24 Kasım 2017 Cuma

ABD’li Ünlü Komedyon George Carlin’in İlginç Önerileri

1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy…

2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız negatif insanlara yaklaşmayın.

3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa iblisin tezgâhıdır. İblisin adı da, Alzheimer’dir.

4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.

5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün. …

6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.

7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık, müzik, bitkiler… Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!

8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa, düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.

9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı ülkeleri dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.

10. Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.

Limonun İnsan Sağlığı

Limonun İnsan Sağlığı için Yararları (Faydaları) Limon kalp çarpıntısını yok eder, tıkanmış kalp damarlarını açar Kanı temizler Günlük enerji ve direncinizin kazanmanızı sağlar Böbreklerde meydana gelen tıkanıklıkları ve böbreklerde oluşan taşları kumları limon sayesinde giderebilirsiniz İdrar yollarındaki iltihapları söker Yüksek kolesterolü olan kişiler günde yarım limon yedikleri takdirde kolesterolleri düşer Kansızlık problemin limonun faydalı olduğu görülmüştür Burun kanaması yaşayan kişiler bir miktar limon suyunun burunlarına çekerlerse burun kanamaları durur Gıda zehirlenmesi sorunu yaşayan kişilere limon yedirilirse zehirlenmenin etkisi geçer Nezle grip soğuk algını hastalıklarında liman ve limon suyu tedavi edici etki gösterir Yağlı yemeklerin üzerine sıkılan limon suyu, bu yağlar yüzünden kilo almanızı engeller Ağzı içinde oluşan yaralarda limon suyu ile gargara yaparsanız bu yaralar geçer Diş ve dişeti hastalıklarına limon suyu bire biri gelir Sık sık baş ağrısı çeken kişilerin limon faydalı olur Limon suyu eşit oranda su ile karıştırılırsa ve bu şeyle yüzdeki sivilceler silinirse sivilceler zamanla yok olur Limon karaciğerdeki bütün hastalıkları temizler Limonun diğer önemli yararları, Ağız kokusunu giderir, Kalp çarpıntısını teskin eder, Balgam yaptırmaz, Karaciğerdeki harareti söndürür, Safrayı söktürür, Basur hastalığına iyi gelir, İştahı arttırır, ağrı ve sızıyı dağıtır, Mide bulantısını önler, Cilde sürülünce güzelleştirir, Kusmaları keser, Yüzdeki çillere faydalıdır, Hazmı kolaylaştırır, Parlatıcı ve temizleyicidir, Şişkinliği giderir, Mürekkep lekesini çıkarır, Mideyi kuvvetlendirir, Kabuğu güvelenmeye engel olur, Susuzluğu teskin eder, Kabuğu yakılınca odayı temizler Bileklere limon suyunun sürülmesi halinde yorgunluğunuza iyi gelebilir.

Kız Arkadaşlarını Unutma

Annem 'Kız arkadaşlarını unutma' diye tavsiyede bulunmuştu.. 'Yaşın ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar, kocanı-çocuklarını ne kadar çok seversen sev, yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın.. Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme.. Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla.. Onlar sadece arkadaşların değil.. Senin kardeşlerin, kızların...' demişti.. 'Ne kadar komik bir öğüt. Daha yeni evlenmedim mi ? Artik ben evli bir kadınım. Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki. Bundan sonra kocama hayatimi adamak, yapacağım tek şey olacak' diye düşünmüştüm.. Ama yıllar geçtikçe, çocuk olsa da ya da olmadıkça, kocalardan boşandıkça , sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe, annemin dediklerinin ne anlama geldiğini çok iyi anladım.. Zaman geçiyor.. Hayat akıyor.. Mesafe ayırıyor.. Ask büyüyor.. Sonra azalıyor.. Kalpler kırılıyor.. kocalar evde bir yerde duruyor.. Veya evlilikler mahkemede son buluyor.. sevgililer değişip duruyor.. Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor.. İsler geliyor ve gidiyor.. Ebeveynler ölüp gidiyor.. Komsular değişiyor.. Ama kız arkadaşlar hep oradalar... Siz onları bırakmadığınız sürece.. Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil.. Bir kız arkadaş, hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil..Hayatiniz içinde, öyle ya da böyle, yakin ya da uzak.. Arkadasınız olan kadınlara bunu yollayın.. Ben simdi yaptım bile... Tüm Kız Arkadaşlarıma Sevgiler. SİZİ SEVİYORUM.

ÜÇ ALTIN HEYKEL

Bir zamanlar, iki komşu ülkenin hükümdarı, birbirlerini sürekli imtihan eder, zeka gösterilerinde bulunurlarmış. Bir gün bu hükümdarlardan birisi, diğer hükümdara yeni bir zeka gösterisinde bulunmak istemiş ve çağırdığı heykeltraşa birbirinin tamamen aynı olan, altından üç tane adam heykeli yaptırtmış. Görünüşte tamamen aynı olan bu üç heykelin arasındaki farkı ise yalnız ikisi biliyorlarmış. Heykeli yaptıran hükümdar bunu diğer ülkenin hükümdarına hediye olarak yollamış ve şöyle yazmış: “Bu üç heykel birbirinin tamamen aynısıdır ama, bir tanesi ötekilerden daha değerlidir. Onu bulursan bana haber ver” demiş. Hediyeyi alan hükümdar, önce heykelleri tarttırmış, gramına kadar aynı olduğunu görmüş. Ülkede bulunan bütün bilginler gelip bakmışlar ama arada hiçbir fark görememişler. Sonra, zindanda bulunan fakat çevresinde zekası ile tanınan bir mahkum bu bilmeceyi çözmeye talip olmuş. Mahkum önce heykelleri çok iyi incelemiş, sonra çok ince bir tel istemiş. Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel ağzından çıkmış, Aynı şey ikinci heykel içinde olmuş, onun da kulağından giren tel diğer kulağından çıkmış. Üçüncü heykelde ile tel kulaktan girmiş ama hiçbir yerden çıkmamış. Bu kulaktan giren tel, heykelin içinde kalbe kadar gitmiş ve orada kalmış. Hükümdar bunun üzerine şu cevabı yollamış: “Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren öbür kulağından çıkıyorsa, yine makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediye için teşekkür ederim.” demiş.

Bir Kadın, Kapıdan Dışarı

Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür. - Ben sizi hiç tanımıyorum, der . Ama aç ve susuz olmalısınız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim. - Evin erkeği içerde mi? Diye sorar adamlar. - Hayır, der kadın. Şu an evin dışında. - O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil, diye cevap verirler. Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır. - Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler. Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder. Ama bu defa da; - Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz der yaşlı adamlar. Kadın öğrenmek ister; - Niye giremezsiniz ? İhtiyarlardan biri açıklar: - Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek. Diğeri BAŞARI. . . Ben ise SEVGİ . . . Sonra ekler; - Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz ? Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek; - Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin’i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun . Karısı itiraz eder; - Canım, niçin Başarı’yı çağırmıyoruz ? Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler; - Sevgi’yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar ! - Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına. Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi’yi davet et. Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar; - Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol . Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı’ya sorar; - Ben sadece Sevgi’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz? Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler: - Eğer Zengin’i ya da Başarı’yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi’yi davet ettin .O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz . . . Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır..

AŞAMIN FISILTISINI DİNLE...

Zengin bir adam lüks arabası ile şehirdeki dar bir yoldan geçiyordu. Birden, yoluna aniden fırlayarak elindeki taşı arabasına atan bir çocuk gördü. Kapısına çarpan taşın sesi ile ani fren yapınca, arabası kaldırım taşına çarparak durabildi. Adam öfke ile arabadan fırlayıp, taş atan çocuğu kolundan tutup sarsmaya ve “Sen ne yapıyorsun serseri, bak arabamı ne hale getirdin” diyerek bağırmaya başladı. Üzgün ve suçlu tavrındaki çocuk “Amca! lütfen kızma, sizden önce geçen arabalara durmaları için işaret ettim, arabaların hiç biri durmayınca, sizin arabaya taş atmak zorunda kaldım” dedi. Gözyaşları içinde, kenarda devrilmiş duran bir özürlü arabasını ve o arabadan düşerek yerde yatan birisini göstererek “Ağabeyim yürüyemiyor, onu tekerlekli arabası ile gezdirirken, kayıp devrildi. Ağabeyim yere düştü, kaldırmaya gücüm yetmedi, gelen geçen kimse de yok, siz onu yerden kaldırıp tekerlekli arabasına tekrar oturtmama yardımcı olabilir misiniz?” dedi. Zengin adam, ne diyeceğini bilemeden, boğazındaki düğümden yutkunup kurtulmaya çalışarak, yerde yatan çocuğun yanına gitti, onu kaldırıp tekerlekli arabasına oturttu ve cebinden temiz bir mendil çıkararak bacağındaki kanları sildi. Küçük çocuk abisini tekerlekli arabasıyla alıp giderken, hiçbir şey söyleyemeden arkalarından bakakaldı. Arabasına döndüğünde, çocuğun attığı taşın, arabasının kapısında bıraktığı oyuk şeklindeki derin izi gördü. Ve zengin adam, bu derin taş izini hiçbir zaman tamir ettirmedi. Arabadaki bu taşın izini şu mesajı hiç unutmamak için sakladı: Hiçbir zaman, yaşamın içinden, birilerinin seni durdurmak ve dikkatini çekmek için taş atmaya mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Tanrı, ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur. O sesi dinlemek için vaktimiz olmadığında, size taş fırlatmak zorunda kalır. İster fısıltıyı dinle, ister taşı bekle... Seçim senin... Yaşamın içinden son hızla geçerken, bir an durup, kendi hayatımızda da bize bazı şeyleri hatırlatmak için atılan taşlar olup olmadığını bir düşünelim...

KÜÇÜK ŞEYLER

İkiz kulelere saldırı sonrasında, binadaki firmalardan birinde hayatta kalanlarla yapılan sabah toplantısında, o toplantıya katılanlar, 11 Eylül sabahı işe niçin geç kaldıklarını anlatmışlar. O sabah, -Bir firma müdürü o gün oğlu ana okuluna başladığı için işe geç kalmış. -Birinin o gün ofiste kahvaltıda yenecek olan poğaçaları alma sırasıymış. -Bayan elemanlardan birinin çalar saati o sabah çalmamış. -Birisi kaza yüzünden trafiğe takılmış, geç kalmış. -Biri otobüsü kaçırmış. -Birinin kıyafeti lekelenmiş, üstünü değiştirmek vakit almış, geç kalmış. -Birinin arabası çalışmamış. -Biri telefonu cevaplamak için geri dönmüş, servisi kaçırmış. -Biri huysuzluk yapan çocuğunu giydirirken geç kalmış. -Biri taksi bulamamış, geç kalmış. Ama en etkileyici olanı, birisi, o gün yeni aldığı ayakkabılarını giymiş, ayakkabılar ayağına vurmuş ve bir eczaneye uğramış, yara bandı almak için. Bu gün hayatta kalma sebebi olan yara bandını almak için. Şu anda, trafikte sıkıştığınızda, asansörü kaçırdığınızda, tam çıkarken çalan bir telefona cevap vermeniz gerektiğinde, yani sizi rahatsız eden küçük şeyler olduğunda, Tanrının sizin o an orada olmanızı istediğini düşünün. Bir dahaki sefere sabahınız tersliklerle başladığında, çocuklarınız giyinmek istemediğinde, arabanın anahtarını bulamadığınızda, bütün trafik ışıklarına takıldığınız da huzursuz olmayın, sinirlenmeyin. Tanrının o an sizi gözetlediğini ve koruduğunu düşünün. Bu küçük terslikler, belki de Tanrı’nın bizi o anda koruduğu için yaşanıyordur ve biz, inşallah, küçük sıkıntılı anlarda bunun olası nedenlerini hatırlarız. Kuyunun dibindeki kurbağa, gökyüzünü, kuyunun ağzı kadar sanırmış!

Rakı İçen Kadın

Rakı içen kadın Herkes rakıyı erkekler içer zanneder. Oysa bence rakıyı en güzel kadınlar içer. Rakı kadındır, kadın da rakı. Birbirlerinin halinden, tadından anlarlar. Hiç konuşmadan anlaşırlar. Yalnızlık zor ve çekilmez geldiğinden ikisine de, yanlarında mutlaka balık ve peynir ararlar. Ufak tefek tatlardan ve hatta acılardan da haz aldıklarından, yanında mezesi olmadan duramazlar.Kadının içindeki beyazdır rakı. Buğudur, dumandır. Mesafedir. Hem şeffaftır, hem bulanık. Temkin ister. Alışmak için zaman ister, alıştın mı da dikkat ve özen ister. Kadın o yüzden pek güzel içer rakıyı. Kadınlığının içinde saklanan erkektir rakı. Güçtür. Meydan okumadır. Elinde rakıyı erkek gibi tuttun mu, gözdağı verdirendir. Dik durmaya zorlar adamı. Eşitliktir rakı. Doğu'nun içindeki Batı, Batı'nın içindeki Doğu'dur. Anadolu'dur. Anadolu kadar yaşlı, onun kadar çeşitli, renklidir.Politikadır, yenilen kazıktır, şikayettir, isyandır. Kalabalık sevdiğinden doğurgandır. Bir kişi başlarsın bazen içmeye, bakmışsın olmuş masada 10 kişi. Hiç bilmediğin nağmeleri öğretir rakı. Bildiklerini unutturur. Mucizedir.Türk sanat müziğidir. Durup dururken ağlatır, olmadık yerde kahkaha attırır. Kadın ruhludur rakı. Daldan dala her türlü duyguyu tek kadehte yaşatır.Kafayı buldun mu, bet sesindeki buğulu nağmedir rakı.Masadan kalkmadan, yıkılmadan, rezil olmadan darmaduman olmaktır. Kadın gibidir rakı diyorum ya, çünkü içmeyi bilmeni ister rakı. Kolay değildir. Dalgaya gelmez, hassastır. “Şerefe!” dedin mi, o sofrada anlatılan her şeyi sır gibi tutacağına dair “şeref sözü” verdiğin namustur rakı. Kandırılmak istemez. Yalandan haz etmez. Gerçekleri ortaya döker rakı. Hesaplaşmadır. Yüzleşmedir. Rahatlamadır. Rakı-balık masasında yoksa kadın, masadaki erkeğin dilindedir, havasında vardır. Rakı kadınsız olmaz. Haremlik selamlık durmaz. Bir tek önyargı rakıyı erkek içer zanneder. Rakıyı erkek gibi kadın da içer.Bu toprakların parçasıdır rakı. Dil, din, ırk, köken bakmaz, tanımaz, ayrımlarla uğraşmaz. Uhu'dur rakı; birleştirir. Sarı Zeybek'tir, Yeşil Efe'dir, eskiden kalma ama Yeni'dir rakı. Beyaz leblemizdir.Geçmişten bugüne, bugünden geleceğimize mirastır. Gelenektir. Yasak tanımaz. Özgürdür. Hicazdır, nihavenddir. “Makberdir”, “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” diyerek hayata avaz avaz tutturandır. Deşarjdır, “ikinci bahar”ımızdır bizim. “Kalamış”tır.Bizimdir, bizdendir. Eskimiz, yenimiz, tarihimizdir. Yadigardır. Sözünü esirgemeyen kadın gibidir.Benim gibidir...--spoiler-- *Alıntıdır.

