31 Aralık 2018 Pazartesi

At Yarışlarının Ülke Ekonomisine



İlkokul 3. 4. 5 sınıf öğrencileri iki bayan öğretmenleri eşliğinde
derslerinde yer Alan "At yarışlarının ülke ekonomisine katkılarını
yerinde gözlemlemek" amacıyla at yarışlarına gitmişler..
Bir müddet sonra da çocukların Tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak için Toplu olarak tuvaleti ziyaret etmişler..
Bir öğretmen kızların, diğer öğretmen Erkeklerin kapısında beklerken
erkek öğrencilerin küçük boylarından dolayı "Pisuvara yetişememe" Sorunu
nedeniyle onlara mecburen yardım etme durumu ortaya çıkmış..
Çocuklar fermuarlarını açıyor, Bayan öğretmenleri onları kucağına alıyor, üstlerini ıslatmamaları için
Pipilerini tutup çişlerini yaptırıyormuş..
Teker teker yaptırdıktan sonra aralarından bir tanesinin pipisinin Kocaman olması bayan öğretmenin
Dikkatini çekmiş..
"Sen 5. Sınıf olmalısın" demiş öğretmen çişini bitiren çocuğun pipisini sallarken..
"Hayır efendim" diye cevap gelmiş.
"Ben altıncı yarıştaki "KARAMURAT" ın Jokeyiyim...


Kahramanlarımızın ilki


Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı.
Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Evlenme teklif eder ve evlenirler.
İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızı olur. Kızına Nermin adini verir.
Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir.
Baba İzmir'de ölür. Aile, geçim sıkıntısına düşer.
14 yasındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur.
Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır.
Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir.
Annesinin haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur. Ona bir
pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup
verirler. Bası sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu
gösterecektir.
Olayı öğrenen annesi de ona destek verir. Üçüncü
mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek
bir yolculuk baslar.
Tren, Türkiye topraklarına girer. Gümrük
memurları, elinde Türk pasaportu olan ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun
durumunu çok ilginç bulur, giriş izni de hemen verilir.





Öykü uzun...
Küçük Nermin, İstanbul'da bir yandan Almanca dersleri verirken öte
yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim
olanaklarından yararlanır.
İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar. Türkçenin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır.
Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar.
Tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini
yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa
Kemal'i savunur, savunur, savunur...
Bir oğlu olmuş, adını da Mustafa Kemal koymuştur...






Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini
bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup
eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi
çiçeği burnunda araştırma görevlisi. Deniz Baykal da sonradan
yetişmişti.
Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yasam öyküsünü anlattı bize...





Ve sözlerini şöyle noktaladı:
- Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben
de olmazdım. Niçin Kemalist olduğumu, öyle sanıyorum ki artik
anlamışsınızdır.. .





Çok etkilendiğim bu öyküyü yazdığımda, sonunu
şöyle bağlamıştım: 'Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara
Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz...'





Bakıyorum da aradan gecen zamanda, ne Nermin Hoca'nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not...
Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi ! .."





Bazen küçük bir hayat hikâyesi, binlerce kitaptan çok daha fazla şey anlatır .....





Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 1990


Yaşanmış bir anı,


Düşündürücü 👍





OĞLUM ÜSKÜDAR MARMARAYDA BENİ BEKLİYOR...😞😢😞😢






" Tam metroya bineceğim, yaşlı bir amca makinenin önünde panik yapmış
dolduramıyor kartı. Arkasında birkaç tane genç birikmiş bağırıyor
amcaya;
"-Hadi be ne yapıyorsun? Flört mü ediyorsun makinayla?" tabi bunu duyunca delirdim,
“-Ne yapıyorsunuz ya!” dedim, amcaya yardıma gittim.
“-Canım amcam sen ne istiyorsun?” dedim.
“-Kartım yok” dedi,
Doldurduk kartını. Dedim;
“-Al istediğin yere git bununla. Hatta sen başvuru yap, senin yaşına
ulaşım ücretsiz” dedim. Neyse ben de doldurdum kendi kartımı, metroya
geldim. Baktım amca orada bekliyor hâlâ.
“-Ne oldu?” dedim.
“-Yavrum adres soracaktım. Beni azarlarlar diye soramadım. Seni bekledim.” dedi.
“-Olur mu öyle şey amcam” dedim,
“-Peki nereye gidecektin sen?”
“-Üsküdar Marmaray” dedi.
“-Amca Kirazlı’ dayız, orası karşı tarafta. Nasıl bu kadar uzağa geldin?” dedim. Kafasını eğdi,
“-Dur!” dedim, anlattım ona.
“-Buradan Yenikapı’ ya git, oradan sarı çizgiyi takip et Marmaray’a bin. Oradan 2 durak sonra Üsküdar Marmaray’ dasın.” dedim.
Baktım amca mahzun mahzun bakıyor anlamamış durumu.
“-Tamam amca gel gidiyoruz.” dedim. Atladık metroya gidiyoruz Üsküdar’a doğru, yolumuz var da var.





Muhabbet olsun diye;
“-Amca nerelisin?” dedim.
“-Malatya” dedi.
“-Var mı kayısı bahçesi filan?” dedim.
Dedi ki;
“-Yavrum ben emekli ağır ceza hakimiyim.”
Vay be dedim içimden, onlarca kişiye müebbet dağıt, 40 yıl, 50 yıl hapis ver, sonra gel metroda kartı şaşır, ey insanoğlu...





Sonra amca dedim;
“-Malatya’ dan İstanbul’a neyle geldin? Uçakla mı otobüsle mi?” Amca dedi ki;
“-Hatırlamıyorum”
“-Amca valizler nerede?” dedim.
3 yaşındaki çocuk gibi yüzüme baktı,
“-Nerede?” dedi....
O an anladım amca demans hastası, yani kişisel tarihini unutmak, kendi geçmişini silmek.





“-Peki amca nereye?” dedim,
"Oğlum beni, Üsküdar Marmaray’da bekliyor" dedi. Neyse,
“-Telefon nerede?” dedim..
“-Nerede?” dedi.
Dedim iş sıkıntı. Neyse indik Üsküdar Marmaray’da. Oturduk bekliyoruz gelen giden yok. Dedim;
“-Amca kimliği ver”
Baktım adına, soyadına sonra bir tanıdığı aradım.






Dedim böyle böyle, kimdir bu? yakını vs., bir numara bulur musun?
Sağolsun yardımcı oldu. Harbiden Malatya’ lıymış, kızının numarası
geldi. Aradım, dedim;
“-Gece gece rahatsız ettim ama...”
Daha lafımı bitirmeden,
“-Üsküdar Marmaray’da mısınız?”dedi. Evet dedim şaşırdım da tabi.





Dedi ki;
“-Size eniştenin numarasını vereyim. O nu arayın” Aldım numarayı, aradım enişteyi. Dedim;
“-Gece gece rahatsız ediyorum ama...”
O da hemen;
“Üsküdar Marmaray’da mısınız?” dedi.
“Evet” dedim, ya herkes biliyor, acaba ben mi bilmiyorum. Niye burdayız? derken neyse enişte geldi az sonra.





Gelir gelmez sarıldı bana, ben başladım azarlamaya.
“-Demans hastası bu adam! Niye tek başına salıyorsunuz dışarı? 3
yaşında birini salmakla aynı şey! Hem o oğlu da kim? Burada bekliyorum
diyor amcaya hep.” dedim.
“-Demans hastası evet. Geçmişindeki hiçbir
şeyi hatırlamıyor doğru ama oğlu polisti. 3 yıl önce şehit oldu. Ve
oğluyla son telefon görüşmesinde;
“Baba seni Üsküdar Marmaray’da bekliyorum" demişti. Her şeyi unuttu onu unutmuyor, arada evden kaçıp buraya geliyor.”
Dizlerimin bağı çözüldü. Kaldım öylece..
Onlar gitti, kafamda cümleler dolaşıyor.






Belki dedim; oğlu gerçekten de oraya geliyor ama biz göremiyoruz. Konu
üzerinde daha sonra düşündüm. Demans hastalığı bizim de hastalığımız
toplum olarak, geçmişimizi unuttuk sağa sola savruluyoruz. Kim
olduğumuzu unuttuk... Nereye gideceğimizi unuttuk..!


Doktorum İstanbul


Vara vara vardık Kars'a,
Karakış,fırtına,bora.
Sarıkamış,kayak merkezi,
Kardelenlerin başşehri,
Sevdalı şarkılarını özledim,
Doktorum İstanbul.





Güneş,kum,neşe Bodrum'da,
Hayat sanki yeniden başlıyor.
İngiliz,Fransız,illede Nataşalar.
Çoşkulu Türkülerini özledim,
Doktorum İstanbul.





Roma,Paris,Londura,
Gezen çocuk akıllı olur.
Piza kulesinde eğildim.
Eyfel kulesinde boyum uzagı.
Luore müzesi,moda,nezaket,hürriyet,
Sanat merkezi özledim.
Doktorum İstanbul.





İnsanlar hayal ettiği müddetçe yaşar.
Uzakdoğu,Everest tepesi,kutuplar,
Güzel yaşamaya ömür yetmiyor.
Beyoğlunda dolaşmak,on doktora bedeldir.
Yedi tepede kurulan Aşk şehri,boğaz,kız kulesi,
Şiirlerini özlediç
Doktorum İstanbul





Cemal Borandağ
27 Aralık 2018 Tuzla-İstanbul
Yedi tepesi aşk kokar İstanbul


Annedir


Şiir,annedir.Şefkati,ruhu,nefesiyle.
Roman,babadır.Anlatırda,anlatır.Zorlukları,heyecanla,zevkle.
Öykü kardeştie,kuzendir,yiğendir,akrabadır.
Ne çok şey anlatırlar,dedikoducular.
Denemeler,dededir.Tecürbelerini,yeni nesile aktarır..
Masal,ninedir.Hurileri,perileri,cinleri,canavarları anlatır.





