölmelerine göz yumulmaz, bedava sağlık hizmeti sağlanırdı...O devirde köleler, iyi hizmetlerinin karşılığı olarak ve diğer kölelere teşvik maksatlı, azat bile edilebilirdi...Fakat, bir köle asla borçlu olmazdı... Bir de şimdiki köleleri düşününüz:Bir ailede bir kölenin çalışması yetmediği için, kadın-erkek ve çalışabilecek durumdaki çocuklar yasadışı olarak çalışmak zorunda kalmakta; küçük çocuklar ise aile şefkatine muhtaç biçimde garip halde büyümeye terkedilmektedir...Güya iş seçme hürriyeti olduğu söylenen işçi, eskiye benzetişle, ancak kendi sahibini seçme selahiyeti taşımaktadır...Ekonomik anlamda özgür olduğu varsayıldığı halde, kazanacağı para o kadar sınırlıdır ki, tamamı bile, ''otonom harcama'' dediğimiz, gelirden bağımsız zorunlu harcama miktarını karşılamaya yetmez.Bu yüzden, kısa zamanda borç batağına düşerek, ekonomik taraflara karşı, tutamayacağı vaatlerde bulunur... İşçilerimiz, İş ve Sosyal Hukuku tarafından yasakladığı halde, haftanın 6 işgünü ortalama 12 saat çalışır da, yine de maymunlaşmış yobazlar tarafından ''tembel'' damgasını taşımaktan kurtulamaz... 3-5 senede bir önlerine sandık konulacağı vakit kendilerine yağ çekilen işçiler, pasif birer nesne halinde senaryosu önceden belli bir oyunu oynayacak aktörleri seçmek üzere vatandaş oldukları hatırlanır da, yine de seslerini yükseltemezler... Önyargıyla yaklaşacağınız çözüm önerilerimizi sıralamadan önce, halinize tuttuğumuz aynadan yansıyan görüntünüze bakın ve durumunuzu anlayınız... ANLAYINIZ Ki...Bu gerçekleri hazmettiğiniz andan itibaren, neler yapılabileceğine dair fikirleri tartışma aşamasına geçebiliriz...

AŞK OLMAYINCA DA BADE İÇİLMEZ

Aşk olmayınca da bade içilmez, İçip içip nazlı dosttan geçilmez. Açılır çiçekler, gönlüm açılmaz, Ne değnersin beni tor gibi gibi. Benim olsan seni vermem feleğe, Çapraz düğme vurur giyer yeleğe. Altın bilezikler beyaz bileğe, Takınıp gidiyor dar gibi gibi. Ölürüm ayrılmam senin yolundan, Hata çıkmaz aşıkların dilinden. Çekti cilbirini aldı elimden, Gitme nazlı dostum der gibi gibi. Gönlüm dört kitabın dilinden yazar Arada engeller bağrımı ezer. Ala göz üstünde kaş oynar gezer Parlıyor yanaklar kar gibi gibi. Gönlüm düştü mor beliğe cığala, Ebruların ak gerdana dağıla. Kaşları kara da gözleri ala, Bir melek siması var gibi gibi. Karac'oğlan der ki: İsmidir aynı, Cennet misaline benziyor koynu. Nizamı adilde günahı yeyni, Ruzı mahşerde de zor gibi gibi. Kaynak : http://www.mutilcemiz.net/frm/index.php?

" İKİ ŞEY..."

Giordano Bruno (16. asır İtalyan düşünürü) 16. asır Latin düşünürü Giordano Bruno. ARALIK 1548 İtalya doğumlu bilim adamı, rahip, filozof. Kilisenin dogmatik görüşlerine karşı bilimi savunduğu için (Kopernik'in "evren sonsuzdur" anlayışı) rahiplik mesleğinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Rahiplik mesleğinden ayrılması sonrasında İtalya'dan da ayrılmak zorunda kalınca Avrupa'yı dolaşıp bazı üniversitelerde kürsülerin başına geçmiş, eğitim vermiştir. Ama hem İtalya'daki geçmişi, hem de üniversitelerin bile onun görüşlerine hazır olmayışı sebebiyle belli bir yerde kalamamış, sonuçta tüm Avrupa'yı dolaşmak zorunda bırakılmıştır. 1592 de döndüğü İtalya da bir soylunun suçlaması üzerine (İsa ya hakaret ettiğine ilişkin bir suçlama bu) engizisyon mahkemesince yargılanıp hapse atılmıştır. Tam sekiz yıl boyunca engizisyon Mahkemesi’nin türlü işkencelerine maruz kalmış, yine de görüşlerini ve kitaplarını reddederek engizisyonca bağışlanmayı kabul etmemiştir. 17 Şubat 1600 de campo dei fiori de (çiçekler meydanı) önce dili kesilmiş, ardından da yakılarak öldürülmüştür. Onun günümüze kadar gelen “İKİ ŞEY” hakkındaki sözleri değerlerinden hiçbir şey kaybetmemiştir! Hatırlayalım! İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir: 1- Şikayetçilik 2- Dedikodu İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer: 1- Bakış açısını değiştirmek 2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek İki şey yanlış yapmanı engeller: 1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek 2- Hak yememek İki şey kişiyi gözden düşürür: 1- Demagoji (Laf kalabalığı) 2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar: 1- İradeye hakim Olmak 2- Uyumlu Olmak İki şey 'Ekstra Değer' katar: 1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak 2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek 2 İki şey geri bırakır: 1- Kararsızlık 2- Cesaretsizlik İki şey kaşif yapar: 1- Nitelikli çevre 2- Biraz delilik İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar: 1- Baskın yeteneği bulmak 2- Sevdiğin işi yapmak İki şey başarının sırrıdır: 1- Ustalardan ustalığı öğrenmek 2- Kendini güncellemek İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır: 1- Niyetin saf olması 2- Ruhsal farkındalık İki şey milyonlarca insandan ayırır: 1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak 2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek İki şey gelişmeyi engeller: 1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat) 2- Felakete odaklanmış olmak İki şey çözüm getirir: 1- Tebessüm (gülümseme) 2- Sükut (susmak) İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır: 1- Anne 2- Baba İki şey geri alınmaz: 1- Geçen zaman 2- Söylenen söz İki şey ulaşmaya değerdir: 1- Sevgi 2- Bilgi İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir: 1- Nefes alabilmek 2- Nefes verebilmek

YILIN FIKRASI SEÇİLMİŞ…

Ali 3. sınıfa giden zeki bir çocuktur. Bir gün öğretmeni Ali'ye 'Siyaset' nedir diye sorar. Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez. Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz. O da babasına sormaya karar verir. —Baba, Siyaset nedir? —Baba düşünür. Ali'ye uygun bir yolla anlatmak ister. —Bu evde parayı getiren kim oğlum? —Sen... —Ben kapitalist rejimim. —Peki, parayı alıp bizim yiyecek içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim? -Annem... —O da hükümet. —Peki, küçük kardeşinle kim ilgileniyor? —Dadım... —Dadın işçi, kardeşin gelecek, sen de halksın o zaman. Ali her şeyi not alır ve uyur. Gece garip seslerle uyanır. Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor. Yanına gidince altına pislediğini anlar. Hemen annesini kaldırmaya gider. Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz. Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider. Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Alinin ağzından aynen şu kelimeler dökülür: —Kapitalist rejim işçiyi sömürüyor, hükümet uyuyor, gelecek bok içinde, halk ne yapsın…???

Bir rahip,bir doktor ve bir mühendis

Bir rahip,bir doktor ve bir mühendis golf sahasının boşalmasını > beklemektedirler. > Mühendis:"Bu adamlar ne yapıyor böyle, 15dakikadır bitirmelerini > bekliyoruz." Doktor: "Bilmiyorum ama hiç böyle bir saçmalık > görmedim." > Rahip: "İşte görevli geliyor, onunla konuşalım." > Rahip: " Merhaba, Şu anda sahada olan grup ne zaman çıkacak, neden bu kadar yavaşlar?" > Görevli: "Evet onlar kör itfaiyeciler. Kulübümüzde geçen sene çıkan > yangında gözlerini kaybettiler. Bu yüzden istedikleri zaman burada ücretsiz > oynamalarına izin verildi. > Rahip:"ne kadar üzücü, bu akşam onlar için dua edeceğim." > Doktor: "Çok güzel bir fikir, ben de hastanedeki doktor > arkadaşlarla konuşup onlar için bir şeyler yapabilir miyiz diye bakacağım." > Mühendis:"Bu adamlar neden geceleri oynamıyorlar?"

O AKŞAM HEPİMİZ AÇ YATTIK!...

YENMEYEN TAVUK!" Batı Cephesi Kurmay Başkan Albay Asım Bey'in (Org.GÜNDÜZ) hatıratından: "... O gün (10 Eylül 1921), Dua Tepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşları ile kutluyorduk... Mürettep Kolordumuzun Kurmay Başkanı Hayrullah Bey (Tümg. FİŞEK), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada cılız tavuk ile dört beş dilim siyah ekmekten başka birşey yoktu... Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Ben, Kazım Bey (Org.ÖZALP) sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah Bey (FİŞEK), Tevfik Bey (BIYIKOĞLU), Salih Bey (BOZOK) biraz uzaktaydılar. ATATÜRK, Kolordu Komutanı Kazım Bey'e dönerek: -"Erlere, yiyecek ne verebildiniz?*" dedi. Kazım Bey şaşırdı, durakladı, Kurmay Başkanı'na dönerek; -"Hayrullah Bey, erlere ne verebildik?'' *diye sordu. -"Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı, kavurup yedirmek için birliklere dağıtmıştık." Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el sürmeden çadırına doğru uzaklaştı... Biz de dağıldık. O akşam hepimiz aç yattık!" Askerleri yiyemiyor diye o cılız tavuk bile boğazından geçmemişti Atamızın...'' Yoruma gerek var mı? Türkçenin Diriliş Hareketi www.suatozer.com