SU VE IŞIK

Hep o renk renk ışıkları anımsıyor T. Durmaksızın yanıp sönen, sıçrayan, kesik çizgiler çeken ışıkları. Sonra, upuzun kloş eteğinin kıvrımlarında pek çok uçan koltukla dönen balerini, bütün arabalar kendisininkine toslayıp durduğu için çarpışan otosunda ağlayan oğlanı ve O'nu... Adı, Su'ydu. Öyle demişti... Uçurduğu onlarca balonun arkasından bakıyordu; güneşe doğru yükseliyordu balonlar. «Beni de yanlarına alabilselerdi keşke...» diye düşünüyordu belki. Bir bulut geziniyordu yüzünde. Kocamandı gözleri; bir çocuğunkiler kadar kocaman. Üstelik ne çok lacivert ve parlak... Yakamoz-yıldız karışımı... Saçları kısacık, kulaklarında sallantılı, ağır küpeler... T. kızın omzuna atmıştı kolunu; dar, zayıf omuzlarına. Kendisine yaslanmasını istemişti... Çünkü penceresinin önünde üşüyen acemi kuştu o. Hani uçmayı beceremeyip aşağı, bahçeye düşen ve pusudaki yabanıl kedinin yaylanıp üzerine atladığı, ölümünden kendisini sorumlu tuttuğu yavru kuş... «Aynalar Odası'na buyrun...» diye bağırıyordu tellal, kukuletasının ponponunu sallaya sallaya... Uzundu, daracıktı durduğu koridor. Artık asla mutlu ya da mutsuz olamayan -aşağılık ya da aptalca buldukları için değil- bir yığın insan taşlaşıyordu çağrı henüz tamamlanmadan. Halkalarla gösteri yapan adamı, balonların peşisıra uçan halkalarının arkasından şaşkın gülümseyen adamı farketmişti o sırada. Sonra, adamın yüreğine sokulduğunu, oradaki en gizli noktaya parmağını dokundurduğunu sanıp ürpermişti. Bakışlarında, «Kendine bir mezar bul o halde...» anlamını yakalamıştı birden, gövdesini içine çekmişti (Kapkara, kocaman ağzı kapanıyordu midyenin). Korkunç bir kasırgaydı patlayan. Ağaçların belleri kırılıyor, binalar temellerinden sarsılıyordu. Bastıran yağmur, evrenin oluşum günlerini anımsatıyordu. Sonunda, tepedeki mağaraya akın etmişti sular. Sarkıtlar, yüzlerinin serinlediğini duyumsamıştı. Bir erkek, cebindeki tek halkayı gözü gibi koruyan biri, oturduğu dikit üzerinde balalayka çalıyordu. «Mührü ancak kirlenmemiş sevgiler açabilir...» diyordu şarkısında. Sonraki cümle: «Büyülü mağaranın duvarındaki şifreyi de ben çözebilirim; ben sevgiyim...» Sarı perçemi alnına düşüyordu. Sokak lambasının ışığını çevreleyen karanlık gitgide koyulaşıyor. Dışarının havasını daha da soğutuyor bu. Kızın yanında olmasını ne çok isterdi şimdi. Üşüyerek sarılmalıydı battaniyeye. Hayatına ilk giren ve hiçbir yaşamında unutamayacağı erkeği düşleyecek de olsa yüzüne baktıkça... Ağlasa da yastıkta boğarak sesini... Yıllar boyu her gün ciğerini yemeye gelenleri asla atamayacak olsa da kâbuslarından, razıydı. (Onu sevmek, korumak, dizlerine yatırıp saatlerce saçlarını okşamak, korkunç bir hazla dudaklarını dudaklarına yapıştırmak...) Gecenin sıyrıldığı o bilinmez, yakalanamaz andı yaşadıkları. On bir ay çiçekleri fışkırmıştı duvarlardan. Bütün darağaçlarındaki düğümler çözülmüştü. Bütün müzik kutuları kapaklarını açmıştı. Melodilere boyanmıştı her yer, havai fişekler patlamıştı ardarda. Ellerinde ışıl ışıl fenerlerle, fişeklerle insanlar doldurmuştu ortalığı... Su, balonlarının arkasından bakıyordu hâlâ. Dev bir vazodaki dev bir bukete benziyorlardı. Derken çevresindeki her şeyin küçüldüğü, oyuncağa dönüştüğü duygusuna kapılmış gibi iyice sokulmuştu T.'ye. Elini tutmuştu. (Sevilmek, korunmak, okşanmak, dudaklarının erkeğin kocaman ağzında eridiğini duyumsamak, insan sıcağında gevşemek...) «Ve babama o kadar benziyorsunuz ki... Ancak, onun ne beklediğini hiç bilmiyordum. Ördüğü taş duvarların ötesine geçmek çok zordu...» demişti. Sonra başını adamın sol omzuna yaslamıştı. Çizgisiz geniş alnını, kocaman gözlerini... Galiba ağlamıştı. Öyle kolaycacık kırılabilir görünüyordu ki... Sıkı sıkı sarılmıştı, tırnakları erkeğin ceketini delip tenine saplanacak kadar sıkı. (Kendisine âşık olunabilecek biri değildi o an... asla...) Soba yanıyor. Evin içi sıcak. Ama ayakları üşüyor. O gece hiç üşümemişti oysa. Üstelik ceketini çıkarıp kızın omuzlarına koymuştu. «Burada olsaydı...» diye düşünüyor. Burada olsaydı, anlaşmak zorundaki insanları yaşasaydılar. Belki kanepede pineklemekten sıkılır, okuması için eline tutuşturulan kitabı öfkeyle duvara fırlatır, televizyondaki çılgın müziğin eşliğinde dakikalarca dans eder, sonra yorgun ve bütün elektrik yükü hâlâ vücudunda olarak kanepeye uzanır yeniden, gözlerini yumar, kendisini bile bile ateşe attığını, bu mezardan hiçbir farkı olmayan yerde çürüyüp gideceğini düşünür acı ve pişmanlıkla... Ama içerki odadan, «Su, gelsene biraz...» diye çağıran sesi duyunca bütün karmaşık duygulardan sıyrılıp ona koşardı. Pencere açık, iki çift göz sanki yaşamlarında ilk kez görüyorlarmış gibi bakarlardı Ay'a. «Bir tuhaf şelâleyim ben...» diyor T... Durmaksızın yer değiştererek akıyorum. Belki hep ve yalnız onda akabilirdim!..» Ama emin değil... Yıllardır kapalı duran çekmeceyi sonunda açtıranın Su olduğunu bilmesine karşın kızın gidişini engellemedi... Bu yüzden kendisini hiç bağışlamayacak. Durdurması olanaksızdı belki ama hiç değilse deneyebilirdi... Ayrıca bunu yapmak zorundaydı. Yaşamında belki ilk ve son kez doğru zamanda, doğru yerde bulunma şansını kaçırmamalıydı. Bu, gecikmeli treniydi onun. Her şeyin anlamsızlığına lanet yağdırırken, sevginin hem ulaşılmazlığını, hem ölümsüzlüğünü savunurken, doyumsuzluğunu yarım kalacak şiirlerle bastırmaya çalışırken, uçurumlardan aşağı atlamanın saçma bile olmadığını düşünürken hep yanında bulmayı istediği kızdı o. Geçmiş zaman, gelecek ve şimdiki zamanların hepsinde seviyordu onu. Her şeyin değişmesi, mutlu sona bağlanması belki de olanaklıydı eğer o üç adam, bir başka zaman boyutundan çıkıp gelmeselerdi... İnsan kılığına girmiş canavarlara bakar gibi bakmıştı Su, her an en kötü şeyle karşılaşacaklarmış, her an bütün kötülüklerini dökeceklermiş gibi yürüyorlardı. Su, ışıkların yavaş yavaş çekildiğini farketmişti. Yalnızca ilerde, belki panayırın çıkışında bir ışıldak, göz kamaştıran ışığını yayıyordu. Bir macuncunun tablasındaki macun kadar mavi, tel tel ve kızın bütün geçmişini, gününü yansıtabilecek perdeyi arar gibi... Karanlık, kollarından, bacaklarından çekip duruyordu. Adamlardan biri, sivri burunlu parlak ayakkabılarını masanın üzerine uzatırcasına bacak bacak üstüne atmıştı. Ötekiler, onun iki yanında, gölgeleri gökyüzünü kapatarak dikelmişlerdi. «N'aber Lotus... Görüşemiyoruz...» demişti, gümüş tespihiyle bir örnekti bakışları. Başını önüne eğmişti Su. Sivilceleri kanı-yordu adamın. Sonra kızın kulağına eğilmiş, fısır fısır bir şeyler söylemiş, ardından sesini yükseltip, «Şöyle bir eğlenecektik... İstersen gel...» demişti... Dolunay vardı. Bir uluma duyuluyordu. Giderek ayrışmış, yaklaşmış ve kanona dönüşmüştü ses; hep daha da artarak sürmüştü. Bir ilaç tüpünün tıpası düşmüştü o ara. Küçücük avucuna boşaltmıştı içindekileri. Tırnağındaki oje kadar kırmızı, minik minik haplar... (Ne garip, henüz yumuşaktı çizgileri ve teni hâlâ sıcaktı. Oysa çok önce bitmemiş miydi her şey?) «Dönüşme zamanıdır!.. Geç kalmayın!.. Çabuk olun!..» diye bağırıyor mikrofondaki ses. «Kozada kalacaksınız yoksa... Haydi, eskisi gibi de olamayacaksınız çünkü...» Dudağını ısırmıştı, kadehini ve avucundakileri bir dikişte içtikten sonra bedenini dikleştirmiş, «Öyleyse ne duruyoruz ki?» demişti, bıçak ucu bir kahkaha atarak... Ay, kalın bir perde çekmişti yeryüzüyle arasına. Artık balonları olmadığı için mi gitmişti gümüş tesbihi gözleriyle bir örnek adamın arkasından... Bilmiyor... «Benimle konuştu, güldü, hüzünlendi, sevindi, sonra da... Belki adımı bile anımsamayacak... Öylesine soluk, sönük biriyim onun için. Ama haklı. Kolundan sürüyüp götürmeliydim...» diyor yalnızca. Bir koku giriyor pencereden. Çok iyi tanıyor bu kokuyu. Pastayı anımsatıyor; kızın ensesinin kokusu. Final repliği: «İlk hazan yaprağını gördüğünde beni düşün. Bir kasımpatı bulup suya at...» Bir an geriye dönüp umutsuzca bakmıştı, uzun kara cüppeli cellatlarının arasından. Gülümsemeye çalışarak hızlı hızlı başını sallamıştı. Dirense, kanatları güçleninceye dek orada kalsa bütün şifreleri çözebilirdi bir gün... Bir gün alnını yükseltip bütün bir dünyanın karşısına çıkabilirdi. Yoksa... Belki... Zaten... Ama... Kesinlikle... Evet, bundan korktuğu için... O sırada balalayka çalıyordu adam. «Gel benim evime...» dememişti. Kız da kalmak istediğini belirten bir şey yapmamıştı. Binlerce kukuletalı adam, uzun, dar bir koridorda, «Aynalar Odası'na buyrun» diye bağırıyordu... Bir kara kedi, kuyruğunu dikmiş, bacakları, sırtı, karnı gergin, beklemenin son anını geride bırakmış, saldırının ilk anını yakalamaya hazır... Kuş düşüyor yavaş yavaş... Kanat çırpmaya, yükselmeye çabalıyor. Bir mavi tüy uçuyor. Balonlar, sanki her birine aynı anda bir iğne sokulmuş gibi patlıyor. Gökyüzüne dağlıyor parçaları. Korkunç bir ışık yayılıyor ardından. İncecik bir ses duyuluyor: «Cik...» Bir gölge, fırlayan bir gölge yansıyor duvara. Mağaradaki adam yerinden hiç kıpırdamadan balalayka çalıyor hâlâ. Ama iki damla yaş süzülüyor gözpınarlanndan. Şarkısındaki son cümle! «Aşk gözyaşıdır...» Zeynep Aliye

Çepni Boyu

Çepni Boyu Oğuz Kağan Destânı'na göre Oğuzların 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud'a göre yirmi iki Oğuz bölüğünden Dîvân-ı Lugâti't-Türk'te; "Yirmi birincisi Çepnilerdir. Belgeleri şudur: ” şeklinde tanımladığı bir Oğuz boyudur. Boyun genel özelliği âsî, atılgan, cesur, mert ve savaşcı olmalarıdır. Günümüzde Rumeli ve Anadolu'da yaşayan Oğuz/Türkmen Boylarının en kalabalık olanlarından biridir. Rumeli-Ege ve Akdeniz’dekilerin çoğunluğu Bektâşî-Alevî olmalarına rağmen Karadeniz Bölgesi’ndekilerin çoğunluğu Sünnî’dir. Prof. Dr. Irene Melikoff, Hacı Bektâş-ı Velî Hazretlerinin ve onun ilk müritlerinden olan Kadıncık Ana ve Abdal Mûsâ'nın da Çepni olduğunu yazar. Ayrıca Prof. Dr. Faruk Sümer “Oğuzlar/Türkmenler” isimli eserinde Çepnilerin, Hacı Bektâş-ı Velî'nin müritlerinden olduklarını ve Anadolu'nun değişik yerlerinde yaşadıklarını, Çorum, Giresun, Gümüşhâne, Ordu, Trabzon, Rize, Bayburt olmak üzere Karadeniz Bölgesi'nde yoğun olarak yaşayan Çepnilerin ise çoğunlukla Sünnî olduğunu, ancak zamânında Alevî olan grupların da Sünnîleştiğini yazar. Anadolu'ya gelmeden önce Türkistan ve Horasan'da öbür boylarla birlikte yaşayan Çepniler, Selçuklulara katılıp Anadolu'ya geldiler. Başta Karadeniz olmak üzere Anadolu'nun Türkleşmesinde önemli rol oynadılar. 1515 yılındaki tahrir defterlerine göre şimdiki Giresun ve civârındaki iller Vilâyet-i Çepni isimli bir idârî bölge olarak gösterilmiştir. Vilâyetnâmeye göre Kırşehir’in Suluca Karahöyük Köyü’ne gelen Hacı Bektâş-ı Velî'nin ilk müritleri Çepni'den idiler. Bu husus aynı zamanda bu boyun mensuplarından mühim bir kısmının niçin Kızılbaş olduğunu îzah edebilir. Çepnilerin mühim bir kısmı 1240’taki Baba İshak Türkmenlerinin isyânına katılmıştır. -Târihte Çepni Boyu Oğuz/Türkmen Çepni Boyu’nun, Üçoklar Kolu’ndan (sol kolundan) Oğuz Kağan'ın oğlu Gök Han'ın soyundan geldikleri kabul edilir. Çepniler, Doğu Karadeniz'in Türkleşmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Çepniler; 1071'de Anadolu'nun, 1277 yılından îtibâren de Bartın'dan Trabzon'a kadar olan Karadeniz Bölgesi'nin fethedilmesinde başta Güvenç Abdal Hazretleri olmak üzere çok aktif görevler üstlendiler. 1277 yılında Sinop'a saldıran Rum Pontus İmparatorluğunun ordusunu bozguna uğrattılar. Güvenç Abdal Hazretlerinin makâmı Gümüşhâne, Kürtün, Güvendi Yaylası’nda bulunur. Vilâyetnâmeye göre Kırşehir'in Suluca Karahöyük köyüne gelen Hacı Bektâş-ı Velî'nin İlk müritleri arasında Türkmen, Çepnilerden de bulunuyordu. Çepnilerin mühim bir kısmı 1240 yılındaki Baba İshak Türkmenlerinin isyanlarına katılmışlardır. Cepnilerin mühim bir kısmının 1277 yılında Sinop yöresinde yaşadığı görülüyor. 1404 yılında Timur’a giden İspanyol Elçisi Clavijo, Ordu ve Giresun'un 10.000 kişilik bir Çepni kuvvetine sâhip Hacı Emir Bey’in oğlu Hacı Süleyman Bey’in elinde olduğunu yazar. "Çepni" kelimesi “atak, düşmanla savaşan mert, yiğit, âsî, cesur” anlamında kullanılmıştır. Çepni boyunun özelliği "nerde yağu görse orda savaşır" olarak anlatılmaktadır. Onların haksızlıklara karşı gelen ve savaşçı karakterleri, önemlerini günümüze yansıtacak kalıcı sanatsal ürünler meydana getirmelerini engellemiştir. Çepniler değişik târihlerde farklı cephelerde savaşmışlar ve ordu ile gittikleri bölgelere yerleşmişlerdir. Savaşlarda nüfusları azalmıştır. Türkmen Safevî İmparatoru Şah İsmâil'in şahsî muhâfızlarının Çepnilerden olduğu gibi Gâzî Mustafa Kemal Atatürk'ün de özel muhâfızlarının Giresunlu Topal Osman ve diğer Çepnilerden olması ilginç bir tesâdüf olup bu durum bu boyun dâimâ cesur, mert ve güvenilir olduğunun en çarpıcı örneğidir. -Rumeli ve Balkanlarda Çepniler Türkmen/Çepniler Rumeli ve Balkanlara Selçuklu döneminde yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti kurulmadan önce Sarı Saltuk ve İzzeddîn Keykavus’la birlikte Deliorman ve Dobruca bölgelerine geçen Türkmenler Çepni boyundandır. Deliorman ve Dobruca’daki bu Çepniler hem yerel Kıpçak ve Peçenek halklarıyla hem de daha sonra gelen diğer Türkmen Boylarıyla karışmışlar ve Çepnililik bilincini yitirmişlerdir. Ancak Çepni inancı olan Bektâşîliği devam ettirmektedirler. Birçoğu da Batı Anadolu'ya geri göçerek bugünkü Batı Anadolu Çepnilerini oluşturmuştur. Dobruca'da bulunan Türkler kendilerinin Türkmen olduklarını ve inanç önderlerinin Sarı Saltuk olduğunu söyleyerek bugün bile câmilerde ve tekkelerde onun adına duâlar ederler. Romanya ve Moldova’daki İzzeddîn Keykavus taraftarı bir grup Çepni ise Hristiyanlığa geçmiştir. Keykavus’tan dolayı bu Çepnilere, “Gök Oğuz, Gagavuz” dendiği ileri sürülür. İlginç olanı Gagavuz Türklerinin Giresun ağzıyla konuştuğu tespit edilmiştir. Örneğin geçen sene yerine Giresun ağzında kullanılan “bıldır” kelimesi kullanılır. Daha bunun gibi birçok örnek kelime bulunmaktadır. -Kurtuluş Savaşı Çepniler genetik olarak dâimâ mazlumun yanında, güvenilir, cesur savaşçılardır. Bu özelliklerinden dolayı her dönemde olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı esnâsındaki hassas dönemde de yine öne plana çıkmışlardır. Rum ve Ermeni çetecilere karşı savaşıp Doğu Karadeniz’de âsâyişi sağlamışlardır. Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun'a çıktığında Giresun Çepnilerinden olan Topal Osman Ağa ve arkadaşlarını Millî Mücâdele’ye dâvet etmiş ve Kâzım Karabekir’in de tavsiyesiyle de kendisine Giresun Çepnilerinden oluşan bir muhâfız kıtası seçmiştir. Topal Osman ve Giresun Çepnileri bu şerefli görevi başarıyla yerine getirmiş ve cumhuriyetin îlânına kadar Atatürk'ün en yakın silahlı unsurları olmuşlardır. Sivas Kongresi’nden sonra Atatürk'e karşı pâdişah yanlısı muhâlefet artınca Kâzım Karabekir, Topal Osman ve arkadaşlarından oluşan muhâfız kıtasının sayısının artırılmasını ve Atatürk'e karşı olan muhâlefetin kuvvetle bastırılmasını emretmiştir. Şöhreti belli Çepni muhâfızları gören muhâlefet sinmek zorunda kalmıştır. Giresunlu Çepnilerden oluşan Atatürk'ün muhâfız kıtası bugünkü T.B.M.M.’deki muhâfız bölüğünün ve Cumhurbaşkanlığı Muhâfız Alayı’nın temelini oluşturur. Kurtuluş Savaşı esnâsında T.B.M.M.’deki localarında oturan Giresunlu muhâfızların yerinde bugün askerî erkân oturur. -Günümüz Karadeniz yöresinde yoğun bir Türkmen/Çepni kökenli nüfus bulunmaktadır. Giresun ve Ordu yöresi Vilâyet-i Çepni olarak târihte anılmaktadır. Çorum İli, Kargı İlçesi, Çetmi Köyü'nde Çepnililer yoğun bir şekilde, kültürlerine ve atalarına bağlı olarak yaşamaktadır. Ayrıca Kürtün, Ordu, Ulubey, Perşembe, Gölköy, Fatsa, Aybastı, Mesudiye, Gürgentepe, Koyulhisar, Ünye, Giresun, Beşikdüzü, Şalpazarı gibi yerleşim yerlerinde ve Vakfıkebir Güvenç Abdal Ocağı’na bağlı yoğun olarak Çepni boyları yaşamaktadır. Bu bölgedeki Çepnilerin önemli çoğunluğu Sünnî’dir. Ancak Alevî olanlar da hatırı sayılır sayıdadır. Ayrıca önceleri Alevî olup da, Osmanlılar zamânında Sünnîliğe geçen gruplar da vardır. Öte yandan; Gümüşhâne, Giresun, Dereli, Espiye, Ulubey, Gölköy, Gürgentepe başta olmak üzere birçok yüksek köyde Alevî İslam inancına bağlı Çepniler yaşamaya ve geleneklerini sürdürmeye devam etmektedir. Bugün bile Ordu, Rize ve Trabzon'da Çebi, Çep soyadı ile anılan kalabalık âileler vardır ve bunların Çepni Oğuzlarından oldukları ileri sürülmektedir. Özellikle Giresun'un Görele, Tirebolu, Doğankent, Çanakçı, Eynesil ilçeleri ile Trabzon'un Şalpazarı ve Ordu'nun muhtelif yerlerinde Çepni adı mensûbiyet bildiren bir tâbir olarak hâlâ kullanılmaktadır. Batı Karadeniz'de Kastamonu'nun Tosya İlçesi’nde "Çepni", Çorum'un Kargı İlçesi, Çetmi Köyü’nde Çetmililer adında bu boydan gelen insanların yaşadığı köyler bulunmaktadır. Ayrıca Anadolu'nun çoğu yerinde 'Çepni' isimli yerleşim yerleri vardır. Çepniler ayrıca; Ege Bölgesi’nde Çanakkale, Manisa, İzmir; Marmara'da Balıkesir'de yaşarlar. Ayrıca Yozgat (Boğazlıyan), Sivas ve Gâzîantep'te de Çepni köyleri vardır. Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Manisa ve Gâzîantep Çepnilerinin tamâmı Alevî'dir. Çanakkale Küçükkuyu'da bulunan Büyük Çetmi ve Küçük Çetmi köylerinin ve civar köylerin halkının önemli bir bölümü Çepni kökenlidir. Orta Anadolu'da Amasya, Çorum, Ordu, Tokat gibi bölgelerde de Çepni grupları vardır. -Vilâyet-i Çepni Osmanlı devlet arşiv kayıtlarında Ordu-Giresun-Vakfıkebir (Trabzon)-Koyulhisar (Sivas)-Kürtün-Kelkit (Gümüşhâne) hattı Vilâyet-i Çepni olarak anılır.

