22 Kasım 2018 Perşembe

KADINLARIN DİKKATE DEĞER SESLENİŞİ... :



‪BEN KADINIM, HAYAT BENİMLE GÜZEL :‬

‪Ben kadınım, doğduğunda babasına, evlendiğinde kocasına ait olan.
Ben kadınım daha küçücük yaşta okumasına ne gerek var denilen.‬
‪Ben kadınım daha küçücük yaşta koca koynuna itilen.
Ben kadınım, başarmaya başladığım her işin arkasında saçma sapan yatak hikayeleriyle anılan.
‪Ben kadınım, sokakta saldırıya uğradığımda , o saatte orada ne işi vardı denilen.
Ben kadınım, sırtımdan sopa, karnımdan sıpa eksik edilmeyen.
Ben kadınım, canım yandığında sessizce ağlayan, gözyaşlarını içine akıtan, kimselere belli etmeyen.
‪Ben kadınım, her Allahın günü koca ve töre terörüne kurban giden, ama aynı zamanda da suçlu ilan edilen.
Ben kadınım, binlerce kez alındım, satıldım, dövüldüm, kovuldum, öldürüldüm.
Ama biliyor musun bayım, bazen ölmek bile kolay olmadı, sırtımda bir bıçakla bir kaldırımda öylece bekledim.
Koskoca bir ülke o fotoğrafa bakmaya tahammül edemezken, ben son anımda bile benden sonra çocuklarıma ne olacağını düşündüm, çünkü ben kadınım, ben anneyim.‬
‪Ve sen bayım, hani sürekli olarak bana ‘‘onu giyme bunu giyme, böyle sokağa çıkma gibi’’ emirlerde bulunuyorsun ya, senin nasıl öneriye ihtiyacın yoksa benim de yok biliyor musun.
Haa, bana ‘‘kafanı ört günah’’ gibi lafları etmene de gerek yok.
Ben kendi günahımın cezasını kendim çekerim.
Çünkü senin sandığın gibi yarım akıllı değilim.
Ben de saat geç olmasına rağmen evime rahatça gitmek istiyorum, aynen senin gibi.
Ne doğunca ne de evlenince senin namusun olmak istemiyorum, sen nasıl kendi namusundan sorumluysan ben de kendi namusumdan sorumluyum.
‪Ve, yine biliyor musun bayım, ben kadınım, acılarla hep daha dik durmayı, yeniden canımı acıtmayı denediklerinde dalga geçmeyi öğrendim.
İçimde bir şeyler eksilse bile, onları tamamlamayı öğrendim.
‪Biliyor musun bayım, sokakta sürekli taciz ettiğin kadın, otobüste umarsızca vücudunu yasladığın kadın, işlerin kötü gittiğinde ya da sadece canın istediğinde dövdüğün sövdüğün kadın, masanda meze evinde mal olarak gördüğün kadın, evine erkek arkadaşları geliyor diye adını çıkardığın kadın, dul olduğu için kendinde her hakkı gördüğün kadın, sürücü koltuğunda oturduğu için aşağıladığın kadın, işini emanet etmediğin kadın.
‪Yolda, arabada, televizyonda, internette hep her yerlerine baktığın kadın.
Hani seninle göz göze gelmemek için sokaklarda başı eğik gezen kadın.
Hakkını savundurmadığın, kendisini kendisine düşman ettiğin kadın.‬
‪Çığlıklarına rağmen yok saydığın kadın.
Asla aklı yetmeyen, asla hak etmeyen kadın ve daha niceleri.
O kadın var ya o kadın, o da senden nefret ediyor biliyor musun.
‪Şaşırdın mı yoksa, hiç şaşırma, kendisine insan gibi yaşama hakkı tanınmayan herkes, ilk olarak nefreti öğrenir.
Oysa biliyor musun ki, kadın dedesinin nüfusuna ait olduğu ve babasının soyadını taşıdığı kadar, anneannesinin ellerini, babaannesinin emeğini, annesinin de gözlerini taşıyor.‬
‪Kadının her yerine baktın ama, bir kez olsun gözlerine, kalbinin derinliklerine ve aklına bakmadın bugüne kadar.
‪Biliyor musun bayım, ben kadınım, sıcacık bir tas çorba, minicik bir bebeğin gülüşü, hepsi de benim elimden çıkıyor.
Çünkü ben kadınım, doğuran, hayat veren, hayatı güzelleştiren.
Biliyor musun bayım, benim aşkımla, ürettiklerimle, yaşattıklarımla güzel bu dünya.
Hayata sihirli ellerimle dokunduğumda, rengarenk çiçekler açtırırım.
Çünkü ben kadınım.
İstediğim sadece sevgi, saygı ve güven.
Ben kadınım, sen kadınsın, o kadın.
‪Hayat hep bizimle daha güzel…‬

Fazilet Neşe Akma ...

VEFAKAR



Gülüşlerin,resimlerde,
Neşen şarkılarda,
Halayların,türkülerde kaldı.

Saflığın,rakının beyazlığında,
Kanının kaynaması,şarabın renginde,
Kahkahaların,biranın köpüğünde kaldı.

Öpüşlerin,yolculuğumuzun,molasında,
Cilveleşmelerin,vapuru takip eden,martıların çığlığında,
Sevişmelerin,trenin kalkış,düdüğünde kaldı.

Yolcudur Abbas,bağlasan durmaz,
Neşede,mutlulukta,heyecanlarda,
Yaşananlar,bu mekanda,hoş bir seda olarak,kaldı.

Cemal Borandağ
19 Kasım 2018 Tuzla-İstanbul.
Güzellikler,onu arayana görünür.
Karacaoğlan.

Geçen Yıl Türkiye Geneli Sınavlarda Öğrencilerin Verdiği İlginç Cevaplar



SORU: 1.Murat hangi savaşta ölmüştür?
CEVAP: Katıldığı en son savaşta.

İlkokul 4’te bir Din yazılısı.
SORU: Kitabımızın adı nedir?
CEVAP: Kitabımızın adı "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" kitabıdır.

İlköğretim Fen Bilgisi
SORU: Kurbağaların dolaşım sistemi nasıldır?
CEVAP: Zıplaya zıplaya dolaşırlar.

SORU: Tansiyon hangi durumlarda ölçülemez?
CEVAP: Kolun olmadığı durumlarda

SORU: Kuran’ı anlayıp yorumlayanlara ne denir?
CEVAP: “Aferin” denir.

SORU: Dişi üreme sistemini yazınız.
CEVAP: "Dişi üreme sistemi"

SORU: Bilgisayarın çalışma prensibini kısaca açıklayınız.
CEVAP: Bilgisayarın çalışma prensibi kısaca açıklanamaz.

SORU: İşletim sistemi olmayan bir bilgisayarla neler yapabiliriz?
CEVAP: İşletim sistemi yükleyebiliriz.

SORU: 40 gün nafile ibadetten bile daha sevap olan şey nedir?
CEVAP: 41 gün nafile ibadet.

SORU: Güneş sisteminde olan üç gezegenin ismini yazınız.
CEVAP: Merkür, Venüs, Anüs(!?!)

ÖDEV KONUSU: Küçük başlı hayvanları inceleyiniz.
ÖDEV: İnceledim.

SORU: Sokrates’in "devlet" üzerine düşünceleri nelerdir ?
CEVAP: Sokrates: “bildiğim tek şey, hiç bir şey bilmediğimdir.” demiştir. Bu bağlamda mantık yürütürsek Sokrates devlet hakkında bir şey bilmediğini iddia etmektedir.

SORU: Gece trafiğe yaya olarak çıkarken nasıl kıyafetler giymeliyiz?
CEVAP: Çok şık ve güzel giyinmeliyiz. Karşımıza iyi biri çıkabilir. Romantik bir gece geçirebiliriz.

SORU: Üzüm nasıl tüketilir?
CEVAP: Yenerek.

SORU: Miraçta gelen 3 emir nedir?
CEVAP: Oku, oku, oku.

SORU: 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’nın nedenlerini ve sonuçlarını yazınız.
CEVAP: Bilinen nedenlerden dolayı istenilen sonuçlar elde edildi.

SORU: (8 + 7)/(8 x 7)
CEVAP: 8’ler birbirini götürür. 7'ler de birbirini götürür. Cevap sıfır

SORU: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası nedir?
CEVAP: Birinci anayasa

SORU: İlk Türk denizcisi kimdir?
CEVAP: Temel Reis

SORU: Tekke ve zaviye nedir?
CEVAP: Osmanlı döneminde erkeklerin giydiği kıyafetlerdir…

SORU: Hz.Muhammed Mekke’den Medine’ye göç etmeden önce Mekke’de kalan Müslümanlara ne demiştir?
CEVAP: Hadi Allah’a emanet olun..

