18 Eylül 2019 Çarşamba

BİLİYOR MUYDUNUZ?


Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam
dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı.
Bir gün milli eğitim müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız
girdi.
- Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi.
Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son
derece de hassas bir insana benziyordu.
Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey
değildi... Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım.
İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki
akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor,
süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı
adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.
O, kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya
başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir
suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.
Hakkındaki suçlama: Misyonerlik...
Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım telkinler.
Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi....?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca
mühim işi arasında Atatürk meseleyi merak etmişti.
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka
Avar'ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir
yaprak gibi titriyordu.
Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle
şunları söyledi:
- Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
"Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla
kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti.
Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile
toplayacaktı....Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklar
birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti."
Sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşguldür. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder.
Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar...! diye atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.
Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm
Hikmet Feridun Es
Hayat Dergisi 1957
Sıdıka Avar; gazeteci Banu Avar'ın annesidir.

Hep kırk yaş önemli derlerdi...

Hep kırk yaş önemli derlerdi...
Meğerse yanlış biliyorlarmış...
Elli yaşından sonrası daha önemliymiş...
Hayat kısaldıkça anlamı nasıl da değişiyor...
Ellisinden sonra baktığın her şeyi görüyor,dinlediğin her şeyi anlıyorsun...
Aşk bile başkalaşıyor...
Maddeden ruha geçildiği bir dönem başlıyor...
Aldığın her nefesin anlamını biliyor,içtiğin her yudumun tadını çıkartıyorsun...
Aşka koşar adımlarla değil,yavaşça vals yapar gibi yavaşça ,bir kuş tüyünün havada uçuşu gibi narin ,sessiz ama bir o kadar güzel süzüle süzüle...
Aşk da ,aşık da yavaşça süzülüyor gönül kapından içeriye...
Yüreğinin ateşini usul usul yakıyor aşk...
Saman alevi gibi çabuk yanan ,sönen değil kömür alevi gibi olmalı diyorsun...
Çünkü zamanı yok aşkın ...
Yeniden yaşanacak bir sonraki aşklara...
Bir daha kırılmak ürkütüyor ,bir daha terk edilmek korkutuyor seni.. .
Aşkı şişeden içmiyorsun,kadehten yudum yudum içmek istiyorsun şöyle keyfini çıkara çıkara...
Beklentin nasıl daha çok gezeriz ?..
Değil de.. .

Nasıl birlikte daha çok vakit geçiririz?..
Oluyor...
Birlikte dansa gitmek yerine ,birlikte yürümek daha güzelleştiyor ilişkini...
Bir filmi izlemek,hiç konuşmadan birlikte bir yeşil ormanı,mavi denizi izlerken ...
Daha çok susarken aslında daha çok konuşuyorsun sessizce...
Gözlerine derin derin bakmak ,dudaklarını öpmek kadar haz veriyor...
Saatlerce sevişmek değil ,saatlerce başını omzuna yaslayarak yan yana uzanmak yetiyor...
Pahalı hediyeler yerine o gün aranmak daha çok mutlu ediyor, hele bir de "eve gidince beni ara" diyorsa işte bu her söylenen sevgi sözüne bedel oluyor...
Bu saatten sonra dostlarının sayısı azalıyor...
Yarın için kurduğun büyük hayallerinin yerini geçmişte yaptığın başarılarını anımsamak ,varsa çocuklarına anlatacak hikayelerin yer alıyor....
Hayat uzun bir yol olsa da ellisinden sonra para değil, sağlık ve huzur için dua ediliyor...
Kısaca ben kırkından değil ellisinden sonra hayatın anlamını buldum...
Elli yaşımı çok sevdim....
Kırmıyorum ,kırılmıyorum da,üzülmüyorum,üzmüyorum da,bir zamanlar değer verdiğim bir çok şey değerini kaybetti...
Kısaca ben ellili yaşlarımı gönlümce sevgiyle yaşıyor,yaşatıyorum...
Neden,niçin,nasıl diye sormuyorum?..
Olması gerektiği kadarım,olduğum kadarım....
Sevgiyle yaşamı kucaklarken,en çok sevgiyi ,sevmeyi ,sevilmeyi seçiyorum...!
Seçim Seziş! ...