BİYOLOJİK SAAT VE BAĞIRSAK BEYNİ

Her insanda biyolojik bir saat vardır ve bu saati barsak beyni düzenler… tıpkı vucud ısısı ,tansiyon,kalp frekansı,hormon miktarı gibi bu saat vucud fonksiyonlarımızı idare eder gündüzleri aktif olmamıza,geceleride uyumamıza yardımcı olur kısacası gün 24 saattir ve biz 24 kez değişiriz Bu biyolojik saatin sağlığımız ve kendimizi tümüyle iyi hissetmemiz açısından anlamı nedir ? Bu duruma kronobiyoloji adı verilir. Öyleyse bu 24 saatlik değişimi saat saat bir incelemeye başlayalım beni takip eden siz dostlarımda hangi saatte vucudda neler oluyor bakın bakalım umarım faydalı olurum.... SAAT 06 00 kortizon salgılanması ile organizma uyanır uyanırız bu uyanma vucud için kendini yavaş yavaş kalkmaya hazırlama işaretidir metabolizma hareketlenir ve o günün işlevi için enerji ve protein hizmete hazır olur. Bu protein yapı taşıdır hafıza kaydı tamir için yeni yapılacaklar içindir bütün bu uyanma olayını iç endojen kortizon salınımı yapar SAAT 07 00 vücut hala zayıf safhadadır bu nedenle bu saatte kesinlikle spor yapmaktan kaçının çünkü dolaşıma ve kalbe gereksiz yere yüklenilmiş olur spor yerine güzel bir kahvaltı edin Çünkü sindirim sistemi organları bu saatte iyi çalışır karbonhidratlar bu saatte yenilirse enerjiye çevrilir aynı karbonitratlar gece yenilirse enerjiye değil yağa çevrilir SAAT 08 00 bu saat seks için en iyi saattir (geceleri uygun değildir) çünkü hormon salgı bezleri bu saatte fazla salgı yaparlar romatizması olanlar eklemlerindeki ağrıyı bu saatte daha güçlü hissederler sabah katılığıda denir. Sigara tiryakileri içinde durum böyledir sabah aç karnına bu saatte içilen sigara damarları her zamankinden daha fazla daraltır. SAAT 09 00 vucudun dinç ve kuvvetli olduğu bir saattir. Her hangi bir hastalık için iğne olacaksanız saat 09 00 en iyi iğne olma zamanıdır iğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri bu saatte vurulunca nadir olarak görülür vucudumuz röntgen ışınlarına karşı bu saatte daha dirençlidir -SAAT 10 00 organizma şimdi faaliyette ve harekete hazır durumdadır insan fazla enerjiktir verimliliğimiz en üst düzeydedir vucud yüksek ısısına ulaşmıştır kısa süre hafızamız mükemmeldir insan yaratıcı ve dinamik olur fakat dikkatli olunmalıdır çünkü enfarktüs vakaları en sık saat 10 -12 arasıdır SAAT 11 00 verimli olmaya programlanmışızdır sanki savaşa hazır durumda gibiyizdir vucudumuzun tam formunda olduğu saattir kalp ve dolaşım o kadar zinde durumdadırki,yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir hazır cevabızdır ve özellikle hesap işleri ,matematik ödevleri rahat ve iyi bir şekilde hiç zorlanmadan yapılabilir SAAT 12 00 vucudun dinlenmeye ihtiyacı vardır dikkat azalır uykuya meyil vardır midede asit miktarı fazlalaşır(hatta fazla bir şey yemesek bile) beyinde kan azalır çünkü kan sindirim için mide tarafından kullanılır öğle uykusu uyuyanlarda enfarktüse %30 oranında daha az rastlanır SAAT 13 00 vucud formdan iyice düşmüştür verimlilik gün ortalamasının% 20 daha aşağısındadır bütün organlar en alt düzeyde çalışır sadece safra öğlen yemeğinin sindirimini yapmak için en üst düzeydedir SAAT 14 00 kendimizi bitkin hissederiz çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşmüştür diş doktorundan korkan kişi bu saatte randevu almalıdır çünkü bu saatte acıyı daha az hissederiz lokal anestezi daha uzun süre devam eder yarım saat kadar sabahları bu süre 12 dakika geceleri 19 dakikadır SAAT 15 00 yeni işlere hazır olun enerjimiz geri gelmiştir belleğimiz tam formundadır ikinci kez verimliliğe yaklaşırız gerçi bu verimlilik sabahkinden azdır SAAT 16 00 spor faaliyetleri için en uygun saattir tansiyon ve dolaşım çok iyi durumdadır plates için ve eğzersizler için en uygun saattir anti asit ilaçların etkisi bu saatte en iyi etkilidir SAAT 17 00 organların faaliyetleri en üst düzeydedir kuvvetimiz artar oksijen harcanması fazlalaşır böbrekler ve mesane çok çalışır tırnakların ve saçın en çabuk uzadığı zamandır fakat mide ülseri olan hastalar için durum kritiktir öğleden sonra geç saatlerde ve akşamın ilk saatlerinde midedeki asit miktarı fazlalaşır saat 17 ye doğru mide kanamasından hastaneye gelenlerin sayısı bu saatte çok fazladır. SAAT 18 00 akşam yemeği için iyi bir saattir pankreas bu saatte özellikle çok aktiftir karaciğer alkole karşı her saattekinden daha fazla toleranslıdır dayanıklıdır SAAT 19 00 tansiyon ve nabız genelde bu saatte tembelleşir. Bu nedenle tansiyon düşüren ilaçlar konusunda dikkatli olmalısınız bu saatte bu ilaçlar tehlikeli olabilir sinir sistemi üzerinde etkili olan ilaçların tesir dereceside bu saatte çok daha fazladır SAAT 20 00 karaciğerdeki yağ düzeyi düşer ve harcanmış kan kalbe tekrar her zamankinden fazla akar allerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalıdırlar etkisi hemen görülür antibiyotiklerde az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde olur SAAT 21 00 sindirim organlarının günlük işlevi sona ermiştir yani sindirim sona ermiştir davetleri gece mangal partilerini sevenler dikkatli olmalıdır yenilen herşey midede hazmedilmeden sabaha kadar kalır ve bu durum tehlikelidir kalan yemekler bağırsaklarda mukozaya hucum eder o yüzden bu saatte özellikle kronik raharsızlığı olanlar ve kilolular yemek konusunda çok dikkatli olmalıdırlar SAAT 22 00 vucudumuzun askerleri akyuvarlar çok aktiftirler sayısı azaltılması gereken ilaçlar için bu çok elverişli bir saattir bu ilaçlar yanlış zamanda alındığı taktirde enfeksiyon tehlikesi fazlalaşır sigara içenlerde son sigaralarını içmelidirler çünkü bu saatten sonra vucud nikotin gibi zehirlerden daha fazla etkilenir atmakta zorlanır SAAT 23 00 organizma gün boyunca aktif bir şekilde faaliyet gösteren stres hormonunun salgılanmasını durdurur bu saatte sakinleşiriz,rahatlarız,gevşeriz. Tam dinlenme saatidir metabolizmanın faaliyeti en alt düzeydedir Tansiyon,kalbin frekansı ve vücud ısısı düşer gebelerde doğum sancılarının çoğu bu saatte olur çünkü sancıya neden olan hormonların salgılanması üst düzeydedir SAAT 24 00 uyuduğumuz sırada deri hücreleri aktif olarak çalışırlar gündüzde olduğundan daha sık bölünürler tamir olurlar ilk rüya safhası bu saatte başlar ve ilk yarım saat içinde rüya görmeye başlarız SAAT 01 00 verimliliğimiz en alt düzeydedir bu saatte çalışanlar hata yapmaya meyillidirler dikkat son derece azalır çünkü vucud kendini uyumaya programlamıştır kısa sürede en derin uykuya dalınır SAAT 02 00 araba sürenler bu saatte dikkatli olmalıdırlar yolda olanlar arabayı çok dikkatli sürmelidirler çünkü görme zayıflar,görünenlere karşı tepki azalır bu nedenle trafik kazalarıda bu saatte çok fazla olur vucudumuz soguğa karşı aşırı hassastır çabuk üşürüz fakat derimiz acıya karşı dayanıksızdır SAAT 03 00 bedensel ve ruhsal olarak oldukça sessiz bir safhadır bu saat melatonin hormonunun salgılanması bizi tembelleştirir ve oldukça karasız yapar intihar edenlerin sayısı fazlalaşır SAAT 04 00 stres hormonundan enerji kazanırız enfarktüs krizleri saat dört ile altı arasında özellikle fazladır çünkü tansiyon oldukça fazla yükselir kalp damarları çabuk gerilir hamile kadınlar içinde değişik durumdur bu çünkü yapılan araştırmalara göre bebekler daha çok saat dört ile beş arası dünyaya gelir SAAT 05 00 bu saatte vucuddaki erkeklik hormonu fazla salgılanır stres hormonunun konsantrasyonu bizi faaliyete geçirmiştir bu hormon gündüz değerinin tam altı katına çıkar yani hormon salgılanması en üst düzeye çıkmaya hazırlanmaktadır Vucudumuz harekete geçer kaybolan enerji yeniden gelir artık yeni bir güne başlamak için vucudumuz hazırdır. İHSAN BAYRAK HOMEOPAT ( TARİHSEL TABABET)

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun TARİHÇESİ ; 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde yapılan 2.Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında 8 Martın " Dünya Kadınlar Günü " olarak kutlanmasına oy birliğiyle karar verildi. 1921 yılında Moskova'da yapılan 3.Uluslararası Kadınlar Konferansında 8 Mart " Dünya Emekçi Kadınlar Günü " olarak anılması kabul edildi. 1960 yılında A.B.D 'de " Dünya Kadınlar Günü " olarak anmaya başladı. 1977 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 8 Martın " Dünya Kadınlar Günü " olarak anılmasını kabul etti. Türkiye'de ise , 8 Mart " Dünya Kadınlar Günü " ilk kez 1921 yılında " Dünya Emekçi Kadınlar Günü " olarak kutlandı. 1975 yılında " Türkiye Kadın Yılı Kongeresi " yapılarak, 12 Eylül dönemi (4 yıl ) hariç günümüze kadar " Dünya Kadınlar Günü " olarak kutlanmaktadır.

Bir iş adamı birkaç gün önce...

Bir iş adamı birkaç gün önce sekreterini kovmuştu, yeni bir sekreter aramaktaydı…. Bir arkadaşı, sekreterini neden kovduğunu sorunca anlatmaya başladı:

– İki hafta önce 48. yaş günümdü ve o sabah kendimi çok keyifsiz hissediyordum.

Kahvaltı sırasında karımın doğum günümü kutlamasını ve hediyemi vermesini bekliyordum. Ancak o bana bir günaydın bile demedi. Karım unutmuşsa da çocuklarım hatırlar diye içimden geçirdim fakat onlar da tek bir söz etmediler.

Ofisime girdiğimde sekreterim, “Günaydın Patron, doğum gününüz kutlu olsun” dedi. En azından birinin hatırlıyor olması beni memnun etmişti.

Öğlen yemek zamanı geldiğinde sekreterim kapıya vurdu ve “Dışarıda hava çok güzel ve bugün sizin doğum gününüz, haydi yemeğe çıkalım, sadece siz ve ben” diyerek beni davet etti.

“Bütün gün duyduğum en güzel şey buydu . Haydi gidelim” dedim.

Yemeğe çıktık. Normalde gittiğimiz bir yere gitmedik, şehir dışında özel bir lokantaya gittik. İki martini içtik ve yemekten sonsuz zevk aldık.

İşyerine dönerken sekreterim, “Hava çok güzel, ofise dönmemiz gerekmiyor değil mi? diye sordu.

“Hayır, sanırım gerekmiyor” diye yanıtladım. “Benim evime gidelim ve size bir martini daha ikram edeyim” dedi. Evine gittik.

Başka bir martininin daha tadını çıkardık ve sekreterim dedi ki “Patron, izninizle, yatak odasına geçip üzerime daha rahat bir şeyler giyeyim.” Ona memnuniyetle izin verdim.

Yatak odasına gitti ve 5 dakika sonra yatak odasından çıktığında elinde kocaman bir pasta taşıyordu, arkasından karım ve çocuklarım geliyordu.

Hepsi “İyi ki doğdun” şarkısını söylüyorlardı ve ben orada çırılçıplak oturuyordum........

TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK...