Şinanay



Bu ne kabris,
Genç kız havaları,
Yaşlı,huysuz,aksi.
Acuze,
Röküş.
Kapadokya balunu gibi,
Şişinen hallerin.
Ağıt yakan kadınlara dönmüşsün.

Artık talih kuşu değil,
Hazan yaprakları,
Düşüyor başıma.
Sen yürürsün,rüzgar yürür.
Alıp savurur beni,uçuşan saçlar.
Yeni bir yar sevdim,
Genç,körpe,taze.
Haberin olsun istedim.
Şinanay yavrum şinanay.

Cemal Borandağ.
24 Kasım 2017 Tuzla-İstanbul
Öğretmenler günü kutlu olsun.

Kara Harekatı-2



Yarlar sıcak,yaralar kanıyordu.
Mayısa bir adım ben,
Kanamayan yaralara estim buz gibi.
Evet adı düşmandı.
Ama neden düşman olduğunu bilmeden ölüyorlardı.
Bu ordu ki milli bilinçten yoksun...
İster Seddülbahirden,ister Arıburnundan,
Nerede vurulursa vurulsun,
Sonu bozgun olacaktı kuşkusuz.
Arıburnuna çıkan düşman kuvvetleri sekiz bini bulmuştu.,
Düşman bir kaldırıp baksaydı başını Conkbayırına doğru,
Görecekti yaklaştığını bir mavi fırtınanın
Ama düşman mağruru,ama düşman gafil,
İnmedi bir mavi fırtınanın anaforundan.
Yerden yere çakılacağını.
Plan gereğince 6/7 Ağustos gecesi Suvla limanına çıkarma,Arıburnu bölgesinede ise takviye birlikleri dahil ANZAK kolordusu 8 Ağustosta Kocaçimen tepe istikametinde kuzeyden kuşatıcı taarruzları başlamıştı.Bu taarruzlar esnasında Conbayırıdüşmanın eline geçmiş birliklerimiz kritik anda kurtaran kahraman 19.ncı tümen komutanı Mustafa Kemal olmuştur.
Düşmanın kendi tümenin cephesinede taarruz etmesine rağmen kuzeydeki komşu tümenlerin durumunu ve bölgenin hassasiyetini taktir eden Mustafa Kemal sorumluluk sahasının dışındaki Kocaçimen tepe bölgesine 2 tabur kadar birlik göndermiştir.
Böylece geye noktasına erişmek üzere olan düşman taarruzları alınan bu tetbirlerle sonuçsuz kalmıştır.
Düşman ANZAK ve 9.ncı kolordusuyla Teke tepe-Kocaçimen tepe hattını ele geçirmek maksadıyla9 Ağustos 1915 sabahından itibarenyeniden taarruza karar vermiştir.
Ancak o günlerde Anafartalar grup komutanı görevlendirilen ve rütbesi Albaylığa yükseltilen Mustafa Kemal bölgedeki düşman düşman taarruzlarını karşı taarruzlarla eritmeyi başarmıştır.
17 Ağustosta İngilizler,Seddülbahir bölgesinden 29 ve Mısırdan 2.nci tümeni bu bölgeye getirerek takviye faliyetlerine devam etmiştir.
Düşman 18 Ağustos günü 2.5 kmlik bir cephede 3 tümen kullanmak soretiyle taarruzlarını tekrarlamış ise de bu taarruzlarıda sonuçsuz kalmıştır.Devam edecek.

Kurmay Yarbayken



Kurma Yarbayken 1.nci sırada ,Kurmay Albaylığa ettikten sonra,2.nci safhada Çanakkale savaşlarının kaderini belirleyen Mustafa Kemal Çanakkale çanakkale hatıralarında bu muharebenin kazanılmasını şu şekilde anlatmaktadır.
Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz.Yalnız size bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim.Khepsi düşüyor.karşılıklı siperler arasında mesafe 8 metre yani ölüm muhakkak.
-Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulmaksızın hepsi düşüyor

siperdekiler onların yerine gidiyor.
Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılıklave tevekkül ile biliyor musunuz?
Öleni görüyor,üç dakikaya kadar öleceklerinide biliyorlar,fakat en ufak bir çekinme bile göstermiyorlar.
Sarsılmak yok...
Okumasını bilenler,KURAN-I KERİM okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor,bilmiyenler KELİME-İ ŞAHADET getirerek ileri yürüyorlar
İşte bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebriğe değer örnektir.
Emin olunuz ki Çanakkale savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.
Neticede bu ruh karşısında düşmanın yapacağı tek şey vardı...O da mağlubiyeti kabul etmek,çekilmek,gitmektir.
Nitekim çekilme emri 1 Aralık 1915 de verildi8/9 Ocak 1916 gününe kadar öncelikleArıburnu ve Suvla bölgesinden.sonrada Seddülbahir bölgesinden olmak üzere tahliye tamamlandı.

Kara Harekatı Devam.



Müttefikler tüm imkanlarını kullanarak8.5 ay devam ettirdikleri savaşları sonunda 250.000 e aşkın kayıp vermelerine rağmen Türk süngüsüne karşı yaptıkları ileri harekattahedeflerine ulaşamamışlardır.Anck çekilmekte gösterdikleri hüner her türlü taktirin üstündedir.
Çanakkalede Türk askeri,Balkan savaşından kalma ezikliği üzerinden atmış,can çekişen bir imparatorluk içerisinde,kahraman bir milletin varlığını tüm Dünyaya kanıtlamıştır.
Çanakkalede resmi olmayan rakamlara göre 250.000 Şehid pahasına Türk ordusu.
-Cesaretle İngilizlerin soğukkanlılığını
-Azmiyle İngiliz inadını,
-Vatanseverliliği ile İngilizlerin gururunu,
Kırmış,her otu taş,her taşı kurşun bilen neslinin kahramanlıklarıyla,
Çanakkalede Türlüğün ölmediğinikanıtlamıştır. Başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bize bu gururu yaşatan kahramanlarımıza minnet ve şükranlarımızı sunuyor,aziz şehitlerimizin manevi huzurunda saygı ile eğiliyoruz.

Cemal Borandağ
22 Kasım 2017
Çanakkale Geçilmez

KOCANIZA ÇOK İYİ BAKIN

Doktor , erkek hastasını muayene ettikten sonra, adamın eşi ile özel konuşmak istediğini bildirdi. Adam dışarıya çıktan sonra, kadına ciddi bir sesle durumu anlatmaya başladı:
'Eşinizin hastalığı ciddi' dedi ‘Korkunç bir stres’i var. Söylediklerimi uygulamazsanız, bilin ki ilk gerginlikte ölecek’.
Sonra devam etti:
'Her sabah mükemmel bir kahvaltı hazırlamanız gerekli.. Neşeli olmasını sağlamaya dikkat edin.
Öğlen için de yanına çok iyi bir yemek vermelisiniz. Dört başı mamur bir menü. İş yerinde onu yesin.
Akşam yemeği olarak ya yumuşacık bir biftek, ya da bonfile hazırlayın. Bol sebze garnisiyle. Haftada iki akşam da mükellef bir balık. Rakısına bir adet buz yeterli. 35liğin yarısını geçmesin. Keyiflenir de ‘bir duble daha’ derse bırakın içsin. Böylece gevşer biraz daha. Konuşurken sakın keyfini kaçıracak konulardan bahsedeyim demeyin. Özel problemlerinizi de kesinlikle açmayın. Yoksa kötüleşiverir.
Kendinize mutlaka dekolte bir kıyafet seçin. Bakımlı olun. Yanına oturup sırtını ovun. Televizyonda maç seyretmesi için her akşam teşvik edin. Siz de yanına sessizce oturup kırmızı şarap servisi yaparsanız fevkalade olur.
En önemli nokta da şu: Haftada birkaç akşam seks yapın. Eğer bu söylediklerimi aksatmadan bir yıl kadar uygularsanız, sanırım o takdirde kocanız iyileşip normal hayatına dönecektir ve uzun bir mutlu yaşam sizi bekleyecektir.’.
Eve dönüş yolunda koca, eşine sordu:
'Doktor ne dedi sana?' dedi.
Kadın kısaca cevap verdi:
"ÖLECEKMİŞSİN" ))

Tıp Fakültesi Son Sınıf Öğrencileri



Tıp fakültesi son sınıf öğrencileri cepheye gidip, şehit oldu diye mezun verememişken medreselerdekilerin askerden muaf tutulması Atayı nasıl da kızdırıyor... Bir de medreseler için ayrılan alanların köylülerin elinden zorla alınmış yerler olması onu harekete geçiriyor.
O gece iki medreseyi ziyaret ettik.
Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı.
***
Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu.
Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:
***
- Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
***
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!
***
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
***
- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.
Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
***
- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.
***
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti.
Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi.
Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.
***
(SEMIYON IVANOVIC ARALOV, BİR SOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI)

Rusya büyükelçisi S. Aralov, askeri ataşe K. Zvonarev ve Azerbaycan Büyükelçisi I. Abilov, 23 Mart 1922

Kara Savaşları Devamı



Mustafa Kemal bu taarruzu şöyle anlatıyor.
-Fakat bence taktik durumdan daha mühim olan bir faktör vardı. ki oda herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.
Bu öyle rastgele bir taarruz değil herkesin başarmak veya ölmek azmiyle harekata susamış olduğu bir taarruzdu.
Bu taarruz sonucu ANZAK kolordusu,avuç içi kadar bir kıyı kesimine sıkıştırılmış,artık başarı değil,yaşama ümitlerini dahi yitirmiş,tahliye yollarını arayan aşırı derecede yılmış bir kitle haline gelmişti.
Düşman muharebenin ilk gününde bu duruma düşüren,yalnız beş taburdan ibaret 27nci ve 57nci Alaylardı.Mustafa Kemalin komutasında olan bu kuvvet,kendisinden tabur sayısı olarak dört kat ve insan sayısı olarak da dokuz kat üstün bulunan düşman kuvvetlerini,yalnız muharebe alanındaki siperlere ve tepelerden değil,ruhun derinliklerinden söküp çıkarmıştı.
Aynı gün yarımadanın güneyini,Seddülbahir cephesini savunmakta olan 26.ncı alayımızın 3.ncü taburu üzerine saat 04.30 dan itibaren düşman donanması kahredici bir tarzda mermi yağdırmaya başlamıştı.
Bu taburun yalnız 10ncu bölüğü üzerine düşman donanmasının harcadığı mermi sayısı 4650 atım gibi o günler için akla durgunluk veren bir rakamdı.Bu rakam 18 Mart günü yapılan deniz savaşında bütün tabyalardaki topçuların,müttefik gemilerine karşı kullandığı mermi toplamının iki katından fazlaydı.
Bütün savunma tesisleri tahrip olan Kahraman 10.ncu bölük yalnız 300 piyade tüfeği ve kasaturası ile kendinden maddeten 11 misli üstün düşman kuvvetlerine 36 saat süren kritik anlar yaşatmıştır.
Bu bölgeyi savunan birliklerimizin kahramanlığı sayesinde müttefiklerin,Kirte-Alçı tepe ve Kilit bahir istikametinde ilerleme ümitleri tamamen sönmüştür.
Müttefiklerin Seddübahir bölgesine yaptıkları çıkarmaharekatı ile koordineli olarak aynı gün takviyeli bir Alay Muharebe Grubu nu Kumkale bölgesine çıkarmaya muvafak olmuşlar.buradaki bir bölük geriye atarak Kumkaleyi işgal etmişlerdir.Ancak bu bölgede konuşlu 39ncu Alayımızın karşı taarruzları ile Kumkale geri alınmış ve düşman da 26/27 Nisan gecesi gemilere binerek bölgeyi terk etmiştir.
Gerek Arıburnu gerek Seddülbahir bölgesinde karaya çıkan müttefik birlikleri devamlı takviye edilmiş ve 2,5 ay süren 1.nci safha harekatı sonuncunda Arıburnu bölgesinde Kel tepe doğusu-Merkez tepe doğusu-Yüksek tepe doğusundakihattı,Seddülbahir bölgesinde ise Kapten tepe kuzeyi-Kemal Bey tepe güneyi ve şehitler sırtı güneyindeki hattı geçememiştir.
Böylece müttefikler Çanakkale seferi ile yeni bir cephe değil,başlarına yeni bir dert açtıklarının farkına varmışlardır.Ancak 18 Mart mağlubiyetinden sonra bir kere daha mağlubiyeti kabul edip çekilmek kendilerine acı geliyordu.
Bu düşünceyle yeni bir bölgeye çıkarma harekatı için hazırlıklara başlamışlar bu maksatla da 5 tümenden fazla bir kuvvet toplamışlardır.
Bu ikinci safha harekatı için toplana 5 tümenin bir kısmı,gizlice Arıburnu bölgesine çıkarılacak ANZAK kolordusu takviye edilecek ve burdan bir kısmı kuvvetler kıyıyı takiben kuzeye kaydırılacak,müteakiben kısa bir dönüş yaparak Kocaçimen tepe istikametinde taarruz edeceklerdi.
Diğer bir grup ise Suvla limanına çıkarılacak Teke tepe istikametinde taarruz edecekti Böylece Kocaçimen tepe ve Teke tepe hattı ele geçirilerek Ordunun kuzeyindeki ordu karargahı ve birlikleri ile irtibat kesilecekti.Müteakiben Eceabat istikametinde yapılacak bir taarruzla büyük kısmı ile de imha edilecekti