Ümit Kaftancıoğlu

Ümit Kaftancıoğlu (1934-1980)…
Kars/Ardahan- Hanak İlçesi Koyunpınar Saskara Köyü'ndendi.Yedi çocuklu yoksul ailenin beşinci evladıydı.
El kapısında çobanlık yaparken, Cumhuriyet'in ilk köy enstitüsü olan Kars Cilavuz Köy Enstitüsü hayatını değiştirdi. Öğretmen oldu! İlk görev yeri Mardin Derik İlkokulu'ydu…
Ardından Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümünü bitirdi. Rize Pazar Ortaokulu Türkçe öğretmeni oldu…
Askerlik dönüşü hayatında yeni sayfa açıldı; TRT'nin açtığı sınavı kazanarak köy yayınları bölümünde göreve başladı.
TRT İstanbul Radyosu'nda yaptığı programlarla halk edebiyatını anlattı.
“Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır” diyen Kaftancıoğlu Anadolu'yu gezerek halk türkülerini yazıya döktü.
Günümüzde herkesin bildiği, “Evreşe Yolları Dar” ve “Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar” türküleri Kaftancıoğlu'nun derlemeleri arasındadır…
Ve keza:
Başta Cumhuriyet, Milliyet, Aydınlık olmak üzere günlük gazetelere ve Varlık, Türk Dili, Yeni Ufuklar gibi edebiyat dergilerine Türk kültürüne dair makaleler yazdı. Kitapları ödüller aldı.
12 Mart 1971 askeri darbesiyle sürüldü.
12 Eylül 1980 askeri darbesine az kala…
Tarih: 11 Nisan 1980.
İlkokul öğrencisi kızı Pınar'ın gözü önünde kurşunlanarak öldürüldü ...
Bu gün Gelini Canan Kaftancıoğlu 9 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildi ...

Matematik dersinde

Matematik dersinde kadın öğretmen öğrencilere sorar:
- Bir ağacın dalında 5 tane kuş var. Taş attım, iki tanesini vurdum. Geriye kaç kuş kalır?
Öğrencinin biri parmak kaldırır ve cevaplar:
- Hiç kuş kalmaz çünkü diğerleri korkudan uçup gider.
Öğretmen gülümser:
- Hayır. Doğru cevap üç olacaktı ama bakış açını sevdim.
Öğrenci duruma çok bozulur ama pek göstermez. Ders devam ederken tekrar parmak kaldırır:
- Bir soru da ben sorabilir miyim?
Öğretmen izin verir.
- Sokakta üç kadın dondurma yiyerek yürüyor. Biri dondurmasını yalıyor, diğeri ısırıyor, diğeri de emiyor. Kadınlardan hangisi evlidir?
Öğretmen şaşırır, kızarıp bozarır ama cevap da vermek zorundadır:
- Hmm...şey..yalayan?
Öğrenci yanıtlar:
-Hayır, parmağında alyans olan. Ama bakış açınızı sevdim.