Almanya’dan gazeteci bir dostum aradı. Bir meslektaşımızın Ankara’ya geleceğini ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir makale yazacağını söyledi. Gelecek arkadaş Türkiye’nin katılımına sıcak bakıyormuş. Benim adımı, telefonumu vermiş, yardımcı olmamı istiyormuş. Kabul ettim. Neticede bir yerde memlekete hizmet durumu...
Ertesi gün aradı, buluştuk. Bir yerde oturduk bir-iki fincan çay içtik. Nereye gitmek istediğini sordum. “Kocatepe Camii” dedi. “Niye”, diye sordum. “Sen Müslüman mısın?”. Değilmiş, ama merak ediyormuş. Neyse gittik. Bana kubbenin çapından, avizenin ağırlığını, toplam kapalı alanın metrekaresinden, avlunun kapasitesine kadar sorular sordu. Önce soruyu soruyordu, ondan sonra cevabını veriyordu.
Sonra akşam oldu. “Türkler gibi eğlenmek istiyorum” dedi. “Siz nasıl eğleniyorsanız, bir akşamı nasıl geçiriyorsanız, tam öyle”. “Yahu yapma” dedim, “bünyen kaldırmaz” dedim, dinletemedim. Eh, artık keyfi bilir. O yıllarda Ankara’ da benim en sık uğradığım mekânların başında Sembol Tanju’nun Neyzen’i vardı. Beraber Neyzen’e gittik.
Önce dekorasyondan büyülendi. Hatta not defterini çıkardı, ufak tefek eskizlerini çizdi. Derken ney taksim başladı. Çok şaşırdı; “Bu dini bir enstrüman değil mi? Dini müzik çalıyor. Burası dindarların devam ettiği bir lokanta mı” diye sordu. “Boşver” dedim, “takıl”.
Neyden sonra ise -Neyzen’de adet olduğu üzere- aryalar okunmaya başlandı. Misafirim biraz daha şaşırdı. “Sizde” dedi, “dinî müzik dinleyen, opera da dinliyor mu?”. “Sizde dinlemez mi” diye sordum, aklı karıştı.
Bu arada hayret içinde masaya yığılmaya başlayan mezelere, masalardan masalara yapılan rakı-meze ikramlarına bakıyordu. “Burada herkes birbirini tanır mı”diye sordu, “yoo, yahu boşver, sen takılmana bak” dedim.
Aryalar bittiğinde ise sıra popüler şarkılara geldi. Benden sözlerini çevirmemi istedi. Bir-iki şarkı sonra not defteri yeniden çıktı ve deli gibi not tutmaya ve soru sormaya başladı.Alevi türküsü okununca, “burası Alevilerin yeri mi?”, Dokuz sekiz çalınca, “buraya Çingeneler mi geliyor”, Ege türküsü okununca “buradakiler efeleri neden destekliyor?” diye sorular sordu durdu. Arada bir de “bu müziklerden birini dinleyen ötekileri de dinliyor mu” diye sordu, daha da neler neler;
-Şu Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
- Buraya Urfalılar mı geliyor?
- Hayır.
- Lörke, lörke, lülülülü
- Burası Kürtlerin mi?
- Hayır
Bunlara anlam vermeye çalışırken, önce “Çiao Bella” sonra da “Venseremos” çalınca birden ciddileşti.
-Bana istediğini söyle, ama ben bunun Şili Komünist Partisi marşı olduğunu biliyorum.
-Doğru, öyle zaten.
-Burası Komünistlerin mi?
-Şöyle bir çevrene bak, öyle mi görünüyor?
-…
Hayatında peçetenin sadece ağız silmek için olduğunu zanneden ve çatal-kaşık ile tabağa vurarak hiç bateri çalmamış bu arkadaş, sandalyelere çıkanlardan da önce biraz korktu. Sonra onun da içi gitti, fark ettim, ama bir şey söylemedim.
Mezeler bitip, balıklar geldiğinde ise fena afalladı. Önce “biz yemek yedik ya” dedi, sonra “ama ben doydum” dedi, fakat ben “madem Türk gibi eğleneceksin, bunu da yemelisin” deyince, pek itiraz edemedi. Bu arada ben de şarkıları türküleri çevirmeye devam ediyordum. Ben çeviriyordum, o dehşet içinde bana bakıyordu, sonra bir soru soruyordu, ben de cevap vermeye çalışıyordum;
-Yaslan dağın yamacına Halil İbrahim.
-İbrahim kim? Meşhur birisi mi?
-Ben ne bileyim.
-Herkes alkışlıyor, onlar mı tanıyor?
-Bilmem. Yahu, güzel bir türkü işte, takılmaya bak.
-Düşman galip geldi haklayamadım, döküldü cephanelerim toplayamadım.
-Bu, kahramanlık türküsü mü?
-Hayır, eşkiya türküsü.
-Bu eşkiyalar politik mi?
-Yok be, bayağı eşkiya. Bizde eşkiyaya türkü yakarlar.
-Peki şu kızla adam niye romantik romantik dansediyor.
-Şarkı güzel.
-Ben bunu anlamıyorum. Yani aşk, düşman, cephane?
-Boş ver işte, takıl.
-Vur hançeri kadınım ben öleyim.
-Neden kadınının onu bıçaklamasını istiyor?
-Çok seviyor.
-Seviyorsa evlensinler.
-Evlenemezler.
-Niye?
-Dedim ya, birbirini çok seviyorlar.
-Kanım aksın ki, terk etmem seni.
-Neden kanı akıyor, kaza mı geçirmiş?
-Yok canım. Yani o kadar çok seviyor. Seni terk edersem öleyim diyor.
-Biraz garip.
-Yahu boş ver, sen takıl.
Bir-iki şarkı daha dinledi. Sonra patladı;
-Yahu sizde bütün şarkılar aşk ve ölümle ilgili.
-Evet, ne olmuş. Hayat da öyle... Başka ne var ki?
-Doğru aslında. Ama biraz garip değil mi?
-Ne yapacaktık, çayıra çimene şarkı mı yazacaktık? Biz bu kadarını yapabiliyoruz.
-Yanlış anlama. Hepsinin de sözleri çok güzel.
-Sorun ne?
-Bilemiyorum.
Bütün masalar ağzı kulaklarında hoplaya-zıplaya “sürünüyorum” diye göbek atarken, yüzünü görmeliydiniz. Sonra Çile Bülbülüm çalınca, bu defa komaya girdi.
- Bu şarkıda Allah diyorsunuz.
- Evet, deriz.
- Ama Allah deyip rakı içiyorsunuz.
- Ne olmuş, içeriz.
- Yanılıyorsam, lütfen düzelt. İslâm’da alkol günahtır.
- Doğru.
- O zaman neden yapıyorsunuz?
- Güzel oluyor. Sana bir sır vereyim mi? Bugün müzede gördüğün heykeller varya, dün burada onlar içiyordu. Allah deyip, rakı içtikleri için taş oldular. Garsonlar onları gizlice müzeye taşıdı.
- …
- Yahu şaka, gevşe biraz. Sen takılmana bak.
10. Yıl marşı başlayıp, bütün masalar tempo tutunca ise manası Türkçe’de aşağı-yukarı “oha” olan bir lâf etti. En çok da Onuncu Yıl Marşı eşliğinde tren yapılmasını yadırgadı. Önce kısık bir sesle “burası emekli subayların lokantası mı” diye sordu. Nasıl baktıysam, “boşver” dedi, “takılalım”.
Bir de bir Arap bir de Yunan şarkısı çalınca tümden aklı karıştı.
-Siz Yunanları seviyor musunuz?
-Arada bir.
-Ama Yunan şarkısı dinliyorsunuz?
-Arada bir işte...
-O demin söylenen Arapça şarkı ne diyor?
-Ne bileyim ben.
-Yunanca şarkının sözleri ne?
-Yahu nereden bileyim?
-O zaman neden dinliyorsunuz?
-Güzel oluyor. İlla anlamak mı lâzım.
- …
Bir Azerî türküsünü de tercüme edince, “buradaki herkes Azerice biliyor öyle mi?” diye sordu, ama artık ben de de cevap verecek takat kalmamıştı.
Onun bu kültür şoku üç-dört saat sürdü. Sonra kalkmak istedi, yorulmuştu. “Yahu olur mu” dedim, “daha çorba içeceğiz”. Bana çok garip baktı, “ama yemek yemiştik. Yemekten sonra da balık yemiştik. Rakının üzerine nedense bira da içtik. Üstelik o kadar yemeğin üzerine sıcak helva da yedik, sonra bir de meyve yedik. Onun da üzerine kuru yemiş yedik. Kahve de içtik”…
“Olmaz”, dedim. “Şimdi de çorba içeceğiz. Devamında da dürüm yiyeceğiz. Türkler gibi eğlenmek istemiyor muydun?”
Boynunu büktü. Bir şey söylemedi. Oradan bir dürümcüye gittik. Mercimek çorbası, birer porsiyon soslu-soğanlı dürüm... Ben “keşke başka çorba içseydik” deyip, keyifle, şırdan tuzlama, paça ve işkembeyi anlatmaya başladım, ama yüzünü ekşiterek eliyle “ne olur sus” gibisinden bir hareket yaptı. Onu pek anlamadım.
Yolda bana baktı, baktı sonra; “biliyor musun?” dedi, “biz Almanlar da aslında eğleniriz”…
“Ne yaparsınız” diye sordum, “uzun masalarda yan yana oturup, bira içerek, sallandığınızı biliyorum. Bir de bizde ilkokulda deve-cüce diye bir oyun vardır. Galiba onu da oynuyorsunuz” dedim. O bir şey demedi…
Biraz sonra “biraz fark olacak tabii, siz Akdeniz milletisiniz” dedi. Ben de “tam değil” dedim. “Aslında aynı zamanda Kafkasyalı, Orta Asyalı, Orta Doğulu, Avrupalı, Balkanlı ve Egeli, Karadenizli’yiz” dedim.
“Haydi” dedim. Sevinçle “otele mi gidiyoruz” dedi. “Yoo..” dedim, “Gölbaşına. Orada göl var. Şimdi yola çıkarsak, şafak sökerken orada oluruz. Güneş doğarken rakı içeceğiz”. Bana garip garip baktı, “ondan sonra otele dönebilir miyim” diye sordu.
Kahvaltı saatinde oteline bıraktım. Öğleyin yeniden buluştuk. Ne kahvaltıda ne de öğle yemeğinde hiçbir şey yememiş. Sadece soda içmiş. “Keşke kahvaltıda benim bildiğim bir yer var, oraya gitseydik. Sucuklu yumurta yerdik” diyecektim, vazgeçtim. “Sakın Türkleri AB’ye sokmayın” diye bir yazı yazmış. Çok şaşırdım, “bana senin Türkiye’nin AB’ye girmesini istediğini söylemişlerdi” dedim. “Öyleydi” dedi, “ama o zaman daha Türkiye’ye gelmemiştim” dedi. “Türkiye’yi sevmedin mi” diye sordum.
“Bayıldım” dedi, “harika bir ülke” dedi, “ama AB’ye girerseniz, hem siz bozulursunuz hem de biz bozuluruz” dedi. Çünkü biz zaten dominant kültürmüşüz. AB’ye girersek, on sene sonra Fransızlar, Almanlar “sürünüyorum” diye göbek atmaya, yeni nesil “kadınım bıçakla beni, seni çok seviyorum” diye ilân-ı aşk etmeye başlarmış.
“Şu Ren’in suyu akar delidir oy, oy, oy” gibi, “yaslan dağın yamacına Hans Peter’im” gibi, “Münih’in etrafı dumanlı dağlar” gibi filân işte…
Ayrıca bütün Avrupa obez olurmuş. Kimse de sabah işe zamanında yetişemezmiş. “Biz nasıl bozuluruz” diye sordum, “size” dedi, AB’de bunların yarısını yaptırmazlar” dedi.
Aman neyse boşverin, biz takılalım… O da artık takılıyor zaten. Türkiye'de.

ALINTI.

20 Ekim 2017 Cuma

Hayat, Seni kaç kişinin

Hayat, Seni kaç kişinin aradığı, Kiminle çıktığın ya da evli olduğun değildir.
Kimlerin seni sevdiği, Hangi sporu yaptığın da değildir.
Hayat, Ayakkabıların, saçın, derinin rengi de değildir.
Nerede yaşadığın veya işin de değildir.
Girmeyi başardığın okullar da değildir.
Hayat, Notlar, para, üniforma, beyaz önlükler, gelinlikler ve giysiler hiç değildir.
Hayat; Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir.
Zor gününde kimin yanında olduğundur.
Kendin için neler hissettiğindir.
Güven, mutluluk, şefkattir.
Ailene, arkadaşlarına ihtiyaç anını hissedip destek olmak ve
Nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Yaşım büyük, sıra onda, ben zamanında çok yaptım egoları değildir.
Hayat; Kıskançlığı yenmek, Önemsemeyi öğrenmek ve Güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istediğindir.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi, Başkalarının hayatını karşılıksız olumlu yönde etkilemektir.
Hayat, her şeye rağmen sevmek sevilmektir .

HER DAİM CİDDİYET OLMAZ, BİRAZ DA GÜLÜMSEYİN LÜTFEN.....



* Bir ilişkide kadından susmasını beklemek, ineğe çilek yedirip “çilekli süt” vermesini beklemekle eşdeğerdir.
* Erkek bluetooth gibidir, yanında iken bağlıdır. Uzaklaşınca yeni aygıt arar.
Kadın wireless gibidir, hepsini görür, en güçlüsüne bağlanır.
* Telefonunuzu beş defa üst üste açmadığınızda; sırasıyla polis, MİT ve Genelkurmay’a haber verebilecek canlıya “anne” denir.
* Çocuk ; baba biz nasıl olduk ?
Baba ; maymundan evrimleştik yavrum.
Çocuk ikna olmaz ; anne biz nasıl olduk ?
Anne ; Adem’le Havva seviştiler…
Çocuk ; ama babam maymundan geldiğimizi söylüyor ?
Anne ; o babanın sülalesi, bizi ilgilendirmez yavrum…
* Evinin güvenliğini alarm taktırarak değil, evden çıkarken koridorun ışığını açık bırakarak sağlayan insana Türk denir.
* Japonya’da hırsız yakalayan robot yapmışlar.
Amerika’da 5 dakikada 180 hırsız yakalamış.
İtalya’da 5 dakikada 80 hırsız yakalamış.
Fransa’da 5 dakikada 30 hırsız yakalamış.
Türkiye’de 5 dakikada robotu çalmışlar…
* Elin oğlu, gülü tango yaparken ağzında tutuyor, biz kasap vitrinindeki koyunun kıçına takıyoruz. Siz de hala bizden romantizm bekliyorsunuz…
* İngilizce öğreniyorum :
sheep = koyun
don’t sheep = koymayın
* Sevgili RTÜK, 10 dakika reklam arasına alışmış bi milletiz. Ara 4 dakikaya inince bir panik olduk. Tuvalete koşarken düşenlerimiz var, lütfen eski düzeni istiyoruz…
* Bir araba görürsün, almayı hayal edersin, parayı biriktirirsin, sonra ÖTV’yi ve benzini hesaplamayı unutursun, para yetmez, babayı alırsın, hevesin kaçar…
* Bir kadın ağlıyorsa yanına yaklaş, saçlarını okşa, gözlerine bak ve de ki; “Mango’da
İndirim varmış…”
* Ben bardak kırsam, sakarım. Annem kırsa, kaza. Babam kırsa, o bardağın or’da ne işi var?
* Prens Charles olmak da zor. Bakkala gidip birşeyler alınca para diye ananın resmini veriyorsun…
* 1.50 boylarındaki kadınlardan oluşan “birelli takvimi” çıktı…
* 80 yaşındaki amca Rusya’ya vize kalktı diye seviniyor. Sanki vize kalkınca herşey kalkacak!
* Erkekte “dekolte” cüzdandır. Ne kadar açarsan o kadar talep görürsün.
* Bu “Survivor Nihat”ı küçük’ken üç kere havaya atıp iki kere tutmuşlar…
* “1. Murat hangi savaşta ölmüştür ?” sorusuna; “katıldığı en son savaşta” cevabı veren öğrenciye alkış !...
* Bir kadın sizi zekasıyla milyarder yapabilir. Tabii trilyonerseniz…
* Bayanlara “kalın kaş” modasını çıkartanın Allah cezasını versin. Etraf “Kahtalı Mıçı” doldu…
* Araştırmaya göre, çoğu Türk kadınının vücudu, “üst dar, alt geniş (armut)” şeklinde imiş. Bayanlar, sevgilinizin neden “ayı” olduğunu şimdi anladınız mı?