MUTLU OLMAK İÇİN



1. Bol su için.
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde
az yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok,
fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. Hiç bir şeyi içinize atmayın.
5. İbadet ve dua için zaman ayırın.
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.Tefekkür edin.
7. Düzenli uyuyun.
8. Her gün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken
gülümseyin.
9. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların
seyahatinin nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin, keyfine varın.
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin.
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın.
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak boşa harcamayın.
14. Sû-i zandan kaçının.
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın.
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, anlaşın.
22. Ailenizi sık arayın.
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral...
24. Herkesi her şey için affedin.
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin.
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin.
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir!
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın.
30. ALLAH her şeyi iyileştirir, şu an fark etmesek de, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir.
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin.
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın.
33. En iyisine henüz sıra gelmedi.
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH' a şükredin.
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin. İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın...

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

KISSA'DAN HİSSE...





Bir Boeing 777 Atlantik üzerinde ilerlerken aniden önüne bir F-17 savaş uçağı çıkar.
Savaş pilotu Boeing kaptanını selamlar: "Uçuş çok sıkıcı, eğlenmek için birşeyler yapalım mı ?” der ve hemen deniz seviyesine kadar çarpıcı bir dalış yapar, ardından da ses bariyerini kırarak geri döner ve "Bu nasıldı ?" diye sorar.

Boeing pilotu cevap verir: "Çok etkileyiciydi. Şimdi de beni seyret” der...

Jet pilotu Boeing'i gözler ancak hiçbir şey olmaz.
Boeing aynı hızda ve dümdüz uçmaya devam eder.
Beş dakika sonra, Boeing pilotu konuşur: "Ne diyorsun buna, nasıl buldun ?"

Jet pilotu şaşkın: "Ne yaptın ki ?"

Boeing pilotu konuşur: “Ayağa kalktım gerindim ve arka tarafa tuvalete gittim. Sonra kendime bir fincan taze kahve koydum ve hostesle önümüzdeki üç gece için 5 yıldızlı otelde beraber olmayı ayarladım, parasını da bizim havayolu ödüyor bunun zaten..”

Hikayeden çıkan ders:

Gençken, hız ve adrenalin çekici gelebilir. Ama yaşlandıkça daha akıllı olursanız, konfor ve huzur elde etmek de hiç fena değildir...

Buna, S.O.S.(Slower, Older, Smarter) diyoruz...😋



ABD NEDEN DÜNYA LİDERİ OLDU..?



Amerika'da iken "bir otomobilin plakası" dikkatimizi çekti.
Plakada "damga... Mühür... Madalya gibi bir şey" vardı.
Sonra "sürücüsüne" baktık.
Madalyalıydı.
Sürücü otomobilini parketti.
Park yerindekiler ona "saygıyla... Sevgiyle... Tebessümle" bakıyorlardı.
Kimi de gidiyor "madalyalı adamın" elini sıkıyordu.
Yanımızdakilere sorduk:
- Bu adam kim? Bu madalya neyin, nesi?
Dediler ki "bu bir gazi... Yakasındaki de Purple Heart."
Purple Heart...
Türkçesi "mor kalp."
Askerlik görevini yaparken yaralananlara verilen madalya.
Polis "mor kalpli" adama selam duruyor.
Lokantadaki garson "mor kalpli" adama "en iyi masayı" gösteriyor.
Bazı müşteriler de "mor kalpli" adamın yanına yaklaşıp "siz, bizim için savaştınız... Teşekkürler" diyor.
"Mor kalpli" adamla resim çektirenler bile var.
* * *
SAĞIMIZ, solumuz "gazi" dolu...
Ara, sıra gazetelerde bir röportaj yayınlanır...
Gülhane Hastanesi'ndeki gazilerle ilgili.
Sonra...
Sonrasını bilmiyoruz.
"Bizim için" yaralanan bu adamlar "ne yer, ne içerler?"
"Lokantaya gidecek" paraları var mı?
Garson onlara "nasıl davranır?"
Polis "selama durur mu?"
Bilmiyoruz.
* * *
MADALYA...
"Alt tarafı" teneke parçası.
Maliyeti "kaç para" ki?
Ama "anlamı... Ağırlığı" para ile ölçülebilir gibi değil.
Sahi biz de "bizim için yaralanan" insanların yakalarına "böyle bir madalya" takıyor muyuz?
Bunu da bilmiyoruz.
* * *
AMERİKA'da "mor kalpli" adamla ilgilendik.
Öğrendik ki "asker emeklileri için" bir hastane vardır.
Ve bu hastanenin kapıları, "mor kalpli" adama, ömür boyu açıktır.
* * *
AMERİKA'da bazı "şehitlikler" mevcut.
En bilineni Washington'daki Arlington Mezarlığı.
"Mor kalpli" adamın gömüleceği yer orası.
* * *
BİZ bu konu ile ilgilenince, yıllardır Amerika'da (Evansville) üniversite hocalığı yapan Mehmet Kocakülah "takvimi" gösterdi.
Takvimde "önemli günler" işaretli.
Bunlardan biri de "11 Kasım, Gaziler Günü."
Her yılın 11 Kasım'ında bankalar, okullar, hükümet binaları kapalı.
Her yerde "geçit törenleri" düzenleniyor.
Ve bütün ülke "mor kalpli" adama teşekkür ediyor.
* * *
KOCAKÜLAH Hoca'nın eşi Amerikalı... Janine.
Ondan rica ettik.
"Mor kalpli" adam ne yer, ne içer, nerede çalışır?
Öğrenmesini istedik.
Öğrendi...
Eğer "gazi" çalışabilir durumdaysa, devlet ona mutlaka iş buluyor.
Çalışamayacak durumdaysa...
Devlet onun bütün ihtiyaçlarını, ömürboyu karşılıyor.
* * *
AMERİKA'da beyaz, siyah, kadın, erkek, zengin, fakir "herkes eşit."
Ama "mor kalpli" adam, "üstün insan."
"Ayrıcalıklı."
Onun sahip olduğu ayrıcalığa "Amerikalı parlamenter bile" sahip değil.
* * *
AMERİKA'dan döneli yarın bir hafta olacak.
Kafamız hala "mor kalpli" adamda.
O "mor kalpli" adam, ülkesi için yaralandı.
Ya bizim "gazilerimiz" ne için, kim için yaralandılar?
Ey gazi!..
Yakana bir madalya takamadık.
Madalyalı pek çok "Kurtuluş Savaşı Gazisi"ni ise bir dilim ekmeğe muhtaç ettik.
- Ey gazi, senden özür diliyoruz.

GÜN BUGÜN



Başka zaman yok,aşka.
Ömrümüzün sonbaharındayız.
Yaşadıklarımızla,
Geriye dönersek.
Mutlu günleri anarız.
Küskünlükler,dargınlıklar,kırgınlıklara,
Son ver,afet,vicdanın rahatlar,
Yavaş öp,kalpten sev,
Kahkahalara boğul,sevinçten,
Zaman sevme zamanı.

Cemal Borandağ
15 Kasım 2018 Tuzla-İstanbul.
Gülmeden geçirilen bir bir gün yaşanmamış sayılır.

AŞK

Bir kaç kadın oturmuş aşk ı tartışıyorlardı içlerinden biri aşk diye bir şey olmadığını savunurken bir diğeri söze başlar =
Kendini unutmak ya da tam tersi hatırlamaktır aşk. Korkmaktır, cesarettir. özgürlüktü , esarettir aşk.
Aşk yanmaktır yanacağını bile bile ateşe sarılmaktır aşk.
Bazen çocuklaştığın, bazen aynada ki yansıman, bazen de dışa vuramadığın sensindir aşk. Bir kaç yaş daha büyük olan diğer kadın söz alır başlar anlatmaya = Aşk kıymetlindir, ruhun, yüreğin ,tüm varlığındır, kızdığın, küstüğün, affetmek için sebep aradığındır aşk.
Aşk beyazdır, mavidir. bazen de siyahtır. Aşk sıkı sıkıya tutunmaktır bazen de vazgeçmektir AŞK.
Konuşmanın başında aşk olmadığını iddaa eden kadın söze girer = siz deminden beri beni anlatıyorsunuz der o halde aşk benim , aşk sensin, aşk o ....

Avrupa'da Tanrıya Mektup yazması istenilen çocukların yazdıkları :

Sevgili Tanrım, Tamam incil’de öbür yanağını çevir dedin biliyorum; ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacağım? Sevgiler. | Teresa -5 yaşında

Sevgili Tanrı, Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var. | Harriet Ann -6 yaşında-

Sevgili Tanrı, Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var. | Norman -6 yaşında-

Sevgili Tanrım, Oğlanlar kızlardan daha mi üstün? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. | Sylvia -5 yaşında-

Sevgili Tanrı, Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? | John - 8 yaşında-

Sevgili tanrı, öğretmen günlerin önce kısaldığını, sonra uzadığını söyledi. Artık bir karar vermelisin. | Mindy

Sevgili tanrı yeni öyküler yazamaz mısın? Yazdıklarının hepsini okuyup, bitirdik ve yeniden başa döndük. | Terry

Sevgili Tanrı, Şu andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, köpek, film makinesi, beyzbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. | Seni seven Eric -5 yaşında-
Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum.