Elazığlının Biri

Elazığlının biri İtalya’da Fiat fabrikasında çalışan bir işçi...
O zamanki Sovyet lideri Krusçev, resmi bir ziyaret için İtalya’ya gelmiş. Programda Fiat tesisleri de var. Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Elazığlıya rastlamış. Herkesin gözü önünde “Vay Elazığlı kardeşim ” diye sarılıp kucaklaşmış. Orada ayaküstü sohbet etmişler.
Tüm protokol bu dostluktan şaşkın… Konuk gittikten sonra patron,,
Elazığlıyı çağırıp, Krusçev’i nereden tanıdığını sormuş. Hemşehrimiz ‘Hiiiç’ demiş. Ben eskiden komünisttim.
1 Mayıs kutlamaları için parti beni Moskova’ya göndermişti. Orada tanışmıştım.
Olay unutulmuş. Üç beş ay sonra bu kez Amerika Başkanı Nixon gelmiş İtalya’ya.
Yine aynı program ve fabrika ziyareti… Tezgahların arasında “Vay Elazığlı kardeşim … Vay Nixon…” muhabbeti.
İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Elazığlıyı yine çağırtmış. Soru da cevap da aynı. Bir ara Amerika’ya göç etmeye kalkıştım. New York’ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu.
Olay bu kadarla kalsa iyi.
İki ay sonra Fransa Başkanı De Gaulle ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca patron Agnelli derin bunalımlara girmiş. Kendisini tanıyan yok. Yanında çalışan Elazığlının uluslararası çevresi var.
- De Gaulle’ü nereden tanıyorsun?
- Nazilere karşı Paris’te yeraltı savaşı yapıyorduk. Özel kuryesiydim.
- Sen herkesi tanır mısın?
- Evet, hemen hemen... Patron iyice hırslanmış.
- Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.
Elazığlı gülmüş.
- Tabii. Yakın arkadaşımdır.
Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırmış:
- İspatla. İspatlayamazsan kovarım...
Elazığlı:
- Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.
Patron pazarı iple çekmiş.
Vatikan’da Papa’yı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış. Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Yine Elazığlı...
Kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor.
O sırada bir kargaşa olmuş. Biri bayılmış.
Elazığlı bayılanın kendi patronu olduğunu görünce Papa’ya “Bana müsaade” deyip meydana koşmuş.
Agnelli yerde yatıyor. Bir iki kişi de ayıltmaya çalışıyor.
Elazığlı çevresindekilere, “Bu benim patronumdur, ne oldu?” diye sorunca biri cevap vermiş:
- Siz Papa ile balkona çıktığınızda bunun önünde iki Japon turist vardı. Japonlardan biri senin patronuna döndü. “Şu sağdaki bizim Elazığlı ama yanındaki kim?” diye sorunca seninki düşüp bayıldı.

Hukuk fakültesinde

Hukuk fakültesinde bir öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar öğrenci “Ali” diye cevap verir. Öğretmen bir anda
“Defol bu sınıftan bir daha asla dersime gelme” der.
Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir neye uğradığını şaşıran Ali de sınıfı terk eder.
Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiç birinden tek bir ses bile çıkmaz…
Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlar, bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra, tabi bu arada herkes göz temasından kaçınıyor, başlar derse.
Hoca: “Kanunlar ne için vardır?” diye sorar ve ders başlar…
Bir çok cevap gelir, bir öğrenci düzeni korumak, diğeri toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için, öbürü yaşam haklarını idame ettirmek, bir başkası devlete güveni, o devletin saygın bir vatandaşı olduğunu göstermek için, bir diğeri her yerde hakkını yasalar çerçevesinde arayacağını bilmek ve devletin vatandaşına haklarını nasıl arayacağını göstermek için…
Hoca başka diye tekrar sorunca bir öğrenci de “ADALET” için diye cevap verir.
Bu cevabı verene hoca parmağı ile işaret ederek işte aradığım cevap bu dercesine
“Peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım mı?”
herkeste aynı cevap
“Evet hocam”.
Öğretim görevlisi sınıf kapısını açarak dışarıdaki öğrencisini içeri alır ve teşekkür edip yerine geçebileceğini söyler, herkes bunun bir senaryo, oyun olduğunu anlar. Fakat hoca son sözlerini söylememiştir henüz; Peki buna hepiniz şahit oldunuz, neden tepki göstermediniz,
bir açıklama istemediniz, arkadaşınızın hakkını savunmadınız!? Herkes susar çıt yok. Hoca bakın sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım der ve son sözlerini söyleyip dersi bitirir.
“Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.”
“Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkumdur.”
“Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir.”
(Alıntıdır)

9 Eylül 2019 Pazartesi

KOCATEPE’DE BİR BAŞKOMUTAN İLE BİR MEHMETÇİK....