DARB-I MESEL...



Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezinirken yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulur ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa ''Buraların yabancısıyım. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler'' der.

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra ''ben de buraya ilk defa geliyorum ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde'' diye karşılık verir.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını merak eder ve ''nasıl anladın fırının sağ tarafta olduğunu'' diyerek çocuğa sorar.

Çocuk ''Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten'' der, gülümseyerek.

''İyi ama, der adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediğini nereden biliyorsun''?

''Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez'' diye yanıtlar çocuk. ''Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız'' diye tamamlar sözlerini.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde çocuğun kör olduğunu fark eder.

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden adamın kendisini fark ettiğini anlar ve ışığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
''Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi''? diye sorar.

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken ‘Artık emin değilim, der. Emin olduğum tek şey, senin benden iyi gördüğündür."

Buradan çıkan en önemli sonuç; Hayatın bakarak yaşayanlar için aynı, görerek yaşayanlar için farklı olduğudur. Görerek yaşayan insan içinde bulunduğu evreni algılar, en ufak ayrıntıyı bile yorumlar. Bu nedenle görerek yaşamak için bazen gözlere gerek yoktur.

İkinci sonuç:
Hayatta en önemli şey sağlıktır. Küçük şeyleri sorun ederek kendinizi karamsarlığa sürüklemeyin. Sizin en büyük hazineniz gece yatarken sağlıklı yatıyor ve sabah aynı şekilde uyanıyor olmanızdır, bunu asla aklınızdan çıkarmayın.

Bakarak değil, görerek sağlıklı yaşamanız dileğiyle.

UYGAR BATI (!)(Naci Karakaya'dan alıntı)



1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb'un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..
Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..
Yüzerek selamladılar..
Mısır, patates ikram ettiler..
Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..
Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..
İşte o altınlar sonları oldu..
*. *. *
Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti.
"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok... Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar."
Bir de not düşüyordu.
"Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım"
*. *. *
Ardından katliam başladı..
Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..
Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..
Kadınlara tecavüz ettiler..
Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..
Ardından akın akın geldiler..
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..
Katliamlara papazlar da katıldı..
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika'ya vardığında dünya nüfusunun 5'te biri kızılerili idi..
Sayıları 70 milyonu geçiyordu..
1492'den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..
*. *. *
Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..
" İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu. Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı. İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. Birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler”
Las Casas
"Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı... Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu. Bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum."
Las Casas
“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi”
"Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop
"Kızılderilileri yakıyorduk..Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız."
Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford
"Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili'ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer'e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi. "
Cieaze de Leo
"Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu."
Papaz Motolinia
"Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
Bartolome de Las Casas
"Askerler pek çok Kızılderili'yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
David de Vries
*. *. *
Gerçeğin ta kendisidir..
Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..
Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .
Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..
Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.

Kazananla



-Daha fazla çalışır ve daha fazla zananı vardır.
-Problemin üstüne gider.
-Söz verir ve sözünü tutar.
-Ne zaman savaşacağını ve geri çekileceğini bilir.
-Dostça hisler besler.
-Dinler.
-Başkalarının güçlü yanlarına saygı duyar.
*Başkalarından bir şeyler öğrenir.döner asla çözeme
-Zamanı daha iyiye ulaşmak için kullanır
-Açıklama yapar.
-Kendi işinden fazlası için sorumluluk duyar.
-Süratini kendi tayin eder.

Kaybedenler.

-Her zaman çok meşguldur.
-Problemin etrafında
-Çok kolay söz verir,sözünü tutmaz.
-Önemli durumlarda geri çekilir.
-Nadiren dostça davranır,bazen yok yere kırıcı olur.
-Konuşma sırasının kendisine gelmesini beklemez.
-Başkalarının zayıf yanlarının üzerinde durur.
-Başkalarından bir şey öğrenmemek için direnir.
-Bahaneler bulur'Bu benim işim değil' der.
Ya tam gaz ilerler ya da son derece yavaş gider.
-Zamanı eleştirilerden kaçmak için kullanır.
-Problemler ve meseleler üzerinde durur.

Ben Kapitalizmim

Ben Kapitalizmim ve ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği, kitap kumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok!

Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, ancak %1'inizin ihtiyacı olan makineleri 3. Dünya Ülkelerinde, ucuz işçilerle üretmekte çok başarılıydı..

Elbette bütün kapitalistler birer "aziz" gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu.

Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yağlarınızı eritmek için ter döküyorsunuz!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var!

Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!

Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu'da 6-12 yaş arası kızlar 200$ gibi komik bir paralarla seks kölesi olarak satılıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve "serbest piyasa ekonomisi" dünyanın en büyük yalanı.

Ben Kapitalizmim ve Amerikalıların % 24'ü eğer milyarder olmaları için bütün ailelerini reddetmeleri gerekecekse, bunu yapabileceklerini söylüyor.

Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum! Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria's Secret'a koşun.

Victoria's Secret ülkelerine Türkiye de eklendi, avuç içi kadar çamaşıra 80$ verince çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!

Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun iPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!

Ben Kapitalizmim ve Madonna'nın sadece Londra'da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte.

Ben Kapitalizmim ve Tayland'da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland'e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek.

Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90'ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.

Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8.5 milyar $ değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar...

Ben Kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan'da 1 milyon kişi günde 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretiyorlar.

Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.

Ben Kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının % 64'ü kokain bağımlısı.

Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim!

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, "ibadet" ederlerken?

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel'i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için "kutlarken"?

ABD'de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok çünkü TV'de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım.

Dünya nüfusunun % 50'si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 1'ine sahip.

Dünya nüfusunun % 1'i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 50'sine sahip.

Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım.

Amerikalıların % 85'i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor. ışte bu kapitalin gücü! — Tezcan Uygun ile birlikte.