Cemal Borandağ
21 Kasım 2017
Tuzla-İstanbul

ÇANAKKALE 'DE KARA HAREKATI



Müttefikler 18 Mart deniz mağlubiyetinden sonra,yalnız denizharekatı ile Çanakkale Boğazının geçilmeyeceğinianlamıştı.
Bu nedenle donanmanın geçişne mani olan boğaz bataryalarını ele geçirmek maksadıyla Saroz Körfezinden Beşiğe plajına kadar olan 150 kmlik bir sahil şeridinde;
-Kaba tepe bölgesine 2 tümenli ANZAK kolordusunu,
-Seddülbahir bölgesine 4 tümene yakın bir İngiliz-Fransız kuvvetini,
-Kumkale bölgesine ise bilehare Seddülbahir bölgesinde kullanılmak üzere takviyeli bir P.A.Muharebe Grubunu çıkarmayı planlamıştır.
Müttefikler,bu plan gereğince 25 Nisan 1915 sabahından itibaren değişik saatlerde bu bölgelere çıkarma harekatına başladılar.
Kaba tepe bölgesinde ;
Avusturalya ve Yeni Zellanda birliklerinden oluşan,kısa adı ile ANZAK Kolordusu'nun birinci hücüm dalgasını teşkil eden 1500 kişilik bir tugay saat 02.45 'de Kaba tepe yerine hatalı olarak Arıburnu istikametine yöneldi.
Kaba Tepeye planlanan bu harekatın hatalı olarak yanlış yere çıkarmasının nedeni bir gün evel manga komutanı Mehemet Çavuş tarafından zinciri koparılan işaret şamandırasının akıntı nedeniyle kuzeye kayması sonuncunda elverişsiz bir plaj kesimi olan Arıburnu'na kaymış olmasıydı.
Anzakların bu harekatına karşı ilk davranan birlik Küçük ve bütük Arıburnu kıyılarını gözetlemeye memur edilmiş olan iki manga idi.Bu mangalar stimbot gürültüsüne dikkat kesilmişler ve karanlıkta kıyıya filikalar içerisinde yanaşan,müttefik birliklerine amansız bir şekilde ateşle karşılık koymuşlardı.
Bu küçük birlikler büyük işler başarmış ve Kuvvetlerin baskınına uğrayacağını sanan müttefiklerin baskına uğratmışlardır.Bu kahraman erlerimizin azimle direnmesine rağmen bir 75 üstünlüğe sahip olan düşman kıyıya ayak basmış ve saat 07 'de Conbayıra taklaşmıştır.
Düşmanın Conbayırı'nı ve hemen kuzeyindeki Kocaçimen Tepeyi ele geçirmesi,bir anda Çanakkale savaşlarının sonu demekti.
Zir bu tepelerden topçu desteğinde Boğaz kıyılarına inmek çok kolay olacaktı.
Bu duruma müdahale eden Kur Yb Mustafa Kemal'in komuta ettiği birlikleri düşmanın hedefine ulaşmasına mani olmuş ve 2 ay dah kıyıda kalmaya mahkum etmiştir.
Zira ordu ihtiyatı tümenin komutanı olan Kur.Yb Mustafa Kemalin hiç bir makamdan alamdığı halde bu kritik değerlendirerek takviyeli 57.nci Alayına düşmana yaklaşması için emir vermişti.Zir yanına emir subayı ve bir kaç atlı muhafızını alarak Conkbayıra geldiği zaman ,düşman taarruzlarının devam ettiğini ve küçük bir birliğin ise çekilmekte olduğunu görür.Bu anda 57.nci alayın ilerisinde yürüyen öncü bölüğü ise Conbayır sırtlarına taarruz eden düşmandan daha uzaktaydı.
Üstün düşman kuvvetleri karşısında cephanelerinin bittiği için tutunamaıyarak çekilen bu erleri Yb Mustafa Kemal'in şu mudahalesiyle karşılaşmışlardır.
-Neden çekiliyorsunuz?
-Düşmandan kaçılmaz,düşmanla savaşılır.
-Cephaneniz kalmadı ise süngüleriniz vardır.
-Süngü tak yere yat..
Bu kesin emir karşısında erlerin yere yatarak mevzilendiğini gören,düşman,bir anda şaşırmış ve onlarda yere yatarak mevzilenmiştir.
Bu psikolojik bir sahne idi.İşte kazanılan bu zamanla birlikte çok şeyler kazanılmış ve çok şeyler kurtarılmıştır.
Böylece gerideki öncü bölül marş marşla ileriye yanaştırılarak Conkbayra mevzlendirilmiş ve 57.ci Alayın büyük kısmının bölgeye yetişmesini sağlamıştır.
Aynı gün saat 10.00 'da bu alayın karşı taaruzu Mustafa Kemalin şu tarihi emriyle başlamıştı.
-Ben size taarruz etmeyi emretmiyorum,ölmeyi emrediyorum.Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.
İşte bu emirle başlayan Kahraman Alay Gelibolu Yarımadasındaki savaşların seyrini değiştirmiştir.

Hintli işadamı yatırımcı



Hintli işadamı yatırımcı, yardımsever ve Tata Sons’un başkanı Ratan Naval Tata’nın Londra’daki konuşmasından güzel satırlar

1.
Çocuklarınızı zengin olmaları için eğitmeyin.
Onları mutlu olmaları için eğitin.
Böylece yetişkin olduklarında eşyaların fiyatını değil değerini bilirler.

2.
Yiyeceklerinizi ilaçlarınız gibi yiyin.
Aksi durumda yiyeceğiniz olarak ilaçları yemek zorunda kalırsınız.

3.
Sizi seven hiçbir zaman terketmeyecektir
çünkü bırakmak için 100 sebep de olsa
tutmak için bir sebep bulacaktır.

4.
İnsanoğlu olmakla insan olmak arasında pek çok fark vardır.
Çok azı bunu anlar.

5.
Doğduğunuzda sevilirsiniz.
Öldüğünüzde sevileceksiniz.
Arasını
Siz başarmalısınız…!

Hızlı yürümek istiyorsanız yanlız yürüyün..!
Fakat
Uzun yürümek istiyorsanız beraber yürüyün..!!

Dünyadaki altı en iyi doktor
1.Güneş ışığı
2.Dinlenme
3.Egzersiz
4.Diyet
5.Kendine Güvenme
&
6.Arkadaşlar
Hayatın her aşamasında devam ettirin ve sağlıklı hayatın keyfini yaşayın.

Aya bakarsanız ….. Allahın güzelliğini görürsünüz ….. Güneşe bakarsanız ….. Allahın gücünü görürsünüz ….. ve …. Aynaya bakarsanız ….. Allahın en iyi yarattığını görürsünüz …. Bu yüzden kendinize inanın ….. 🙂 🙂 🙂.

Bizler turistiz & Allah bizim bütün Yol Rezervasyonlarımızı & Varış Yerlerimizi önceden belirlemiş seyahat acentamız.
Bu yüzden!
Ona güvenin & HAYAT denilen yolculuğun keyfini yaşayın …

Herkesin Bir Yıldızı Var



Gökyüzünde bir kütüphane var!
Okumayı bekliyor galaksiler.
Yıldızlar.
Birer boyama kitabı,
Göğe serilmiş bulutlar.
Onları boyamak için gökkuşağının,
Renkleri var.
Göğun harfleridir,yağmur damlaları.
Tane tane yağan kar.
Daha iyi görülsün diye uzayın,
Sayfaları,
Şimşekler yardıma koşar.
Sayfaları çevirir rüzgar.
Neresi ay,
Güneş romanlarda.
Gezegenlerdeki baş dönderen aşklar var.

Cahit Öktem
Cumhuriyet Gazetesi Çocuk Sayfası.
Herkesin bir yıldızı var,yaşamak güzel.

MALATYA VALİSİNİ SOYAN 3 ATMALI

14 Kasım 1933 yılında Sivas-Hekimhan arasındaki Ballıkaya mevkiinde meydana gelen olayda, Sivas’tan Harput’a para götüreceği ihbarını alan Atmalılar Aşiretine mensup Seydi Battal Çıplan, Hüseyin Sırma ve Mehmet Rıza adlı üç kafadar, para ile gelecek aracı beklerken, tesadüfen gelen dönemin Malatya Valisi İbrahim Etem Akıncı’nın jeepini durdururlar. “Ben Malatya Valisiyim” diyen Vali İbrahim Etem Akıncı’nın üzerini arayan 3 kafadarın konuşmaları da oldukça ilginçtir.
Yanlarında 2 tane ateşli silah ve 1 adet kasatura bulunan kafadarların, arabada yaptıkları aramada para bulamayınca Vali’nin üzerini aradıkları ve çok az miktarda para çıkması üzerine, “Sen nasıl valisin, üzerinde para bile yok” şeklinde sitem etmelerine Vali’nin de, “Ben ne bileyim ki Ballıkaya’da borcum çıkacak” şeklinde espri yaptığı yöre halkı tarafından anlatılıyor.
Yine yöre halkının olayla ilgili anlatımlarına göre, Mehmet Rıza’nın, Vali’nin üzerindeki Ceketi giyip Fotörüde başına taktıktan sonra, “Vali Bey sana mı yakıştı bana mı yakıştı?” diye sorduğu, Valinin ise “tabi ki sana yakıştı” demek zorunda kaldığı ifade ediliyor.
Olaydan sonra firar eden 3 kafadarı yakalamak üzere Atma bölgesine Askeri Birlikler sevk edilir. Ancak bu olayı duyan Atma Köyleri ağası Mustafa Efendi, 3 kafadarı yakalatarak Sivas’ta bulunan Savcılığa teslim ettirir. Yargılanan 3 kafadar 5’er yıl hapiste kaldıktan sonra tahliye edilir.
Valiyi soyan 3 Atmalı olarak tarihe geçen şahısların tahta kelepçeye vurulmuş bu resmi, olayı yaşayan Vali İbrahim Etem Akıncı’nın arşivinde yer aldığı ve Bursa’da yaşayan Valinin kızı tarafından Arguvan’ın Çobandere Köyü muhtarlığına gönderilmesiyle ortaya çıkmıştır.
Valinin ceketini giyip fotör şapkasını başına takan Mehmet Rıza ortada görülüyor. Yanlarında ise Daso Hüseyin lakaplı Hüseyin Sırma ve Seydi Battal Çıplak 1933 yılında çekilen resimde böyle görülüyor.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Agora Meyhanesi…



Bilmeyenimiz yoktur bu eseri. Ama benim gibi, çok ilginç ve hazin hikayesini bilmeyenleriniz de çoktur diye tahmin ediyorum.

1890’da bir Rum olan kaptan Asteri , Balat çarşısında bir Meyhane açar. Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar.

Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar. Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır.

Aradan zamanlar geçer.

Tarih 1959’dur.

Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. Aşk acısı ona soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır. Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir Ve bir mektup yazmaya başlar aşkına. Mektup şöyle başlar:

“Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum…”
Onur Şenli

Mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır. Şiirine de şu adı koyar: Gece, Şarap ve Aşk

Onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, şiiri kabul edilir. Şiir dergide tam basılmak üzereyken, Ege Expresi gazetesinin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.

Şiirin adı olur Agora Meyhanesi.

Şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur. Hatıra defterlerinde yer alır, sevgililerin kulaklarına fısıldanır, bestelenir şarkısı yapılır…

Şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz. Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy sadece bunlardan birkaçıdır.

Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler.

Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler. Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar. Öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 Türk Filmi’nin meyhane bölümleri burada çekilir.

Yani ucuz şarapların satıldığı meyhane…

Türkan Şoray’ları, Fikret Hakan’ları, Ayhan Işık’ları, Cüneyt Arkın’ları ağırlamaya başlar Agora Meyhanesi.

2000’li yıllardan sonrada kaderine terkedilir, çöplük olarak kullanılmaya başlar.

Kanserle savaşan Dr. Onur Şenli ise maalesef 08.09.2017 tarihinde aramızdan ayrıldı…

İşte o şiirin tam metni;

AGORA MEYHANESİ

Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum
Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
Saatlerdir boşalan kadehlere
Şarkılarını dolduruyorum
Tabağımdaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum
Ve kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.
Burası agora meyhanesi
Burada yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi

Burada saçların her teline bir galon içilir
Gözlerin her rengine bir şarkı seçilir
Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
Burası agora meyhanesi
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası?
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
Boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik

Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
Elimde değil
Bu da bir nevi namuslu serserilik
Dışarda hafiften bir yağmur var
Bu gece benim gecem
Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği
Gönlümde bütün dertlerin hora teptiği gece bu
Camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu
Birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır
Umutlar tükenir, mezeler biter

Biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden
Bu sarhoş şehrin üstüne
Birazdan bu yağmur da diner
Sen bakma benim böyle
Delice efkarlandığıma
Mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver
Yarın gelir çamaşırcı kadın
Her şeyden habersiz onu da yıkar
Sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar?
Dedim ya burası agora meyhanesi
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer
Burası agora meyhanesi
Burası kan tüküren mesut insanların dünyası.

Onur Şenli (İzmir-1940-2017)

Çanakkale Savaşlarının Oluşumu



1915 yılı ilkbaharında tabiat bütün neşe ve güzellikleri ile yeniden canlanmayı,
Renk renk çiçeklerle bezenmeye başlarken,
Bu canlılık ve güzellikleri sevgi ile kucaklamaya hazırlanan Çanakkale'nin dağları bayırları,
Suları denizleri,
Yüz binlerce insanoğlunun vucuduyla kucaklaştı.
İlkbahar yağmurları yerine mübarek şehitlerimizin,,
Avrupa'dan,Asya'dan, Afrika'dan ,Avusturalya'dan,
Gelen her renk ve ırktan,
İnsanların,kanlarıyla sulandı.
Neden?
Çanakkale Boğazı ,
Çeşitli kavimlerin geçiş yolu olmuştur.
Büyük İskender'in,Perslerin geçiş yolu.
Anadolu ve Balkan seferlerinin geçiş yeri Çanakkaledir.
İyonlar,Araplar,Haçlılar,Cenevizliler,Venedikliler,
Bu boğazdan geçerek İstanbulu fetih girişimlerine başlamışlardır.
Marmara ve Karadenizde koloniler kurmuşlar,
Ticaret yapmışlardır.
Denizci kavimlerin,Karadenizden ziyade,
Akdenizde yoğun olması,
İstanbul Boğazından daha fazla,
Çanakkale Boğazı su yolunu,
Gerek askeri,gerek ekonomik açıdan,önemli kılmış,
Savunmada,
Daima ön planda tutulması gerektirmiştir.
Çanakkale Boğazında,
İstanbul Boğazından daha fazla ,
Savunma sistemleri,
Kale yapılanmasının sebebi budur.
Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul'lu kuşattığı zaman,
Ceneviz gemileri,
Bu boğazdan,serbestçe geçerek,
Bizansa yardım malzemesi götürebildiği gibi,
Zeytin burnu açıklarında,
Osmanlı donanmasınıda mağlup ederek,
Benç padişahıda hiddetlendirmiş,
Fatih atını denize sürerken gösteren resimlerin,
Yapılmasının nedeni budur.
Venedik gemilerinde,
Bizansın yardımına gelmesi beklediğinde,
Bizansın mukavemet güç kazanmış,
İstanbulu'un kuşatma süresi uzamıştır.
Fatih Sultan Mehmet,
İstanbulu fethinden sonrada,
Çanakkale Boğazının savunması ile paralel olduğunu,
İdrak etmiştir.
Eflak seferinden sonra,1466 da,
Boğazın en derin yerine,
Çimenlik ve Kilitbayır kaleleri inşa etmiştir.
Girit seferi sırasında,
Venediklerin ve Cenevizlerin,
Boğaza yaptıkları çeşitli,
Zorlama hareketleri ile,
Osmanlı donanmasına uyguladıkları abluka dolayısıyla,
Köprülü Mehmet Paşada,
1661 de Boğazın girişinde Kumkale ve Sebdülbahir kaleleri,
İnşa etmiştir.
Boğazın,girişinde ve merkezinde bu karşılıklı kalelere rağmen,1807 de Osmanlı -Rus savaşı sırasında ,
İngiliz filosu,
19 Şubat 1807 de Boğazı zorla geçerek,
Marmaraya girmiştir.
Boğazdan alınan derslerle,
Nara kalesi karşısına,Bigalı kalesinin inşasına başlanmıştır.
Boğaz savunmasında,üçüncü kale zinciri kurulmuştur.
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Cemal Borandağ
17 Kasım 2017-Tuzla-İstanbul
Çanakkale Geçilmez.