Mustafa Kemal anlatıyor; “O gün (26 Ağustos) sabaha karşı şöyle bir dışarı çıktım. Bir Mehmetçik bir mekkare arabasını şarkı söyleyerek sürüyordu. Beni görünce sustu, derhal toparlandı. Pek neşeli göründüğünü söyledim ve sebebini sordum. “Ne bileyim Paşam” dedi, “İçimden geliyor, Hani bugün harp bitecekmiş gibi geliyor içime….” Sonra harbin bitmesini yanlış anlamamdan korkarak hemen şu sözleri ilave etti; “Düşmanı denize dökeceğiz tabii!.....” O vakit, benden ona yani Başkomutandan son nefere kadar hepimizin aynı duygularla sihirlenmiş olduğumuzu anladım. İnanır mısınız neferin sözleri, benim maneviyatıma çok tesir etmişti.”

Yaklaşık olarak 60 küsür yıl öncesinde

Yaklaşık olarak 60 küsür yıl öncesinde, 1950’li yıllarda İstanbul’da
Bire bir yaşanmış olan hikayemiz
bir belediye otobüsünde geçer.
Otobüs tam Eminönü durağına gelmiş ve kapılarını açacakken bir kadının “Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” şeklinde canhıraş sesi duyulur.
Kadın ısrarcıdır ve bağırmaya devam eder. Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der..

Kadın: “biraz önce biletimi almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama şimdi yok” diye cevap verir. Şoför bunun üzerine hiddetlenerek “kimse kıpırdamasın herkesin üzerini arayacağım” der..
Şoför önden biletçi arkadan başlayarak yolcuları tek tek aramaya başlarlar. Herkes aranmış yalnız bir kişi kalmıştır. Henüz aranmayan yolcu binbaşı rütbesinde resmi üniformalı bir kara subayıdır. Üzerinde de haki renkli kalın paltosu vardır..
Şoför “Binbaşımı aramaya lüzum yok, bir Türk subayını hırsızlık şüphesi ile asla aramam, cüzdan bulunamadı” diyerek kapıları açmak için yerine doğru yönelir.
Tam bu sırada Binbaşının kendinden emin davudi sesi duyulur;
“Beni de arayacaksınız, töhmet altında kalmak istemiyorum.” der.
Şoför aramak istemez ama Binbaşının ısrarı karşısında mecbur kalır. Tam elini Binbaşının paltosunun cebine sokarken “hayır arama, ben çaldım!” diyen biraz hırpani giyimli bir adam çıkar..
Ve adam: “cüzdanını çaldığım kadın bağırınca korktum, aranabileceğimi düşünerek cüzdanı, aranmayacağını bildiğim hemen yanımda bulunan Binbaşının paltosunun cebine bıraktım Fakat bir Türk subayının hırsızlıktan suçlanmasına gönlüm razı değil. Yankesiciyim, hırsızım ama vicdansız değil!” diyerek başını önüne eğer..
Sonuç olarak Yazının sonuna gelirken şunu özellikle eklemek istiyorum;
Gözbebeği ordumuzun suçsuz generalleri, suçsuz subayları daha nice bir çok suçsuz ordu mensubu komutanlarımıza türlü türlü iftiralar atıldı yıllar önce, terörist diye yargılananlar oldu.
Zindanlarda çürütüldü.. hepsinin hayatı, çoluğu çocuğu per perişan edildi. Sustunuz.
Gururlu, Onurlu adamlardı..
Kimi gururuna yediremedi hayatına son verdi.. kimi uğradığı haksızlıklara dayanamayıp kanser oldu günden güne eridi.. hayatında üniformasına ettiği yeminden bir gün olsun dönmemiş insanlardı onlar..
¥
tüm bunları görüp izleyip gıkı çıkmayan insanlara ithafendir bu yazı..
60 yıl önceki haysiyet sahibi hırsızın bile yaptığını yapamayıp; günümüzde suçsuz insanların uğradığı haksızlıkları susarak izleyen vicdansızlara ithafendir bu yazı..

Benim hayatım kolay

"Benim hayatım kolay oldu. 3 üniversiteye gittim, 23 yaşında mezun oldum. Beyazım, Alman'ım, zengin bir ülkede ve doğru pasaportla doğdum. Bunu fark ettiğimde, benimle aynı fırsatlara sahip olmayanlara yardım etmenin ahlaki zorunluluğunu hissettim."
Carola Rackete
.....
Akdeniz'de mültecileri kurtaran Alman kaptan, Paris'in verdiği ödülü reddetti: "Kimin ‘kahraman’ kimin ‘yasadışı’ olduğuna karar verecek otoritelere ihtiyacımız yok."