TEK BOYUTLU INSAN

Insanda yaþama sevinci olunca ,her zaman mutlu olur. Hele doðada büyüyen insanlar daha da mutlu olur. Mutlu olmak için bir gen haritasý gerekiyor mu. Neþeli anne ve babanýn çocuklarý da mutlu büyüdükleri için genelde neþeli olur diye düþünüyorum. Sonuçta takýlan gözlükler çok önemli, bir gerçek gözlük natürel, bir pembe gözlükle bakmak Polyanna’ cýlýk, bir de karamsar ruh hali ile bakmak dünyaya. Japonlar boþuna mý buldular, Japon gözlüklerini. Her þey doðal, insanlarýn temel ihtiyacýný saydýðýnýz zaman , yeme içme doðal ama neslin devamý için seviþmekte þart. Doða bunlarý hazýrlarken her þey zevk haline getirmiþ. Kana kana suyu, Çaykara da buz gibi içmenin zevkini ne verebilir ki. Orman da uzun bir yürüyüþten sonra kýzarmýþ bir etin zevkini ne verebilir ki . birbirini seven insanlarýn seviþmesinin tadýnýn yerini ne tutabilir ki. Hayat, bakýþ ve görmeye göre deðiþir. Bir lale, gül bahçesinde geziyorsunuz, o güllerin gün ve gün büyümesini kokularýný , yapraklarýnýn rengini doða ile bütünleþmesini izlemenin insana verdiði hazýn yerini ne tutabilir ki. Ben doða ile bütünleþen insanlarýn daha mutlu yaþadýðýný düþünenlerdenim. Doða, meþakkati, yorgunluðu ürünü yaþama zevkini , vererek yaþatýrken, zorluklarla baþ etmeyi de öðretiyor. nasýl ki gök kuþaðýnýn yedi rengi varsa , yaþama da yedi renk katmak gerekir. Sonuçta insanlarýn barýnmalarý için evi , ailesi, dostlarý, çevresi, mahallesi , okul ve meslek arkadaþlarý olacak. Olmalý ki dolu dolu bir yaþamýn içinde olsun. Ýnsanlarýn okul hayatlarýnda , meslek yaþamýnda çok arkadaþlarý oluyor, peki emekli olduklarý zaman yalnýz mý kalýyorlar. çoluk çocuk kendi hayatlarýnýn içinde yer alýyor aileden ayrýlýp, dostlar akrabalar meslek arkadaþlarý uzaklaþýyor mu, yoksa bu mesafeleri ayarlayýp , hayatý hep beraber mi yaþýyorlar. Yoksa bazý meslek guruplarý, iþ ev , iþyeri tekrar rota ev mi, yoksa sosyal aktivitelere katýlýp yaþama zevkini artýrýyorlar mý. sinema tiyatro, eðlenceler tatiller geziler olmasa hayat nasýl geçerdi . iþte bu noktada tek boyutlu insan devreye giriyor. Ben mazbut bir aile reisiyim. Ailem ve çocuklarým için yaþarým. Baþka bir yaþantý beni ilgilendirmez mi diyelim, yoksa sosyal aktiviteleri, gerekirse toplumda gereksinmeler için , parti çalýþmalarýna katýlmak mý gerekir. Çevremde arkadaþlarým benim için briç çi diyor, bu bir hobi , bana yeter. Ben balýk tutarým tuttuðum balýklarý raký sofrasýnda yedim mi ,benden kralý yok demek mi yaþamak. Ben altý ay kýþlýkta, altý ay yazlýkta kalýyorum kaldýðým yerlerde mutlu oluyorum demek mi yaþamak. benim evimin önünde bahçe var, sabah akþam onunla ilgileniyorum, ürünlerimi sadece kendim yetiþtiriyorum, mutlu oluyorum demek mi yaþamak. Ben günde 4-6 saat spor yapýyorum, bundan büyük zevk alýyorum bu mudur yaþamak.
Aþýrý prensip sahibi olup, sabah erkenden kalkarým. Sporumu yapar üzerine güzel bir kahvaltý yaparým , sonra günlük gazetelerimi okurum. Ýnternete girerim. yemeðimi yer, bazen kahveye gider okeyimi briçimi oynar, akþam eve döner haberleri , eðlence programlarýný seyreder, erkenden yatarým. Ben prensipli bir insaným. Böyle monoton tek düzeyli yaþantý insaný tek boyutlu insan yapmaz mý, toplum mühendisleri daima tek tip insan . bazýlarý dindar nesil yetiþtirip, tek boyutlu insan peþinde mi. sonra bizden mucit, bilim adamý çýkmaz deniyor. Halbuki Müslümanlýðýn kabulünden sonra bilim 3 yy. altýn çaðýný yaþamýþ. Sonrada bilimle uðraþmak Allah’a hoþut gitmektir deyip insanlarýn bilimle uðraþmalarý istenmiþtir. Bu mudur tek boyutlu insan olmak , yoksa bilim sanatla ilgilenip alternetif düþünce sahibi olmak daha güzel bir þey deðil midir. elektrik bile doðru akýmla elektrik üretmez , ne zaman alternetif akým oluþur o zaman elektrik üretilir. Dünyada ki ilim, buluþlar, hep farklý düþünceli insanlar tarafýndan bulunmuþtur. Tarým toplumu, sanayi toplumu þimdi de bilgisayar toplumu oluþuyor. Buna raðmen tek boyutlu insan olmak mümkün mü. Ama çevremize bakýyoruz tek boyutlu insan çok . bu yaþantýya nasýl katlanýyorlar diye insanlara hayret ediyorum. Ýnsan her gün bal yese , baldan býkar. Beden nasýl çeþitli gýdalar maddeleri ile direncini koruyorsa ruhta beni gezdir eðlendir, farklý atmosferlerde bulundur diye isyan ediyor. Dayým evden hiç dýþarý çýkmazdý sonunda yetmiþ yaþýnda mefta oldu. Ama amcam çok neþeli bir insandý kültürlü ve çok boyutlu bir insandý, toplumu hayatý seviyor. Þimdi 90 yaþýnca oldukça da dinç yaþama sevinci fazla , sevgilisinin evine gitmek için gece lambalarýný taþlayarak kýrmaya çalýþýyor. Herkes biliyor nasýl fýndýk kýrdýðýný82 yaþýnda iken iki kez evlenmiþ, sevgiye doyamamýþ, kendine bir yol arkadaþý arýyor. Bu deðil midir farklý yaþamak , toplumla bütünleþmek.
Bazý meslek guruplarý , sanki ,güneþ gören kara Fatmalar gibi belirli mekanlarda toplanýyor. Deliler , 1 nolu 2 nolu 3 nolu fýkralarý anlatýp gülmeleri gibi sanki akýl tutulmasý yaþýyorlar. Monotonluk kadar insan ruhunu sýkan baþka bir þey yok. Duvarý nem , insaný gam öldürür. Bizler , gamlý yaþamak yanýnda mýyýz. Zaten mesleklerini bitirdikten sonra , o meslek atmosferinden kurtulup toplumla bütünleþmedi mi en fazla 5- 10 yýl yaþýyorlar. Toplumda gözlemlediðim ,bu yaþlý yaþlý turistler ellerinde bastonlar ile karý koca dolaþmadýklarý yer yok. O insanlarda kolestrol , þeker kalp rahatsýzlýðý olur mu. hep kendini dinleyenler de paracý doktorlarýn eline düþtüler mi ,bu seferde etinden , sütünden kemiklerinden, yýllarca birikimlerini bitirip ,yok edip ,kötürüm yaparlar
Tek boyutlu insanlar, korkak çekingen, bencil koloniler halinde yaþar. Yaþantý tarzlarýný deðiþtirmezler, deðiþtirirlerse sanki yok olacaklarýný sanýrlar. Tek boyutlu insanlar hep ayný giyinir ,tek düzey yaþarlar. Emekli olduktan sonra tek arkadaþlarý bile yoktur. Meslektaþlarý ile yýllar önce yaþadýklarý ile muhasebe içinde bulunurlar. Kimse, kimse ile konuþmaz tek sýðýnacaðý yýllarca beraber kaldýðý ve anlaþamadýðý eþidir. Herkes birbirinin ölümünü bekler . ölse de kurtulsam diye. Tek baþýma kalýp gezip tozsam der. Halbuki yalnýz yaþayarak zevkler ve güzellikler görülmez. Yaþayan bir ölüdür sadece.
Tek boyutlu insan , kendi kiþiliði ile yaþayamaz. Toplumda kabul ettiði birinin kiþiliði ile yaþar. Bu bir kahvedeki arkadaþý, camideki imam, parti liderleri, evdeki eþinin baskýsý varsa onun kiþiliðine bürünür. Onun dediðinin dýþýna çýkmaz . sabah erkenden evden kovulur, akþam 5 de evdedir. Artýk onunda çocuklarýndan farký kalmaz. Tek sözü geçen evin hanýmýdýr. Bu durumda beynini çalýþtýrmasýna gerek yoktur. Haným aða ne derse o olur. Sabah evden çýkarken tüm 20 lira harçlýk verir, akþam eve döndüðünde tüm 20 lirayý geri ister. Bir arkadaþýna kahve, çay ýsmarlamayý düþünmez çünkü baþkasýnýn kimliðine bürünmüþtür ve beyni dumura uðramýþtýr. Beyni çalýþmaya , çalýþmaya küçücük bir akýl kalmýþ, robotlaþmýþtýr. Artýk bir robottan farký yoktur. Zaten hayatý da böyle geçmiþtir. Okulda öðretmeninin kiþiliðine bürünür, kýþlada komutanýnýn kiþiliðine bürünür, memuriyet hayatýn da amirinin söylediðinin dýþýna çýkmaz , evde tek hakim hanýmdýr. Beyninin kullanmasýna gerek yoktur. Rutin otomatiðe , pilota baðlanmýþ, bir hayatý vardýr, artýk. Çünkü hiçbir zaman kiþiliðini kazanmamýþtýr.
Tek boyutlu insan empati bilmez ve karþýsýndaki insanýn hoþuna gidecek hiçbir davranýþta bulunmaz. Toplumsal deðildir. Kabuðuna çekilmiþ canlýlar gibidir. zamanla suyu çekilir posaya dönüþür. Toplumda bireysel bencil olduðundan , yardýmlaþmayý, toplumsallaþmayý bilmez. Gemisini kurtaran kaptan rolündedir. Her koyun kendi bacaðýndan asýlýrdýr. Her koyun kendi bacaðýndan asýlr da zamanla kokuþur ve çürür. Bunun farkýnda deðildir.
Tek boyutlu insan evhamlýdýr. Bütün hastalýklarýn kendinde toplandýðýna inanýr. Sýk sýk doktora gider. Mutlu bir evliliði yoktur. Mutsuz bir evlilik zaten bütün hastalýklara davetiye çýkarýr. Kalp ,tansiyon , þeker hepsi mevcuttur. Sonra da þeker gibi ölüme kavuþur. Halbuki toplumsallaþsa , ruh ve beden saðlýðýna baksa , hiçbir þeyi kalmaz. Sabah spor, sonra kahvaltý, gazete kültür faaliyetleri. Öðleden sonra sosyal aktiviteler, akþamlarý kokteyl davetleri, paneller, açýk oturumlar, edebiyat sohbetleri, hayat bir gün o da bugündür deyip dolu, dolu yaþasa mutlu yaþamýþ olacak. Her insan ayrý bir dünyadýr. Geziler farklý memleketleri milletleri tanýmak belli meslekte ekonomik ve zaman bakýmýndan sorun olabilir ama belli bir yaþtan sonra , bütün sorunlar yok olabilir. Gençken enerji var, para zaman yok, evli iken enerji var, parada var, zaman yok, yaþlýlarda enerji yok para ve zaman çok. Ama saðlýða baktýktan sonra , enerji zaman para imkanlar dahilinde deðerlendirilir. Yeter ki yaþamayý ertelemeyin, çünkü her yaþýn ayrý güzelliði var. Ot gibi yaþamanýn anlamý yok. Her yaþýn aþký da baþka olur.
CEMAL BORANDAG
28.03. 2014

MOBİNG

Sevmeden yapılan iş, kölelik sayılır. Epicrose Mobing , safari avına çıkıp ta , birden bir sürü vahşi hayvanın arasında kalmaya benzer. İnsanın devamlı rutin bir faaliyet içinde olması da bir anlamda çok sıkıcıdır. İnsan ruhunu yaralar. Sanki insan vücudunda , damlayan kan gibi ruhun yavaş yavaş uçması , ruhsuz kalması gibi bir şey. Devamlı baskı altında olan insan , zaten ruhsal dengesini de kaybeder. Çalışma atmosferi, sağlıklı olmayan ortamlar, insan sağlığını tehlikeye sokar. Kalbin sıkışması, tansiyonun fırlaması , midede gastrit oluşması , bağırsak düğümlenmesi hep stresin tetiklediği rahatsızlıklardır. Meslek hastalıkları da diyebiliriz. Bir iş yaparken , insanlar zorlanmaz mı, sıkıntı, zorluk çekmez mi, stres olmaz mı elbette olur. Bu durumlar normal şartlarda çalışmayı, başarıyı olumlu yönde tetikleyen unsurlardır. Ama ne yazık ki sonuçları zorlayan olumsuzluklar, meslek te , iş de , başarıda geriletir. Hoş olmayan sonuçlar doğurur. Onun için toplumun eğitimin seviyesi , adalet duygusu , vicdani muhakemesi, demokratik ruhun gelişmesi , karşıdaki haklarını hukuklarını gözeterek başarılır. Zorlu baskıcı bir yönetim tarzı başarısızlıkla sonuçlanır. İşi ehliye vermek, iş yapacakların eğitim ve öğretimine önem vermek gerekir. Eksik olan yönlerini, doğru yönlendirmeleri ile karşısındakini onar e eder, ödüllendirir se , beraberinde başarı gelir. İnsanları şevk ile idare etmek , menejman kurallarını bilmek , insan psikolojisini tanımak, toplumsal hayatın gereklerini bilmek, oto kontrol sistemine uymak bir anlamda gerginliği giderir. Toplumda sevgi saygı dayanışma , gücünü arttırır. Baskı korku, başarısızlığı beraberinde getirir. Bizler inançlı toplum ağırlıklı ailelerden geliyoruz. Okullarımızda bilimsel kültüre ağırlık veriliyor. Bunun dengesi kurulduğunda örf anane, gelenek ve görenekler aynı zaman da çağın ilim bilim , sosyal kültür, eğitim ekonomi kültürüne ağırlık, verilmeyen toplum geri kalır. Toplumda özgür düşünceye ağırlık verilmeyince yaratıcılıkta körelir. Özgür insan akla mantığa bilime önem verir. Aynı zamanda kişisel gelişime katkısı olur. Ailede anne baba korkusu , okulda öğretmen korkusu , askerlikte komutanın korkusu , toplumda polis korkusu, herkes korku dolu. Korku kültürü olan toplumlarda zaten özgür birey yetişmez. Batı toplumlarına baktığımızda, görüyoruz ki özgür bireyler yetişiyor. Herkes birbirine saygılı, kanunlara saygılı ve sonuç olarak keşifler ve icatlar, mucitler hep batıda yetişiyor. Baskı toplumlarında insanlar, tek boyutlu yetişir. Hep aynı kalıbın insanıdır ve birbirlerinden farkı yoktur. Böyle toplumlar da herkes birbirine benzediğinden , o toplumda hiç kimse yaşamıyor, gibidir. Halbuki yaratıcılığın esas özü özgür bireyler arasındaki farktır. Farklı boyutta insan yetişmediği için o toplum yerinde sayar. Çok bahsi geçer. Mahalle baskısı. Mahalle baskısı içinde yaşayan birey nasıl aşama yapabilir ki. Aynı koloni, aynı yapıda olan insanlar. Onlardan farklı olmak demek, toplumdan dışlanmak, aforoz edilmek demektir. Bunu da o toplumda kimse göze alamaz. Çünkü dini toplumsal baskı altındadır. Psikolojik baskı altında olan insanlar , sanki deniz altında yirmi bin fersah yol gitmiş, ruhsuz kişiliksiz ve en önemlisi mutsuz toplum olurlar. Onun için demokrasiye , insan haklarına önem verilmesi, eğitim kalitesinin yükselmesi, gelir seviyesinin ekonominin düzelmesi ile orantılıdır. Bölgeler arası farkı kaldırmadan zaten kişisel gelişim olmaz. Batı ülkelerine seyahat yaptığımda gözlemlediğim , bölgeler arasında hiç fark olmadığıdır. İnsanlar daha özgür, gelecek endişesi yok , demokratik haklarında bir kısıtlama yok. Elbette o toplum yaratıcı sağlıklı mutlu bir toplum olur. Biz neden olmayalım. Bizler yüzümüze taktığımız sahte mutluluk maskeleri ile mi mutlu toplum olmalıyız. Türk toplumunda insanlar , işini kendi iradesi ile seçemez, eşini bile çoğu zaman , kendi seçemez. Çünkü iş ve toplum hayatı baskı altındadır. Bu insan mutlu olabilir mi. Oysa ki eşini, işini seven insan , hem mutlu olur, hem de başarılı olur. Biz başarıyı bir anlamda , toplum mantığına göre seçtiğimiz için mutsuz bir toplum oluruz. Bu toplumu mobing toplum olarak değerlendirebiliriz. Batı toplumların da 18 yaşını dolduran her birey özgür iradesi ile hareket eder. Kişiliğini bulur, mutlu olur mutlu toplum oluşturur. Mobing toplumlarda , eroin esrar, alkol tüketimi kumar artar. Ahlak çökmesi yaşanır. Bu yüzden mobing toplumlarda, baskıcı yönetimlerde. eğlenceye, spora önem verilerek toplum uyuşturulur. Ulberto Eco , En çok buluşlar, orta çağ karanlığı yaşanmıştır demiştir. 1. 2. Dünya savaşlarında çekilen sıkıntıların, üzüntülerin, kıtlıkların, hastalıkların olduğu, baskıların en çok yaşandığı dönemdir. Ama bunun yanında insanlık, iyiyi güzeli doyasıya aramış, umudunu kesmemiştir. Thales , kendine sorar; En uzun ömür nedir. Yine kendisi yanıtlar -umut son nefesimize kadar bizi terk etmez İnsanlıkta umut bitmez. En güzel buluşları orta çağ karanlığında ,en güzel romanlar, öyküler, harplerden sonra yazılmış, insanlar umularını hiç yitirmemiştir. İnsanlık baskılardan kurtulmak için edebiyata , sanata resme yönelmiş, sanatçılar yetişmiş ve bu dönemde dünya klasikleri çıkmıştır. Hastalıkların ana kaynağı baskılar değil midir. Bunu atlatmak için , edebiyat ve sanata önem verilir. Edebiyat ve sanatla uğraşarak baş edilir. Vücut güçlenir. Rahat yaşayan insanlar çokta yaratıcı olmaz. İnsanlık bugün bilgisayar çağını yakalamışsa geçmiş dönemlerin çok katkısı olduğunu bilmemiz gerekir. CEMAL BORANDAĞ 04.04.2014