Cemal Borandağ
14 Aralık 2018 Tuzla-İstanbul
Annelik,bin kitap okumak demektir.


HEKiMLiK VE FAHiŞELiK


a.. Her ikisi de dünyanın en eski meslekleridir.





b.. Her ikisi için de 'Allah muhtaç etmesin ama yokluklarını da göstermesin' denir.





c.. İkisinin de aldığı ücrete 'vizite ücreti' denir.






d.. Eğer özel sektörde çalışıyorlarsa ne ala, toplumda her ikisininde
saygınlığı yüksek olur; ama eğer kamu sektöründe iseler halleri
perişandır.





e.. Sosyetik olanları daima el üstünde tutulur; sık sık televizyonlarda, basinda boy gösterirler.





f.. Her ikisinin de çalışma saatleri düzenli değildir. Ne zaman çağırılırsa o zaman gitmek zorundadırlar.





g.. Her ikisi de müşterilerini seçme şansına sahip değildir.Ancak müşterileri onları seçebilir.





h.. Muameleleri iyi olmak zorundadır, müşteri memnun kalmazsa bir daha gelmez.






i.. Her ikisi de otobüste, trende vs. yolculuk yaparken yanlarında
oturan kişiye mesleklerinin ne olduğunu söylemekten çekinirler. Aksi
takdirde yanlarındaki kişi kendilerinden yararlanmaya kalkışabilir.





j.. Mesleklerini sevmeseler de bir kere başladılar mı artık geriye dönüş yoktur.





k.. Her ikisi de çocuklarını en iyi okullarda okuturlar kendileri gibi olmasınlar diye...





l.. 'Bu meslekte en iyisi ol' düsturu her iki meslek için de geçerlidir.






m..Her ikisinin de en büyük hayali, bol para kazanıp, en kısa zamanda
bu meslekten kurtulmak ve normal insanlar gibi bir yaşam sürebilmektir.





Ama nerdeee...
Antik şehirlerden günümüze kadar sadece iki yapı ayakta kalmıştır...





Şifahane ve kerhane. Çünkü ikisi de yıkılmasın diye çok sağlam yapılmışlardır.





Dr. Kadir Çeviker
İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kalp Damar Cerrahisi


Rose


Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı,
sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım
bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım
ki,yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir
yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi..
"Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni
kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..."
Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye
niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı:





"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."






Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş
olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve
hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu
dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.






Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı
çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer
öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu.
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu...





Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...






Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman
yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden
düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona
doğru eğildi...





"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür
dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski
attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları
yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size
aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..."





Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:






"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz...
Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç
kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı
vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız
olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda
dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi
yok...





Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır...
Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey
üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20
olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan,
hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir
yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye
ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak,
üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.






Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil,
yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar,
pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey
yapmayanlardır..."





Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce
başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı
üniversiteyi derece ile bitirdi...





Mezuniyet töreninden bir hafta
sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla
üniversite öğrencisi katıldı.





"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak
için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem
kadının anısına layık bir törendi bu...





Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:





"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"









HER ZAMAN BİR RÜYANIZ VE ONU GERÇEKLEŞTİREBİLECEK RUHUNUZUN OLMASI DİLEĞİ İLE


Kıssadan hisse


Okuyun bakalım neler düşünecek nerelere gideceksiniz !!!
Düşündürücü bir öykü.
Ders var öyküde.






Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti. Elinde
kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı. Ama
kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu. Daha bir iki cümle
söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre
bardağı kaldırıp baktı. Derin bir nefes aldı ve ; “Biliyor musunuz ne
düşünüyorum?" diye sordu, "Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı
kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim
sürüyordu. Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava
alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir
otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve
kral dairesine çıkarmıştı. Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi
bekleyen bir heyet vardı. Beni yine aynı limuzinle bu salona
getirmişlerdi. Özel bir kapıdan içeri almışlardı. Çok şık bir bekleme
odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.
Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim"





Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti
"Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum." bir an durdu
ve sonra" Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava
alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Kendi odama kendim
çıktım. Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken
güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona
almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi
ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben
de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum"
Seyirci gülmeye başlamıştı.
"Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı. Makamıma sunulmuştu. Benim asıl bardağım işte bu."
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını
kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi; "Size
verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler,
avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir. Ve
bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı
halefinize verirler. Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt
bardaktır."*
--------------
Eski bakan kağıt bardaktaki kahveyi
sindirememiş görünüyor ama bana kalırsa bugünün dünyasında konuşma
yapmak için halen çağrılmaya değer bulunduğuna şükür etmeli. Çünkü nasıl
ki yaşamımız süresince vaz geçilmez sandığımız birilerini kaybederiz,
kendimizin sandığımız dönemleri / servetleri / ilişkileri / yetkileri
de yitiririz. Yani, bize ikram edilen porselen bardakta kahve içtiğimiz
dönemler ve kağıt bardakta kendimiz doldurarak kahve içtiğimiz dönemler
birbirini kovalar.
İngiliz yazar David Herbert Lawrence şunu
demiş; "Hiçbir şey için “ benimdir “ deme. Yalnızca şimdilik “benimle “
de. Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili, ne eş, ne yaşam, ne ölüm, ne
huzur, ne de keder her zaman seninle kalmaz."
Sanki eksik demiş!
Çünkü bize verilen değer / ünvan / hatta bugünün teknoloji hızı ile
ustalığımız ve bilgi de eskiyor, yanımızda kalmıyor. Hindu mistik
öğretisinin dördüncü kuralına göre; "Bitmiş olan bitmiştir. Hayatımızda
bir şey sona ererse, gelişimimize olan hizmeti de bitmiştir."

Yaşamınız boyunca içinden geçtiğimiz evreler kitap okumak gibidir. Kitap
okumayı sevenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bazen okumakta
olduğunuz kitabı çok sever, büyülenir, kendinizi kaptırırsınız ama kitap
eninde sonunda her güzel şey gibi biter. Sevgi ile okşayıp
kütüphanenize yerleştirir elinize yeni bir kitap alırsınız. Dilerim
yaşamınız da sevdiğiniz kitaplarla dolu büyük bir kütüphane gibi olsun.
--------------
(Vayhi)





*Bu metin Simon Sinek'in "Leaders eat last" (Liderler en son yer) kitabından alıntıdır.


İki Genç


İki genç ve bekar Hristiyan arkadaş yolda yürürlerken bir kilisenin önünden geçtiklerinde biri diğerine;
- Biraz bekle ben günah çıkartıp geleyim der ve kiliseye girer.





Rahip;
- Anlat evladım ne günah işledin ? Genç;
- Peder ben zina yaptım.
Rahip;
- Aşağıdaki fırıncının kızı ile mi ?
Genç;
- Hayır.
Rahip;
- Yoksa arka sokaktaki 13 numaradaki dulla mı ?
Genç;
- Hayır O'da değil.
Rahip;
- Ya da aşağıdaki sokakta oturan hemşire ile mi ?
Genç;
- Hayır, O'da değil der.





Genç günah çıkartıp arkadaşının yanına gelince arkadaşı sorar;
- Ne oldu günah çıkarttın mı ?
Genç;
- Boşver günahı, papazdan tam üç tane sağlam adres aldım


KOMÜNİSTLİK...


Genç kız annesine sorar :
—Anne aşk nasıl bir şey?





—Aşk mı? Şey... Aşk söyle bir şeydir kızım, hani mesela çok zengin ve yakışıklı bir adama rastlarsın,
seni Venedik'e götürür, mehtapta gondolla gezersiniz, sonra San Marco
meydanında güzel bir restoranda harika bir yemek yersiniz, nazik falan,
ve arkasından en lüks bir otelde sana şahane bir gece yaşatır.
Sonra
da, ne bileyim işte, sana güzel bir araba alır, bir daire alır, ya da
deniz kıyısında sana bir villa satın alır, elmas gerdanlıklar, altın
yüzükler hediye eder, mutluluktan uçarsın adeta, işte aşk böyle bir
şeydir kızım..





—Ama anne, peki o heyecanlar, güzel duygular, kalbin küt küt çarpması, İlk buluşma, ilk öpücük,
birlikte bir şeyleri başarma, paylaşım... Bunlar yok mu?





—Ha onlar mı? Kızım onlar bedava hatun götürsünler diye komünistlerin uydurmaları, yok öyle bir şey!..😂


ş)ARAP


Yirmi yaşında kadın.
Mona Lisa gibidir.
Nazlıdır cazlıdır dokunmaya kıyamazsın.
Biranın köpüğü gibi köpürdükçe köpürür.
Arpası bol gelen kısrak gibidir.





Otuz yaşında kadın.
Kılopatra gibidir
Jul Sezarı sefere çağırır.
Viski gibi serttir.
Cömertçe seviştikçe sevişir.





Kırkında kadın
Katirina gibidir.
Baltacı Mehmedin hırsını söndürür.
Rakı gibidir yavaş yavaş keyfini çıkarır.
Doyumsuzdur doyurana aşk olsun.