Çanakkale Deniz Savaşları-1



İngilterenin,Çanakkale Boğazı bölgesine yapılmasına karar verilen,
Deniz harekat planı.
Önce uzak mesafelerden en direk,
Bombardımanlar yapılacak.
Boğazın dışındaki,Orhaniye,Kumkale,Seddülbahir,Ertuğrul batatyaları susuturulacak.
Çanakkale ve Kiltbayır hattına kadar bölgede mayın taraması yaılacak.
İngiliz donanması,boğazın içine girerek,
İç tahkimatları tahrip edecek.
İngiliz donanması boğaza girdikten sonra,
General Hamilton komutasında,
İngiliz Tümeni,
Gelibolu yarımadasına çıkarak,
Donanmanın gerisini emniyete alacak.
Donanmanın üs gereksinimini,Balkan savaşından bu yana,
Yunan işgalinde bulunan,
Limni adası İngilizlere bırakılacak.
Amiral Carden'in komutasında,
Limni adasında toplandı.
İngiliz gemilerine ilaveten,
Fransızların 4 zırhlısı,
Rusların Askotd adlı hafif kruvazörü bu kuvvete katıldı.
16 zırhlı Hattı gemisi,4 krüvazör,14 muhrip üzerinde 6 deniz uçağı taşıyan,bir uçak gemisi,
6 deniz altı,21 mayın tarama gemisi,30 fazla mayın tarama botu,bir muharip ana gemisi,bir gambot,yardımcı gemiler.
Dünyada bu harekat için meydana getirilmişti.
Amiral Carden ve yardımcısı,
Amiral De Robek atanmıştı.
Çanakkale boğazını zorla geçemek için,
Hazırlıklar tamalanmıştı.
Osmanlı cephesinde ise,
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı,
Boğazın savunmasına görevlendirilmiştir.
Karadaki topçu bataryaları,
Mayın manilerine dayandırılmıştır.
Boğaz dışında,gözlem ve keşif hareketi yapmak.
Mayın manilerin tesis ve idamesini sağlamak.
Sahil topçu bataryaları ile sahil torpido bataryalarını,
Faal halde tutmak.İstanbul-Çanakkale deniz ulaşımın devamlılığını sağlamak,
Marmara Denizine giren,müttefik deniz altılarıyla mücadele etmek.
Boğaz dışındaki gözlem ve keşif hareketleri,
01 Ağustos 1914 başlamış.
Dranç sınıfı 2 torpido bot,Akhisar torpidosu,2 İngiliz Muhribi tarafından,hoyratça çevrilerek,
26 Eylül 1914 de sona ermiş.
Bunun üzerine 27 Eylül de Boğazların deniz ulaşımına kapatıldığı,
İlan edilmiştir.
Ağırlıklı buğday yüklü 124 Müttefik ve tarafsız gemi,
Karadeniz ve Marmara limanlarında mahsur kalmış,
Dünya borsa merkezi olan Chikako-ABD de buğday fiatları ,
Jet hızıyla yükselmiştir.
Bu durum da dünya kamuoyunun dikkatini,
Çanakkale'ye çekmiştir.

Cemal Borandağ
18 Kasım 2017 tuzla-İstanbul
Çanakkale geçilmez

Deniz Savaşları Devamı-2



Gerek mayın maniaların korunması,
Topçu bataryaları,
Dardanos,Mesudiye,Muin*i Zafer,Kumburnu,
Ertuğrul ve Hamidiye ,
Orta ve kısa menzilli toplardan oluşmuştu.
13 Aralık 1919 da,B-11 borda Küçük bir İngiliz denizaltısı,
800 metreden attığı torpido ile,
Mesudiye 'yi iskele kıç omuzluğundan yaralamış,
on dakika içinde,iskele tarafına yatarak,
Batan gemide,on makina subayı,24 er şehit olmuştur.
Daha sonra,18 Mart 1915 kadar,
Selanik,İntibah,Sivrihisar ve Nusret gemileri tarafından,
Çanakkale boğazında,
403 mayın ile 12 mayın mania hattı meydana getirilmiştir.
Müttefik deniz harekatı,
15 Şubat 1915 de sabah erken saatte başlamış,
Çanakkale Boğazına yaptığı hücumlar,
Tabyaları usandıran,ağır topçu atışı devam etmiştir.
Fakat uzadıkça uzuyor,başarısızlık,
Amiral cardenin sinirlerini iyice yıpratıyordu.
Bu zor görevin başına,
17 Mart 1915 günü,Churchill Amiral De Robeck'i getiriyor.
Hava müsait olduğunda,18 martta saldıracağını bildirmiş,
Hava on gün önce kapanmıştı.
Almanyadan Edirneye trenle ve oradanda güçlükle,
2 Mart 1915 de ,Çanakkale getirilmiş,
Gece küçük Nusret güvertesine yüklenmiş,,
Yağışlı ve puslu bir gecede,
Naraya hareket etmiştir,Kalp hastası olmasına rağmen.
Yüzbaşı Hakkı Bey.
Düşman gemilerinin kontrol etti saatte,
Erenköy bölgesinde,
Karanlık limana,Poyraz-Lodos istikamaetine,
yüzer metre aralıkla,26 mayın dökülmesini sağladı.
Bu yüce heyecan ve manevi yükü altında,
Daha fazla dayanamayan genç Yüzbaşı Hakkı beyin,
Vatan için çarpan kalbidurmuştur.
Müttefikler,15-16 -17 Mart günleri,
UçaklaErenköy koyunda,göz keşfi yaptırmış,
Sahada mayın tehlikesinin bulunmadığını,
Amiral de Robeck rapor etmişlerdir.
Bu temiz rapordan sonra,
Büyük taaruzun 18 Mart 1915 de ,deniz çırpıntılı,
Kurşuni renkli günlerden biriydi.
Her biri yüzer çelik kaleleri andıran zırhlılar,
Büsbütün koyulaştı.
Günün ilk ışınlarıyla birlikte,
Üç hat halinde teşkilatlanmış,
Mağrur ve kendinden emin bir şekilde,
Çanakkale Boğazına doğru ilerliyordu.
Birinci hatta Drenot tipi yeni İngiliz zıhlısı,
HMS Qeeen Elizabert,HMS Agamemnon,Hms Lort Nelson,
HMS İnflexible,
İkinci Hatta on drenot öncesi İngiliz zırhlısı.
Üçüncü hatta ise,dört Fransız zırhlısı bulunuyordu.
Boğazı zorluyarak geçmeye çalışan zırhlılar büyük felaketle karşılaşmış,
Fransız Bouvet Zırhlısı büyük bir dehşetle,600 kişilik,
Personeli ile beraber,boğazın serin sularından kaybolmuştur.
Felaketi gören Amiral de Robeckkararını verdi,
Geri çekileceklerdi.
Çanakkale savaşını başlatan,Churchill,
1915 YILINDA BÜTÜN AVRUPADA MİLYONLARCA İNSANIN HAYATI ORTAYA KONMUŞ VE BİNLERCE SAVAŞ GEMİSİ DÜNYA DENİZLERİNDE DOLAŞMAKTAYDI.FAKAT BUNLARIN HİÇ BİRİSİ NUSRETİN DÖKTÜĞÜ MAYINLAR KADAR SAVAŞIN DEVAMINI VE DÜŞMANIN GELECEĞİNE ETKEN OLACAK BİR BAŞARI GÖSTEREMEMİŞDİR.!

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.

Cemal Borandağ
18 Kasım 2017 Tuzla-İstanbul
Nusret Mayın Gemisi Genç Yüzbaşı Hakkı Bey zaferi kazandırmıştır.Şehit olmuştur.Allah rahmet etsin.

Şamanizm



Şamanizm1. Yolda yürürken bulduğun bir kuş tüyünü eve getir, bir vazoya koyabilir, asabilir yada rafta bulundurabilirsin. Bu cennetten sana gelmiş güçlü bir tılsımdır. Bu tarz ruhlardan size verilen işaretleri farketmelisiniz.

2. Nehirlerden taş topla. Büyük güç ve enerjileri vardır.

3. Tüm gücünle diğer insanlara yardım etmeye çalış. Eğer mutluluk veremiyorsan en azından zarar verme.

4. Zorluklar birer formalitedir. Ciddi zorluklar, daha ciddi olsalar bile hala formaliteden ibarettir. Gökyüzü oradadır, bazen bulutlarla kapanmış olsa bile bazen biraz çaba göstererek, mesela bir uçağa binerek aynı mavi gökyüzüne ulaşmak mümkündür. Herkese barış!

5. Bir hayale ulaşmak için bazen tüm gereken bir adım atmaktır. Zorluklardan korkmayın, her zaman vardırlar ve olacaktırlar. Hepinize amaçlarınız doğrultusunda temiz yollar!

6. Ahlaki olarak önceliğiniz başka birine zarar vermemek olmalıdır. Bu prensip oldukça güçlü olmalıdır. Sadece şöyle düşünün: “Hiçbir zaman hiç kimseye zarar vermeyeceğim.”

7. Canlılar için bir mutluluk kaynağı olabilirseniz siz kendiniz en mutlu olursunuz. Ve başkalarına acı çektirirseniz siz kendiniz de acı çekersiniz. Düşünün!

8. Günde en az bir saat sessizliğe zaman ayırın. Buna en az iletişime olduğu kadar ihtiyacınız var.

46_yok_olan_dizisinde_bahsedilen_saman_v..._dad31.JPG

9. Sevebilme yeteneği Dünya üzerindeki en önemli yetenektir. Herkesi sevmeyi öğrenin, düşmanlarınızı bile.

10. Akarsulara çöp atmayın. Asla! Suyun ruhu çok sinirlenebilir. Ruhu yatıştırmak için ekmek, süt yada para atabilirsiniz.

11. Genelde geçmişimizi “altın çağ” yada “altın günler” olarak adlandırırız. Bu bir hatadır. Hayatımızda yaşanan her an tam olarak altın çağdır.

12. Mükemmel bir din ya da inanç yoktur. Kötü bir din de yoktur. Tanrı bir tanedir. İstediğinize dua edebilirsiniz ancak şu emirleri unutmayın: dürüst yaşa, atalarına saygı göster, ve sev.

13. Eğer Dünya’yı değiştirmeyi amaçlıyorsan önce kendini değiştir. Aşkın ve keyfin enerjilerini öğren. Bunlar bir insanın kilit anlarıdır. Gülümsemek, kahkaha ve keyif almanın çok büyük güçleri vardır. Bunu bir defa öğrendikten sonra kendinize sevginin kapısını açacaksınız.

14. Oldukça güzel bir deyiş vardır: Veren eli kısıtlı görme. Eğer mümkünse zayıf ve ihtiyacı olanlara para ver. Miktarı önemli değil ancak vermiş olmak önemlidir.

15. Hayat çok kısadır. Bunu gözyaşları, kavgalar, küfür ve alkol ile çarçur etme. İyi şeyler yapabilir, çocuk yetiştirir, dinlenir ve daha fazla mutluluk verici şeyler yapabilirsiniz.

16. Eğer sevdikleriniz size suçlu olmadığınız bir şey için kızdılarsa onlara sıkıca sarılın, ve onlar yatışıncaya kadar onları bırakmayın.

17. Ruhunuzda bir sıkıntı bir tükenmişlik hissediyorsanız şarkı söyleyin. Kalbiniz hangi şarkıyı söylemek istiyorsa. Bazen o da konuşabilmek ister.

18. Her zaman hatırla: Doğru din, doğru inanç ya da en becerikli şu veya bu inancın din adamı yoktur. Tanrı birdir. Tanrı dağın tepesindedir. Farklı din ve inançlar bu tepeye ulaşmanın farklı yollarını sunarlar. Kime istersen dua et, ancak bil ki senin asıl amacın günahsız olmak değil, tanrı’ya ulaşmaktır.

19. Eğer bir şey yapmaya karar verdiysen kendinden şüphe etme. Korku seni kendinden ve doğru yoldan saptırmaya çalışacak. Çünkü bu kötülüğün ana silahıdır. Eğer ilk defada başaramadıysan ümidini kaybetme. Her küçük zafer seni daha büyüğüne yaklaştırır.

20. Hayatta çok önemli bir şeyi hatırla. Herkes hakettiğini bulur. Problemlerin ruhuna ve düşüncelerine girmesine izin verme böylelikle problemler vücuduna da ulaşamaz.

21. Hayat sana yüzünü ya da başka bir tarafını çevirmiş olabilir. Ancak sadece çok az kimse aslında hayatı çevirenin gerçekte kendisi olduğunu anlıyabilir. Diğerleri hakkındaki tüm kötü düşünceleriniz size geri dönecektir. Kıskançlık da en sonunda size geri gelecektir. Buna neden ihtiyacınız var? Sakin ve ölçülü yaşayın. Kıskanç olmak iyi bir şey değildir ve hiç gerek de yoktur. Bu adamın büyük bir arabası varsa bu onun yüzünü daha güzel yapmayacaktır. Altın aslında kirli bir metaldir. Kıskanç olmaya ihtiyaç yoktur. Daha fazla gülümseyin ve yabancılar da size gülümseyecektir, hem de sevdikleriniz ve tüm hayatınızla beraber!

22. Size saygı gösterilmesini istiyorsanız başkalarına saygı gösterin. İyilik için iyilik, kötülük içinse bu kötülüğü yoksaymak yapılacak en doğru şeydir. Sizi kötü yapmaya çalışan biri onu yoksaydığınız için kendini gerçekte daha kötü hissedecektir.

23. İçmeyin. Hiç içmeyin! Alkol vücudu, beyni ve ruhu öldürür. Ben yıllardır içmiyorum. Eğer şamansanız veya ruhsal bir insansanız içerek bir süre sonra tüm güçlerinizi bitireceksiniz ve ruhlar sizi cezalandıracaktır. Alkol gerçekten de öldürür, aptalca şeyler yapmayın. Rahatlamak için hamama gidin, eğlence için şarkı söyleyin, iletişim ve ortak bir dil bulabilmek için çay için, ve bir kadını daha iyi tanımak için ona şeker verin!

24. Asla pişmanlık duyma! Ne olursa olsun bu ruhların isteğiyle olur ve bu her zaman en iyisidir.

25. Hayvanlara benzeyen taşları özel bir tören olmadan yerden almayın. Aksi takdirde çok ciddi bir nazara maruz kalırsınız. Eğer böyle bir taş bulduysanız ve yanınıza almak istiyorsanız bulunduğunuz yerin ruh efendisine başvurun ve ona bir teklifte bulunun, ardından bu taşı yerde beyaz bir bezle kaplayın ve böyle alın.

26. Güzel bir müziği dinleyerek kendinizi gün içerisinde aldığınız negatif enerjiden arındırırsınız. Müzik meditasyon gibidir. Sizi kendinize ve hayata geri getirebilir.