Canım canım Tanrı, Astronotları öyle yukari firlatip fırfır döndürmelerinden ödüm kopuyor. N’olur onların bizim evin çatısına düşmelerine izin verme. | Dostun Norman -4.5 yaşında-

Sevgili Tanrım, İnsanlarin ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? | Jane -6 yaşında-

Sevgili Tanrı, Lütfen bana bir midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın. | Bruce -4 yaşında-

Sevgili Tanrı, Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canını yakma. Sevgilerle. | Martin -5 yaşında-

Sevgili Tanrı, Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. N’olur söyle ona bi’ daha öyle yapmasın. | Ellen -3 yaşynda-

Sevgili Tanrı, Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var? | Mark -8 yaşında-

Tanrı’cım, Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. | Nan -5 yaşında-

Sevgili Tanrım, Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz mısın? | J.B. -7 yaşında-

Tanrım, Insanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. | Audrey -8 yaşında-

Sevgili Tanrı, Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor; ama ben ufacık bir şaka bile yapsam yiyorum fırçayı. | Jodie -6.5 yaşında-

Sevgili Tanrı, Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar. | Teddy -9 yaşında-

Tanrım, Şişman olunca kimse senin arkadaşın olmak istemiyor. | Billy Jean -9 yaşında-

Sevgili Tanrı, Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? | Norman -4 yaşında-

Sevgili Tanrı, Tanrı oldugunu nasıl bilebildin? | Charlene -3 yaşında-

Sevgili Tanrı, Senin yaşına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı? | Tommy -4 yaşında-

Sevgili Tanrım, Eğer Tanrı ben olsaydım bu kadar iyi olmazdım. Bunu aklından çıkarma. | Michelle -6 yaşında-

Sevgili Tanrı, Kiliseye sözüm yok ama kuşkusuz daha iyi müzikler kullanabilirsin. Umarım yazdıklarıma kırılmazsın. Ayrıca bir kaç yeni şarkı yazamaz mısın? | Dostun Barry

Sevgili Tanrı, Şu hergün ezip durduğumuz karıncaların umarım senin için özel bir önemi yoktur. | Dennis.

Sevgili tanrı, Şu plastik çiçeklere kafan bozulmuyor mu? Eğer gerçeklerini yapan ben olsaydım çıldırırdım. | Lucy

Sevgili Tanrı, Geçen hafta New York’a gittiğimizde Saint Patrick kilisesini gördüm. Bayağı güzel bir evde oturuyorsun. | Frank

Sevgili Tanrı, Evet, ben anlaşmamızın yarısını yaptım bakalım. Bisiklet nerde kaldı? | Bert

Canım tanrı. Kucaklaşmayı sen mi buldun? Çok güzel bir şey. | Brenda

Sevgili tanrım, niçin hiç TV’ye çıkmıyorsun? | Kim

Niçin daha sonra yeni hayvanlar bulup göndermedin? Hala eskileri ortada dönüp dolaşıyorlar. | Johny

9 Kasım 2018 Cuma

Cem

Semah dönülür,
Dualar okunur,Türkçe,
Hakka yürüyenlere,rahmetle,
Allah Allah diye,
Her şey Muhammet Ali aşkına,
Ağıtlar yakılır,
Türküler söylenir,
Dünya da sevgiyle dönmüyor mu?
Cemal Borandağ
24 Ekim 2018-Tuzla-İstanbul
Eski Türklerin Şaman gelenekleri,yuğ törenlerini andırır.

Afyon'a bağlı Beyköy

Yıl 1878'di..
Afyon'a bağlı Beyköy'de bir tarlada 10 metre uzunluğunda kireç taşından yapılmış bir yazıt bulundu..
Üzerinde bir takım şekiller vardı..
Köylüler taşa bir anlam veremedi..
Köy heyeti taşın yeni yapılan caminin temelinde kullanılmasını kararlaştırdı..
Bölgede kazı yapan Fransız arkeolog George Perrot buna karşı çıksa da, köylülere derdini anlatamadı..
Bunun üzerine arkeolog Perrot, taş temele atılmadan üzerindeki şekilleri bir kağıda tek tek çizdi..
Sonra ülkesine döndü...
*. *. *
Aradan 134 yıl geçti..
2012 yılında İngiliz antik çağ tarihçisi James Mellaart öldüğünde özel arşivinin arasında Fransız arkeolog Perrot'un Afyon'da taştan kopya ettiği metin de çıktı..
Melleart'ın oğlu metnin kopyasını İsveçli tarihçi Dr. Eberhard Zangger'e verdi.
Zangger İsveçli ve Hollandalılar'dan oluşan 20 kişilik bir bilim insanı grubuyla bu yazıları çözmeye çalıştı..
Yıllar süren uğraşlardan sonra yazılar çözüldü..
Bronz Çağından kalmaydı..
3 bin 200 yıllıktı..
Anadolu'da Hititler'den önce yaşayan Luviler'e aitti..
Luviler, çok araştırmacı ve akademisyene göre Truva'ya denizden gelen ışık insanlarıydı..
Anadolu'nun ilk halkıydı..
*. *. *
Luviler kendilerine MA halkı diyordu..
MA, battığına inanılan MU kıtasının başka bir ismiydi..
Bir çok tarihçi Luviler'in MU kıtası battıktan sonra deniz yoluyla Anadolu'ya geldiğini savundu..
Bu görüşe katılan Mustafa Kemal Atatürk de, Anadolu'nun köklerini MU kıtasında aradı ve bu konuda araştırmalar yaptı..
*. *. *
Luvi ışık demekti..
Bir çok dile buradan geçti..
Hititçe'de Lukka, Latince'de Lux, İngilizce'de Light, İtalyanca'da Lure, İspanyolca'da Luz, Almanca'da licht ve niceleri..
Işık insanları silahsız bir dine inanıyordu..
Onlarda yaratan ve yaratılan yoktu..
Yaratılmışların bütünü yaratanın kendisiydi.
İkilik küfürdü..
En büyük en küçükteydi..
İnsanın özü ruhuydu
Ruh ışıktı ve ölümsüzdü.
Luviler'de bilgi en önemli değerdi..
Dinlerini, dünya görüşlerini bilgi seviyesi yüksek insanlarla paylaşırlardı..
Düşüncelerini sembollerle anlatırlardı..
Bu yüzden hep azınlıkta kaldılar ve Anadolu'ya kendilerinden sonra gelen halklar tarafından ezildiler..
*. *. *
Hititler Anadolu'ya geldiklerinde tanıştıkları Luviler'e, komşu halk anlamına gelen "A-Luvi" dediler..
İnançlarının, geleneklerinin Aleviler'e çok benzer olması yıllardır tarihçileri düşündürürür..
Alevi sözü acaba "A-Luvi"den mi gelmektedir?.
Baksanıza Yunus Emre ne diyor?
“Dört kitabın manasın okudum hâsıl ettim..
Işığa gelince gördüm bir uzun hece imiş”.
“Oruç namaz gusülü hac hicaptır aşıklara
aşk ondan münehhez halis heves içinde..
ey aşıklar ey aşıklar ışık mezhebi dindir bana."
*. *. *
Afyon'da 1878 yılında bulunan taş yazıtın çözümüne başta İngiliz İndepented Gazetesi olmak üzere bir çok Avrupa medya organı geniş yer verdi..
Yazıtın deşifre edilmiş tam metni ve araştırma Aralık ayında 'Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society' dergisinde yayınlanacak.
Fransız, İngiliz, İsveç, Hollandalı bilim insanları şimdi bu konuda yoğun çalışma içinde..
Anadolu'nun köklerini araştırıyorlar..
Peki biz Anadolu'da yaşayanlar ne yapıyoruz?
(Sedat Kaya,Datça)

Bir Kızılderili Öğretisi



Bir Kızılderili Öğretisi diyor ki:

Bir atın susuzluğunu giderdiği yerden su iç; at hiçbir zaman kötü su içmez. Kedinin yattığı yerde uyu, kurdun değdiği elmayı ye. Sivrisineklerin yerleştiği mantarları korkusuzca topla. Köstebeklerin kazdığı yere ağaç dik. Yılanın ısınmaya durduğu yere ev yap. Sıcak günlerde kuşların yuva yaptığı yere kuyu kaz. Horozlarla beraber uyu ve uyan ki tüm gün için en sarı mısırlara ulaşabilesin. Daha çok yeşillik ye, ki bir hayvandaki gibi güçlü bacaklara ve dayanıklı bir kalbe sahip olabilesin. Daha çok yüzmeye git, ki dünyada kendini bir balığın kendini denizde hissettiği gibi hissedebilesin.
Daha sık gökyüzüne bak, daha az ayaklara, böylece düşüncelerin daha net ve hafif olacaktır. Konuşmak yerine, daha çok sessiz kal; böylelikle ruhun sakinliğe ve huzura erebilecek.