Ellisiden sonra kadın.
İngiltere Kraliçesi dir.
Şarap harap gibidir.
Artık saltanatını sonuna kadar sürdürür.





Cemal Borandağ
23 Aralık 2018-SARIKAMIŞ-kARS
Kadın Şarap gibidir doyumsuz.


21 Aralık 2018 Cuma

Uzaylı ve Bir Görev


Uzaylılar bir görev için dünyaya iniyorlar. Görevleri Dünya insanları ile cinsel ilişkiye girerek sonuçlarını gözlemlemek.
İndikleri yer Türkiyenin tenha bir kasabasında bir çiftlik evinin yanı. Evin kapısını çalarak kapıyı açan adama amaçlarını anlatmaya başlamışlar.
Adam biraz şaşkın biraz heyecanlanarak benim hanıma bi sorayım demiş.
İçeri girerek karısına böle böle bişi var nedersin demiş.





Kadın:
- 'Tamam olur hem bi gecelik değişiklikten bir şey olmaz'
diyerek kabul etmiş.
Uzaylılarla beraber biraz oturduktan sonra uzaylı erkekle dünyalı kadın
ayrı bi odaya, uzaylı kadın ile dünyalı erkekle ayrı bi odaya
geçmişler. Uzaylı adam başlamış dünyalı kadını soymaya ve daha sonra
kendisi soyunmaya... Kadın, uzaylı adamın şeyini görünce çok şaşırmış ve
gülmeye başlamış.
Uzaylı:
- Neden güldün.
- Çok küçük demiş.
Uzaylı,
- Sol kulağımı çek o büyür demiş.
Kadın çekmiş kulağı gerçektende büyümüş.
-Ama demiş kadın şimdi de çok ince. Uzaylı gayet rahat
- Sağ kulağımı çek o kalınlaşır.
Kadın uzaylının kulağını çekince gerçektende kalınlaşmış ve sabaha kadar defalarca sevişmişler.
Sabah olunca kahvaltıdan sonra uzaylıları gönderen karı koca konuşmaya başlamış.
Adam kadına nasıl geçti diye sormuş.
Kadın ,
-"Tek kelime ile mükemmeldi.
Peki senin nasıl geçti kocacığım ?"
Adam kendinden çok emin bi şekilde ;
-"Sen var ya sen, şu gül gibi kocanın kıymetini bilmiyorsun, bak elin uzaylısı zevkten kulaklarımı koparacaktı...😁


Eskiden, Kar Yağardı.


Eskiden, kar yağardı.
Henüz ayrılmamıştık, henüz bölünmemiştik
Aynı mahalledeydik, zengini, fakiri, esnafı,
yoksulu, bir arada birliktik,
omuz omuza sımsıcak yaşardık ve kar yağardı bembeyaz,
lapa lapa henüz bölünmemiştik, henüz ayrılmamıştık.
Henüz icat olmamıştı, kooperatifler, siteler,
dubleksler,tripleksler,olmaz olası kartonpiyerler.
Gariban sıkısınca kime gidebileceğini bilir
Zengin kimi gözeteceğini bilir,
esnafla memur gül gibi geçinip giderdi
ve kar yağardı bembeyaz lapa lapa
Henüz ayrılmamıştık henüz bölünmemiştik…
Fakir zengini hırsızlıkla
zengin, fakiri tembellikle suçlamazdı
çünkü kar yağardı lapa lapa
Çünkü kar yağardı bembeyaz
çünkü karin temizliği yüreklerimize vurmuştu..
Kar rahmetti çünkü kar bereketti.
Adam boyu adamlarda adamdı o zamanlar
Ne Cumhuriyet Caddesinde
onun bunun namusuna kötü gözle bakar
ne de laf atardılar
çünkü senin namusun benim benim namusum senindi
bir idik biz idik
ve kar yağardı
adam boyu ve adamlar adamdılar o zamanlar
kar sendin, kar bendim, kar bizdik
eridik, eridik, eridik, eridik...





Sabahattin Ali


BÖYLEDE ŞİİR YAZILIR MI....


HESAPLAR BENDEN
Usta bana iki yürek arası
Biraz sevda sarıver
Ama, içinde acı olmasın.
Sosunu da mutluluktan sürüver
Tadı damağımda kalsın.
Yanına bir şişe de şarap aç
İstemem çerez falan
Mezesi şiir olsun.





Aşk Cemal Süreya ’dan
Özgürlük Nazım ’dan olsun.
Savursun küfürleri Can Baba
Kötülerin gelmişine geçmişine..
Ataol Behramoğlu
"Ne çok hain var" desin bu ülkede.
Ve Orhan Veli,
İstanbul ’u anlatsın bize
Gözleri kapalı ..
Özdemir Asaf ’ı da unutma ha..
Anahtar onda.
Sonra kalırız dışarda.





Şükrü Erbaş’ı, Abbas Sayar’ı
Rıfat Ilgaz’ı ,Ahmet Arif ’i
Hele de
Hasan Hüseyin,
Olmazsa olmazıdır
Kavganın direnişin.
Sevdiğim bütün şairleri istiyorum
Bu gece.
İçelim birlikte şiirin şerefine
İşte o demde,
Değmeyin benim keyfime.
Ve en güzel şarkılar,
Eşlik etsin arka fondan
İçinde ayrılık hasret olmayan.





Gel otur yanıma usta
Yalnız gitmez bu meret
Kendine de söylemeyi unutma
Kafamız güzel olunca,
Güler ağlarız birlikte.
Bitince gece,
Sızarız bir köşede.
Ama itiraz istemem
Bütün hesaplar benden...





-MELAHAT ÇETİNKAYA


Muhammed Sınıfa



Muhammed sınıfa girdiğinde öğretmen sordu
- "Adın ne"
- "Muhammed" diye cevapladı çocuk.
- "Fransa'da Muhammed ismini kullanmayız bundan sonra senin adın Jean-Francois" dedi öğretmen.
Akşam eve döndüğünde annesi Muhammed'e sordu
- " Günün nasıl geçti Muhammed"
- "Benim adım Muhammed değil, artık Fransa'da yaşıyorum ve adım Jean-Francois" dedi.
- "Sen isminden, ailenden, kültüründen ve dininden utanıyorsun öyle mi?" diyen annesi Muhammedi dövdü.
Sonra olanları Muhammed'in babasına anlattı. Babası Muhammed'i daha kötü dövdü.
Ertesi gün Muhammed okula gittiğinde öğretmen Muhammed'in yüzündeki çürükleri gördü ve sordu
- "Benim küçük Jean-Francois'ime ne oldu?"
- "Hiç sormayın efendim, Fransız olduktan 2 saat sonra iki tane Arap'ın saldırısına uğradım*"😃


Kadın Kocasına



Kadın kocasına:
- Bugünden itibaren pazar ekonomisine geçiyorum - her şeyi para karşılığında yapıyorum:
Yemek yapmak-50 TL,
Çamaşır-50 TL,
v.s, v.s
Seks-100 TL
Gece yatıyorlar. Adam:
- Haydi seks yapalım.
- 100 TL lütfen.
Adam cüzdanında, ceplerinde para arıyor. Sadece 70 TL çıkıyor.
- Yetmiyor.
Uykuya dalıyorlar... Bir ara adam uyanıyor. Bakıyor, karısı kendi çantasını karıştırıyor.
- Ne arıyorsun?
- Sana 30 TL borç vericem de....😂


Dünyada Sadece Tek Bir Çift


Dünyada sadece tek bir çift kalan nadir ayı türünün erkeği ölmüş ve
bu ender hayvanın üreme ihtimali sıfır, bu yüzden soyu tükenecek.





Ne yapalım diye düşünmüşler, kurullar toplanmış, çözüm yok. Kuruldaki tek Türk bilim adamı olan Temel bir öneride bulunmuş.





-'Bizim Rize'de bir Dursun abi var , söylemesi ayıptır aynen bu ayıya benziyor, hatta daha kıllıdır, ondan rica edebiliriz.
100-200 dolar da ödül verirsek bu işi yapar ve ayıların soyunu kurtarır herhalde' demiş.






Bakmışlar başka çare yok, Dursun abiye gitmişler ve durumun önemini ve
yapacağı hizmetin büyüklüğünü anlatmışlar, birde 'karşılığında 100
doları' söz konusu etmişler.





Dursun abi düşünmüş ve 'olur ama üç şartım var' demiş.





Herkes sevinç ve merakla 'Nedir ?' diye sormuşlar;





1. Öpüşmem...
2. Yavru erkek olursa rahmetli babamın adını koyarsınız.
3. 100 dolar çok, en fazla 50 dolar veririm. 😁...


Bir Davada Tanıklık


Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.
Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır,





Ayşe Hanım,
-Beni tanıyor musunuz ?





Yaşlı teyze cevap verir;
-Ah ! evet Avukat Bey, sizi çocukluğunuzdan beri iyi tanıyorum. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız.
Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en
yakınım dediğiniz insanların arkasından konusuyorsunuz, 2 lira fazla
kazanmak için herkesi satarsınız.





Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.





Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar;
-Peki Ayşe Hanım, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz ?





Kadın yine cevaplar,
-Elbette tanıyorum.
Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım, tembel, ödlek ve alkolik adamın
tekidir. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri
altına kaçırdığını söylüyor.





Yine herkes şokta...
Bütün salonu bir uğultu kaplar..





Hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın
avukatını da kürsüye çagırır, ikisine de eğilmelerini söyleyerek
kulaklarına şunu fısıldar;





-"Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız, anam avradım olsun ikinizi de mahvederim !"😂


Yaralandın


Yaralandın,
Yaraların,pul pul oldu döküldü.
Zaman en iyi ilaçmış.
Güneş,ısıttı,büyüttü.
Seher yeli,yara selam götürdü.
Mehtap,türkülerle,şarkılarla,şiirlerle huzur verdi.
Yağmur,masum göz yaşlarına karıştı.
En zor olanı da,aşk yarasıymış.
Balık oldun,,oltaya takıldın..
Kuş oldun,kurşunlara,turuldun.
İhanete uğradın,zülfükarına dokundun.
Bütün yaraların iyileşti,
Aşk yarası durur içinde.
Sızım sızım sızılar.





Cemal Borandağ
11 Aralık 2018 Tuzla -İstanbul
Sevgi dünyanın ikinci güneşidir.


Üç arkadaş tren istasyonuna



Üç arkadaş tren istasyonuna gitmişler.
İçlerinden biri gişeye yaklaşıp bilet almış ve
trenin kalkmasına ne kadar zaman olduğunu sormuş..
- Bir saat on beş dakika...

Arkadaşlarına
dönmüş;
-Daha çok var, hadi gidip şu karşıki kafede çay içelim..

Oradan buradan derken laf lafı
açmış...
Birden tren düdüğüyle kendilerine gelmişler.
Koşarak dışarı
fırlamışlar ama, nafile...Tren kaçmış..
Sormuşlar; -Sonraki tren ne zaman?
-Bir buçuk saat sonra...
Yine dönmüşler kafeye.
Yine çay yine laf ve derken yine düdük sesi...
Koşmuşlar ama bu defa da
treni kaçırmışlar.


Bir saat sonra bir tren daha varmış.
Dönmüşler kafeye... Ama bu kez uyanık duruyorlar.
Trenin sesini duyar duymaz kalkmışlar koşmaya başlamışlar.


-İçlerinden biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişmiş...
Üçüncüsü ise geride kalarak yetişememiş...
Bir süre nefesini toparladıktan sonra başlamış katıla katıla gülmeye.

Durumu gören istasyon
memuru dayanamayıp sormuş ;


-Hem treni kaçırdın hem gülüyorsun !


-NASIL GÜLMEYEYİM,
ONLAR BENİ UĞURLAMAYA GELMİŞTİ.😀


Anlatsana Yağmur


Doğanın göz yaşlarısın,
Rahmetisin.
Neden aralıksız seversin,sevilirsin.
Durmadan çalışan kalpler gibi.
Sevişmelere can katarsın.
Damlalarınla.
Sabırsızlıkla.
Zamanın döngüsü içinde.
Baharın var,
Yazın var,
Sonbaharın var,
Elbette kışında.
Sevgiyle dönen dünyamızda.
Anlatsana yağmur,
İyi,masum,zavallı,sevdalı,
İnsanların göz yaşları,
Neden hep sana benziyor.





Cemal Borandağ
05 Aralık 2018 Tozla-İstanbul
Aralıksız sevgiye devam.Olmazsa ocak başında teselli.


KİTAP OKUYORUM AMA



"KİTAP OKUYORUM AMA KARAKTERLERİ VE İÇERİĞİ SÜREKLİ UNUTUYORUM” DİYEN KİŞİLER İÇİN BİR PAYLAŞIMDIR...
Bir defasında hocama dedim ki: “Bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı.”
Bana bir meyva uzattı ve dedi ki: “Bunu ağzında çiğneyip ye.”
Yedikten sonra sordu:
”Şimdi sen büyüdün mü?
” Hayır,” dedim.
Dedi ki: “Büyümedin ama o hurma vücuduna dağıldı; et oldu, kemik oldu, sinir oldu, deri oldu, tırnak oldu, hücre oldu…”
Anladım ki, okuduğum kitap da öyle dağılıyor:
Bir kısmı kelime dağarcığını zenginleştiriyor. Bir kısmı bilgi ve
irfanını artırıyor, bir kısmı ahlakını güzelleştiriyor, bir kısmı yazı
ve konuşmada üslubuna incelik katıyor, bir kısmı hayata farklı bakmanı
sağlıyor, bir kısmı içindeki sevgi-merhameti arttırıyor, bir kısmı
özgüvenini arttrıyor, düşünmeni, sorgulamanı tetikliyor, olaylar
karşısında nasıl davranman gerektiğini öğretiyor… her ne kadar sen
bunların farkında olmasan da.
Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü
kitap okumak çok şeye yarar! O kadar çok şeye yarar ki neye yaradığını
söylemek imkansızdır.
“İyi dostlar, iyi kitaplar, bir de huzurlu bir vicdan: İşte ideal hayat.”
MARK TWAİN


12 Aralık 2018 Çarşamba

BEN KADINIM...!



BEN KADINIM...!

Ben doğurdum hepinizi! Kız, erkek ayrımı yapmaksızın!.. Aynı sürelerde taşıdım karnımda!.. Uçan kuştan sakındım, kendi canımdan fazla korudum!.. ki zarar gelmesin hiç birinize karnımda!.. Bir şey olsa bir yerinize, sizden fazla yandı canım…

BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRAKİ YARATICINIZIM!..

BEN KADINIM!..

Doğurdum sizi!.. Doğurdum!.. Kız, erkek fark etmedi, aynı sevdim, aynı acıyı çektim. Can koptu canımdan, sizi canımdan aziz bildim… Güneşe de, yağmura da bedenimi siper ettim!.. Süt verdim mememden, aldırmadan kendi açlığımda!.. Tarlada, kreşte, okulda, her yerde ama her yerde hep sizinleydim… BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRA SİZİ İLK KOLLAYANDIM...

BEN KADINIM;

Okullara gittiniz, okul önlerinde bekledim sizi, kar, yağmur, fırtına demeksizin… Asker oldunuz, nöbet tuttum sizinle, geceler boyu!.. Hiç haberiniz yoktu, uyuyordunuz, üstünüzü örttüm kış gecelerinde… Başarın, siz başarın diye, yapmadığımı bırakmadım!.. Dualar ettim, yatırlara gittim!.. BEN KADINIM; HİÇ BİRİNİZİ AYIRMADIM; AMA, BEN HEP AYRILDIM!..

BEN KADINIM;

Çoğu kez ayrıldım erkek kardeşimden, daha az sevilendim!.. Hep, gidici gözüyle bakıldı bana, miras paylaşımlarınızda harcandım!.. Ki, parçalanmasın toprağınız, akraba evliliğine zorlandım… Ben kadınım, yaşanan her olumsuzluğun başkahramanı yaptınız, unuttunuz yüreğimi!.. BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRA EN ÇOK ŞEFKAT TAŞIYANIM!..

BEN KADINIM;

Eğitimde uzak tuttunuz, yanlış törelerde, Berdel’lerde soldurdunuz!.. Pazarladınız beni, kirli evliliklerin aktörleri yaptınız!.. Erkek egemenliğinde sizin, hep en sonda gelen oldum, ama, en çok yıpranan yaptınız!.. BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRA EN ÇOK DAYANANIM!..

BEN KADINIM;

Okulda, çarşıda, pazarda, metroda, tarlada, gözlerinizle soydunuz, hep cinselliğimde takılıydı aklınız!.. Küfürlerinizi, yakıştırmalarınızı bile cinsellik üzerine kurdunuz, sizi de doğuran bir kadındı unuttunuz!.. BEN KADINIM; TANRI’NIN VAAD ETTİĞİ CENNETİM BEN, GÖREMEDİNİZ!..

BEN KADINIM;

Kazanana kadar, her yolu denediniz, uykusuz kaldınız sabahlara kadar, mesken tuttunuz köşe başlarını, sokak çeşmelerini… Uğruma ölümlerden söz ettiniz, büyüklüğünden sevdanızın!.. İntiharlar ettiniz uğruma, öldünüz, öldürdünüz!.. Cezalar yattınız uzun yıllar, sözde, hep benim namusumdan sorumlu oldunuz!.. BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRA EN AK YARATIK BENDİM!.. KİRLETTİNİZ!..

BEN KADINIM;

Tacizlere uğradım, tecavüzler yaşadım… Yataklarda zorlanıldığım oldu, tarafınızdan başkalarına sunulduğum da…

BEN KADINIM;

Öküzünüzden sonra geldim çoğu kez, yoktum, yok sayıldım!.. hep, tarafınızdan alındı kararlar, uymak zorunda bırakıldım… Toplumda da, siyasette de, kurumlarda da, yoktum… Bir yok gibi yaşadım… BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRAKİ EN BÜYÜK GERÇEĞİNİZİM SİZİN!..

BEN KADINIM;
İşsiz kaldınız, çalıştım… Sakat kaldınız, baktım… Kumar oynadınız, yutkundum… Alkollere sığındınız, katlandım… İşyerimde, sokakta, yaşamın her alanında, her an saldırılmaya hazır, stresli yaşadım, aldırmadınız!.. Farklı isteklerle karşılaştım, sustum, yasalarınız hep erkekten yanaydı!.. BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRAKİ EN ADİL YARATIKIM!..

BEN KADINIM;

Çocuklar doğurdum size, yardım ettim kariyerinize… Çoğu kez, yemeğinizi yetiştirmek uğruna, dört döndüm evinizde!.. Yorgunluğuma bile aldırmadınız, anlamadınız, yatakta iyi olmamı istediniz… Tanrı’ya kulluk yapar gibi, size uymamı istediniz!.. BEN KADINIM; TAPILMASI GEREKEN KUL OLACAKSA EĞER, İLK TAPILAN OLMALIYIM!..