Mimar Sinan Selimiye

Mimar Sinan Selimiye camii'nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem oluşturarak çözmüştür. Ayrıca minarelerin serefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir bir dehanin ürünüdür. Almanlar aynı sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlardır Mimar Sinan ise bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadir.Almanların dehası ise, o kopya metale Selimiye'den daha fazla turist çekebilmelerindedir.
Selimiye camisisinin zemini gevşek topraktır bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı düşünülmüş uluslararası bir grup mühendis toplanıp camiiyi sağlama alma üzere incelemelerde bulunulmuş ve son olarak en son teknoloji olan meetal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişlerdir. Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükkleri kelepçelerin aynıları ile karşılaşmışlardır. Mimar Sinan yüzyıllar önce aynı şeyi düşünmüş, yapmış bir şahsiyettir.
Ayrıca 1950lerde bir grup Japon mühendis Türkiye'de mevcut tarihi eserleri incelemek için izin alır sıra Selimiyeye geldiğinde ondan sonraki tüm incelemeleri iptal ederler ve kalan tüm zamanı bu camiiye ayırırlar çünkü camii bambaşka, bilinmeyen sistemlere sahiptir. Uzun süre incelemelerin sonucunda caminin altında mevcut raylı sistemi keşfederler bu sistem sayesinde o zayıf toprakta yapı ayakta kalabiliyor ve herhangi bir sarsıntıda 5 derece dolaylarında esneyebiliyordu bu şekilde yapı en ufak zarar görmüyordu. Bu sistemi keşfeden Japonlar ülkelerine döndüklerinde aynı sistemi gökdelenlerde uygulamaya başlarlar ve gökdelenlerin güvenliği,sağlamlığı katbe kat arttırılmış olur. Sonuç olarak bugün tüm dünyada gökdelenlerde bu sistem uygulanmaktadır.
Türk mimari tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas Köyü’ndendir.

GÖÇMEN KIZIYIM BEN

12 yasin da gelin çiçeği değil kalem tutmayı öğrettiler bana.
Kuzen kardeştir eş olunmaz 7 kuşak bakılır bizde komşu çoçuğu da kardeştir beraber büyüdüğünden eş olmaz kalbin düşmesin denildi sürekli...
Çok çocuk değil bakabildiğin kadar çocuk dediler ziyan olmasın hayatlar
Erkek çocuk değil kız daha kiymetlidir evlenene kadar ailesine ALLAH'IN emanetidir
9 yasina gelince başörtü takmak zorunda değilsin içinde uhde kalmasın hiç diye evlenene kadar dilediğini yaşa koca evinde ne yaşarsin karışılmaz
Boşanmak ayıp günah değildir kimin ne dediğine bakilmaz olmuyorsa zorlama derler gelinlikle girdin kefenle çıkarsın lafi yoktur.
SIĞINTI demezler kaldığın yerden devam edersin hayatına hiç bir şey olmamış gibi
Evden kaçan kız (yok denecek kadar azdir) ama asla infazı verilmez sarılır sarmalanır daha iyi korunur
Düğünlerde saga sola bakma denilmez gönlünce eğlen denilir en iyi kuaförlere gidilir
Nereye giderse gitsin nasıl yaşarsa yaşasın yalan söylemez göçmen insanı göz önünde yaşar her şeyi ama asla namusuna laf getirmez.