Yıllara Meydan Okudu

Yıllara meydan okudu,
Bedenin,
Hep genç kalmış,
Ruhun.
Gönlün,
Merdiven dayadı.
Kar yağmış saçlarına,
Uslanmamışsın.
Allah doyursun,gözlerini.
Güzellerin peşinden koşmaktan,
Bacakların genç kalmış.
Yüreğini sormuyorum.
Hep çocuk kalmış,sanki hep çocuk.
Büyümedin,bir türlü.
En iyi doktor sevgidir,diyordun.
Aşk olsun.Aşk olsun.Aşk olsun.

Cemal Borandağ
7 Kasım 2018-Tuzla-İstanbul.
İç şarabı,sev güzeli,varsa aklın diyor.Hayyam.

Adamın Biri

Adamın biri İstanbul'da iş için, İş ve işçi Bulma Kurumu'na müracaat etmiş..
- "Evet bir iş var" demiş ilgili memur.
- "Rus dans grubu birini arıyor. Yapılacak iş, kızların soyunmasına, giyinmesine yardım etmek, günde iki kez vücutlarını bebek yağı ile yağlamak ve de göğüslerinin ucuna parlak küçük yıldızlar yapıştırmak" demiş..!
Sevinçten gözleri parlayan adam,
- "Çok iyi, çok iyi, hemen başlayabilirim", demiş. Memur,
- "Tamam o zaman, yarın sabah yedide Adapazarı'nda
olabilir misiniz"..?
- "Neden? İş Adapazarı'nda mı?
- "Hayır iş İstanbul'da ama başvuru kuyruğunun sonu,
şu anda Adapazarı'nda, onun için... 😳

2 Kasım 2018 Cuma

Kartallar

Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar... vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.