BEN KADINIM;

Dışladınız… Yıprattınız…. Yaşlandırdınız…. Anlamadınız…. İlk fırsatta, elinize geçen ilk fırsatta, ya kuma getirdiniz üstüme, ya da aldattınız!... BEN KADINIM; TANRI’DAN SONRAKİ EN SEZGİLİ VARLIĞIM… ALDATILDIĞIMI DA, YERİMİ DE, İSTEKLERİMİ DE BİLİYORDUM; ALDIRMADINIZ!..

BEN KADINIM;

YOK MU SANMIŞTINIZ?
BEN VARIM!..
BEN HEP VARDIM!...
(Alıntıdır)

Fadime Ne Kadar Uğraşsa

Fadime ne kadar uğraşsa da bahçesinde yetiştirmeye çalıştığı domateslerin karşı komşusu olan Temelinki kadar güzel kızarmasını başaramaz ve çareyi komşusu Temel'e işin sırrını sormakta bulur. Komşusu Temel'de işin sırrını şöyle açıklar:
- Ben her sabah fideleri suladıktan sonra pantolonumu aşağıya indirip bir müddet karşılarında dururum, domatesler de utançlarından kıpkırmızı olurlar.
Fadime hemen uygulamaya geçer ve bir hafta sonra bu kez Temel sorar:
- Domateslerde bir gelişme var mı ?
Fadime cevap verir:
- Domateslerde bir değişiklik yok ama salatalıkları bir gör !.

BİR OĞLU OLMALI İNSANIN

Canını emanet ettiğin,elin,ayağın,gözün,kulağın,her şeyin.
Bir oğlu olmalı insanın.
Zor bir anında,sırtını dayaya bileceğin,destek alabileceğin
masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,vefasına taptığın.
Bir oğlu olmalı insanın.
Pazardan, alışverişten geldiğinde koşarak elindekileri alıp, yüzünü güldüren.
Bir oğlu olmalı insanın.
Evinde babasının yokluğunu aratmayan, annesine karşı fedakar,
Sokakta delikanlılığından gurur duyduğun.
Bir oğlu olmalı insanın.
Yaşlandığında bile, birine ihtiyacın olduğunda,çıka gelen,
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir oğlu olmalı insanın.
Canıyla canlandığın,varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir oğlu olmalı insanın.
“Dünya bir yana,oğlum bir yana” diyebildiğin…
Canım oğlum sen benim bu dünyadaki yaşama anlamımsın..

Yaşlı Bir Doktor

Yaşlı bir doktor, emekliliği nedeni ile yerine gelen genç doktor ile hastalarını tanıştırmak üzere evden eve dolaşmaya başlamış.
İlk girdikleri evde bir kadın:
- “Mide ağrısı çekiyorum”.
Eski doktor da;
“Biraz fazla meyve yiyorsunuz ondan olabilir…” demiş.
Dışarı çıktıkları zaman yeni doktor; -“Abi, kadını muayene bile etmeden nasıl böyle bir neticeye vardın?” demiş.
Yaşlı doktor anlatmış:
-”Oğlum, numaralı gözlüğümü yere düşürdüm, eğilip aldığımda bir de ne göreyim, yatağın altı meyve kabuklarıyla dolu…”
İkinci evdeki hastayı genç doktorun muayene etmesine karar vermişler. Bu evdeki kadın;
-“Çok yorgunum ve stresliyim “ deyince genç doktor:
-“Belki de dinsel faaliyetleriniz sizi çok yoruyor, biraz ara verin.” demiş. Dışarı çıkmışlar, yaşlı doktor genç doktora;
-“Doğru söyledin, bu kadın camiden ve kuran kursundan dışarı çıkamaz. Ama nasıl anladın?”
-Genç doktor;
-“Ben de çaktırmadan yatağın altına baktım ve orada caminin imamını gördüm….

Çok mutlu bir adamdım…

İtalyan kız arkadaşım muhteşem bir kadındı ve yaklaşık bir yıl çıktıktan sonra evlenmeye karar verdik.

Beni biraz huzursuz eden bir durum vardı: Müstakbel eşimin güzeller güzeli kız kardeşi… Yakında baldızım olacak 22 yaşındaki bu afet genellikle daracık mini etekler giyiyor ve neredeyse her zaman sutyensiz dolaşıyordu.

İşin tuhaf yanı benim yakınlarımdayken sürekli öne doğru eğiliyor ve ben onun önünde de olsam arkasında da olsam beni hep şahane manzaralara maruz bırakıyordu. Bu o kadar sık oluyordu ki bunu kasıtlı yaptığından neredeyse emindim, zira yanımızda başkaları olduğunda hiç böyle davranmıyordu.

Bir gün bu küçük kız kardeş beni aradı ve düğün davetiyelerini kontrol etmek için gelip gelemeyeceğimi sordu. _“Elbette”_ dedim ve yola çıktım…

Evlerine vardığımda yalnızdı ve konuyu hiç uzatmadan bana dair karşı konulmaz bir arzu duyduğunu fısıldadı… Bunun uygunsuz olduğunu bildiğini ve ablasını çok sevdiğini söyledi. Ablasıyla evlenmeden önce sadece bir seferliğine benimle birlikte olmak istiyordu… Bu konu aramızda kalacaktı ve bir daha asla açılmayacaktı.

Şaşkındım, nutkum tutulmuştu, hiçbir şey diyemeden alev alev yanan gözlere bakıyordum.
_“Şimdi yukarı odama çıkıyorum”_ diyerek gülümsedi… Merdivenlerde durup bana baktı _“Eğer benimle tek ve son bir kaçamak yaşamak istiyorsan gelir beni alırsın!”_ dedi ve göz kırpıp poposunu sallaya sallaya yukarı çıktı.

Kelimenin tam manasıyla sersemlemiş vaziyette yukarı çıkışını izledim.
Bir süre olduğum yerde dikili kaldım… Sonra keskin bir dönüş ve kararlı adımlarla ön kapıya yöneldim. Kapıyı açtım ve direkt olarak arabama doğru ilerlemeye başladım.

Bir de ne göreyim!.. Müstakbel eşimin tüm ailesi evin önünde; hepsi beni alkışlıyor.
Müstakbel kayınpeder gözünde yaşlarla elindeki çifteyi indirdi ve bana sarılıp _“Küçük testimizi geçmiş olmana ne kadar sevindiğimizi anlatamam damat”_ dedi, _“Kızımız için senden daha iyisini bulamazdık, aileye hoş geldin!”_

Kıssadan hisse:
Prezervatifinizi daima arabada bulundurun!😂

Bir Tavşan Önüne



KISSADAN HİSSE...?

Bir Tavşan önüne bir daktilo almış, tak tuk tak tuk birşeyler yazıyor.
Oradan geçen bir Tilki:
- Hey Tavşan, ne yazıyorsun?
- Doktora tezimi yazıyorum.
- Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?
- Tavşanların Tilkileri nasıl yedikleri hakkında.
- Yok canım, olur mu öyle şey, hiç Tavşanlar Tilki yerler mi?
- Olur canım, gel istersen, sana ispat edeyim.
Beraberce Tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra Tavşan tek başına çıkar ve
yine daktilosunun başına geçer, tak tuk birşeyler yazmaya devam eder.
Daha sonra oradan geçen bir Kurt, Tavşanı görür.
- Hey Tavşan, ne yazıyorsun?
- Doktora tezimi.
- Ne hakkında?
- Tavşanların Kurtları yemesi hakkında.
- Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?
- Gel istersen göstereyim...
Yine beraberce yuvaya girerler. Tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.
Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz ? Manzara şudur:
Bir köşede Tilkinin kemikleri... Bir köşede Kurdun kemikleri...
Diğer köşede ise TAVŞANIN DOKTORA DANIŞMANI ASLAN, kürdanla dişlerini temizliyor!
ANA FİKİR VE SONUÇ:
Doktora tezi yapmak için, tezin ne olduğunun önemi yoktur. (Ergenekon)
Konunun da önemi yoktur. (Ülkenin parçalanması)
Önemli olan, tez danışmanıdır (örneğin ABD)...
Hadi tavşanı da siz bulun.....

Ailenin Küçük Çocuğu

Ailenin küçük çocuğu yatmadan önce dua okur, babası da seyredermiş.
Bir akşam çocuk yine dua okuyor:
‘’Allah'ım anamı, babamı, kardeşlerimi, dedemi, ninemi, teyzemi koru’’
Adam çocuğun dayısını söylemediğini fark etmiş ama üzerinde durmamış. Sabah bi haber; dayı ölmüş...
3-5 gün sonra çocuk yine duada, bu kez de teyzeyi atlamış. Sabah ilk haber teyze ölmüş...
Aradan yine zaman geçiyor. Baba yine kapının eşiğinde çocuğu dinliyor. Bu sefer adı geçmeyen kendisi. Adamı almış bir korku, kimin adı geçmese hakkın rahmetine kavuşuyor. Babanın tüm gece gözüne uyku girmemiş. Sabah bakmış hala hayatta. "Ulan küçük çocuğun duasına mı kaldık. Salaklık bende" demiş inmiş kahvaltıya.
Fakat eşinin yüzünden düşen bin parça.
- Hanım ne oldu??
- Bizim sütçü ölmüş, ona üzüldüm!!😀

KISSADAN HİSSE...?