İMAMLAR DEVLETE EGEMEN OLURSA

* Siyaset camiye girer. * Demokrasi amaç değil araç olarak kullanılır. * Laiklik karşıtı odak olunur. * Türban devletin, ''cübbe, sarık, kara çarşaf da halkın simgesi'' yapılır. * Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilim değil hoca efendiler olur. * Günün birinde kendilerine dur diyecek ULUSAL GÜVENCEMİZ ASKERin kolu, kanadı kırdırılır. * Günün birinde kendilerini sorgulayacak yargı, kapı kulu yapılır. * Amaca (şeriata) ulaşmak için her şey mübahtır (hak) inancıyla rüşvet ve hırsızlıklar meşrulaştırılır. * Her türlü yanlış karar ve acemilikleri sonucu meydana gelen felaketlere ''takdiriilahi'' deyip işin içinden çıkılır. * ''tevhidi tedrisat'' imam hatiplere kurgulanır. 4+4+4 sistemiyle 5 yaşındaki çocuklar hafızlaştırılır. * İyi eğitimli, dürüst, idealist gençler yerine dindar, KİNDAR GENÇLİK yetiştirilerek halkın gözünün açılıp gerçekleri görmemesi sağlanır. Kemal Baytaş - Sözcü

Zehirli Kelebek

Zehirli Kelebek kirpikleri arapsaçı kıpraşır bir kelebek atmaca tüyleri kuşanır yosunlu taşlıklardan yüreğinin merdivenlerine gördüğü siyah duyduğu mor cennetin peronlarını arar durur yitik kanat bir kelebek bir sağır pusulanın kadranında kurşuni ölümcül krallığına koşar mahzen gecenin çarmıhı elinde naftalin zamanlı hüzünlerden en dar kapılara mazgallara elleri iki kuru çalı elleri şark çıbanı elleri günah bir kelebek sürgit yumar badem çiçeğine ellerini boş bir kuyunun aylasında yeşil sinsi çiyan bir yanı uçurum bir yanı ateş yineler engerek-li bilmecesini tütsülenmiş geçitlerde son dua dinmeyen kan uğultudur. zeynep aliye Zehirli Kelebek kirpikleri arapsaçı kıpraşır bir kelebek atmaca tüyleri kuşanır yosunlu taşlıklardan yüreğinin merdivenlerine gördüğü siyah duyduğu mor cennetin peronlarını arar durur yitik kanat bir kelebek bir sağır pusulanın kadranında kurşuni ölümcül krallığına koşar mahzen gecenin çarmıhı elinde naftalin zamanlı hüzünlerden en dar kapılara mazgallara elleri iki kuru çalı elleri şark çıbanı elleri günah bir kelebek sürgit yumar badem çiçeğine ellerini boş bir kuyunun aylasında yeşil sinsi çiyan bir yanı uçurum bir yanı ateş yineler engerek-li bilmecesini tütsülenmiş geçitlerde son dua dinmeyen kan uğultudur. zeynep aliye

Sözler ve Öğütler.

-Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir koz verme.

-İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil. -Kimseye yalvarma.

-Asla dönüp arkana bakma.

-Sır tutmasını bil.

-Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Sevgilin için do stlarını, dostların için sevgilini satma.

-Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut. -Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.

-Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.

-Seni dinleyip anlamaya niyetli olmayanlarla tartışma.

-Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.

-Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.

-Kendini öven insanlardan kaç.

-Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.

-Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.

-Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorsa onların öğütleri gözardı etme.

-Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar.

-Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.

-Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.

-Kendini sev.

-Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.

-Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma. -İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.

-Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme. -İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma. -Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme. Üstün Dökmen

DÜŞMANIN PLANINI BOZMAK ZORUNDAYIZ !

Kapitalist blokun en üst düzeydeki egemenleri ile Türkiye’nin en üst düzeydeki elitleri arasında şöyle bir diyalog geçtiğine sanki oradaymışım gibi emînim: Biz artık dünyânın tek süper gücüyüz, bizim irâdemize karşı gelebilecek başka bir güç merkezi yoktur ve bundan sonra oluşması da mümkün değildir, çünkü buna izin vermeyeceğiz. Şu halde Devletinizin kurucusu ATATÜRK’ün en fazla üzerine titrediği kavram olan fakat NATO’ya girebilmek uğruna önemli ölçüde vazgeçtiğiniz ''BAĞIMSIZLIK'' kavramını zihninizden tamâmen silin. Bu da yeterli değil; millî-üniter devlet kimliğinden yavaş yavaş uzaklaşmak, yönettiğiniz topluma egemen olan tek millet, tek devlet, tek bayrak, bölünmez-bölünemez vatan zihniyetini yıkmak zorudasınız. Çünkü bu kavramlar bizim kurmak istediğimiz ve şüphesiz bizim yöneteceğimiz tek dünyâ devletinin ön modeli olan dünya konfederasyonu projemizle bağdaşmıyor. Biz, mevcut bütün millî devletleri etnik kimlik ve mezhepler temelinde parçalamak ve binlerce küçük devletçik oluşturmak kararındayız. Bu devletçikler iç işlerinde bizim çizdiğimiz sınırlar dâhilinde serbest fakat özellikle ekonomik ve askerî açıdan bizim irâdemize tâbi olacaklar. Bunun için Türk ordusunun bugünkü statüsünü değiştirmek, devlet ve toplum üzerindeki gücünü ve îtibarını sarsmak zorundayız. Zâten çok ileride bütün devletçiklerin ordularını tasfiye edecek ve yerlerine polis gücünü ikâme edeceğiz. Bunu nasıl yapacaksınız? Ayrıntıya girmeye gerek yok; şu kadarını bilin ki, biz ekonomiyi ve kitle psikolojisini silâh olarak kullanmayı çok iyi biliriz. Bizim küçük bir işâretimizle başlayacak büyük bir ekonomik kriz onları tepetaklak etmeye yetecektir. Sonrasında kendi çıkarmış oldukları kânunları başlarına belâ edeceğiz, bizim aleyhimizdeki konuşmalarını ve tebessüm ederek seyrettiğimiz uygulamalarını onları en ağır şekilde cezâlandırmanın gerekçesi yapacağız. Uygulanabilir mi bu plan? Siz farkında değilsiniz; uygulamaya başladık bile! Muhsin KÜÇÜK

3-9 YAŞ ÇOCUKLARDAN TANRI'YA MEKTUP YAZMALARI ISTENMIŞ.

3-9 YAŞ ÇOCUKLARDAN TANRI'YA MEKTUP YAZMALARI ISTENMIŞ. İŞTE ÇOCUKLARIN DÜNYASINDAN TANRI'LARINA YAZILAN MEKTUPLAR. Ellen, 3 yaşında: Sevgili Tanrı, bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. N'olur söyle ona bir daha öyle yapmasın. Norman, 4 yaşında: Sevgili Tanrı, zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? Sylvia, 5 yaşında: Sevgili Tanrım, oğlanlar kızlardan daha mı üstün? Bilmiyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. Nan, 5 yaşında: Tanrıcım, üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. Eric, 5 yaşında: Sevgili Tanrı, şu andaki eksiklerimi sayıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, köpek, film makinesi, beyzbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. Seni seven Eric. (Not: Noel Babanın olmadığını biliyorum.) Jane, 6 yaşında: Sevgili Tanrım, insanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? Larry, 6 yaşında: Tanrım, İncil'de neden hiç karının adı geçmiyor? Yoksa İncil'i yazarken daha evlenmemiş miydiniz. Michelle, 6 yaşında: Sevgili Tanrım, eğer Tanrı ben olsaydım bu kadar iyi olmazdım. Bunu aklından çıkarma. Harriet Ann, 6 yaşında: Sevgili Tanrı, sahiden var mısın ? Bazıları buna inanmıyor; eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var. Jodie, 6.5 yaşında: Sevgili Tanrı, sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor; ama ben ufacık bir şaka bile yapsam yiyorum fırçayı. J.B. , 7 yaşında: Sevgili Tanrım, ne diye bu kadar insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz mısın ? Audre, 8 yaşında: Tanrım, insanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. Mark, 8 yaşında: Sevgili Tanrı, eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var?

Çocuktaki duruş bozukluğunu ciddiye alın.

Çocuktaki duruş bozukluğunu ciddiye alın Postür yani omurganın ve diğer kas-kemik yapılarının diziliminin uyumunun bozulması duruş bozukluğuna neden olur. Duruş bozukluğu da kasların ve eklemlerin gerilmesine ve uygun olmayan şekilde kullanılmasına yol açar. Özellikle çocukluk çağında edinilen vücut duruşunun ileri yaşlar için çok önemli olduğuna dikkat çeken Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hilal Yıldız “Bilgisayar kullanımın yaygınlaşması sonucu çocuklar hem daha az hareket ediyor hem de uzun saatler bilgisayar başında kötü pozisyonda oturuyor. Bu duruş bozukluğu çocuğun ileri yaşlarında boyun, sırt ve bel ağrılarına yol açabilir. Çocuğunuzu dikkatle izleyin, uzun süre ayakta durduğunda kamburlaşıyorsa, başı önde duruyorsa duruş bozukluğundan söz edilebilir. Çocuğunuz özellikle boyun veya sırt ağrısından yakınıyorsa doktora başvurmak gerekir” diyor. Çocuklarda doğru bir omurga; arkadan bakıldığında kafatası kemiği ile boyun omurgasının birleşim yerinden kuyruk sokumuna kadar omurga dik bir doğru halinde inmeli, omuz yükseklikleri ve leğen kemiği hizaları sağ ve sol tarafta eşit olmalı, yandan bakıldığında baş ile omuz aynı hizada olmalı, sırt ve bel eğrilikleri aşırı çıkık ya da aşırı düz olmamalıdır. Omurganın yana eğriliği (skolyoz), sırt omurgasının arkaya doğru aşırı kavislenmesi (kifoz) gibi çeşitli duruş bozuklukları vardır. Çocukta skolyoz veya kifoz düşünülmesi durumunda mutlaka bir doktora başvurulması gerekir. Bunun dışında vücudun kötü kullanılması ve alışkanlığa bağlı duruş bozuklukları vardır. Bu tip duruş bozuklukları doğru oturma, vücudu kullanırken doğru durmaya çabalama, sırt, boyun ve bel kaslarını güçlendirici egzersizler ve sporla önlenebilir ve önlenmelidir. EBEVEYNLER DİKKAT! • Masa, sandalye ve bilgisayarın uygun ergonomik koşullara göre düzenlendiğinden emin olun. Bilgisayar monitörü göz hizasında olmalı, sandalyede otururken ayaklar yere basmalı, dizlerin seviyesi kalça seviyesinden biraz daha yüksekte olmalı ve omuzlar rahat pozisyonda olmalıdır. • Yüzme, koşu, basketbol, dans, paten gibi spor ve aktiviteler çocuğun hem kaslarını güçlendirecektir hem de özgüvenlerini arttıracaktır. • Çocuğunuzu ergenlik hakkında bilgilendirin. Çünkü özellikle buluğ çağında kızlar vücut gelişimlerini göstermemek için kambur durabilir. • Çocuğunuzun sandalyede ya da bilgisayar başında uzun süre hareketsiz kalmasına izin vermeyin. Belli aralıklarla kalkıp dolaşmasını ve otururken bazı germe hareketleri yapmasını sağlayın. • Çocuğun gözlerinde bozukluk varsa bilgisayarı veya kitabı daha iyi görebilmek için başını ve boynunu ileri doğru çıkartarak bakacaktır, bu da zamanla boynunun önde olmasına yol açar. • Çocuğunuzun çok ağır çanta taşımasına izin vermeyin. Çok ağır çantalar zamanla sırt ağrılarına ve duruş bozukluklarına yol açabilir. Çantanın ağırlığı çocuğun vücut ağırlığının yüzde 10’unu aşmamalıdır. Ağırlığın her iki omuzda eşit şekilde dağılması gerekir. Bu yüzden sırt çantaları daha çok önerilir. • Çantayı hazırlarken ağır ve kalın kitaplar vücuda yakın, hafif olanlar uzakta olacak şekilde yerleştirilmelidir.