27. Kalbinizde her hangi bir baskı olmadan rahat nefes alabilmek için, ağlamayı öğrenin.
28. Eğer durum sizin çözemeyeceğiniz bir hal aldıysa ve hiçbir çıkış yoksa elinizi yukarı kaldırın. Ve elinizi sertçe aşağı indirirken “zıkkımın köküne git” deyin. Çok güzel bir deyiş vardır: Sizi yeyip yutmuş olsalar bile en azından 2 çıkış yolunuz vardır.

29. Kadınlar alışveriş yaparken ailelerinin önlerindeki günlerdeki mutluluğunu satın alırlar. Her bir taze, güzel, olgun ve güzel kokan meyve bu ailede mutlu ve sakin bir hayattır. Erkek, kendi tarafından kadına para sağlamalıdır. Böylece kadın en iyi kalitedeki ürünleri seçebilir. Yiyeceğe harcanan paradan kısan bir aile fakirleşir ve mutsuzlaşır. Bu kısıntı aslında sevdiklerinin mutluluğundan kısılır.

30. Kendinizi yanlış ya da birşey hakkında üzülüyorken bulursanız, vücudunuzu düzgün ve akıcı hareketlerle bir dans formunda hareket ettirin. Kötü enerjinizi yoluna sokup zihninizi çektiğiniz acıdan arındıracaksınız.

Hasta Adam Osmanlı



Şalvarı,şaltak Osmanlı,
Eğeri,kaltak Osmanlı,
Ekende yok,biçende yok.
Yiyende,ortak Osmanlı,diyordu,
Kaygusuz Abdal.
Bir anlamda Osmanlının ruh halini,
Nede güzel anlatır.
1699 KARLOFÇA Anlaşması ile,
Durakladı.
İlim,bilim hak getire.
Denizin ,dalgalarına bıralmıştı.
Medreseler,dini eğitime ağırlık verdi.
Yakalayamamışlardı,çağı.
Çoktanda kaçmıştı.
Bizansın,son günleri gibi,
Cin,peri,hurilerle uğraşıyorlardı.
Din adamları.
Halk uyuşmuştu.
Akıl,mantık bilim hak getire.
Abdulhamit,
33 SENE SÜREN İSDİBTATDA,
Halk bunalmıştı.
Ama bir iyiliği oldu,
Üniversiteleri açıp,
Ben bu ordu ile,
Harp edemem,
Demiştir.
400 sene elimizde olan,
Balkanları kaybetmiştik.
Bütün yaşlı,subay,ast subayları emekli,etti.
Genç subaylara meydan kalmıştı.
Enver Paşa 35 yaşında,
Genel Kurmay Başkanı,
Sarayında,damadı olmuştu.
Orduya bir kan,bir can gelmişti.
Sanki,
Gençlerle bir heyecanlı,
Ne yapacağını bilmediler.
İlk işleri,
Abdulhamidi görevden almak,
Oldu.
Mehmet Reşat 1V Vahdettini ,
Getirdiler.,
O da uyuşuk,zekası gitmiş,
Apdal bir haldeydi.
Mustafa Kemalde yaverliğini yapmıştı.
Almanyaya gittiğinde ,yanındaydı.
Osmanlının durumunu,
Hazin bir şekilde,
Üzüntü ile izliyordu,inceliyordu.
Saraya damat yapmak isdediler,,
Böyle yakışıklı,damat olmayacak,
Kim damat olacaktı.
Mustafa Kemal istemedi.
İdealleri vardı,herhalde.
Ser veriri,sır vermezdi.
Osmanlını durumu,
Hatta şarkılarla,türkülerle dile gelmişti.
Şalvarı şaltak Osmanlı.
İkide bir Yeni çeri ayaklanması,
İstemezuk.
31 Mart gerici ayaklanmasında,
Musta Kemal,
Hareket Ordusunda Kurmay Başkanıydı.
Osmalı Ordusu,
Kendine çeki düzen vermesi gerek.
1881-1882 yılından itibaren,
Alman Ordusuyla,işbirliğine gidildi.
Onların Ordudaki gelişmeleri,
Top tüfek,teçhizat durumunu,
Strateji,taktik bilgileri,
Zaman zaman genç subayları,
Oraya eğitime gider,
Osmanlı Ordusuna,
Vatan,millet sevgisi yetmez.
Taktik teknik,strateji öğrenmeli.
Bir taraftanda,Gericilerle mücadele.
Din elden gidiyor,isyanları.
Bunlar hep tesadüf müydü,
Acaba.?
Yabancı devletler,
Osmanlıları ancak,
Din,dil,mezheple insanları,Birbirlerine düşürmek,
Parçala hükmet,
Sömürgeleri,Hindistan,Malezya,Avusturalya,Arabistan çöllerini,
Böyle yönettiler.
Osmanlı Devleti,
İngiltereye inşa ettirdiği,
Şehzade ve Reşadiye dretnotlarını,
Almaya hazırdı.paralarınıda ödediler.
Bu donanmayla Akdeniz ve Karadeniz ,
Güçlendirecekti.
Bu gemiler,Uluslar Arası Hukuka aykırı olarak,
İngiliz Deniz Lordu,
El koydu vermedi,hesapları vardı.
Osmanlı Savaş Bakanı Başkomutan Enver Paşa,
Bu durumu çaresiz kabul etme,yerine,
Taktik bir avantaj olarak kullanmaya karar verdi.
Alman Akdeniz filosuna bağlı,Dretnot-Kruvazör,
Goben ve Breslev 10 Ağutos 1914 de,
Çankkale Boğazından girdi.
Boğaz trafiğe kapatıldı.
Türk Bayrağı çekildi,
Gobene Yavuz Sultan Selim,
Refakat eden,krivazöre,
Breslava,Midilli adı verildi.
Bu gemileri takip eden,İngiliz Savaş gemileri,
Osmanlı karasuları ihlal ediyor,
Tahrik ediyorlardı.
Gökçeadaya gelip,
Boğazdan çıkmasına müseade etmiyorlardı.
İstanbula hareket eden Yavuz ve Midilli ,
Enver Paşanın emri ile,
Osmanlı savaş gemileri oldu.
Kardenize açıldı.
Osmanlını esas amacı,
Rus donanmasını tahrik ederek,
Rus gemilerinin,
Osmanlı gemilerine saldırtmak.
Ve böylece,
Almanya nın karşısında,
Artarda yenilgisi olan Rusyaya karşı,
İngiltere ve Fransaya savaş açmaksızın,
Tek taraflı,savaşa girerek,
Kaybedilen toprakları almak.,
Ruyanın,Odessa ve Sivastopal limanını,sebepsiz yere saldırdı,Top ateşlerine tuttu.
Osmanlı donanması.
Taplo ortadaydı.
02-07 Ksım 1914 de kadar,Rusya-İngilter-Fransa ,
Osmanlıya savaş ilan etti.
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

Cemal Borandağ
18 Kasım 2017 Tuzla-İstanbul
Çankkale Geçilmez.

Çanakkale'de İngilizler



Çanakkale geçilmez.
Bilmiyorlardı,ingilizler,Fransızlar.
Trablusgarpte,Balkanlarda,
Yenilmişlerdi.
Bir nefeslik canları vardı,
Osmanlıların diyorlardı.
1914 Saraybosna'da,
Avusturya-Macaristan imparatoru,
Velehat Prens 11.Fransız-Josef ve eşi,
Prencip isimli,Sırp tarafından,
Öldürülmüştü
Dünya kaynıyordu.
Ortalık sisili pusluydu.
Kurt dumanlı havayı severdi.
En kanlı savaş başladı,başlayacaktı.
1.nci Dünya savaşı,kanlıydı.
Dünya çapında yaygınlaşmıştı.
Dünya üç kampa ayrılmıştı.
İttifak,ihtilaf ve tarafsızlar.
Almanya-Avusturya-Macaristan ittifak,
İngiltere,Fransa,Rusya ihtilaf.,
Osmanlı tarafsızdı.
Savaşın esas sebebi,
1914 Dünya haritasına ,
Baktığında anlaşılıyordu.
Sömürge savaşlarıydı.
Sömürge haline getirilmemiş,
Tek devler Osmanlıydı.
Herkes yarış halindeydi.
Bir an önce hasta adam Osmanlıyı,
Ele geçirmek.
Yeraltı,yerüstü zenginliği bol.
Buğday anbarıydı.
Rusya'ya ulaşmaları lazımdı.
Orda sarı başaklı buğday çoktu.
Napolyon'nun dediği gibi,
Ordu midesinin üzerine yürürdü.
Hedeflerine ulaşamazlarsa,
İngilizler,Fransızlar,aç kalacaklardı.
Aç kurt ne yapar,
Önce havlar,arkasından saldırır.
Almanya,Avusturya,Macaristanı,
Kuşatırlarsa,
İttifak devletleri,
Zor duruma düşeceklerdi.
Rusya zordaydı.
Osmanlının,
Avrupa ile bağını kesmek,
Efsane şehir İstanbul'lu,
Ele geçirmek.
Osmanlının,ne kadar canı kaldı ki?
Savaş dışı bırakmak.
İngiliz Deniz Lordu Winston Churchill,
Romantikti.
Deniz kızlarına devamlı,
Şiirler yazıyordu.
Homeros tarafından yazılan,
Truva savaşını biliyordu.
Kahramanlık şiirlerini yazmak,
Yunan Kralı Agememnonun,
2700 SENE ÖNCE OLAN.
Truva savaşının öcünü,
Almak istiyordu.
Türkleri Anadolu'da,atmak,
Ortaasya,Turan'a
Göndermek istiyordu.
Çanakkale'de başlamak,
En iyisi diyordu.
Yurtta ,dünyada,
İsyan günleriydi artık,başlamıştı.
Askerlik şubelerin önüne,
Akın akın insanlar geliyordu.,
Basın görevini tam yapıyordu.
Bir an önce yurda gelip,
Vatanın imdadına koştular.
Kadınlar,eşarpını çıkarıp,
Çoluk çocuğunu dedelere ,ninelere teslim edip,
Asker traşı olup,
Evdeki çiftesiyel cepheye,
Koştular.
Yeğidi önden zaten gitmişti,çoktan.
Kadınsız,
Hangi dünya harbi,
Kazanıldı ki?
Analar,anayurdunu,
Kurtarma derdindeydiler.,
Çanakkale geçilmezdi.

Cemal Borandağ
16 Kasım 2017-Tuzla-İstanbul.
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.

Kilise Tarafından Yakılarak Öldürülen Giordano Bruno



Kilise tarafından yakılarak öldürülen Giordano Bruno (1548- 1600) Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olup evrensel ve zaman mefhumundan uzak "iki şey" öğretisi kulağa küpe olacak cinsten.

İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
...
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba

İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek

Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için tanrı'yı kullanırlar.

Giordano Bruno (1548- 1600)

Çanakkale Geçilmez-1915



Destanları yazanlar,türküleri yakanlar,şarkıları besteleyenler,şiirleri okuyanlar,kanunları yapanlardan daha güçlüdür.

Zamanın ruhu,böyleydi.
Denizlere hakim olanlar,
Dünyaya,hakim olurdu.
Üzerinde batmayan,
Ülkeydi İngiltere.
Dünyanın,bir çok yerlerinde,
Hakimdi,sömürgeleri vardı.
Gandi,
Ben dünyanın tanrısı,
İngiltere olduğunu zanederdim,
Mustafa Kemalin,
İngiltereyi yendiği zamana,
Kadar.
Ama öyle değilmiş,
Mazlumlarında,
Allahı varmış,koruyormuş.
İngilizler,
Çok eminlerdi,güçlerinde.
Dünya üzerinde,
Ne derlerse,o olurdu.
Aksine hareketlerde,
Korkunç acımasızlardı.
Cezalandırırdı.
Onun içinde,
Asılırsan,İngiliz ipi ile,
Asıl derlerdi.
Çoğu yerlerde,
Yerlileri kandırırlardı.
Saflardı.
Doğa kanunlarına ,inanıyorlardı.
Güneşe,aya ,tabiyata.
Önce onları,Hiristiyanlaştırıp,
Ellerine incili verip,
Uyutup,uyuşturup,kandırıp.
Hiristiyanlık,yerlilerin olmuş,
Toprakları,yeraltı,yer üstü,
Zenginlikler,
İngilizlerin,olmuştu.
Köle olmuşlardır,artık.
Onları,insan kılıklı,
Hayvan olarak görüyorlardı.
Vahşilerdi.
Onların,yerüstünde emeğinden,
Yeraltındanda,
Madenlerinden yararlanıyorlardı.
Onların hakları vardı.
Çünkü üzerinde,
Güneş batmayan ülkeydi.
Zengindi.
Dahada zengin olmak,
İstiyordu.
Osmanlı artık,hasta adamdı.
Zengin ,yeraltı,yer üstü,
Zenginliği vardı.
Ortaasyadan gelmişlerdi.
Artık fazla oldular.
640 SENE BURDA,
Yaşıyorlardı.
Artı kendi vatanlarına gitsinler.
Bizlerde,
Medeniyetlerimizin,
Beşiği olan,
Eflatunlar,Aristolar,
Aristolalesler,
Homerosların,memleketiydi.
Neydi öyle.
Osmanlı fazla oldu.
Fatihler,Yavuzlar,Selimler.
Gerçi onlarında sonu geldi.
Artık.
Onları sonu,
1699 Karlofça anlaşması ile,
Gerilemeye başlamışlardı.
Yavuz Sultan Selimin,
Şah İsmaili yenmesi,
Oh olsun.
Türkler ,birbirine düştüler.
Şah İsmail yenilmişti
Aşık adam,saz şairi,mahlası Şah Hatayı.
Zamanında saldırsaydı,
Belki Şah İsmail kazanacaktı.
Kalleşlik olur dedi,
Osmanlının,en zayıf,
Anında vurmak.
Savaşın vicdanı mı olur?
Harp bir hiledir.
Harpte atak davranan,
Zeki ve akıllı olanlar,
Kazanır.
Kazandı Yavuz Sultan Selim.
Çaldıran Muharebelerini.
Ama,
Ridanya muharebesinden sonra,
Osmanlı Türktü,
Onları Araplaştırmak,için,
Mısır seferinden sonra,
2000 bin imam getirdi.
Kuranı Kerimi,ezberliyeceklerdi,
Bir kelime bilmiyeceklerdi.
Kul köle yetişecekti.
Derken derken,
Fatih Sultan Mehmet zamanında,
İlimde,bilimde,akılda,
Akşemsettinler sayesinde,
İleri olan Osmanlı,
İstanbulu fetetti.
Yavuz Sultan Selimin,
Hilafeti Osmanlı Devletine getirmesiyle.
Daha iyi olacak,Dünyaya hakim olacağım derken,
Dinle yapılan telkinlerle,
Askeri,idari eğitimde,
Uyuşukluk,gerilemeye başladı.
1699 Karlofça anlaşmasına kadar,
Devam etti.
Osmanlı Devleti,herşeyden ileriyken,
Gerilemeye başladı.
Hatta,
Matbaa bile,
300 sen sonra,
İbrahim Müteferikle ,başladı.
Halk cahildi,dahada cahilleşti.
Cengaverliği gitti.
Dörtyüz sene elimizde olan,
Balkanlar,
Subayların,
Alaylı ,mektepli,
İttihatçı,terakeci,çatışması ile,
Bırak ittihatçını bölüğü kırılsın,
derken,
Kendisinin kırıldığını ,
Farkında değildi.
Böylece Fransız ihtilali ile,
Milliyetçilik akımları ile,
Bakanlar elimizde gitti.
Yunanistan,Bulgaristan,
Karadağ,Mekedonya,
Of anam of
Gelde üzülme.
Oh olsun diyordu,Yunan,Bulgar,Romen kadınlar,
400 sene Osmanlı bizim gençlerimizi alıp,
Yeniçeri yapıyorları,
Erkeksiz kaldık.
Şimdi erkeklerimize kavuştuk.
Oh olsun şinanay yavrum şinanay.

Cemal Borandağ
15 Kasım 2017
Çanakkale Geçilmez.

Temel Tam Bir At Yarışı Hastasıdır.

Temel tam bir at yarışı hastasıdır.

Bir arkadaşından çok iyi tüyo veren bir kadının adını öğrenir.

Arayıp kadını bulur;

– Bugün yapılacak ikili yarışta hangi atlar kazanabilir diye sorar.

Kadın Temel’e söyle bir bakar;
+ Sen kac yaşındasın? diye sorar.

– 35 der Temel.
Kadın da Temel’e

+ Git o zaman 3 ve 5 e oyna.”
Temel söylenen numaralı atlara oynar!

Yarış sonucunda kadının verdiği tuyo tutmustur.

Temel ikinci hafta yine gider. Yine aynı şekilde bir soru ile karşılaşır.

Kadın
+ Sen kac kilosun? diye sorar.

Temel 76 kiloyum deyince;
– Haydi git bu hafta da 7 ve 6 oyna.” der.