Annem 13 yasinda evlendirilmiş

Annem 13 yasinda evlendirilmis. "Ahırda yeni doğmus buzağıyla oynuyordum. Alninda bir tutam saç vardi hic unutmuyorum... kemik taragini calmistim yengemin. Buzaginin saclarini tariyordum." Abim geldi bir kufur etti sonra ensemden tuttu. Koca kadin oldun oyun mu oynuyorsun hala? Yuru seni verdik. Dedi. Verilecek birsey miydim ben? Yengemden taragini istesem vermezdi. Ben neden bu kadar kolay verildim...?"
30 koyun.1 hamile At.. 11 Reşadiye karsiligi verilmiş.. anneannemin tek kizi ustelik 8 erkekten sonra... 7 yasina kadar emzirdigi kizi. Eski ford minibuse bindirdiklerinde aklinda kalan tek sey arabanin onune süsledikleri oyuncak bebekmis. Donup arkaya baktiginda yerde baygin annesini gormus.. 11 kisilik bir ailenin en buyuk oglu ile evlenmis. Buyuk derken lise 2 ogrencisi. Kazanla yemek pisermis. Derki:"benle gorumcem kazana girip denizcilik oynardik. Bursada deniz var uzerinde gemiler var diye uzerinede hayal gucumden ekleyerek tuhaf hikayeler anlatirdim benden kucuk gorumcelerime" bir suc islense evde sira dayagindan gecermis. Cocuklar bardak kirdi onuda doverlermis.. evdeki kucuk bebeler ona anne dermis.. cok sevinirmis. Evcilik oynadigini dusunurmus. Karni buyurmus... karninda birsey varmis... Demet ablam. Sonra 6 aylikken kucaginda bir burun deliginden süt degerinden kan gelen ardindan "cok sukur uyudu" dedigi ama hic uyanmayacak olan mavis kizi Demet.
Yaş 14. Artik farkinda Bir evlat ve bir cocukluk kaybettiginin. Yas 15. Artik farkinda tekrar hamile oldugunun ve bakimsizliktan bobreklerini kaybetme raddesine geldiginin. Yas 16. Artik farkinda cılız ve surekli hasta bir kizinin oldugunun. Adı özlem. Cunku kocasi asker cekiyor dibine kadar özlem. Ve karninda ben. Yas 18. Dizinde Ben.. gögsunde Özlem... bu da kız.. beceriksiz. Hem beceriksiz hem hastalikli... baba evine birak gel denilerek biniyor trene babamla. O gunden sonra ne babam birakiyor annemi nede bursa onlari. Ilk is hastaneye gitmek. Doktor kiziyor babama "ölduruyosunuz sonra can ver diyorsunuz. Ben ne yapayim bu cocuga simdi bobrekleri sirf iltihap?" Babam cikariyor askerlik kagidini. 4 gun once terhisim. Bilmiyordum diyor... sonra Umut doguyor sonra yeni bir yasam basliyor umudumuz olsun diye. Mavis umut. Tıpkı demet ablasi. Yaş 22. Insan annesinin 22 yasini hatirlar mi? Ben hatirliyorum. Karni burnunda. Karninda Fatih var. Siyah uzun saclarini yemyesil gozlerini. Sonra o ciliz yesil gozlu ozlem cok hastalaniyor. Doktor demis bu daha anne karninda hastaymis. Kronik bobrek yetmezligi.. bitmek bilmeyen diyaliz seanslari. Annem cok vakur durdu. Icten curudu. Cocuk bedenine yuklenen agirliklar 46 yasinda bir kalp krizi ile patlak verdi. Kalbin çatlamis demisti doktoru hic unutmuyorum. Kalp kapakciklari degisti.
Ama çocuk gelinler hala degismedi.. hala va

Ferruhru Parsa

8 Mayıs 1980'de İran'da idam edilen doktor Ferruhru Parsa'nın idam edilmeden önce hapisanede yazdığı son mektubundan:
"Ben bir doktorum, bu yüzden ölümden korkmuyorum ve ölüm sadece bir an uzaktır, ölümden öte yol yoktur ve ben zorla kara çarşaf altında utanç içinde yaşamaktansa ölüme kollarımı açarım. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir erkeklerle kadınlar arasındaki eşitlik uğruna savaştığım için pişmanlık duymamı bekleyenlere boyun eğmeyeceğim. Şimdi hiç kimsenin önünde diz çökmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim! Ben kara çarşaf giyecek ve tarihte geri adım atacak değilim."
Kaynak: “A Woman for All Seasons: In Memory of Farrokhrou Parsa” by Ardavan Bahrami, Iranian.com, May 9, 2005