13 Ekim 2017 Cuma

Ferhan Şensoy, ülkemizin...

Ferhan Şensoy, ülkemizin gelmiş geçmiş en iyi tiyatrocularından biri. Çoğu kişi tarafından kuvvetli mizah yönüyle bilinse de, bir tiyatrocudan öte adeta bir filozof. Bu cümleleri okuyunca insan “anlam” denilen kavramın ağırlığını bir kere daha fark ediyor.
1. “Hiçbir okul, mesleğinin erbabını mezun etmez; o mesleği seçmeye niyetli adaylar yetiştirir.”
2. “Dostluklar meyhanelerde perçinleniyor. İçmeden sevemiyoruz birbirimizi. Çok insancıl bir durum değil yani ayık halimiz.”
3. “Cinayet dediğin illa da kanlı bıçaklı olmak zorunda değildir; aşk da bir cinayettir.”
4. “Düşünmek bir tuzaktır, akıl dürter huzuru. Mutlu yaşamak için, aptal olmak gerekli.”
5. “Çok kadınlar bilmek gerek, bir kadının kıymetini bilmek için…”
6. “Kendi üstüne basa basa attığın her adım, her yeni günde tükenen geceden kalma umutların… Adına hayat diyorlar işte gün görmeden yaşamanın.”
7. “Rıza ancak aksini tercih ettiğinizde ezilmeyeceğiniz, aç kalmayacağınız, dışlanmayacağınız, dövülmeyeceğiniz şartlar sağlandığında rızadır.”
8. “Olduğun yer ne kadar yüksekte olursa olsun, en büyük lüks bırakıp gitmektir.”
9. “Birileri bir şeyleri düşünmek zorunda ki birileri bir şeyleri düşünmesin.”
10. “Eğer güçsüzsek güçlü olmaya her sabah yeniden ant içmenin anlamı yok. Ant da içki gibidir; fazla içilmemeli, her şeyin fazlası sakıncalı”
11. “Aptalların en akıllı tarafı, onlar hiç vakit kaybetmez, başkalarının vakit kaybetmesini sağlar ve bu konuda harıl harıl çalışırlar.”
12. “Hiç kitap okumayan birinin, hayatının sonunda kitap sayfası olan ağaçtan ne farkı var kımıldayan canlı olarak?”
13. “İnsan bir güzelliğin farkına varamıyorsa, o güzelliği hak etmiyor demektir.”

Pazar ayininin sonunda rahip

Pazar ayininin sonunda rahip haftalık vaazını şöyle bitirdi,
"Demek ki, Tanrı adına ne yapmamız lazım? Düşmanlarımızı affetmemiz lazım. Şimdi, bu sohbetimizden sonra, aranızdan kaçı düşmanlarını affetti?”
Cemaatin yarıdan fazlası elini kaldırdı.
Rahip sorusunu yineledi...
Bu kez hepsinin elleri havadaydı, önlerindeki yaşlı teyze hariç...
Rahip sordu,
"Bayan Neely? Hayırdır? Düşmanlarınızı affetmek size bu kadar mı zor geliyor?”
"Düşmanım yok ki!” dedi Bayan Neely, o titrek ve son derece şeker haliyle!..
Cemaatten uğultular, şaşkınlık nidaları yükseldi, rahip devam etti.
"Oooo! Bu gerçekten inanılmaz güzel bir şey! Kaç yaşındasınız Bayan Neely?”
“108!”
Cemaat ayağa kalkıp gözyaşları içinde alkışlamaya başladı...
"Bayan Neely, lütfen, şöyle yanıma gelir misiniz? Yavaş yavaş. Aman dikkat... Hah! Tamammmmm. Lütfen buradan cemaatimize bu işin sırrını söyler misiniz? Nasıl oluyor da insanın 108 yıl gibi uzun bir ömür zarfında hiç düşmanı olmuyor?..”
Yaşlı kadın,küçük ve titrek adımlarla rahibe sırtını dönüp,cemaate baktı...
"Hepsi öldü şerefsizlerin.

Yalnızlık



Seni sevmek,zülümse,gülümse.!
Ruhum bedenimden ayrıldı.
Yalnızım.
Bulutlarla dolaşır,
Yağmurda ıslanır,
Karlarda,kışlarda üşürüm.
Yalnızlıktan,nefret içimde.
Yatakta uzanır,
Akar akar yalnızlık nehirlerim.
Bağrım üşüyor,
Güzellikler sarılın,
Usul usul.

Cemal Borandağ
09 Ekim 2017 -Tuzla-İstanbul
Yalnızlık,ya Allaha,yada vahşi yaratıklara mahsustur.

Erkek Milletinden Güzin Abla Olursa

Sevgili Erkan Ağabey..
Bana yardımcı olursunuz diye size yazıyorum..
...Geçen gün ...ise giderken kocamı her zamanki gibi evde TV seyrederken bıraktım. Arabamla daha 500 metre gitmedim ki motoru stop etti. Hayli ugrasıp çalıştıramayınca kocamdan yardım almak icin eve geri döndüm.
Eve girince gözlerime inanamadım.. Kocam komsunun kızı ile yatağımızda.
Ben 32, kocam 34 yasında komsunun kızı ise 22.. Biz 10 yıldır evliyiz..
Yakalanınca resmen çöktü ve itiraf etmek zorunda kaldı..
6 aydır birliktelermiş... Ne yapmalıyım lütfen bana yardım eder misiniz?..
Sevgilerimle
Neşe..
Sevgili Neşe;
Hava soğuksa, hele bu tip kısa mesafelerde motor ısınmadan bastıysan arabalar genelde bunu yapar..Kaputu aç yakıt borularına şöyle bir bak, ezilme, çöküntü gibi bir şey var mı?.. Manifolt bağlantılarını ve karbüratörü gözden geçir.
Eğer bunlar sorunu çözemezler ise sorun yakıt pompasında olabilir..
Bujilere yeterli benzin gelmiyordur. (Araban tüplü mü benzinli mi dizel mi yazmamışsın) Yoksa daha da yardımcı olabilirdim..
Erkan agabey'in..

PSİKOLOĞA GİDEN BİR ADAM

”Geceleri uyuyamıyorum efendim” demiş, ”Sürekli yatağın altında biri var gibi geliyor. Yatağın altına girip orada uyumayı deniyorum. Bu defa da yatağın üstünde biri var gibi geliyor…”
Adamı dikkatle dinleyen psikolog ”Hallederiz bu saplantıyı” demiş. ”Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.”
”Her viziteye ne kadar ödeyeceğim?”
”Her vizite 200 TL, buna göre 6 ayda 9600 TL ödeyeceksiniz”
Adam gitmiş, o gidiş…
Psikolog, birkaç ay sonra adama sokakta rastlamış ;
”Ne oldu, hastalığınız?” diye sormuş

”10 TL”ye hallettim… ”
”Nasıl oldu?”

”Sizden çıktıktan sonra, ilerideki bara uğradım. Biramı içerken, barmene hastalığımı anlattım. ‘Karyolanın bacaklarını kes’ dedi… Kestim; mesele halloldu! ”

6 Ekim 2017 Cuma

Okuma Bir İlaçtır

1-Kitap Okuma Bir İlaçtır:
2-Kitap Okuma Hayatı Sevdirir
3-Kitap Okuma Düşünceleri Olgunlaştırır Okuma; düşünceyi besleyen, geliştiren ve çabuklaştıran ana kaynaklardan biridir.
4-Kitap Okuma Stresi Azaltır
5-Kitap Okuma Zihni Açar, Hantallıktan Kurtarır
6-Kitap Okuma Güzel Görmemizi Sağlar
7-Kitap Okuma Bizi ‘Bir Bilen” Yapar
8-Kitap Okuyanın Güvenilir Bir Çevresi Oluşur
9-Bilgi dağarcığımızı ve kelime hazinemizi zenginleştirir.
10-Anlama gücümüzü ve konuşma yeteneğimizi kuvvetlendirir.
11-Genel kültürümüzü artırır. Etkin ve etkili bir insan olmanın yollarını açar.
12-Meslek hayatımızdaki başarı düzeyimizi yükseltir.
13-Dünyaya bakış açımızı değiştirir.
14-Toplumsal ilişkilerimizin kalitesini artırır.
15-0kul hayatındaki başarıları pekiştirir,
16-Hayal gücümüzü geliştirir.
17-Okumak haz duymaya, zihnimizi süslemeye, karar verme yeteneklerimizi geliştirmeye yarar. İnsanı olgunlaştırır, erdemli kılar. Okuma olayı bir uzun yolculuktur; beşikle başlar, mezarla biter. Okulla beraber biten okumalar yarıda kalmıştır. Okuma iğneyle kuyu kazmaktır; kararlılık ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Bulursunuz, ikinci, üçüncü… Arayışlar başlar. Umut ve heyecan, okumanın ayrılmaz iki vasfıdır. Okuma insanlığın, umut ve heyecan da canlılığın şartıdır.

Temel çok güzel bir rus kadınıyla

Temel çok güzel bir rus kadınıyla evlenen Dursun'un karısına kafayı takmış. Ne yapsam da bu kadınla birlikte olsam? diye içi içini yiyormuş. Bir gün temel dayanamayıp Eva'nın yanına gitmiş:
Temel: Senden çok hoşlandım seninle birlikte olmak istiyorum.
Eva: Hay hay, neden olmasın ama 100 dolarını alırım müsait olunca ben seni ararım gelirsin.
Ertesi gün eva, Dursun işe gittikten sonra temeli aramış.
Eva: 100 doların hazırsa hemen gel demiş:
Temel: Hazır hazır, hemen geliyorum.
Temel 100 dolari Eva'ya verdikten sonra işi bitirmişler ve Temel evden çıkıp gitmiş. Akşam dursun eve geldiğinde:
Dursun: Hanım temel bugün buraya geldi mi ?
Eva: Şeeeyyy geelldii...
Dursun: Peki sana 100 dolar verdimi
Eva: Şeyyy dursunnnn verdii ama dinlee beni bii i
Dursun: Temel sabah koştur koştur yanıma geldi " Dursun bana acil 100 dolar lazım öğleden sonra size uğrar yengeye bırakırım" dedi. Ulan bu temel çok dürüst adam ya!

Adam evine dönünce karısını

Adam evine dönünce karısını hüngür hüngür ağlarken bulmuş. Telaşla sormuş. “Eczacı” demiş karısı içini çekerek. “Telefonda bana küfür etti!”
Adam öfkeyle eczaneye koşmuş. “Sen ne dedin benim karıma” diye saldırmış eczacıya..
“Durun!” demiş eczacı, “Bir de beni dinleyin. Bu sabah saatin alarmı çalmayınca hayli geç kalkabildim. Kahvaltı etmeden kapıdan fırladım ki evin ve arabanın anahtarlarını içeride unutmuşum. Pencerenin camını kırarak anahtarları aldım. Geciktim diye biraz hız yapınca yolda ceza yedim. Yolda lastiğim patladı. Eczaneye geldim ki kapıda bir sürü insan bekleşiyor. Kapıyı açarken telefon yerinden fırlarcasına çalıyordu. Birinin parasının üzerini vermek için hamle yaptığımda paralar yere saçıldı. Ellerimin ve dizlerimin üzerinde paraları toplarken telefon hâlâ çalıyordu. Ayağa kalkarken kasanın açık çekmecesine başımı vurunca yere yuvarlandım. Telefon hâlâ çalıyordu. Hamle yaparken ortadaki rafa çarptım. En pahalı parfümler yerlere düşüp kırıldı.. Telefon hâlâ deli gibi çalıyordu.. Sonunda açtım.. Karınız arıyormuş. ‘Rektal termometreyi nasıl kullanacağım?'diye sordu. Beyefendi size yemin ederim karınıza sadece doğruyu söyledim!”
Can Ataklı - Korkusuz

EVLİLİK ÜZERİNE ÖĞÜTLER...😂😃😄



Karınızı araklayan adama verebileceğiniz en büyük ceza, 'sende kalsın' demektir.
Sacha Guitry

Evlendikten sonra erkek ve kadın, yazı-tura gibidir; asla yüz yüze gelmezler, ancak hep beraberdirler.
Hemant Joshi

Her durumda evlenin. İyi bir eşiniz olursa mutlu olursunuz. Eşiniz kötü olursa filozof olursunuz..
Socrates

Kadınlar bize her zaman büyük hedefler gösterir ve onlara ulaşmamızı engeller.
Dumas

Hiç yanıtlayamadığım en büyük soru şu olagelmiştir: 'Bir kadın ne ister?'
Sigmund Freud

Karıma bazı sözler etmişimdir, o da bana bazı paragraflarla cevap vermiştir.
Anonim

Bazı kişiler uzun evliliğimizin sırlarını sorarlar;. Biz haftada iki kez restorana gideriz. Biraz mum ışığı, akşam yemeği, hafif müzik ve dans... O salı günleri gider, ben cuma.'
Henny Youngman

Terörizm beni hiç endişelendirmez. İki yıldır evliyim.
Sam Kinison

Fon transferi için elektronik bankacılıktan hızlı tek yol vardır ve buna evlilik adı verilir.
James Holt McGavran

Her iki karımla da talihim kötü gitti. Birincisi beni terk etti, ikincisi terk etmedi.
Patrick Murray

Evliliğinizi iyi götürmek istiyorsanız, 1) hatalı olduğunuzda itiraf edin, 2) haklı olduğunuzda susmayı bilin.
Nash

Karınızın doğum gününü unutmamanızın en iyi yöntemi, bir kez unutmanızdır.
Anonim

Evlenmeden önce ne yaptım, biliyor musunuz? İstediğim her şeyi..
Henny Youngman

Karımla ben 20 yıl çok mutlu yaşadık. Sonra da tanıştık.
Rodney Dangerfield

İyi bir kadın, kendisinin yaptığı her hatasında kocasını affedendir.
Milton Berle

Evlilik, kişinin düşmanıyla yattığı tek savaş şeklidir.
Anonim

Adamın biri evlenecek kadın aradığı ilanını verir. Ertesi gün aynı mesajı ileten yüzlerce mektup alır: 'Benimkini alabilirsin' .
Anonim

Birinci adam (iftiharla): 'Benim karım bir melek!'
İkinci adam: 'Çok şanslısın, benimki hala yaşıyor'

KÜÇÜK AYRINTILAR BÜYÜK FARKLAR


  1. Ufak balıklar daha lezzetli olurmuş.

  2. Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış, büyük odunlar alevi söndürebilirmiş.