YUVAYA DÖNÜŞ

zeynep aliye

Ön haberci grubun, gökyüzüne üflediği “Ada göründü” işareti BenSis’in keyfini yerine getirmişti. Günlerdir ruhunu sinsice kemiren düşmanı sonunda ininde yakalayıp ortadan kaldırabilecek çünkü. Genişleyen bir yelpaze gibi kuzeye ve güneye, doğuya ve batıya açılırken devasa gövdesi esneyişlerle ileri geri gidip geliyor, bir yandan da “Adım BenSis!” haykırışıyla dalgaları köpük köpük buluta çeviriyordu.
Yoğun su damlacıklarından kar taneciklerine, güneş ışınlarından buz kristallerine bin türlü yoğunlaşmadan oluşan sesini duyanların, deniz kızlarıyla deniz yıldızlarının yaptığı gibi, arkalarına bile bakmadan suyun derinliklerine atladıklarını söylemek gereksiz. Bugüne dek nice kuleyi, köprüyü, otobanı, hatta kentleri, denizleri, fırtınalarını dize getirmişliği hesaba katılırsa haksız da sayılmazlar.
Arkası sıra kimlerin boynunu bükük bıraktığını elbette bilemez BenSis. Gerçi bilse de umursayacak durumda değil. Göller ırmaklar denizler hatta bataklıklar üzerinden topladığı yosun kokan sis kümeciklerini; sefere kendiliğinden katılan radyasyon sisi, cephe sisini, hatta buhar sisini bile ihmal etmişken kimleri ürküttüğünün, korkuttuğunun çetelesini tutacak hali yok. Önemli bir misyon yüklediği bu zorlu yolculuğun yakında sona ereceği, kendisine hayatı dar eden boğuk fısıltılara, kulaklarını tırmalayan seslere nihayet son vereceği dışında bir şey düşünemiyor.
“Toplanın, safları sıklaştırın. Marş söyleyelim …” diye haykırdı bir kez daha. Beyoğlu üzerinden geçerken peşine takılmak için o kadar yalvarmasına karşın gruba dahil etmediği gür soluklu şehir sisini anımsamıştı. Yetişkin, deneyimli, analitik bakmayı öğrenmiş bir sis olsa da arada bir düşüncesizce kararlar alması kaçınılmaz.
Tam o sırada yamaçlardan dalga dalga yayılan boğuk iniltiler, düşünce dünyasına bin koldan dalıverdi. Reçine, kekik, fesleğen, ıtır, dağ nanesi, dağ sümbülü kokusunu aldı. Özellikle de karga, martı, güvercin bağırışlarının neredeyse sıfırlandığı, yarasa ve puhu ses eşiklerinin aşıldığı, sığırcık, saka, kırlangıç ötüşlerinin yoğun olduğu bir bölgeyi işaret ediyordu. Yaprak, çiçek, dal, budak, toprak, tırtıl, hatta tahta kurusu çıtırtılarının vokal oluşturduğu bu ezgili, yanık, içli ses, muhtemelen bulutlara en yakın katmandaydı.
Bir an için, deniz suyunun ince güve delikleri açarak gövdesine doğru yürüdüğü hissi. Tehlikeyi seri bir yükselişle, şiş karnını, denizin köpüklü dudaklarından, uzamış azı dişlerinden çekip almayı neyse ki başardı BenSis. “Kimse heveslenmesin!” homurdanmasını elbette herkes duydu. Nitekim bu öfkeyle biri kıraça, öteki izmarit olmak üzere iki balık sürüsünü, iki balıkçı teknesini ve lodos dalgasını görünmez ederek sürdürdü ilerleyişini. Yanılmamış. Tepeden aşağıya akan yakıcı soluğu şimdi daha iyi hissedebiliyor. Saat Kulesi’ne çıkan yokuşun ötesinde kurulu bir tuzak olabilir mi? Fakat gece boyu civar yamaçlardan aşağı doğru yürüyen soğuk hava akımının yol açtığı yamaç sisini anımsayınca endişeleri azaldı. Bücür mücürdür ama her zaman için sağlam bir yoldaş olduğunu kanıtlamıştır yamaç sisi. BenSis, hedefiyle, karşılaşmasının an meselesi olduğunun farkındaydı.
Gövdesine sığınmış milyarlarca su buharı yumağı, heyecan içinde safları sıklaştırıyordu. Gölgesiz ince beyaz parçacıklar, ışık halkasına benzeyen ipliksi bulutlar, birbirine karışmış dalgacıklardan oluşan saydam bulutlar; herkes daha sıkı, sımsıkı kenetlenmenin peşinde. Hatta kafileye son anda katılan cirrus bulutları bile aydınlık renklerinin ve ipeksi parlaklıklarının gri bir örtüyle kaplanmasından şikayetçi görünmüyordu.
Kafasını bir av köpeği gibi kaldırıp, havayı yeniden kokladı BenSis. İşkencecinin kahkahasıyla kurbanın yakarışı arasında gidip geliyordu sesler. Yüreği yerkürenin nabzı gibi çarptı, kafası Olimpos’un tepesindekinden farksız bulutlar püskürttü: “Yettim” diye haykırdı. Az kaldı, bitireceğim bu kabusu.
BenSis’in adeta şaha kalkarak adanın tepesine doğru saldığı karanlık haykırışla yekinmesi, yeri göğü hallaç pamuğu gibi karıştırmıştı. Bir kol Maden’e, bir kol Nizam’a, bir kol da Kadıyoran yokuşuna vurdu. Evler, bahçe duvarları, balkonlar, ağaçlar; önüne çıkan her şey, onun kalın pelerininin katları arasına giriyor. Aktıkça kaplıyor, amip gibi içine çekiyor, genişliyordu BenSis. Pembe, yeşil, mavi, sarı, kırmızı, lila siliniyor, ada koyu bir karanlığa dönüşüyordu. Ne yıldızlar, ne topuklu dalgalar, yakamozlar, martılar hatta balık sürüleri bile ördüğü kalın duvarı delip geçemezdi.
O ara, adadaki bütün hoparlörlerden yayılan: “Dikkat dikkat. Vapur seferleri iptal edilmiştir!” anonsunu duydu BenSis. İster en acımasız korsan gemilerini salsınlar üzerine, ister en can alıcı roket atarlarını, lazerlerini doğrultsunlar, kendisini durdurmaya güçlerinin yetmeyeceğini onlara nasıl anlatmalı… BenSis’i tek rahatsız eden, bütün giriş çıkışlarda duvarlar oluşturacağı dedikodusuydu ki, şimdiden tüm adaya yayılmıştı. “Bu haksızlık, iftira!” diye düşündü. Tamam; bembeyaz yelkenlilerden leylak rengi bulutlardan, bir tayın masum gözlerinden, yaralı martı kanadına, uzun kuyruğu kopuk bir dragon uçurtmadan lastiği patlak bisikletlere varıncaya, pek çok şey kuşatması altında. Fakat adanın çevresinde duvar oluşturduğu, orayı bir zindana çevireceği suçlamaların iler tutar yanı yok ki. Hiçbir yerde kalıcı olmak gibi bir amaç taşımadığını, bunun zaten kişiliğiyle asla örtüşmediğini nasıl olup da görmezler ki?
Öfkeyle kasıldı. Anlaşılamamak, kimse tarafından istenmemek inciticiydi. Kederinden öyle derin bir soluk bıraktı ki çevre, ağaçlar, otlar, çiçekler yanmış gibi kararıverdiler. BenSis öyle üzgündü ki, o sırada faytonculuk oynayan Aleyna, Çağrı ve İlayda’nın, korkulu çığlıklarını bile duyamadı. Tam da faytonu sürme işini arkadaşından devralan İlayda sarmaşık dalından kırbacını savurmak üzere kaldırmış, önüne kattığı Çağrı ve Aleyna’yı deehhh komutuyla yokuş aşağı koşturmaya başlamıştı ki yolu sis tarafından kesildi.
“Yokuş kaybolacak gibi. Canavar orada bekliyorsa?” Çağrı’nın ablasının eteğini çekiştirerek, kocaman gözlerinde korkunun resmiyle sorduğu bu soruyu duymuş olsa BenSis etkilenir, daha ölçülü davranabilir miydi; kim bilir. Ama onun aklı, ormanın yukarısında kendisine saldırmaya hazır bekleyen düşmanındaydı. Zakkum ağaçları, kış erikleri, lüküstürünler, koca yemiş ağaçları, palmiyeler, begonviller, gül ağaçları; yalnızlaşmış balkonlar; otların bürüdüğü bahçeler; önüne çıkan her şeyi yutarak sürdürdü tırmanışını. Öğrenci seslerini de teneffüs zilini de belleği çoktan silmiş, adeta bitkisel hayat sürdüren Taş Mektep’e kaçamak bir yan bakış atarak Türkoğlu’ndan yukarı vurdu.
Reçine, yaban nanesi, kekik, ebegümeci, damar otu, fesleğen kokusu bulaşmış inlemeler, sızlamalar şimdi daha netti. Hatta kendisini buralara sürükleyen enerjinin çok yakınlarda olduğunu hissediyordu. Nitekim bir anda kesildi soluğu. Bir bulut salıncağından ötekine uçuvermiş gibi oldu. Uğruna caddeler, bulvarlar, meydanlar, köprüler, tepeler, denizler aştığı gizemli acı odağı bir anıt olarak karşısındaydı: “Büyükada Eski Rum Yetimhanesi” Geniş arazinin içinde, ağaçtan geldim ve her ağaç gibi ayakta öleceğim dercesine onurlu ve bilge bir duruşla dikelmekteydi.
BenSis olduğu yerde kalakalmıştı; Yaşlı kızıl çamların arasından bir hüzün anıtı olarak yükselen bu viran Yetimhane hem işkencenin, hem işkencecinin mekanıydı, öyle mi!
O halde, içinde yıllardır mayalanıp duran kalın, katmanlı soluğu dışarı salma zamanı gelmişti. Bembeyaz ya da gri, parçalı ya da katmanlı, gölgeli ya da aydınlık, ipliksi ya da yaygın bulutlardan oluşan soluk, hızla genişleyip içinde düşmanın yer aldığı Yetimhane’nin çevresinde yüksek bir hisara dönüşmeliydi. Şu andan itibaren dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya en ufak bir hava geçişi yaşanamamalı
Artık baş başaydılar. Bundan ötesinin olmadığını bildiği sınırda kararsız, ürkek dikelirken bu devasa yapıda işkenceciyi, acının odağını nerede bulabileceğini düşünüyordu. Acele etmeliydi. Bir yandan örmekte olduğu kozadan dışarı çıkamazdı yoksa. Biraz daha güçlendirdi yapının çevresine ördüğü sis duvarını. Zaman kısıtlı. Fakat aklına yeni gelmiş gibi durdu birden. Peki ama aramaya nereden başlayacak? İşkencecinin kim, işkenceye uğrayanın kim olduğunun ayrımını nasıl yapacak?
Yapının, büyük ölçüde çökmüş, ancak hala direnen birkaç kolon, kiriş sayesinde ayakta kalmayı başaran çatısından mı? Lif lif ayrışan kapı pencere oymalarından mı? Tavan fresklerindeki kanatları kırılmış, gözleri görmez olmuş meleklerden, yolunu yitirmiş havarilerden mi? Yoksa saçaklarındaki neredeyse un olup akacak dantelsi motiflerden mi? Nereden başlamalı? Kurbanı kurtarırken işkenceciyi yok etmek için ne yapılabilir? Pası en derinine dek işlemiş cumbalar, kendisini her an aşağı atacak alınlıklar ne olacak? Menteşelerinden fora etmiş kapılar, sövelerinden ayrılmış pencereler, çürümüş, her an göçecek rabıtalar da düşmanı saklıyor olabilir. Kirişler ve pervazlar her an son nefeslerini vermek üzereymiş gibi görünüyorlardı. Hatta belki bitkisel hayata gireli çok olmuştu da yalnızca beyin ölümünün gerçekleşmesi bekleniyordu. “ Ne hazin! Senin adın, terk edilmişlerin müzesi olmalı!” diye düşündü. Tam kalbinin üstünde bir yağmur damlasının serinliği. Gövdesini delik deşik etmeye kararlı bir sağanağın ilk çisentileri olabilir mi! Yoksa yağan, ‘Ben Sis’in yapışkan incecik gözyaşları mıydı?
Gerçekliğin yiter gibi olduğu bir anaforda hissetti kendini. Neyin peşinden gidebilir ki? Kavramlar, olaylar bu denli karışmışken neyi savunabilir, neye inanabilir? Muhtemel bir iç savaşa yol açacak kuşku ve kararsızlık tarafından kuşatılmaktaydı. Belki de sırf kendi iyiliği için her şeyi olduğu biçimde bırakıp geri dönmeliydi…
Örümcek ağlarının kapladığı çift kanatlı yüksek ahşap kapıyı ve üzerine çakılı paslı çividen sarkan bir deste demir anahtarı görmemiş olsa belki de vazgeçebilirdi. Ya da kararsızlığı uzar giderdi. Fakat kapı son derece kışkırtıcı bir ifadeyle, “Girmek Yasaktır” der gibi bakıyordu yüzüne.
Gövdesini ip gibi incelterek kıvrıldı, anahtar deliğinden geçip öteki tarafa, havada asılı, mozaik gibi, yuvarlak kütlelerden, tomarlardan oluşan keskin naftalin kokulu bir toz bulutunun çöktüğü yüksek tavanlı bir salonda buldu kendini. Sıra sıra dizilmiş somyalarda küçüklü büyüklü çocukların uyuduğu bir yatakhaneydi burası. Kesintisiz, derin bir uykunun kollarındaki çocukların pek çoğu ortak rüyalarda kulaç atmaktaydılar. Hiç sezdirmeden sinsice bulaşan, gövdesini kapsamaya çalışan bir ağırlık, uyuşukluk hissetti BenSis. Bastırdıkça bastıran, teslim alan bir miskinlik, boyun eğme hali. Sonra da açık kalmış pencerenin önündeki küçük demir karyolada yatmakta olan oğlanı gördü. Teni kağıt kadar aktı. İpi çekilen bir kukla gibi açtı gözlerini. Beyaz sabun kokulu yorganı burnuna çekerken gözbebekleri de korkuyla büyüyordu…
BenSis’in, kendisini turuncu göğüslü bir göçmen kuşu kapmak üzere olan bir kedi gibi hissettiği an bu. Küçüğün kanatları uzun uçuşlar yapacak güçten bile yoksundu henüz. Bu farkına varış yüreğini titretti BenSis’in.
Sonra köşedeki aynayı gördü. Belki de önce sobayı görmüştü; emin değil. Hatta ikisini aynı anda fark etmiş olabilir. Önündeki kafesli cam kapağı yalayan alevlerin yansısı duvarlarda kıpraşıyordu. Kıpkırmızı dillerin oynaşması, azalıp çoğalan ışık, yayılan ısı, arada bir patlayan kıvılcımların çıtırtıları, kömürün geniz yakan kokusuyla birlikte duvarlarda yeni şekiller oluşuyordu. Bir geniş yazı masası. Onun başında, bacak bacak üstüne atmış elindeki dolma kalemle önündeki kağıtlara bir şeyler yazan ince yapılı bir erkek… Gördükleri bir düş mü, masal mı, hayal mi; kim kesin bir yanıt verebilirdi ki! Belki de yalnızca, aynanın sırına sinmiş gün olup gerçekliğe dönüşmeyi bekleyen görüntülerdi her biri. Erkeğin gümüş rengi saçları alacakaranlıkta parlak bir ay ışığı saçmaktaydı. Düzenli soluk alıp verişleri arada bir derin iç çekiş izliyor, sonrasındaysa bir şiir dizesiyle bölünüyordu sessizlik. Çocuk, uykunun labirentlerine dalıp gitmenin eşiğinde; küçücük yumruklarını sıkmış dilek tutuyordu: “Babam bana baksın. Uyanık olduğumu görüp gülümsesin. O şefkatli sıcaklığı duyumsayarak uyuyayım!”.
Sessizlikte altın uçlu dolma kalemin lacivert, mavi kuyruklu, şapkalı harfler çizerken duyulan çıtırtı gerçek olmayabilir mi? Ya, çaydanlıkta kaynamaya başlayan suyun tıngırtısı? Ağır aksak adımlarla merdiven inmeye çalışan saatin tik takları? Elindeki kalemden yeni sözcükler kağıdın kalbine hışırtılarla, çıtırtılarla işledikçe adamın göğsü bir sakanın göğsü gibi hızla inip kalkan erkek?
“Bir şeyi kırk kez dilersen dileğin kabul olur” sözünü hatırladı çocuk: Tam kırk düğüm atılmış sesiyle, kirpiklerini hiç kırpmadan kırk kez, “Babam bana baksın!” diye mırıldanacak. “Babam baksın, gülümsesin ve ben o güvenli şefkati, damarlarıma vuran basınçta duyumsayarak yeniden uykuya dalayım”.
Sobanın alt kapağından dillerini uzatan alevlerin yansısı, babanın tıraşı uzamış oval yüzünde. Bir ara çocuğun, tüm yüreğini kattığı iç sesi duymuş gibi bakıp gülümsedi dünyanın en yakışıklı, en güçlü, en sevecen babası. O ışık oyunu içindeki erkeğin babası olduğuna her türlü iddiaya girebilir çocuk. Tüm misketlerini, artist resimlerini, çikletten çıkma yaldızlı kağıtlarını bahse koymayı göze alabilir.
Bir hatıra defterinin sararmış sayfasındaki anının canlanmasına gelmişti sıra. Atlı karınca birden dönmeye başladı. Martılar, güvercinler, leylekler hatta kargalar, gökyüzünde oradan oraya kanat çırpıp duruyor; çaydanlığın ninnileri, suyun buharı, alevlerin ışıltıları, sözcüklerin çıtırtıları hep birlikte dans ediyor. Babasının arada bir mırıldandığı sözcüklerden s ve b ve z ler de kaçıp oyuna katılıverecek az sonra. Çocuğun gözleri hep babasında; bir kez daha baksın, atlıkarıncada dönen oğluna gülümsesin.
‘Ben Sis’ aynaya dayalı gövdesini geri çekmek mi, öylece kalmak mı gerektiği konusunda kararsız. Hızla enerji kaybettiğinin, bir an önce denize ulaşmazsa yok olacağının ayrımında. Fakat öte yandan, ak bir kağıda, “Sal kendini, rahatla, güvendesin” diyerek çizgiler çeken bir dolmakalemin sevgi dolu çıtırtısı.
Şimdi şenlik vakti. Aynanın yüzünde patiska yorganların serili olduğu karyolalar. Yüzlerce çocuğun şarkıya benzer soluk alış verişleri, neşeli gülüşleri. Cumbaların önlerinde turuncu göğüslü sakalar. Ben Sis, bembeyaz göğün usul usul tebeşir dairesine yaklaşmasını, çemberin çatlağından süzülmesini bekliyor. Çisenti, buz prizmaları ve kar taneleri bekliyor. Bulut parçacıkları, ipliksiler, su damlacıkları bekliyor. Yavru penguen, ölümcül bir yolculuktan buzlar ülkesine dönmeyi başaran annesinin sesini nasıl tanırsa; daha yumurtadan yeni çıktığında kendisine mırıldanan şarkıyı, şarkı eşliğinde yapılan veda dansını nasıl hatırlarsa, çocuklar da öyle hatırlıyor geçmişlerini.
BenSis, bir zaman yolculuğunda hissetti kendini. Bulunduğu yer de yatak değil, bir kapsüldü. Küçük elleri yanağının altında. Kirpikleri kırpışıyor. İlayda kırbacını savurmak üzere kaldırmış. Çağrı ve Aleyna’ya “Haydi bakalım deehhh!” komutunu verecek. Rüzgar nasıl olsa her ikisine de Pegasus kanatları takmış. Dörtnal uçmalarını durduracak ne olabilir ki?
Ezgi, BenSis’in gözbebeklerine, burnuna, parmak uçlarına yürüyor. Güneş gibi kapsıyor, çekiyor, çekiyor, katıyor kendine. “Korkumu uyut, nefretimi söndür, acımı dindir; al, uçur beni de çocukluğuma!” diye mırıldanıyor BenSis; gözkapaklarını usulca indirmeden hemen önce.