Bu yarışın sonuçları da kadının söylediği gibi çıkar.

Arkadaşları şaşkınlık içinde olan biteni izlemektedirler.

Paranın tadını alan Temel bu defa neyi var neyi yok satar.
Parasını cebine koyar, yine aynı kadının yanına koşar..

Kadın yine sorar
+ ” Senin çükün uzunluğu ne kadar?

Temel şaşkınlık içinde
– 23 cm. deyince, kadın da yine cevaplandırır

+ Bu sefer de 2 ve 3 e oynayacaksın” der.

Arkadaşları yarışın sonuçlarını çok merak etmektedirler.
Ertesi gün hemen Temel’in yanına koşarlar, bir bakarlar ki Temel’in morali bozuk yüzü çok kötü haldedir.

Hemen sorarlar ne oldu diye.
Temel inler gibi bir sesle yanıt verir;

Yalanımın ta ..mına koyiim

– 1 ve 3 kazandı.”

İyi ki Düğünümüzü

-İyi ki düğünümüzü belçika'da yapalım demişsin goncagül
- güzel oldu, değil mi muhittin?
- evet canım, herkes dışarda evleniyor, bizim neyimiz eksik?
- beni kırmadığın için teşekkür ederim.
- sen istersin de ben yapmam mı bitanem?
- muhittin, sana geçmişimle ilgili bir şey anlatmak istiyorum.
- önce duvağını çözseydik goncagülüm.
- çözeriz, dur bi... çok önemli bu.
- e, ama sırası mı şimdi? neyse, anlat bari.
- ben küçükken tecavüze uğradım.
- çok üzüldüm bebeğim. ama şu an kendini iyi hissediyorsan önemli değil.
- şimdi iyiyim de bunları bilmen lazım.
- yakınlarından biri tarafından mı?...
- yok, bi bakkal vardı bizim mahallede...
- bakkal mı?
- evet. elma şekeri satıyordu, güzel çikolatalar filan.
- eee?
- işte, bi gün bana, tarık depoya gelsene dedi.
- tarık kim?
- anlatacağım bi tanem, sakin ol bi

Tıp Fakültesi Son Sınıf Öğrencileri Cepheye Gidip



Tıp fakültesi son sınıf öğrencileri cepheye gidip, şehit oldu diye mezun verememişken medreselerdekilerin askerden muaf tutulması Atayı nasıl da kızdırıyor... Bir de medreseler için ayrılan alanların köylülerin elinden zorla alınmış yerler olması onu harekete geçiriyor.
O gece iki medreseyi ziyaret ettik.
Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı.
***
Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu.
Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:
***
- Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
***
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!
***
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
***
- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.
Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
***
- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.
***
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti.
Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi.
Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.
***
(SEMIYON IVANOVIC ARALOV, BİR SOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI)

Rusya büyükelçisi S. Aralov, askeri ataşe K. Zvonarev ve Azerbaycan Büyükelçisi I. Abilov, 23 Mart 1922

Cennetin Anahtarı

Peder John'un Cumartesi gecesi banyo zamanı gelmiş, genç rahibe Magdalene Edwards, yaşlı rahibenin kendisine verdiği
talimata uygun olarak banyo suyunu ve havluları hazırlamıştı.

Magdelene ayrıca, eğer kendine hakim olabilirse Peder John'un
çıplak bedenine bakmaması fakat Peder'in kendisine söylediği
herşeyi yapması ve dua etmesi talimatını da almıştı.

Ertesi sabah, yaşlı rahibe Magdelene'ye Cumartesi gecesi
banyosunun nasıl gittiğini sordu.

- "Ahh hemşire," dedi genç rahibe rüyadaymışcasına. "Kurtarıldım".

- "Kurtarıldın mı? Bu harika şey nasıl oldu ?" diye sordu
yaşlı rahibe.

-"Şey, Peder John su dolu küvette yatıyordu. Kendisini
yıkamamı istedi. O'nu yıkarken, tanrının cennetin anahtarını sakladığını
söylediği bacaklarının arasına doğru elimi itti.

- "Öyle mi yaptı?" dedi yaşlı rahibe dümdüz bir sesle.

- "Ve Peder John, eğer cennetin anahtarı benim kilidime uyarsa,
cennetin kapılarının bana açılacağını ve kurtuluşumun ve ebedi huzura kavuşmamın temin edileceğini söyledi ve sonra Peder John cennetin anahtarını kilidimin içine soktu.

- "Gerçekten mi ?" dedi yaşlı rahibe daha da düz bir sesle.

-"Önce korkunç bir acı verdi, fakat Peder John kurtuluşa giden
yolun çoğunlukla ızdırapla dolu olduğunu, Ama daha sonra tanrının güzelliğinin, içimi müthiş bir coşku ve zevkle dolduracağını
söyledi. Ve öyle oldu, kurtarılmak çok güzel bir duygu."

- "O günahkâr şeytan!" dedi yaşlı rahibe. "Bana onun, Cebrail'in
borazanı olduğunu söyledi ve ben kırk yıldır o borazanı üflüyorum!"

MALATYA VALİSİNİ SOYAN 3 ATMALI

14 Kasım 1933 yılında Sivas-Hekimhan arasındaki Ballıkaya mevkiinde meydana gelen olayda, Sivas’tan Harput’a para götüreceği ihbarını alan Atmalılar Aşiretine mensup Seydi Battal Çıplan, Hüseyin Sırma ve Mehmet Rıza adlı üç kafadar, para ile gelecek aracı beklerken, tesadüfen gelen dönemin Malatya Valisi İbrahim Etem Akıncı’nın jeepini durdururlar. “Ben Malatya Valisiyim” diyen Vali İbrahim Etem Akıncı’nın üzerini arayan 3 kafadarın konuşmaları da oldukça ilginçtir.
Yanlarında 2 tane ateşli silah ve 1 adet kasatura bulunan kafadarların, arabada yaptıkları aramada para bulamayınca Vali’nin üzerini aradıkları ve çok az miktarda para çıkması üzerine, “Sen nasıl valisin, üzerinde para bile yok” şeklinde sitem etmelerine Vali’nin de, “Ben ne bileyim ki Ballıkaya’da borcum çıkacak” şeklinde espri yaptığı yöre halkı tarafından anlatılıyor.
Yine yöre halkının olayla ilgili anlatımlarına göre, Mehmet Rıza’nın, Vali’nin üzerindeki Ceketi giyip Fotörüde başına taktıktan sonra, “Vali Bey sana mı yakıştı bana mı yakıştı?” diye sorduğu, Valinin ise “tabi ki sana yakıştı” demek zorunda kaldığı ifade ediliyor.
Olaydan sonra firar eden 3 kafadarı yakalamak üzere Atma bölgesine Askeri Birlikler sevk edilir. Ancak bu olayı duyan Atma Köyleri ağası Mustafa Efendi, 3 kafadarı yakalatarak Sivas’ta bulunan Savcılığa teslim ettirir. Yargılanan 3 kafadar 5’er yıl hapiste kaldıktan sonra tahliye edilir.
Valiyi soyan 3 Atmalı olarak tarihe geçen şahısların tahta kelepçeye vurulmuş bu resmi, olayı yaşayan Vali İbrahim Etem Akıncı’nın arşivinde yer aldığı ve Bursa’da yaşayan Valinin kızı tarafından Arguvan’ın Çobandere Köyü muhtarlığına gönderilmesiyle ortaya çıkmıştır.
Valinin ceketini giyip fotör şapkasını başına takan Mehmet Rıza ortada görülüyor. Yanlarında ise Daso Hüseyin lakaplı Hüseyin Sırma ve Seydi Battal Çıplak 1933 yılında çekilen resimde böyle görülüyor.

Vergi İdaresinin Genç...

Vergi İdaresinin genç ve işgüzar müfettişlerinden biri
Büyük Paris Sinagogunda denetim yapıyor.
Hahambaşına acımasız bir tavırla sorular yöneltiyor:
Kandil yağları ve mumlardan arta kalanları ne yapıyorsunuz?
Biriktirip yılda bir kez tedarikçimize gönderiyoruz.
O da bize bir paket mum gönderiyor, diye cevaplıyor hahambaşı.
Peki, baget ekmeklerden kalan artıklar?
Toplayıp yılda bir kez fırıncımıza gönderiyoruz;
O da bize ekstra bir paket baget hediye ediyor.
Müfettiş biraz da alaycı bir tavırla tekrar soruyor:
Ya sünnet artıkları...
Yani kesilen uzuvdan kalan şu deri parçaları...
Onları ne yapıyorsunuz?
Benzer şekilde, diyor hahambaşı, onları da biriktirip
Vergi İdaresine gönderiyoruz;
Onlar da bize yılda bir kez bir dalyarak gönderiyorlar !

Herkesin Bir Yıldızı Var



Gökyüzünde bir kütüphane var!
Okumayı bekliyor galaksiler.
Yıldızlar.
Birer boyama kitabı,
Göğe serilmiş bulutlar.
Onları boyamak için gökkuşağının,
Renkleri var.
Göğun harfleridir,yağmur damlaları.
Tane tane yağan kar.
Daha iyi görülsün diye uzayın,
Sayfaları,
Şimşekler yardıma koşar.
Sayfaları çevirir rüzgar.
Neresi ay,
Güneş romanlarda.
Gezegenlerdeki baş dönderen aşklar var.

Cahit Öktem
Cumhuriyet Gazetesi Çocuk Sayfası.
Herkesin bir yıldızı var,yaşamak güzel.