  3. Her küçük şey mutlaka bir işe yararmış.

  4. Sağanak dediğimiz, küçük damlalardan ibaretmiş.

  5. Ufacık bir yağmur,kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.

  6. Muazzam bir aydınlık, küçük bir delikten görünebilirmiş.

  7. Küçük bir saman çöpü,rüzgarın yönünü gösterebilirmiş.

  8. Bütün bir hasat,bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş..

  9. Büyük bir geminin batmasına,küçük bir delik yetermiş.

  10. Çok veren malından,az veren canından verirmiş.

  11. Yükte hafif olmak, pahada ağır olmaya engel değilmiş.

  12. Deve büyükmüş ama ot yermiş, şahin küçükmüş ama et yermiş.

  13. İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman cömertliği öğrenebilirmiş. Büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey, ızdırap olurmuş.

  14. Büyük makinaları küçük çarklar çalıştırırmış.

  15. Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa bunun sebebi; onun küçük adamlara gösterdiği özenmiş.

  16. Bazen büyük bir aşkı başlatan, küçük bir gülümseme imiş.

  17. Büyük yazıları yazmak için küçük noktalar, virgüller gerekirmiş.

  18. Büyük olaylar kolay unutulsa bile, sevdiğinle geçen küçük an'lar unutulmazmış.

  19. Simide lezzetini veren küçük bir susam tanesi imiş.

  20. Ulu bir çınarın veremediği kokuyu, küçük bir papatya verebilirmiş.

  21. Büyük paralara alınan hediyelerin sağlamadığı mutluluğu, küçük bir bakış sağlayabilirmiş.

  22. Küçük sevinçleri bilmeyenler, büyük keyifler yaşayamazmış.

TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ


  1. Toplam kalite yönetimi sevgiye dayanan, bir ekip çalışmasıdır.

  2. Toplam kalite yönetimi, yoğunlaşmış bir enerjidir, güçtür.

  3. Toplam kalite yönetiminde, teğmenin enerjisi ve taze bilgisi, albayın tecrübesiyle birleştiğinde, korkunç bir güç oluşur.

  4. Kalite bir anlamada, kendini ve yaptığını kontrol etme gücüdür.

SEVGİ, MUTLULUK


  1. Sevgi dünyanın ikinci güneşidir.

  2. Fakir insanın bir insana verebileceğin en büyük şey, sevgi ve hayranlık beslemesidir.

  3. Bir insanın bir şeyi öğrenebilmesi için, herşeyden önce o şeyi sevmesi lazım. Sevinxce yaptığı iş yarı yarıya kolaylaşır. Sevmeyince iki kat zorlaşır.

  4. Sevginin değerini dahiler ve deliler anlar. Ben neden deli oldum? Normal insanlar yaşar geçerler.

  5. Birini sevmenin birinci koşulu, insanın önce kendisini sevmesidir.

  6. Çıkarsız sevgi kadar güzel bir şey yok. Mecnun Leyla’sını, Ferhat Şirin’ini, anne baba evladını, çıkarsız sever. Arkadaş arkadaşını çıkarsız severse, dostluk olur.

  7. Her şeyi satın alabilirsin. Sevgi ve aşkı asla.

  8. Sevgi dolu bakışların dinamit gibi patlıyor beynimde. Sevinçten ne yapacağımı bilemiyorum, şaşırıyorum, şımarıyorum, mutlu oluyorum. Sevgi böyle güzel bir şey.

  9. Sevdikçe, içindeki zenginlikler çoğalıyor. Yer altı dünyası karanlık, uçurum, umutsuzluktur.

  10. Ne deliyi sev, ne kendini sevdir akıllım.

  11. Dünya bir deliğin üzerinde dönüyor. Sevgiyi bilmeyenler ona “kokmuş delik” diyor.

  12. Sen her yerde mutlu olursun. Çünkü içinde cennet bahçesi var.

  13. Bir evde neşe, muhabbet bitt ise, devlet dairesine benzemiştir. Yürümez.

  14. Sevgi ile büyüyen, etrafına sevgi verir.

  15. Güneylilerin ateşli sevgileri var. Yakar.

  16. Deveye hendek atlatan bir tutam ottur. İnsanı hayata bağlayan sevgidir.

  17. Sevgi en büyük servet, yaşama gücüdür.

  18. Mutluluğun yolu mutfaktan geçer, yatak odasında noktalanır.

  19. Mutsuz insanın her tarafı ağırır.

  20. Ben sevgi adamıyım. Sevdalıyım, karasevdalıyım.

  21. Sev, sevgiden türetilmiş sevgili. Eş, acaba yükü taşıma anlamında eşeklik mi?

SANAT, SANATÇI, YAZAR


  1. İnsanın aklına günde kırk, elli bin fikir geliyor. Yazanlar yazar oluyor. Sevsinler böyle maymun iştahlı yazarı.

  2. Yazar yaralı insandır. Yarasının iyileşmesi için devamlı yazar, ama yara iyileşmez. Devamlı büyür.

  3. Kalbinin güzelliği yazılarına yansımış. Aynelı çarşımısın mübarek.

  4. Şairler toplumun serseri ruhlu bilgeleridir. Serseri, serseri.

  5. Eliyle çalışan kişiye işçi, eli ve kafası ile çalışana usta, eli, kafası ve yüreğiyle çalışana sanatçı denir.

  6. Kitaplı adamdan korkacaksın. Çok biliyor, hem yazar, hem asker, hem gazi.

  7. Sanat başka bir ibadet şeklidir. Böyle ömür boyu ibadete can kurban.

  8. Mizah bir yumruktur. Ne zaman kime vuracağı belli olmaz.

  9. Yazarın emeği var, emekliliği yok. Mutlu olarak yaşarsın. Çalışırken sekiz saat çalışıyordum, birazda kaytarıyordum. Şimdi yazar oldum, yirmi dört saat çalışıyorum. Kaytaramıyorum.

  10. Ben yüreğimi yüzümde taşır, kalemimle yazarım. Kalpten gelmedikten sonra kimse okumaz.

  11. Şiir okumasını bilmeyen erkek aşık olamaz. Maval maval, mal mal dolaşır.

  12. En iyi resim şiirdir. En iyi şiirde resimdir.

  13. Gerçekleri en iyi, şairler, ressamlar, müzisyenler yakalar. Canına okurlar. Entelektüel.

  14. Yazarlar toplumun röntgen cihazlarıdır. Toplumun bütün sorunlarını görür, çözüm ararlar.

  15. Yazmadan yaşayamam. Yaşamadan yazamam.

  16. Kitaplı adamdan korkulmaz. Ancak saygı duyulur.

  17. Hırsızlarda anlamış. Eve girip meslek tabancamı çaldılar. Şimdiki mesleki silahım kalemim.

  18. Her yazarın bir kitabı vardır. Diğer kitaplar, yazılan kitabın türevi. Aynı şeyleri anlatırlar, dolaylı yollarla, fikrini güçlendirir.

  19. Bu adam yazar, benden alır sonrada yazar.

  20. Yazmaktan amaç, başkalarına birşeyler anlatmak ve onlar üzerinde etkili olmak, düşüncelerini yaymak ve kabul ettirmektir.

  21. Yazarak rahatlayın. Kendinizin psikoloğu olun.

  22. İnsanlar yazdıkça içi rahatlar. Ben yazdıktan sonra üstümden yirmi ton yük kalktı, sorunlarımdan kurtuldum. Sağlığımı korudum. Bir tarafıma felç gelebilirdi.

  23. Yazarlar, sanatçılar toplumun kılcal damarlarıdır. Olayları erkenden haber verir, çözüm üretmek isterler.

  24. Yaratıcı olan yazarlar, daima yalnız adamlardır. Yalnızlığı unutmak için romanlarda kahramanlar yaratıp, onları yazar, konuşur, onlarla bütünleşirler.

  25. Yazarlar, yazarken, yaşar. İç konuşmaları kalpten kalbe ulaşırsa, okuyucuda, sende bizdensin der.

  26. Sanat bir başka dua şeklidir. Dua ile yaşıyorum.

  27. Mizah bir yumruktur. Ne zaman, nerde, kime vuracağı belli olmaz. Karnıma kramp girdi, korkudan. Mizah yumruğu.

  28. Günün şiir gibi geçince, elbet şiir yazarsın.

  29. Şiir, duyguyu karikatürize eder.

  30. Resim, renklerin dansı cümbüşüdür. Şiirde seslendirmesi.

  31. Gölü güzel olan insanlar, şiir, müzik, resim, edebiyatla uğraşır.

  32. Yazarlar, daima 20 yaş ruhu taşırlar. Yoksa enerjisizlikten yaşayamazlar.

  33. Her insan bir romandır. Her yazar bir kitaptır.

  34. Sanatçının bir görevi de, herkesin görevini bir şekilde yapmasını, rahatlamasını, hissetmesini sağlamak için ortamı sağlamaktır.

  35. Yatağa yattığında, bırak problemlerinde dinlensin.

  36. Gül bahçesinde yazar, şair, filozof yetişmez. Çölde, kıtlıkta, yoksullukta, bataklıkta, kaktüs çiçeğidir.

  37. Aforizma sanattır. Firesiz düşünme sanatıdır.

  38. Doğuma alışan kadınlar gibi, yazarlarda herkese eser verir.

  39. Bu kitap ne güzel kokuyor. Güzel yazdığını kokusundan anladım.

  40. Toplumun aydınları, devrimcileri, yol göstericileri, tanrı dili ile konuşur.

  41. Şairler toplumumn peygamberleridirler.

  42. Yazmak ağlamak gibidir. İnsanı rahatlatır. Okumak doldurur. Dol kara bakır dol.

  43. Oynama balık, hadım olanların aşk şiiri yazdığı görülmemiştir.

  44. Yazar yaralı kişidir. Yaranın iyileşmesi için devamlı yazar ama bir türlü yarası iyileşmez, kanatır.

  45. Her şairin içinde bir ırmak akar. Her şairin ırmağı farklı akar.

  46. Resim sessiz şiir, şiirse dokunaklı resim.

  47. Ben yazarım. Herkes sekiz saat çalışır, ben yirmi dört saat düşünürüm.

  48. Bir kadın senin gözlerinin içine bakarak şiir okursa ne olursun? Öküz.

  49. Şiir edebiyatın gözleridir.

  50. Sanatçı aşık olmadan üretim yapamaz.

  51. Müzik, ruhun doktorudur, huzurudur, gıdasıdır.

  52. Şiir, duyguyu karikatürize eder.

  53. Gönlü güzel olanlar, şiir, resim, müzik, edebiyat sanatlarıyla uğraşır.

  54. Şairler her zaman genç kızları elinde tutunur, hayata.

  55. Sanatçı doyduğu yerde beslenir.

  56. Ukala bir tavrınız var ve bu size yakışıyor. Eleştirmen.