ALEVİLER

ALEVİLER; 25 milyondur...

Aleviler; bu ülkenin yüz akıdır...
...
Aleviler; aydındır...

Aleviler; iyi vatandaştır.

Aleviler; okuyan, bakan, gören, dinleyen, bilen, anlayan, düşünen insanlardır.

Aleviler; her zaman uygarlıktan yanadır.

Aleviler; inançlarında samimi oldukları için kimliklerini asırlardır acı çeke çeke koruyabildiler.

Aleviler; tarihin bir kanlı hesabını sorarken, sadece kendi dizlerine vurdular.

Aleviler; "incinsen de incitme" derler.

Aleviler; yiğit insanlardır.

Aleviler; çalışkandır.

Aleviler; doğaya saygılıdır.

Aleviler; Allah'ın yarattığı tüm canlıları sevdiler.

Aleviler; kadını ikinci sınıf vatandaş sayarak, bir mal gibi görerek, ona şüpheyle bakarak, insan yerine koymayarak, kapalı kapıların arkasına hapsetmezler.

Aleviler; kadına güvenirler.

Aleviler; yobaz değildir.

Aleviler; saz çalarlar.

Aleviler; dans ederler.

Aleviler; ozanları-şairleri yakmazlar, edebiyatçıları kovmazlar, aydınları vurmazlar.

Aleviler; "el, dil, bel sağlamlığı" isterler.

Aleviler; çağdaş dünyanın reddettiği, akıl dışı hurafelere, batıl inançlara kanmazlar.

Aleviler; Mustafa Kemal Atatürk'ü severler.

Aleviler; ulusumuza çağdaşlık kapılarını aralayan devrim yasalarına yürekten bağlıdırlar.

Aleviler; laik cumhuriyete sahip çıkarlar.

Aleviler; dönek değildir.

Aleviler; kendi çıkarları için, hangi iktidar gelse ona yanaşıp yalakalık yapmazlar.

Aleviler; hiçbir zaman küçük hesaplar yüzünden Türkiye'nin aydınlık yoluna ihanet etmediler, etmezler.

Aleviler; vefalıdır.

Aleviler; dürüsttür.

Aleviler; yiğittir...

bcoskun@hurriyet.com.tr

İkinci Dünya Savaşı

“İkinci Dünya Savaşı çıkmadan önce, İki Alman dertleşiyorlarmış. Hitler’in dünyayı savaşa sürükleyeceği günlermiş. Onlar da savaşı konuşuyorlar, çeşitli tahminler yürütüyorlarmış.
Biri tahminlerini sıralamaya başlamış:
“Savaş ya çıkar, ya çıkmaz.”
“Güzel.”
“Çıkmazsa mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Çıkarsa, ya gireriz, ya girmeyiz.”
“Güzel.”
“Girmezsek mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Girersek, ya kazanırız, ya kaybederiz.”
“Güzel.”
“Kazanırsak mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Kaybedersek ya ölürüz, ya kalırız.”
“Güzel.”
“Ölürsek mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Kalırsak, ya Amerikalılara esir düşeriz, ya Ruslara.”
“Güzel.”
“Amerikalılara esir düşersek mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Ruslara esir düşürsek, ya öldürürler, ya yakarlar.”
“Güzel.”
“Öldürürlerse mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Yakarlarsa, cesedimizden kalanları, ya kimya sanayiinde kullanırlar ya kâğıt sanayiinde.
“Güzel.”
“Kimya sanayiinde kullanırlarsa mesele yok.”
“Bu da güzel.”
“Kağıt sanayiinde kullanırlarsa, ya yazı kâğıdı yaparlar, ya da tuvalet kâğıdı.”
“Güzel.”
“Yazı kâğıdı yaparlarsa mesele yok.”
Her tahminde “güzel” çeken Alman patlamış:
“Peki, tuvalet kâğıdı yaparlarsa n’olacak?”
“İşte o zaman yandık.”
***
Milliyet, 13 Mayıs 2013 - Hasan Pulur’un “Olaylar ve İnsanlar” köşesinden…

Sermaye Mâsum Değildir!

Bazı sözcükler mâsum değildir, kullananı ele verir; çünkü sıradan, gündelik dilde kullanımlarının yanı sıra daha derin anlamları da vardır. Bazılarının içerikleri tarihidir, teoriktir ve de siyasidir. Dolayısıyla, dikkatli ve özenli kullanmak gerekir. Yakayı ele verirsiniz. Bu sözcüklerin en belalılarının başında sermaye gelir.