Hayatında hiç Türkiye'ye gelmemiş

Hayatında hiç Türkiye'ye gelmemiş, Amerikalı bir psikiyatri profesörü, Adı Arnold Ludwig, bir kitap yazıyor. Adı "Dağın Kralı" King of te Mountain" Dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bu kitap, 20. Yüzyıl'da dünya liderleri ile ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor...
Bu çalışması 18 yıl sürüyor. Dünyadaki tüm liderler arasında 2000 kişi değerlendiriliyor.Örneğin, en çok Roosvelt ve Mao 30'ar puan almışken, Nehru'ya 25, Churchill'e 22, Kennedy'ye 15 puan veriliyor. Sadece bir tek lider 31 puanla ilk sırayı alıyor.
Bu kapsamlı araştırma sonunda öne çıkan 377 devlet adamı belli ölçütlere göre tekrar değerlendiriliyor. Öne çıkan liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulanıyor.
Bu kıstaslara göre 1'den 31'e kadar değişen puanlar verilip değerlendiriliyor. Uygulanan testin tam adı “Political Greatness Scale” olarak tanımlanıyor ve buna göre sıralama yapılıyor.
Bu lider “Visionary” (ileriyi gören, öngörülü, büyük görüş gücü olan) sıfatıyla, 20. Yüzyıl'ın en büyük devlet adamı unvanına layık görülüyor. Evet, işte o lider devlet adamı "Mustafa Kemal Atatürk'tür."
Mektubu bize yazan Prof. Vural Cengiz;“En ilginç olan husus, yazılı ve görüntülü Türk medyasının bu haberi hak ettiği gibi duyurmamış olması” diyor ve ekliyor: “Türk halkı, gurur duyduğu Ata'sı hakkındaki bu güzel haberden mahrum bırakıldı.
Bizlerin ilk görevi insanlarımızdan gizlenen bu gerçek bilgileri tüm millete iletmek. Saygıyla.” Prof. Vural Cengiz, Atatürkçü Bilim Adamları Derneği

Bugün

Bugün,
“Manda ve himaye kabul edilemez.
Vatan bir bütündür, bölünemez.
Milli egemenlik esastır."
ilkeleriyle yola çıkanların Sivas'tan haykırışı ve Anadolu aydınlanmasının önemli adımı olan Sivas Kongresi'nin yıldönümüdür.
Bu aydınlık başlangıca inanan herkesi Nazım Hikmet’in dizeleriyle selamlarız.
#4Eylül1919 #100.yıl

İstanbul Barosu
Cumhuriyet Araştırmaları Merkezi
"4 Eylül 919'da toplandı Sivas Kongresi,
ve 8 Eylülde
Kongrede bu sefer
yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
Ak koyunla kara koyunun
geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
Ve İstanbul'dan gelen bazı zevat,
sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
ve ihanetleriyle birlikte
bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.
Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok
işbu Mister Bravn'a güveniyorlardı.
Bu zevata :
«İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
denildi.
Fakat ayak diredi efendiler :
«Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
dediler,
«Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
dediler,
«Hem zaten,»
dediler,
«birbirine mani şeyler değildir
istiklâl ile manda.
Ve esasen,»
dediler,
«müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
Memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon,
vâridat ise 15 milyon ancak.
Ve Allah muhafaza buyursun
İzmir kalsa Yunanistan'da
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
dediler.
«Onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız :
Mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.»
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
«Hey gidi deli gönlüm,»
dedi,
«Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya İSTİKLAL, ya ölüm!»
dedi." NAZIM HİKMET

Sivas Kongresi sağ salim tamamlandı.