*Aykırı profesör* elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. _Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında *fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı.*_

Kutunun hava almadığı açıktı. Salona dönerek: _“Bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak dokunan bu dersi geçemez!..”_ dedi ve salondan çıkıp gitti.

Salondaki *öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi.* Kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama *cesaret edemedi.* İki gün boyunca ders görülen sınıfta _kutu öylece kaldı._ Ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler.

*kutudaki - fare*

İki gün sonunda tekrar dersi olan profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. *Tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu.* _Öğrencilerden birçoğu üzülmüştü._ Profesör sınıfa dönerek *farenin neden yaşamını yitirmiş olabileceğini sordu.*

Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi;

─ Havasızlıktan…
─ Açlıktan…
─ Susuzluktan…

Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı.

*Profesör* kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. _Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı._ Ardından devam etti;

─ Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve irili ufaklı deliklerden anlıyoruz. Ancak şu var ki *farenin hayatını sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık aldı.* Buna _sebep olan *iki şey* var;_
*Kararsızlık* ve *Korku…*

*Kararsızlık*, çünkü *fare* kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da *kararlı olsaydı* o deliği büyütecek ve kutudan _çıkıp kurtulacaktı._

*Korku*, çünkü eğer siz *öğrenciler* benden ve notlarının düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz. Ancak _*korkudan dolayı* size yanlış gelen bir işe *göz yumdunuz.*_

_Hayatta bizi başarıya götüren yolda karşılaşacağımız en azılı düşmanlardır,_ *kararsızlık* ve *korku.*

Kararsızlıkla zaman tüketmeyin, *kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin.* Ve _bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın._

*Göze batmaktan,* ses çıkartmaktan *korkmayın.*

4 yönetim ilkesi...



Hikaye 1
Adamın biri tam duşa girmek üzeredir ve karısı da duşunu almış olarak kabinden çıkmaktadır ki, kapının zili çalar.
Kapıya kimin bakacağı konusunda ufak bir tartışma sonrasında kadın pes eder. Üzerine bir havlu alarak merdivenleri aşağı iner ve kapıyı açar. Gelen eşinin arkadaşı X'tir.
Kadın daha selam veremeden X "havlunuzu üzerinizden yere düşürürseniz size anında 300 Euro veririm" der. Kadın bir müddet tereddüt eder, ancak havlunun düğümünü açarak havlunun düşmesini sağlar.
X ona bakar ve 300 Euro verir ve söze devam eder:
"Antrede doğabilecek ufak bir tensel yakınlık için size 500 Euro daha verebilirim, hem de derhal" der.
Önce şaşkın, fakat daha sonra adrenalinin verdiği heyecan ve alacağı para ile yapabileceklerinin anlık hayaliyle kısa bir duraksamadan sonra kabul eder.
Yaşamış olduğu olayın ve kısacık bir süre içerisinde edinmiş olduğu ufak servetin heyecanıyla merdivenleri yukarı çıkarak banyoya geri döner.
Hala duşta olan eşi ona kimin geldiğini sorar. "Arkadaşın X" diye cevap verir kadın.

"Çok iyi, ona borç verdiğim 800 Euro'yu getireceğini söylemişti, onu getirdi o zaman."

1. Hikayeden çıkartılacak ders :
Eğer bir ekipte çalışıyorsanız bilgiyi saklamayın, paylaşın. Karar mekanizmasında belirleyici olabilir.
Böylece yanlış anlaşılmaların ve dışarıya karşı kötü
duruma düşmenin önüne geçebilirsiniz.
***
Hikaye 2

Aracının direksiyonuna geçip kiliseye gitmek üzere yola koyulan rahip yolda yürümekte olan bir rahibeye rastlar.
Aracını durdurur ve kiliseye kadar onunla gelmek isteyip istemediğini sorar. Kadın arabaya biner ve bacak bacak üstüne attığında bacaklarının güzelliği ortaya çıkar.
Rahibin gözü kayar ve bakayım derken kısa bir süre için aracın kontrolünü kaybeder. Aracı tekrar kontrol altına aldıktan sonra sağelini rahibenin bacağı üstüne koyar.
Rahibe ona bakar ve şöyle der : "Rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ?"
Utançtan kıpkırmızı olan rahip derhal elini çekerek rahibeye özürlerini sıralar.
Bir müddet sonra aklı tekrar karışır ve rahibenin bacağına tekrar dokunur vites değiştirme bahanesiyle ve rahibe aynı soru ile karşılık verir :
"Rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ?"
Utancından yine kızaran rahip elini çeker ve "af edersin kardeşim insanoğlu zayıf düşebiliyor" der.
Kiliseye vardıklarında rahibe arabadan iner ve tek kelimesöylemeksizin, ancak çok manalı bir bakış fırlatarak kaybolur.
Rahip aceleyle içeriye koşturur ve bir İncil alarak 129. ayeti açar okumak için.

129. ayet şöyle demektedir :
İleriye gidiniz, daha yukarlarda arayınız.
Orada güzellikler bulacaksınız.

2. Hikayeden çıkartılacak ders :
Görev alanınızla ilgili her zaman bilgili olun, aksi taktirde fırsatları kaçırabilirsiniz.
***
Hikaye 3

Pazarlamacı, şef sekreter ve şirket müdürü bir öğlen paydosunda lokantaya doğru yürümektedirler.
Parktaki banklardan birinin üzerinde sihirli bir
lamba bulurlar. Lambayı ovarlar ve gerçekten de lambadan Cin çıkar.
Aslında kişiye 3 dilek hakkı veriyorum ama sizler üç kişi olduğunuz için hepinizin birer dileğini gerçek yapacağım" der Cin.
Şef sekreter arsızca atılarak "önce ben" diyerek sıranın önüne yerleşir. "Bahamalarda, muhteşem bir sahilde tatil yapmak istiyorum.
Tatilim hiç bitmesin ve hiçbir dert hayatıma girmesin" diye dileğini ifade eder.
Ve hoop, ortadan kaybolur.
Şimdi de pazarlamacı atılır ve "şimdi sıra bende" der.
"Hayallerimdeki kadınla Tahiti sahillerinde Pina Colada içmek istiyorum" der ve hoop, o da ortadan kaybolur.
"Şimdi sıra sende" der Cin şirket Müdürüne.

"bu iki salağı öğleden sonra işlerinin başında görmek istiyorum" der müdür.

3. Hikayeden çıkartılacak ders :
Üstünüz olan birinin her zaman için önce konuşmasına izin verin.
***
Hikaye 4

Bir mafya babası evli bir kadınla ilişki kurmuş. Bir gece kocası yok diye kadının evine gitmeye karar vermiş ve adamlarına "Ben içeri girdikten sonra hemen büyük bir branda ayarlayın ve pencerenin hemen altına dört ucundan gerin" demiş.
Sonra da ne yapacaklarının talimatını vermiş:
"Kadının kocası gelirse kapıyı bir kere çaldırın, ben aşağıya atlayacağım, yakalanıp karizmayı çizdirmeyelim... Tamam mı?"
Adamları, "Başüstüne patron" demişler. Mafya babası kadının evine girmiş, tam yatağa uzandığı anda evin kapısı çalınca bizimki kendini tereddütsüz pencereden donla 4. kattan aşağı fırlatmış.
Kadın üzerine alelacele bir şey alıp kapıyı açmış ki karşısında patronun adamlarından biri...

"Yenge" demiş adam mahcup bir şekilde önüne bakarak,
"Patrona söyle branda bulamadık!"

4. Hikayeden çıkartılacak ders :
Ekibini becerikli ve de çözüm üretebilen bilgili insanlardan kuracaksın...

Fakirim

Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip: - Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz? Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra: - Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir.. Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp: - Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam: - Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar. Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından: - Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun! Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız. Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi. anlayamadım!. diye bağırmış.

ERKEK



Seven erkek ne yapmaz ki?
Ferhat gibi dağları deler.
Sevdiğinin kalbini feteder.
Türkü söyler,şarkı besteler,şiir yazar.
Hayatla mücadelede,heyecanlıdır,candandır.
Hararetli tartışmalardan sonra,
Son sözü söyler.
Peki hanımcığım der.
Huzuru,mutluluğu,refahı için.
Sevgisini,saygısını,emeğini veren,
Cananına.
Biz cana canan deriz.
Evlatlarına bırakacağı,servet,
Ne ev,ne bark,nede mülktür.
Şerefidir.
Çiçekler,çocuklar çabuk büyür.
Her başarı erkeğin arkasında,
Cananı vardır.
Seven erkek ne yapmaz ki?
Mecnun gibi deli olur.
Leyla görünür gözüne.

Cemal Borandağ
01 Kasım 2018 Tuzla-İsyanbul
Evlenirsin,ya mutlu olursun,yada filozof.İkiside karlı iş.