İşte bu ‘mâsum’ sermaye geçenlerde iki farklı alanın, iki metninde baş gösterdi. Doğrusu, bizatihi bunda şaşılacak bir şey yoktu. Günümüzde siyaset ve sanattan sermayeye değinmeden nasıl söz edilebilirdi ki? Nitekim, Veysi Sarısözen, Özgür Gündem’de Suriye üzerine, İKSV de kendi web sitesinde Bienal faaliyetleri üzerine yazdıkları metinlerde kullanmışlardı bu sözcüğü.

Sarısözen’i sona bırakalım, Bienal’in geçenlerde gerçekleştirdiği bir etkinlik üzerine yazılmış metne bakalım:

“Kamusal Sermaye programında amacımız özel sermaye ve güncel sanat üretimi ile yeni 'kamu'ların yaratım/oluşum süreçleri arasındaki ilişkiyi İstanbul’un büyüyen sanat ortamı bağlamında incelemek... Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler?”

Bu alıntıda, cümleler arasındaki bağlantıya dikkat ettiğimizde sermayeden kastedilenin, sermayenin en banal görünümü olan para olduğu bariz. “Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler?” sorusunda sermayenin bu görünümü ile yetinildiği açığa çıkıyor. Sermaye bildiğimiz paradır! Metnin tamamını aktarmaya gerek yok, ima edilen, paranın, yani sermayenin olumsuzluklarından arınmak (yukarda alıntı yaptığım metni daha kapsamlı bir biçimde Bianet’e yazdığım bir yazıda ele almıştım.

Veysi Sarısözen’in yazısı ise, Reyhanlı faciası sonrasında siyasilere doğruyu göstermeyi deniyor. Sınır barışının tesisi hakkında bazı fikirleri var. Okuyalım:

“Suriye Devleti’nin Kuzeyi’nde, tıpkı Güney Kürdistan Bölgesi gibi, bir Kürt-Nusayri-Hristiyan Federasyonu kurulabilirse... Federasyon’un Rojava parçası Türkiye içindeki Kürdistan’la, Lazkiye bölgesi Türkiye sınırları içindeki Süveydiye, Harbiye ve Musa Dağı eteklerindeki Ermeni köyleriyle aradaki sınırı kaldırmadan, hiçleştirip birleşebilirse... İşte o zaman, bu süreç başlar başlamaz Türkiye-Suriye sınırı “tahkim” edilmiş olur. Yani sınır “anlamsızlaştığı” ölçüde “güçlenir”. Güvenlik böylece sağlanır. İnsanların, kültürlerin, emeğin ve sermayenin serbestçe geçebildiği bu sınırlardan, bomba yüklü kamyonların geçmesi, devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkansız hale gelir.“

Sarısözen, “Güney Kürdistan Bölgesi”ndeki bol AVM’li, yeterince TOKİ’msili ‘ekonomik kalkınma’nın son derece farkında olduğu için sermayeyi daha geniş anlamıyla kullanıyor. Para sermayenin ötesinde, her türlü üretim aracını, değişmez sermayeyi ve de emek referansıyla değişir sermayeyi kastediyor. Ayrıca, Sarısözen bu sermayenin “serbestçe geçebildiği sınırlar” da tahayyül ediyor. Tahayyüle gerek yok ki, zaten sermayenin Sarısözen’in tahayyül sınırlarını zorlayacak derecede “serbestçe geçebildiği sınırlar” mevcut: Avrupa Birliği. Kötü bir AB müsveddesi ile mi barış tesis edilecekmiş? Haydi hayırlısı.

O zaman sermaye nedir, manasının derinliği nerededir? Kısa cevap, adı üstünde deyip geçmek: Kapital. Ama olmaz, en azından ipucu verelim. Yukarda da bahsettik sözcüğün tarihiliğinden. Kapitalizm, hangi yüzyıldan başlatırsanız başlatın, ortaya çıkalı beri sermaye ne paradır, ne de üretim aracı. Bunların hepsidir ve daha da önemlisi adeta bunların içine sinmiş toplumsal bir ilişkidir, kapitalizmdir. O ilişkiyi aşmayı arzulayanlar sermaye sözcüğünü bu kadar laubali bir biçimde kullanamazlar. Sosyalizm, en az barış ve demokrasi kadar ciddiye alınmayı hak eder.

 

Erik Çiçek Açmış

Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
O baharlım laklakını durup dinlememişsen
Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
Islıkla dalmamışsan gurbet türküleri...ne
Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden
Yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan
Çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada
Dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen
Yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası
Kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan
İskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence
Varolasın koçum benim diye el sallamamışsan
Bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma
Bu ne şıklık delikanlım diye laf atmamışsan
Ve çapkınca bakmamışsan
Göğsü domur domur yeniyetmeye
Sesi bambam
Sesi ramazan topu
Kendini herkül sanan delikanlıyı
Yaştaşınmışcasına süzüp selamlamamışsan
Öpmemişsen gözlerine bakıp duran bir gözleri şenlikliyi
Yaşama itmemişsen iter gibi denize
Girmemişsen koluna bir yıkılmışın
Yalanla da olsa avutmamışsan umutsuzu
Su diyene bir avuç su
Bir yaralı parmağa işememişsen
Kolay gelsin dememişsen taş kıranlara
Günaydınsız bırakmışsan bahçe bezeyenleri
Eğilip koklamamışsan çitten gülen çiçeği
Bayram bayram donanmamışsan
Sevinciyle dostlarının
Acısını dostlarının
Yüreğinde duymamışsan
Kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek
İşsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe
Ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere
Halaylı horonlu grev şenliklerine
Katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda
Ağrın ağrım
Acın acım
Dememişsen insan kardeşlerine
Ve dilinin en görkemli
Ve dilinin bando-davul sövgülerini
Sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına
Hangi yaşta olursan ol
Kardeşim
Kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına
Evin yolunu şaşırmamışsan
Sende iş yok be kardeşim
Sen artık hapı yutmuşsun
Borçlusun sen ağaçlara kuşlara
Borçlusun sen trenlere otobüslere
Yağan kara esen yele borçlusun
Borçlusun sen herşeye
Gözdeki ışıltıya
Alındaki çizgiye
Eldeki şaşkınlığa
Borçlusun herşeye
Kardeşim
Yaşamın kendisine

-Hasan Hüseyin Korkmazgil

TARÇINLI BAL MUCİZESİ

Tarçınlı Balın Hazırlanışı

Önce bir bardak suyu kaynatın, sıcak suya tarçın koyun ve demlenmeye ve soğumaya bırakın. Kaynar suya bal ko...ymayın. Sıcak su baldaki enzimleri öldürür. Su oda sıcaklığına geldiğinde tarçının iki katı kadar bal ekleyin. Yatmadan bardağın yarısını için ve diğer yarısını sabaha bırakın.
İlaç firmaları bu bilgilerin yayılmasından hoşlanmayacak, çünkü tarçınlı bal düzenli kullanıldığında pek çok ilaçtan daha sağlıklı ve daha etkili bir ilaç.

Bal ve Tarçınla İlgili Gerçekler

Bal ve tarçın karışımının pek çok hastalığı iyileştirdiği biliniyor. Bir yan etkisinin olmaması da cabası. Şekerli olmasına rağmen doğru miktarda alındığında diyabet hastalarına dahi zarar vermiyor. Batılı bilim insanlarının araştırmalarına göre:

Kalp Hastalıkları: Bal ile toz tarçını karıştırın ve kahvaltıda kızarmış ekmekle yiyin. Kolesterolü düşürür ve muhtemelen kalp krizini önler. Tarçınlı balın düzenli olarak tüketilmesi kalp vuruşlarını güçlendirir. Yaşlandıkça atar damarlar ve toplar damarlar esnekliklerini kaybediyor ve tıkanıyor. Tarçınlı bal ise damarları yeniden canlandırıyor.

Arterit: Arterit hastalar bir fincan sıcak suya iki yemekkaşığı bal ve bir çay kaçığı toz tarçın koyarak faydalı bir içecek hazırlayabilirler. Günlük olarak içilirse kronik arterit hastaları dahi iyileşebilir. Kopenhag Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada 200 hastalarını kahvaltıdan önce bir kaşık bala yarım çay kaşığı tarçın ile tedavi eden doktorlar 73 hastanın tümüyle ağrıdan kurtulduğunu, bir ay içerisinde ağrı yüzünden hareket edemeyen hastaların hemen hepsinin ağrı çekmeksizin yürümeye başladığını gördü.

İdrar Yolu Enfeksiyonu: İki yemek kaşığı toz tarçın ile bir yemek kaşığı balı ılık suya ekleyerek için. İdrar yolundaki mikropları öldürür. Kim bilebilirdi ki?