10 Kasım 2017 Cuma

KAÇAK

Thor ve Ben Sirkte gördüğüm atmosferi solur gibi oldum. Halbuki burası Pera , hafif çakır keyif olmak için geldiğim yer. Bugünler de İstanbul’ a bildiğim kadarı ile sirk falan gelmedi. Zayıf mı zayıf bir adam nane molla yapılı, elinde oyuncak gibi bir köpekle bazı hareketler yaptığını gördüm. Zihnim bulanmıştı. Canım ne yapmak istiyor bu sirk palyaçosu dedim. Burnu patlıcan gibi kızarmış. Kambur hali ile, oyuncak köpeği ile hareketler yapıyor. Ben ve arkadaşım Hülya hanım ve Ahmet Necdet bey, barda edebiyat sohbetine dalarken ,bir taraftan da gözlerimiz palyaço da ,sanki elinde sihirli bir değnek var. Köpeğine bir hareketler yaptırıyor. Bir taraftan da iddalı bir şekilde tavla oynuyor. Şakrabanlık yaparak oyunu kazanıyor. . Neşesinden hareketlerinden öyle anlıyoruz. Neşeli olan insan herhalde kaybedecek değil ya. pilli bebekler gibi , elindeki komanda ile köpeğini hareket ettiriyor. Tavla partisi çok zevkli .Bar muhabbetini bıraktık, onların atmosferine takıldık. Her yer sanki canlı oyuncaklar, bir heyecanla tavla oynuyorlar. Köpek pilli bebek gibi değil ,bende anlıyorum ama hiç bu kadar canlı bir gece görmemiştim. Sanki solukların neşesinde mutlu oluyor, neşeli hareketler yaparak gecenin moralini veriyor gibi bir anlamda tavla oynayan ikiye bir kişi oynuyor gibi. Bence küçük bebeğin neşesinden sahibinin tavlada kaybetmesi imkansız. Bu mutlu atmosferi geçirdikten sonra bizde taraf olduk .Ben kesin oyun başında bir şanstan bir oyun vermiştim dedim. 6 ya 1 biter dedim. Dediğim çıktı. 6 ya 1 bitti. Köpek durumu anlamış gibi soluklu bir şekilde neşelendi. Sevinç çığlıkları atarak başladı hoplamaya. sirkten kaçmış bir palyaço ve köpeği. Felekten bir gece çalmak için, neşeli, ortam yaratarak hoş bir gece geçiriyorlar diye düşünüyordum. Ben ve arkadaşlarım , sahibi ve köpeği ile sohbete koyulduk. hoş beş sohbetten sonra, Süleyman bey köpeği thor ile ben ve arkadaşlarım, süre gezdik. Süleyman bey köpeklerden iyi anlıyordu. Epey öğütlü bir sohbet ettikten sonra ,Arkadaşlarımdan ayrıldık. Süleyman beyle oradan buradan sohbetler ederek yürümeye devam ettik . gece iyice ilerlemişti, sanki insanlar, bu güzel geceyi doğa ile ve tüm canlılarla geçirmek için adeta yarışır gibi kendilerini dışarıya atmışlardı. Kalabalığın arasında yürüyerek yol alıyorduk. Süleyman beyin aklı hep köpeklere de idi Thor hırıltılı sesler çıkarıyor, dilini uzata uzata yürüyordu. Kıskanmıştır diye düşünüyordum. Süleyman bey, durmadan köpekler hakkında konuşuyor onların sahipleri ile olan bağından bahsediyordu. Dayanamadım -Süleyman bey , bu kadar bilgili olduğunuza göre , sadece thor değil ,mutlaka çok köpek beslemişsinizdir. Dedim Süleyman bey - Evet öyle dedi. Benim onlarla olan bağım çok güçlü. çok genç yaşta başladı, onlarla olan bağım dedi. Köpekler sahibine çok bağlı ve algılamaları güçlü hayvanlardır dedi. Konuşmasına devam etti. - Köpeğime yüz kelime öğrettim. Dedikleri mi anlıyor, avlıyor. Ben ise harflerle ilgili çalışma yapıp geçimimi sağlıyordum. Her akşam aynı saatlerde gizlendiği için ancak dışarı çıktığını kaçak olduğunu söyledi. Çünkü gündüz görünmemek için uyuduğunu bir uyurgezer olduğunu geceleri de köpeğini gezdirip eğlendiğini sabaha kadar uyumadığını söyledi. Kaçak olmanın zorluğunu anlattı. Hayatta bir baltaya sap olamadığını mecburen bu hayatı sürdürdüğünü söyledi. Sonrada başladı hayat hikayesini anlatmaya. -Kedisiyle köpeğiyle bütünleştiğini bu durumda bir insan birde köpeğin ruhuyla yaşadığını. Sanırsınız bizim toplumda insanlar söyledikleriyle bütünleşir. Hep severek kavuşur. Ya arabasıyla bütünleşir onlar ile konuşur. Ev kadınlarının evde beslediği kedisi balkona konan kuşları veya evinde yetiştirdiği çiçekleri veya kanaryası ile konuşur. Bütün dertlerini anlatır da anlatır. Böylece boşalır. Sanki papaza günah çıkarırlar gibi. Sonrada rahatlar yoksa bu dünyanın kahrı çekilir mi? Midas’ın kulaklarını bilen bilir. Midas’ın kulakları eşek kulaklı der kuyuya derdini anlatır. Kuyuda ses yankılanır, sazlara bildirir. Sazlar rüzgara rüzgarda sallanarak ses çıkarır Midas’ın kulakları eşek kulağı, Midas’ın kulakları eşek kulağı der. Rüzgarın sesini ahali duyar. Midas’ın kulaklarının taçla kapattığını öğrenir. Çünkü midasın kulakları eşek kulağıdır. Konuşmasına devam etti Köpek insanoğlunun kurt soyundan evcilleştirip, bekçilik koruma ve tehlikeli bir durumu haber vermek üzere yetiştirilmiş eğitilmiş bir canlı türüdür. İnsanoğlunun hayatında yer tutan iki canlı at ve köpektir. At sizi bir yerden bir yere ulaştırır ama kapınızı beklemez. İnsanoğlunun bugünkü medeniyet seviyesine ulaşmasındaki ivmede köpeğin rolü yüksektir. Çünkü ilk insanlar doğaya ve onun yarattığı tehlikelere karşı korku dolu acizdirler. Fırtına yağmur sel deprem ve bir çok bir sürü doğal tehlikenin yanı sıra diğer vahşi canlıların yarattığı tehlikelere karşı kapıya bağlanan veya bekçi niyetine evin bir köşesine yatan bir köpek sahibine her türlü tehlikeyi haber vererek onu korku ve çekincelerinden kurtarmış özgürce düşünme ve yaratıcı olma özelliğini kazandırmıştır. Yani şu anda insanoğlu köpek soyuna hemen hemen abartmasız yüzde elli her şeyini borçludur. Ama köpeklere bir barınak bir veterinerlik bir sağlık ve beslenme konusunda epeyce cimridir. Ayrıca insanoğlu doğadaki canlı ve nesneleri tanımlarken isimlendirirken her şeye karşı bir sıfat ve bir isim vermiştir. Köpek yerine turta veya aslan veya kedide diyebilirdi. ve birde insanların bazı uygunsuz durumlardaki vakalarda kişilere köpek diye aşağılaması yani bu kelimeyi hakarete aciz şekilde kullanası köpekleri hiç bağlamaz. Bilhassa insanların ne kadar terbiyesin nankör ve kelime haznelerinin ne kadar yetersiz olduğunu gösterir. Herkesin bilip kabul ettiği bir gerçekte insanoğluna bile köpek eşek dediğin zaman kızar aslan dediğin zaman koltukları kabarır. Çünkü resmi tarihlerin öngördüğü 7000 yıllık insanlık tarihinin en büyük düşünürü Albert Einstein’ın beyni %8 oranında çalışıyormuş. Peki insanoğlunun %50, %80 veya &100 aklı neredeyse. İnsanlık bunu aramaktadır. Anlında biriken terleri sildi, Süleyman bey. Kemal bey konuşmalardan oldukça etkilenmişti. Hayat hikayesini merak etmişti. Sabırsızlıkla bekliyordu sözlerinin devamını. Kemal , -Süleyman bey , bir yerde oturalım biraz dinlenir sıcak bir şeyler içeriz. Sohbetimize kaldığımız yerden devam ederiz dedi. Süleyman bey gülümsedi, olur yürümek iyi geldi ,ama dinlenmekte lazım dedi. Galata’dan aşağıya doğru yürümeye başladılar. Yokuşun hemen alt kısımları restoranlar, kafeler dolu idi. İstanbul’un görkemli güzelliği gözler önünde idi. Birlikte yokuş aşağı inerek restoranlardan birinden içeri girdiler. Ön masalardan boğazı gören bir masaya yerleştiler. Garsona siparişleri vererek. Sohbete koyuldular. Süleyman bey -Bu kadar önsözden sonra gelelim Thor’la bana. Thor pincher tabir edilen ataları Meksika ovalarında sürüler halde yaşayan bir safkan türdür. Çok sonraları dobermanların kanları doberman pinçher diye anılmıştır. Rivayete göre Viva Zapata herhangi bir çarpışmada birliklerin önüne birkaç sıra pincher dizer ve onların havlamalarıyla düşmana korku salarmış. Benim ilk çocukluk yıllarımda Üsküdar’da iken bir kurt köpeğim vardı. Adı Kont. Köpek canlılığını bağlılığını ilk onda gördüm ve sevdim. Kont aslında benim değildi. Bana emanet edilmişti. Gezmesi oynaması bana aitti. Bu uzun bir hikaye ve ayrı bir konudur. Tabi ki insanların hayatında çeşitli safhalar vardır. Bir zaman olur ki, başka olaylara karışırsınız başka gayelere yönelirsiniz. Ben ilk köpek sevgisini Kont’tan aldım, gördüm oynadım beraber gezdik ve ondaki güzellikleri sevdim. İlk gençlik yıllarımda Üsküdar’da kurulan Mehmet Ali Aybar yönetimindeki İşçi Partisine yöneldim. On beş milletvekili çıkardığımız o seçimde Üsküdar en fazla oy alınan ilçeydi ve ben gençlik kolunun aktif üyelerinden biriydim. Sonra bir sürü kaçmaca kovalamaca afiş yapıştırıp bildiri dağıtmaktan sansaryan hanının hücre ve koğuşları işkenceler dayaklar göz korkutmalar insanlık dışı medeniyet ayıbı olaylar. Ben bunlarla tanıştığım zaman 17 yaşındaydım. Neyse o günleri de geçtik. 46 doğumluyum. 66’da askere gittim. 68’detezkeremi alıp geldim. Baktım ne parti kalmış, ne eski etkinliği bir “ayrı çekenler” olaya müdahil olmuş. Bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum. Çünkü konumuz dışı. Askerden geldikten sonra aylık bir siyasi dergi gözüme çarptı. İsmi bende saklı. Oradaki fikirleri görüşleri, açılımları ilk defa diğerlerinden çok üstün gördüm ve onlara takılmaya başladım. Ta 80 darbesine kadar. 80 darbesinde bizim dergi ve önde gelen yöneticilerine davalar açıldı. “Türkiye’de olası bir komünist partisinin tüzük programını tartışmaya açmak” gibi bir eylemden ötürü 141-142. Maddelerden 8’er yıl hapis cezamız kesinleşti. Süleyman beyin yüzü, o yılların acısı ile dolmuştu. Kemal , hüzün dolu bir sesle -Ya ne yaptın, İşte ben o zaman tası tarağı toplayıp Üsküdar’dan Beyoğlu’na geçtim. Bütün adreslerim kayıp ve yeraltı. 16 senede böyle kaçak ve kayıp hayat yaşadım. Yakalanmadım ve hapis yatmadım. o arada ailemi oldukça fazla sıkıştırmışlar ama sonuç alamadılar acı dolu yıllardı. Gündüzleri dolaşamıyordum gecelerin adamı olmuştum ama gölgem dem bile korkuyordum.141 ve 142 maddeler bütün sebep ve sonuçları ile af olunca bizde güya işi yırttık! Ama ortalama bir hesapla 30 senemiz boşa geçti. Kemal -köpeğinle yarenliğin nasıl oldu. dedi -işte kaçak günlerimde gezerken Kont yardıma düştü. Bir gün çiçek pasajının önünden geçiyorum baktın bir pincher. Asil bir duruşla sahibinin yanında adete sfenks gibi oturuyor. Görür görmez dedim ki, biraz rahatlasam bu cinsten bir tane alacağım. Ve istediğim oldu. Aznavur pasajında doğal taşlar alıp satan Murat diye bir arkadaş dedi ki; - Abi dişi pincher var istermisin? Dedim; - Göreyim. Getirdiler bir baktım sevdiğim cins. Şimdiki oğlum Thor’un annesi. Çok güzel günlerimiz oldu. Bu arada benim 10 yaşımdan bu yana –kaçak gezdiğim yıllar dışında- çeşitli aralarla hep bir köpeğim olmuştur. Hepsini buraya sığdıramam. Ama hiçbir köpeğime tek bir fiske bile vurmuş değilimdir. Zaten onlar öyle üstün sezişli canlılardır ki, sahibi biraz sesini yükseltsin hemen siner ve; - Sahibim bana kızıyor, bağırıyor acaba ben ne hata yaptım? Diye düşünmeye başlar. Onların ilacı sevgi, sevgi ve sadece sevgidir. Köpeğin eğitim ve terbiyesinde dayağa asla yer yoktur. Çünkü o dövüldükçe istenmediği istenmediği kanısına varır kaçar ve uzaklaşır. (çocuğunu her gün döven annelere, karısını çocuğunu her gün döven babalara ithaf olunur.) Neyse efendim gelelim Thor’un annesine. Adını Meks koydum. Veya öyle miydi tam hatırlamıyorum. Sabah öğlen akşam park senin bahçe benim geziyoruz. Günler akıp gitti Meks geldi 3,5-4 yaş arasına. Ay halleri tuttuğu zaman çok istekli. Parkta erkek köpeklerin arkasına geçip kerkiniyor. Yani içgüdüsel olarak öyle bir olay şuur altında var ama kim kime nerede nasıl yapıyor meçhul. Doğanın ona verdiği hakkı çiftleşme ve doğurma hakkını benden istemeye başladı. Tüyap fuarının üstünde iki katlı bir park vardı o zamanlar. O zaman ki belediye Ve de yaman çevreci! Aslan belediyeciler buraya zift gibi kara bir beton döküp otopark yaptılar. İşte o eski parkta gezerken iki sempatik kız kardeş köpeğimi sevdiler ve kendilerinde bir erkek olduğunu söylediler. Tanıştık evlerine gittim. Anne ve babaları da köpek sevgisiyle dolu güzel insanlar. Neyse efendim bizimkileri baş göz ettik. Meks hamile kaldı. Onlar cihangir tarafında oturuyorlardı. Oralarda bir de veteriner bulduk. Herşeyi ona soruyoruz danışıyoruz falan. Neyse zaman geldi ve Meks doğum yaptı. İlk defa doğuran bir köpek gördüm. Mübarek sanki ebelik okulu mezunu. Bunlarda ilk yavru genelde ölü doğarmış. Öyle oldu. Diğer beş tanesini 2-3 dakika arayla sabırla metanetle doğurdu. Her batında battaniyenin bir kenarını ısırdığını görüyordum. Doğanı eşinden hemen ayırıyor hatta göbek bağlarını dişleriyle kesip koparıyor bende iple sıkıp bağlıyordum. Veteriner beyde bir ara uğradı. Doğum tamamlanmadan gitti. Ara sıra telefon ediyorum. Neler yapmamız gerek nasıl davranmamız gerek? O bana diyor ki; - Yemeğini yiyor mu? - Yiyor. - O zaman sorun yok diyor. Diplomalı ….! Yatağımın kenarında ona bir battaniye serdik. Erkek tarafında sünger bir küvet. Yavrular kımıl kımıl dolaşıyorlar. Tam 2-2,5 aylık oldular dört erkek bir dişi gözleri açıldı açılacak. Derken bir gece bir inleme sesiyle uyandım. Saat 3,5-4 arası arandım Meks yavrularından uzaklaşmış. Öleceği zaman öyle yaparmış. Arkada bir bölme vardı. Oraya uzanmış inliyor. Şaşırdım elim ayağım dolaştı kucağıma aldım. Köpek ateş gibi yanıyor ve titriyor. Musluk yukarda idi .çıkartıp yıkadım. Aşağı indirdim. Kuruladım. Üzerinden buhar çıkıyor. Ama titremesi de dinmiyor. Fön tuttum bir taraftan veterinerin telefonu bir yandan hastane. Arkadaşlara telefonlar falan hiçbir ses yok. Gece saat üç buçuk. Hani bir yer bulunsa bile sokağa çıkıp araba bulup oraya ulaşmam o anda mucize. Orası burası derken kucağımda köpeğin titremesi durdu. Bir baktım köpek katılaştı, dili dışarı çıkmış ve vücudu gittikçe soğuyor. Bağırdım, haykırdım, ağladım, sarstım sonunda anladım ki köpeğim ölmüş. Süleyman beyin gözleri doldu. Kemal yutkundu içi acıyordu. Süleyman beyle göz göze geldiler. Süleyman bey başını sallayarak. İşte hayat ,ölüm çelişkisi buydu. Bir gün önce canlı kanlı kucağınıza aldığınız herhangi bir canlı aniden katılaşabiliyordu. Oturup bir sigara yaktım. Gözyaşlarım sabaha kadar dinmedi. Konuşmasına devam etti. -Sabah erkenden ölüsü gazeteye sardım. Bir poşete koydum. Asmalı mescit de açık bir nalbur buldum. Oradan bir kazma aldım. Köpeğimi pera otelinin sağında yeşillik bir alana bir çalının dibine derince bir çukur açıp gazeteye sarılı olarak gömdüm. “Naylon oluşa toprağa geç karışır.” Gibi bir laf aklımda kalmış gibiydi. Eve döndüm bir baktım ki yavrular birbirinin üstüne çiş-kaka yapmış. Tekrar ağlamaya başladım. O ana kadar pırıl pırıl olan yavruları demek ki annelerin yalayıp temizliyormuş. Minik minik yumuş yumuş yavrular annelerini ölümünden habersiz kıpırdanıp duruyorlar. Ben ne yalayarak temizleyebilirdim. Nede iki aylık yavruyu yıkayabilirsin. Allahtan önümüze gelene söz vermişiz bir yavru vereceğiz. Hemen telefona sarıldım. İsteyen herkese birer tane olmak üzere o gün yavrular kapışıldı. Birini babalık hakkı diye erkeğin sahiplerine daha önce vermiştim. Birini dükkan komşum yani limoncu oğluna birini gene muhasebeci Moşe bey’e birini o zamanlar artistler kahvesini işleten mert tavırlı, hapishaneci ve balıkçı Nimet bey’e mert kişiliğiyle sevdiğim birine verdim. Kendime ayırdığıma da torun torba derken Thor adı çağrışımı yaptırdı. Bunlar kuzey efsanelerinde Tanrı Odin’in oğlu elinde çekiç olan savaş tanrısı Thor koydum adını. Adı bu olsun dedim. O mübarekte beni mahcup etmedi. Bücür boyuyla Sivas kangala bile saldırıyor halen. Sonra veteriner bey’e uğradım. Olayları anlattım. Gayet sakin bir şekilde; - Köpek havale geçirmiş bize getirseydin kurtarırdık. Dedi. Bütün geceyi uykusuz aç bil aç geçirmişim adeta kroke halindeyim ona baktım umursamaz bir hali vardı. Bir şeyler söyleyeceğim ama kendimi toparlayamıyorum. O gene sakin bir sesle bana; - Kaç yavru vardı? Dedi. (Telefonda defalarca konuştuğumuz halde.) Ben saf saf; - Beş. Deyince; Hazret bana 5-6 tane kartını uzattı; - Yavrularını verdiklerine verirsin. Dedi. - Süleyman beyin yüzü nü hırs kaplamıştı. -Kopma noktasına gelmiştim ama artık bir şey konuşmam imkansızdı. Kartları aldım dükkandan çıktım. Beş on adım gidince kartları yırtıp attım. Ve bu işi unut gitsin dedim. Çünkü canım ciğerim 3,5 yaşında civan gibi kızım ölmüştü tek gerçek buydu. Halbuki defalarca telefon ettim. İlk defa dişi bir köpeğim doğurdu. Bu konuda tecrübem ve bilgim yok. Aklı başında bir veteriner olsa bana diyebilirdi “dişi köpekler havale geçirebilir hayati önemi vardır. Alın şu iğne sizde dursun böyle böyle bir olay olursa şu şekilde bu iğneyi uygulayın” diyebilirdi. belki o da bilmiyordu. Belki aklına gelmedi. Ama benim köpeğim öldü. En güzel çağında araba çarpmadı. Hastalık geçirmedi. Ama öldü. Ben onu elimle hem toprağa hem kalbime gömdüm. Biz Thor’la kaldık biz bize. Eczaneden bir çocuk biberonu aldım. Biberonla ona süt içirip besledim. Dişleri bir şeyler kesene kadar. Artık hem torunum hem de güzel annesini yadigarı idi. Kemal şimdilerde nasıl neler yapıyor dedi. Süleyman bey -Şimdi oğlum dokuz yaşını bitirdi. Altı yedi hanımdan yirmiden fazla çocuğu oldu. Torununun torunu oldu şimdi o dede. Gene yaramaz gene haşarı bu enerjiyi nereden buluyor bilmiyorum. Sokak deyince deli oluyor. Hele çayır çimen kırsal alan Allaaah! Çayıra götürünce epey bir süre yanıma bile uğramıyor. Eve dönerim diye. Gittiğimiz çayırın adeta tapu kadastrosunu çıkarıyor. Benimle mutlu. Biliyor ki ben onu bırakmam. Yalnız bir adam olmayıp kalabalık bir ailem olsaydı daha mutlu olurdu bunu da biliyorum. Zaman oldu benim gibi fakir bir adam için astronomik paralar teklif ettiler vermedim. Çünkü o hem oğlum hem torunum hem de güzel annesini yadigarı idi. Şu anda yaklaşık yüz kelimeyi anlıyor biliyorum. Ama işine gelirse hemen uyguluyor. Gelmezse burnunu öbür tarafa kıvırıyor ve benden tarafa hiç bakmıyor. Yani anlamamazlığa geliyor. Gülüştüler, Süleyman bey hararetli ,hararetli konuşmasına devam ediyordu. En hoşuma giden yanlarından biri de ben kıl testeresiyle metal harf ve süslemeler yapıyorum. Sabah gezmesini yapıp geliyoruz. Eve geliyoruz suyu yemeği hazır. Ben testere ile kesmeye başlayınca o sesi öyle tanıyor ki şaşarsınız. Kafasını dikiyor bana bir bakıyor. İki üç defa kendi etrafında dönüyor ve kıvrılıp yatıyor. O andaki düşüncesini de ben anlıyorum diyor ki; - Sahibim çalışıyor ben onu rahatsız etmeyeyim. Küçük bir köpek bunu düşünebiliyor. Çok anlayışlı ve uyumlu. Bir o kadar da akıllı ve gururlu. Bu küçük köpekte gördüğüm gururu bırakın başka canlıda değme babayiğitte görmedim desem yeridir. Ve küçük can yoldaşım beni en az 4-5 kilometre gezdiriyor yürütüyor. Daha ne yapsın. Garson siparişleri masaya yerleştirdi, nefis bir boğaz manzarasında yemeklerini yemeğe başladılar. Eski günlerin anısına kadeh kaldırdılar. Süleyman bey İşte böyle kemal bey. Benim anlatabileceklerim bu kadar. Beyoğlu’nda Tünel-Galatasaray hatta Ağacami’n den Taksim meydana giden gezinti alanlarında bizi hep görebilirsiniz. Tabi ömrümüz sürdükçe. Selamlar saygılar olsun. bütün canlı dostlarına. Doğayı koruyan ve seven canlılara.