3 Aralık 2018 Pazartesi

Bir Gün Büyük

Bir gün büyük bir oluşum her milletten ajan seçmek üzere daha önceden belirlenmiş kişileri görüşmeye çağırmış. Önce Amerikan'ı odaya almışlar ve sormuşlar, "Karın mı, devletin mi?"
"Devletim" demiş Amerikan hiç düşünmeden.
"İyi" demişler. "O zaman al şu silahı ve yan odadaki karını öldür"
Amerikan silahı almış. Sonra birden durmuş ve "Yapamayacağım" demiş.
Fransız'ı almışlar odaya, "Karın mı, devletin mi?"
"Devletim" demiş.
"İyi" demişler. "Al şu silahı. Karın yan odada. Git ve onu öldür."
Fransız silahı almış, kapıya gitmiş. Sonra birden durmuş "Yapamayacağım" demiş.
Temel'i çağırmışlar. "Karın mı, devletin mi?"
Temel hemen yanıtlamış, "Devletim"
"Al şu silahı, yan odadaki karını vur"
Temel silahı almış, yan odaya geçmiş. Odadan önce bir silah sesi ardından da kırılan camın sesi gelmiş.
Temel odadan çıkınca sormuşlar "Ne oldu?"
Temel yanıtlamış, "Verdiğiniz silah kuru sıkı çıktı. Ben de karıyı camdan attım."😂

Temel ile Fadime

Temel ile Fadime elele tarlada yürürken, dayanamamışlar ve başlamışlar sevişmeye. Ama o heyecanla yattıkları yerin tren rayı olduğunu anlayamamışlar tabii.
Derken uzaktan tren gelmekte, makinisti bir bakıyor rayların üzerinde iki insan sevişiyor. Sireni çekiyor. Temelle Fadime tınmıyor. 100 m.kala tekrar sireni çekiyor, gene kaçmıyor bizimkiler. 50m, 30m derken imdat frenini çekiyor makinist. Vagonlar birbirine giriyor ve çok büyük maddi hasar oluşuyor.
Hemen Fadime ile Temel’i suçüstü
mahkemesine çıkarıyorlar…
Hakim;
- Ya kardeşim treni görmediniz mi, sireni duymadınız mı ?
Temel;
-Duyduk hakim bey.
Hakim;
- Ula niye kaçmadınız o zaman ?
Temel;
- Valla hakim bey, bir baktım ben geliyorum, fadime geliyor, tren geliyor, dedim ki “freni olan dursun"😂

Sicilya’nın Bir Kasabasında

Sicilya’nın bir kasabasında kadınlar hiç rahat durmaz, ikide bir kocalarını aldatırlarmış.
Kasabanın yaşlı papazı, kocasını aldattıktan sonra kendisine gelen ve günah çıkartan kadınlardan bıkmış.
Günlerden bir gün, yine bir kadın gelmiş, “Papaz efendi! Şeytana uyup yine kocamı aldattım” demiş.
Papaz öfkelenmiş: “Ayıptır günahtır, sürekli kocamı aldattım diye geliyorsunuz. Bundan sonra en azından ‘ayağım taşa takıldı’ deyin, ben anlarım.”
Bu durum, kadınlar arasında anında yayılmış.
Kilisedeki yoğunluk hiç azalmamış, artık kadınlar “Ayağım taşa takıldı” diyor; papaz günah çıkartıyormuş.
Gün gelmiş, ihtiyar papaz ölmüş.
Yerine gelen yeni papazın da ‘taşa takılma’ seansları sürüyormuş. Durumdan bihaber olduğu için, “Ne kadar namuslu bir kasaba. Hanımların ayağı taşa takılsa, günah çıkartmaya geliyorlar” yorumunu yapıyormuş.
Bir gün, papaz ile Belediye Başkanı buluşmuş, sohbete koyulmuşlar.
Papaz, Belediye Başkanı’na bir ricada bulunmuş:
“Başkanım, derhal kaldırımları onarın. Kasabanın hanımları, hemen her gün taşa takılıp düşüyorlar...”
Bir önceki papazın durumu anlattığı Başkan kahkahalarla gülmeye başlamış.
Bu tavırdan çok rahatsız olan papaz, Başkan’a yüksek bir ses tonuyla cevabı yapıştırmış:
- “Başkan, Gülüyorsunuz ama, en çok da sizin eşiniz taşa takılıyor...”.😀

Doktor, Erkek Hastasını Muayene

Doktor , erkek hastasını muayene ettikten sonra, adamın eşi ile özel konuşmak istediğini bildirdi. Adam dışarıya çıktan sonra, kadına ciddi bir sesle durumu anlatmaya başladı:
'Eşinizin hastalığı ciddi' dedi ‘Korkunç bir stres’i var. Söylediklerimi uygulamazsanız, bilin ki ilk gerginlikte ölecek’.
Sonra devam etti:
'Her sabah mükemmel bir kahvaltı hazırlamanız gerekli.. Neşeli olmasını sağlamaya dikkat edin.
Öğlen için de yanına çok iyi bir yemek vermelisiniz. Dört başı mamur bir menü. İş yerinde onu yesin.
Akşam yemeği olarak ya yumuşacık bir biftek, ya da bonfile hazırlayın. Bol sebze garnisiyle. Haftada iki akşam da mükellef bir balık. Rakısına bir adet buz yeterli. 35liğin yarısını geçmesin. Keyiflenir de ‘bir duble daha’ derse bırakın içsin. Böylece gevşer biraz daha. Konuşurken sakın keyfini kaçıracak konulardan bahsedeyim demeyin. Özel problemlerinizi de kesinlikle açmayın. Yoksa kötüleşiverir.
Kendinize mutlaka dekolte bir kıyafet seçin. Bakımlı olun. Yanına oturup sırtını ovun. Televizyonda maç seyretmesi için her akşam teşvik edin. Siz de yanına sessizce oturup kırmızı şarap servisi yaparsanız fevkalade olur.
En önemli nokta da şu: Haftada birkaç akşam seks yapın. Eğer bu söylediklerimi aksatmadan bir yıl kadar uygularsanız, sanırım o takdirde kocanız iyileşip normal hayatına dönecektir ve uzun bir mutlu yaşam sizi bekleyecektir.’.
Eve dönüş yolunda koca, eşine sordu:
'Doktor ne dedi sana?' dedi.
Kadın kısaca cevap verdi:
"ÖLECEKMİŞSİN" .😁

Fransa’nın 2008 Yılı

Fransa’nın 2008 yılı “Kim milyoner olmak ister” programında yarışıyordu ve kötü sıkışmıştı. Doğru cevap verirse 200.000€ kazanacak, yoksa sadece 32.000€ ile yetinecekti.
Soru ise kolay olmaktan uzaktı:
-Aşağıdaki kuşlardan hangisi yuvasını kendi yapmaz da, diğer kuşlarınkini kullanır??
a) Akbaba
b)Kırlangıç
c)Guguk kuşu
d)Serçe
Cevabı bilmiyordu elbette ki, ve sadece bir jokeri kalmıştı, telefonla arama. Ancak gel gör ki, o saatte ulaşılabilecek tek arkadaşı bir sarışındı ve sarışınların ününü hepiniz biliyorsunuz. Her ne ise…arkadaşı arandı, ve sorularını seçenekleri ile ona okuduğunda, sarışın şaşılacak bir süratle ve hiç tereddüt etmeden:
-Şüphesiz c) şıkkı, yani Guguk kuşu!..dedi!!!!!

Cevap doğru çıkmıştı, 200.000€ artık onundu!!!!!!

Üç gün sonra, yarışmacı evinde ailesi ve arkadaşları, özellikle de ona bu parayı kazandıran sarışın arkadaşı şerefine bir parti vermekteydi.

-Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum şekerim, dedi ona . Doğrusunu istersen o kadar kesin ve hızlıydı ki cevabın, hiç tereddütsüz c) şıkkı dedim. Bu arada, sahi nereden biliyorsun allah aşkına Guguk kuşlarının yuva yapmadığını???
-“Yapma bebeğiiim, dedi sarışın, Guguk kuşlarının duvar saatlerinde yaşadığını bilmeyen mi var!😂

Yıl 1949



Yıl 1949… Yer ise İstanbul Büyük Kulüp… Aralarında Bedri Rahmi ve eşinin de olduğu bir toplantıda, Bedri Rahmi’den bir şiir okunması istendi. O da ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı… Şiiri okurken gözlerinden süzülen yaşların nedenini, eşi de dahil olmak üzere tüm salon biliyordu. Bedri Rahmi, bu çok duygulu cümleleri, yanında oturan eşi Eren’e değil, kaybettiği aşkı Mari’ye yazmıştı.

Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem…

Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.

Mari Gerekmezyan… Güzel Sanatlar Akademisi- Heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen; son derece yetenekli genç bir kadındı. Ünlü ressam ve yazar Bedri Rahmi de, o dönem de orada asistan olarak görev yapıyordu. İşte burada tanıştı bu ünlü aşk hikayesinin kahramanları…

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum…

Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

Bedri Rahmi, o yıllarda Eren Hanım’la evliydi… Hatta Eren Hanım’dan bir çocuk sahibi olduktan çok kısa bir süre sonra tanışmıştı Mari ile ve ölesiye aşık olmuştu bu genç kadına.

Edebiyatımızın bir diğer değerli ismi İlhan Berk, arkadaşı Bedri’nin, Mari’ye duyduğu aşk yüzünden şair olduğunu, şu sözleriyle anlatmıştır:

“Resimler Bedri Rahmi’nin Talaslı’sını anlatmasına yetmemiştir. Onun için sıraya girmiştir şiir, o yüz için…”

Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım…

Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum

Bedri Rahmi ile Mari arasında başlayan büyük aşk, atölye buluşmalarıyla devam ediyordu. Elbette bir süre sonra bu durumdan, Bedri’nin eşi Eren Hanım da haberdar olacaktı. Hatta bir rivayete göre, Mari’nin ailesi de bu aşka karşıydı ve onu Bedri’den uzak tutmak için zorla evlendirmeye bile kalkışmışlardı.