Sivas Kongresi sağ salim tamamlandı.. Artık Ankara'ya gidilecekti, ama gene para yoktu.. Osmanlı Bankası'ndan 1.000 lira borç aldılar. Bankanın adı Osmanlı'ydı, müdür Alman'dı.. Borca karşılık senet imzaladılar.
Benzin yoktu, lastik yoktu.. Sivas'ta sadece Amerikan Okulu'nda otomobil vardı. Bizimkilerin kendi memleketlerinde yiyecek ekmeği bile yokken, Amerikalılar Anadolu'nun göbeğinde her türlü maddi imkâna sahipti ; Ermeni tehcirinde sahipsiz kalan kız çocuklarını okutuyorlardı..
Okulun müdiresi Mary Louise Graffam'a başvurdular. "Elbette, ne lazımsa veririz, lütfen hediye kabul ediniz, ısrar etmeyiniz, asla para kabul etmeyiz," dedi..
Altı teneke benzin, iki çift lastik aldılar. "Hadiye"yi öğrenen Mustafa Kemal itiraz etti. "Şimdi para almıyorlar ama sonra arkamızdan cebren aldı derler, vesika tanzim edin, alınan malzemelerin listesini yazın, ısrarımıza rağmen para almadıklarına dair elimizde vesika bulunsun, ne olur ne olmaz, imzalayalım, müdire hanım da imzalasın," dedi..
Mazhar Müfit tekrar okula gitti. Bu belge iki taraflı imzalandı..
"Hediye, bağış, ödenek" gibi kavramlar, Mustafa Kemal için hassas konulardı, asla ihmal etmezdi İ mutlaka kayda geçirtirdi..
Sivas'a gelir gelmez maiyetinde görev yapan Hacı Derviş'i çarşıya göndermiş, büyükçe bir defter aldırmıştı. Kongre vesilesiyle yapılan masrafları, harcanan paraları kuruşu kuruşuna yazdırıyordu..
Bir gün Hacı Derviş dayanamadı : "Paşam bu hengamede kim hesap soracak," dedi... Mustafa Kemal'in cevabı ibretlikti :
"Gün gelir, millet benden de başkasından da tek tek hesap sorar. Biz bugün hesabımızı eksiksiz yazalım, millet de yarın parasının nereye harcandığını bilsin."

YILMAZ ÖZDİL, "Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK “

Toprak öyle bitip tükenmez,

Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.

Evinize misafir çağırın...

Evinize misafir çağırın...🙋‍♂
Siz de misafirliğe gidin...
Sevin, sevilin şu ahir yalan ömürde...
Nasıl olsa dünya birgün bize *"HAYDİ DIŞARI"* diyecek...
Yalvarıyorum hepinize, daha çok görüşün birbirinizle...
Daha çok sevgi sözleri konuşun ve yazın...
Bırakın milyonluk 120 ay vadeli evlerinizin yalancı konfor sunan yalnızlıklarını...😟
Ailece yaşayın dipdibe... Ananeyi, dedeyi, torunları yeğenleri buluşturun...
Yeni yetmeleri fazla özgür bırakmayın...
Bir yere giderken zorlayın, onları da götürün...
Şimdiki nesilde görüyorum çocuk dedesine gitmiyor.
Neymiş? "dersi varmış.."
Anne eve büyüğünü almıyor, neymiş çocuk TEOG, YGS'ye hazırlanıyormuş...
Yalan! inanın...
Odalarda internete yalnızlığa depresyona mahkum edersiniz...
Damla kadar çocuğa sussun diye cep telefonu vermeyin! 😯
Verin eline bezelyeyi ayıklasın...
En azından bezelye canlıdır.
Gelecek 10 yılda kanserli hasta sayısı yüzde altmış olacak unutmayın!..
Duayı öğretin.
Konuşun bol bol birbirinizle.
Kuşak kavgaları yapın.
Trip atın, çözüm yolları için konuşun.
Hayat bu...😊
Hayat deney tüpü kılıklı apartmanlarda sıkışıp bakteri gibi yaşadığını sanmak değil inanın... 🤔
Hadi kalkın birine çaya, kahveye gidin.. kek yapın, mısır patlatın.
Siz çağırın...
yemek hazırlayın..
Zor mu çorba makarna?😋
Alo diyin birinin derdini alın...
İki gülün, koca bir kahkaha atın...🤨
En kalbi sevgilerimle...💕🌹"
Alıntıdır.