Kolesterol: İki yemek kaşığı bal ve üç yemek kaşığı toz tarçın 450 gram çay kolesterol hastasına verildiğinde iki saat içerisinde kandaki kolesterol oranunun %10 azaldığı görüldü. Günde üçkez alındığında kronik kolesterol dahi tedavi edilebiliyor. Günlük olarak yenen bal ise kolesterol şikayeterini azaltıyor.

Soğuk Algınlığı: Sık ya da ağır soğuk algınlığı şikayeti olanlar bir kaşık ılık bal ¼ kaşık toz tarçınla üç gün boyunca birer kez alabilir. Bu tedavi çoğu kronik öksürüğü ve soğuk algınlığını tedavi edebilir, sinüsleri temizleyebilir.

Boğaz Tahrişi: Tarçınlı balın boğaz ağrısını iyileştirdiği ve boğaz ülserini kökünden kazıdığı söyleniyor.

Gaz: Hindistan ve Japonya’da yapılan araştırmalar tarçınlı balın midede oluşan gazları önlediğini gösteriyor.

Bağışıklık Sistemi: Tarçınlı balın günlük tüketimi bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve vücudu bakteri ile virüs saldırılarından koruyor. Balın düzenli tüketimi akyuvarları güçlendirerek bakteriyel ve virütik hastalıklara karşı direnci artırıyor.

Sindirim Güçlüğü: İki yemek kaşığı bala serpilen toz tarçının yemek yemeden önce aınması asitliliği önlüyor ve en ağır yemekler dahi sindirilebiliyor.

Grip: İspanyol bir bilim insanı baldakı doğal bir bileşenin grip mikrobunu öldürdüğünü ve hastayı gripten kurtardığını kanıtladı.

Uzun Ömür: Bal ve toz tarçın ile hazırlanan çay düzenli olarak içildiğinde ileri yaşın etkilerini azaltıyor. Çay yapmak için dört yemek kaşığı bal, bir çay kaşığı tarçın ve üç fincan kaynamış su kullanın. Günde 3-4 kez 1/4 fincan için. Cildi taze ve yumuşak tutar ve yaşlanmayı önler.

Boğaz Ağrısı: Boğaz ağrıdığında ya da gıdıklandığında bir kaşık bal yiyin. Boğazınızdaki raatlık geçene dek 3 saatte bir tekrarlayın.

Sivilceler: Üç yemek kaşığı bal ve bir çaykaşığı toz tarçını karıştırın. Yatmadan önce sivilcelerinizin üzerine sürün ve ertesi gün ılık suyla yıkayın. İki hafta her gün uygulanırsa sivilceleri kökünden söker.

Cilt Enfeksiyonları: Bal ve toz tarçını etkilenen bölgelere eşit miktarda uygulamak egzama, mantar ve her türlü cilt enfeksiyonunu iyileştirir.

Kilo Verme: Her gün sabahları kahvaltıdan yarım saat önce, boş mideye ve geceleri yatmadan önce bir bardak kaynamış suyun içine bal ve toz tarçın koyup için. Düzenli olarak alındığında obezite sorunu yaşayanlarda bile kilo kaybı sağlıyor.

Kanser: Japonya ve Avustralya’da yapılan araştırmalar mide ve kemik kanserinin başarıyla tedavi edilebildiğini gösterdi. Bu kanser çeşitlerinden muzdarip hastalar günde bir yemek kaşığı bal ve bir çay kaşığı tarçını üç parçaya bölerek bir ay boyunca almalı.

Yorgunluk: Yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki baldaki şeker vücudun güç kazanmasına yardımcı oluyor. Bal ve toz tarçın tüketen yaşlılar daha zinde ve esnek olduklarını ifade ediyor. Her gün diş fırçaladıktan sonra ve öğleden sonra 15.00’te alındığında bir haftada vücut direnci artıyor.

Kötü nefes: Güney Amerikalılar sabahları bir çay kaşığı bal ve tarçın konmuş suyla gargara yapıyor böylece nefesleri gün boyu güzel kokuyor.

İşitme kaybı: Günlük olarak sabah ve akşamları bal-tarçın ikilisini almak duyma kaybını giderebiliyor.

EN Barış Konferansı Slovenya'da yapıldı:

Uluslararası PEN Barış İçin Yazarlar Komitesi'nin olağan toplantısı Slovenya'nın Bled Kentinde 8-12 Mayıs tarihleri arasında yapıldı. PEN Türkiye Merkezi adına bu toplantıya Yönetim Kurulu Dış İlişkiler sorumlusu Zeynep Oral katıldı. Aşağıda toplantı izlenimleri:

PEN Sloven Merkezi, Sloven Yazarlar Birliği, Sloven Kültür Bakanlığı ve Bled Belediyesi'nin düzenlediği toplantıya, 35 ülkenin yazar, şair ve gazetecileri katıldı. Her ülkeden genelde 2 -3 temsilci varken, maddi olanaksızlar yüzünden, Türkiye'den tek temsilci vardı. En kalabalık katılım doğal olarak Slovenya'dandı. Sonra Fransa, Hırvatistan, İsviçre ...

Buluşma boyunca iki Yuvarlak Masa toplantısı gerçekleştirildi. Biri "Çevreden Merkeze, Edebi Yaratıcılık"; diğeri ise "Barış çabası içinde Gezgin Yazar" başlığını taşıyordu.

Ayrıca Uluslararası PEN'in geleceğine ilişkin iki toplantı yapıldı. Bu toplantılarda dünya barışını tehdit eden öğeler; sanal ortamda yazarlık; dijital özgürlük; düşünce ve ifade özgürlüğü; tehdit altında olmak, dünya barışı hizmetinde yazar, Ortadoğu'daki kritik durumlar , 2013-15 Yıllarında uygulanacak stratejiler ele alındı.

Özellikle üzerinde odaklanılan konular şunlardı:

- İsrail- Filistin İlişkileri , ikisi arasındaki diyaloğu güçlendirme yolları...

-Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik baskılar, hapisteki yazar ve gazeteciler...

- Uygur, Tibet gibi ülkelerdeki yazarların kendilerini bağımsız bir biçimde ifade edebilmeleri için Uluslararası PEN olanaklarının zorlanması...

- Çevre, doğa ve kültürel mirasın korunması çabalarının arttırılması...

-Afrika'da kadın yazarların güçlendirilmesi çalışmaları.

-Edebi yaratıcılık kadar, toplumsal ve politik hakların da savunulması yolunda düşünce birliği... Barışsız özgürlüğün, özgürlüksüz barış olamayacağının bilinçlere yer etmesini sağlamak...

Ayrıca her akşam küçük gruplara ayrılarak Slovenya'nın çeşitli kent , kasaba ve köylerine dağıldık ve farklı mekanlarda okur, izleyici, halkın katılımıyla, herkes kendi öykü- şiir- denemelerini hem kendi dilinde hem de çevirileriyle dinleyicilere sundu.

Bunların yanı sıra, çeşitli ülkelerin yazar kuruluşları arasında ilişkiler , bağlar güçlendirildi.

Sayın Zeynep Oral'a teşekkür eder, bilginize saygıyla sunarız.

PEN YK

ÇİRKİN PALYAÇO



Aşksız yaşayamam,
En güzel şiirleri senin için yazdım.
En güzel resimleri senin için yaptım.
En güzel türküleri,şarkıları,
Senin için dinledim.
Efkarlandım.
En çirkin palyaço,bendim,prensesim.
Gençlikte her şey güzel.
Deli-dolu günlerim.
Ne güzel günlerdi.
Deli-kanlı.,
Vurdum duymaz,
Har vurup harman savurmak.
Gün bugündür diyen,
Aklım nerede.
Şimdi,sakin,durgun akıllı oldum..
Erenlere karıştım.
Böyle deli dolu gönül mü olurmuş.
Neşelenip,yeyip içip,
Eğlenmedikten sonra.
İç şarabı, sev Arabı.
Deli-dolu günlerimi özledim.

Cemal Borandağ
02 Kasım 2018- Tuzla-İstanbul
Hayat güzel,iç şarabı,sev Arabı.

Adamın Biri

Adamın biri İstanbul'da iş için, İş ve işçi Bulma Kurumu'na müracaat etmiş..
- "Evet bir iş var" demiş ilgili memur.
- "Rus dans grubu birini arıyor. Yapılacak iş, kızların soyunmasına, giyinmesine yardım etmek, günde iki kez vücutlarını bebek yağı ile yağlamak ve de göğüslerinin ucuna parlak küçük yıldızlar yapıştırmak" demiş..!
Sevinçten gözleri parlayan adam,
- "Çok iyi, çok iyi, hemen başlayabilirim", demiş. Memur,
- "Tamam o zaman, yarın sabah yedide Adapazarı'nda
olabilir misiniz"..?
- "Neden? İş Adapazarı'nda mı?
- "Hayır iş İstanbul'da ama başvuru kuyruğunun sonu,
şu anda Adapazarı'nda, onun için..