N’etmiş, n’eylemiş, n’olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür…
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum

Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yaptı; Bedri Rahmi ise onun aşkına şiirlerle, tablolarla karşılık verdi. Artık tüm İstanbul bu büyük aşktan haberdardı. Bedri’nin eşi Eren Hanım ise, sessizce eşinin ona ve yuvalarına döneceği günü bekliyordu…

Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam…

Derken 1946 yılında, bu aşka son verecek o kötü gelişme yaşandı. Mari, tüberküloz olmuştu. İyileşebilmesi içinse antibiyotik lazımdı. O yıllar, savaş sonrası olduğu için ilaç fiyatları çok yüksekti ve almak neredeyse imkansızdı. Bedri, büyük aşkı Mari için tablolarını çok yüksek fiyatlara sattı. Ancak bu çabaların hiçbiri Mari’yi kurtarmaya yetmedi. Aynı yıl içinde, Mari Gerekmezyan yatmakta olduğu İstanbul Alman Hastanesi’nde hayatını kaybetti…

Sensiz bana canım dünya haram olsun.

Bedri Rahmi, kahrolmuştu… Kendisini içkiye verdi, sanatına küstü. Onu toparlayan ve hayata döndüren ise yine, onun eve dönüşünü bekleyen eşi Eren olacaktı. Eren Eyüboğlu, eşini hayata döndürmek için çok çabaladı. Sonunda da başardı. Daha doğrusu giriş yazımızda bahsettiğimiz Büyük Kulüp’teki o geceye kadar, başardığını sanıyordu… O geceden sonra Eren Hanım, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Ve Paris’teyken eşine yazdığı bir mektupta, ona o geceyi şu sözleriyle hatırlattı:

“Canuşkam,

Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren.”

Ve sonunda Eren Hanım’ın duaları kabul oldu. Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğlu ve eşi Eren’in yanına döndü. 1974 yılında hayata gözlerini yumana dek de, hep birlikte mutlu mesut yaşadılar…

Adamın Işi

Adamın işi varmış, Ankara'ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında bir
ses:

"-Binme, bu uçak düşecek...

"Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş...

İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış:"-Uçak düştü kurtulan olmadı...

"Koşmuş Haydarpaşa'ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında;

"-Binme bu trene, raydan çıkacak..."Dönmüş, bakmış yine kimse yok,
trene binmemiş, gelmiş eve...

Sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş;

"-Tren Eskişehir'de raydan çıktı, şu kadar ölü, şu kadar yaralı...

"Koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses;

"-Freni patlayacak..."Dönmüş yine kimse yok...

Dayanamamış, bağırmış:

-Sen kimsin yahu?...

"-Ben senin altıncı hissinim..

."Adam iyice kızmış

:"-Ulan evlenirken neredeydin?...

"O ses yine dalgalanarak söylenmiş;

"-Büyük kazalara karışmıyoruz.😁

Bakire Kadınlar Istiyorsunuz



Bakire Kadınlar Istiyorsunuz, çünkü cinsel performansınızdaki başarısızlığın kıyaslanmasını istemiyorsunuz..

Edilgen ve tecrübesiz kadınlardan eş istiyorsunuz,
çünkü hizmetinizi yaparken sözünüz geçsin istiyorsunuz..

Her kadının bedenine hakkınız varmış gibi bakıyorsunuz,
sahip olduğunuz kadınlara da başka erkekler aynı şekilde bakacak diye, kadınlara hayatı dar ediyorsunuz..

"Ben sana güveniyorum da çevreye güvenmiyorum" diyenleriniz az değildir.
Aşağılık kompleksinin adı oluverir kıskançlık, kıskançlığı sevgi yapan gerizekalılık..

Özgür düşünen, güçlü kişilikli kadınlardan korkuyorsunuz..

Bir erkek her haltı yediğinde görmezden geliyorsunuz, ama bir kadın "bedenim benimdir sana ne" dese adını çıkartmaktan hiç gocunmuyorsunuz..

Ahlakı kişilikte karakterde kaybettiniz, kadının apış arasında arıyorsunuz.
Namusunuzu kadın kazandırır, nasıl bir erkek olduğunuz kadına göre ölçülür.
Utanmanız ancak karınız "namussuzluk" yaparsa olur.
Ödünüz kopar o yüzden tam bir tahakkümcüdür ruhunuz..

Faşizm sizden başlıyor beyler, zihniyetsizliğinizden farkedin..

Devlet erkek. Din erkek. Erkek erkek. Hepsi de erk.
Erkliğiniz, kadını mülk gören cinsiyetciliğiniz, ataerkine sarılan riyakarlığınız..

Sahi ya siz erkek kalanlar?
Cinsiyetini aşamayanlar?
Hala insan olamayan ve cinsel organından yukarı çıkamayan erk kafalar?
Siz bu dünya da niye varsınız?
Hayvanlıkla övünen tek canlı olmak, nasıl bir hakarettir kendinize farkında mısınız?

nesrin arıkan-2016

BİR KIZI OLMALI İNSANIN

Canını emanet ettiğin, elin,
ayağın, gözün, kulağın, her şeyin.
Bir kızı olmalı insanın.
Bir hata yaptığnda, gözlerinin içine baktığın,
bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,
vefasına taptığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Evinde babasına,annesine karşı nazlı niyazlı,
Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.
Bir kızı olmalı insanın.
Herkes terkettiğinde seni, varlığında da,
yokluğunda da, evliyken de, bekarken de
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,
gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin,
Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin, özenle bezediğin.
Bir kızı olmalı insanın.
Canıyla canlandığın, varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir kızı olmalı insanın.
"Dünya bir yana, kızım bir yana" diyebildiğin.

Nazım Hikmet

KAHVE



Bir kahvenin,
Kırk yıl hatırı vardır.
Gülerek içersen,
Ömrün,seksen yıla çıkarmış.
Kahve içip,bir şarkı dinlediğinde,
Sanki yaşadıklarını anlatır.
İlk platonik aşkımı,
Öğretmenimin kızını öpmem,
İlk aklıma gelen.
İstanbul'da okulu kazanmam,
İstanbul güzellerinin,
Rüyasına yatmam.
Hepsi filim yıldızı.
İstanbul'un kızları bebek,
Kadınları kız gibi.
İlk evlenmem.
Evladımın,bu dünyaya gelme heyecanı,
İlk çığlığı.
Mücadele,mücadele,mücadele.
Yorgun savaşçı,yorgun demokrat,yorgun aşık.
Kahve falında ne mi çıktı.
Hiçte merak etmedim.Yaşadım.

Cemal Borandağ
22 Kasım 2018 Tuzla-İstanbul
Yaşam bize verilmiş bir armağandır.

KADTN



Seven kadın,ne yapmaz ki?
Sokakta,türkü söyler gibi yürür,
Sevişgen,çengi gibi eğlendirir,güldürür.
Hayatın bir mücadele olduğunu,
Kazanınca tatlandığını,
Ne güzel günlerdi,o günler diyen,
Sevgi,özlem,sevinçle karşıladığını,
Zarif,kibar tatlı dilli,
Yaşamın ayrıcalıklı,muhteşem olduğunu,
Mutluluğun paylaşıldıkça arttığını,
Hayatın inişli,çıkışlı,
Acısı,tatlısı,sevabıyla,
Mutluluğun yolunun mutfakta geçtiğini,
Maharetli elleriyle hazırladığı yemekleri sununca,
Ağız yemeyince,yüzün gülmeyeceğini,
Kadın dediğin,düşününce,
Dört dörtlük olduğunu bilir.
Seven kadın ne yapmaz ki?

Cemal Borandağ
25 Kasım 2018 Tuzla İstanbul
Seven kadın ne yapmaz ki?

Sıdıka

Temel Karayollarında şantiye şefi olmuş.Kar kış demeden dağlarda koşturuyor. Bir gece arabasıyla şehre inmeye niyetlenmiş ama yolunu kaybetmiş. Bakmış yakında bir ışık var, gidip kapıyı çalmış.
Güzel bir hanim çıkmış karşısına.Temel,
– Çok özür dilerim hanımefendi,ben karayolları şantiyesinde şefim. Dağda yolumu kaybettim. Bir sakıncası yoksa beni bu gece misafir edebilir misiniz? demiş. -“Tabii” demiş kadın. -“Buyrun içeri”.
Önce Temelin önüne güzel bir yemek koymuş. Derken sohbet açılmış. Temel dağdaki yalnızlıktan yakınırken, kadın eşi Almanya’da çalıştığı için kendisinin de çok uzun zamandır yalnız olduğunu anlatıyormuş. Sohbet ilerledikçe, üzerine daha rahat bir kıyafet giyen kadın sık sık soruyormuş Temel’e,
– “Bakin Temel BEY, bir kadın ve bir erkek bu evde yalnızız. İstediğiniz bir şey varsa çekinmeyin söyleyin.”
Ama Temel’de kadının mesajını anladığını gösterir en ufak bir hareket yok. Kah su istiyormuş, kah cay. Saat gece yarısını geçip Temel artık uyumak istediğini söylediğinde kadın onun yatağını hazırlayıp üzerine yalnızca iç çamaşırıyla dikilmiş karşısına:
– “Benden istediğiniz bir şey var mi?” Temel, teşekkür edip iyi geceler diledikten sonra vurmuş kafayı uyumuş.
Sabah kalktığında kahvaltısı hazır. Ev sahibi hanim da kapının önünde hayvanları yemliyor. Temel bakmış 1 tavuk, 5 tanede horoz var. Sormuş – “5 tane horoz 1 tavuğa çok değil mi?”
Kadın cevaplamış.
– Siz onların öyle horoz gibi göründüğüne bakmayın. onların biri gerçek horoz, diğerleri Karayollarında şantiye şefidir.