16 Ocak 2020 Perşembe

Ziya Yergök - Enver Paşa’nın sınıf arkadaşı

Ziya Yergök - Enver Paşa’nın sınıf arkadaşı, Sarıkamış Harekatı’na 37 yaşında bir Alay Komutanı olarak katıldı, esir düştü, kaçtı, göreve başladı, tuğgeneral oldu.
Sami Önal, Sarıkamış’tan Esarete isimli kitapta onun anılarını yayınladı.
İşte Sarıkamış Harekatı ile ilgili Yergök’ün gözünden bazı gerçekler...
Kasım 1914
Köprüköy, Pasinler Ovası’ndaki öbür Ermeni köyleri gibi bayındır ve zengin bir Ermeni köyü idi.....
Aralık 1914
Enver Paşa’nın tahkimat hatlarını ve ilerideki birlikleri denetleyeceği haberini alır almaz günlük talimlerimize daha da önem ve hız verdik.... Enver Paşa’nın uzaktaki taburlardan birine doğru geldiğini haber verdiler. Atla dört nala yanına koştum ki Genelkurmay İkinci Başkanı Bronsart Paşa, Harekat Şubesi Başkanı Feldman Bey, Hasan İzzet Paşa (Ordu Komutanı), 9.Kolordu Komutanı İhsan Paşa, Fırka Komutanımız, yaverler, kurmay subaylardan oluşan heyet kenarda duruyor, Enver Paşa da bir eri imtihan ediyor. Selam verdim ve bekledim..... Bölgemize geçinceye kadar konuşarak yürüdük. Öbür paşalar ve maliyeti bizden on adım geriden geliyordu. Enver Paşa “Köprüköyü’ndeki gayretlerinden memnun oldum. İleride senden yine mühim işler beklerim” dedi. Ben “İnşallah. Ama asker nekahat halinde hasta gibidir. Sanmam ki iyi iş görelim” dedim. O “Yaparsın, yaparsın” diyerek .....
Hastalık askerlerin sayısını yarı yarıya azalttı.... askerler firara başladılar.....
Mevsimin de felakette büyük payı vardı. Ya savaşmamalı, ya da yalnızca silah bakımından değil, talim terbiye, nakil vasıtaları, giyim kuşam ve iaşe bakımlarından da düşmandan üstün olmalıydık.
22 Aralık 1914 günü sabah olduktan ve askere Knorr dedikleri sıcak Alman çorbasını içirdikten sonra yola çıktık...
23 Aralık 1914 (Şekerli/Narman) Kolordu 1.Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Merzifonlu Ömer Lütfü Bey Kolordu emrini tebliğ ediyor;
- Azizim, bundan sonra erzak ve cephane beklemeyeceksiniz. Düşmanı süngü hücumuyla tepeleyeceksiniz. Onun İçin cephaneye ihtiyaç kalmayacaktır. Erzakınızı da Tekalif-i Harbiye usulüyle mülkümüzde köyümüzden, düşman arazisinde düşman ambarlarından ve düşman köylerinden sağlanacaktır. Yakında gideceğiniz istikamet bildirilecektir.
- Şaka etme, hiç cephanesiz harp edilir mi? Süngümün de sırası vardır. Sırasıgelince elbette ki süngü hücumu da yapılır.
- Başkomutanlığın emri böyledir ne yapalım. Ağır ve yapılmayacak teklifle dahi karşılaşsak, yapmaya çalışacağız. Gideceğiniz istikametten yük ve binek hayvanları bile zor geçer. Her taraf karla kaplı. Sözün kısası başınızın çaresine bakacaksınız, dedi ve ayrıldı....
24 Aralık 1914
Güneş doğarken Pitkir’e geldik. Bizim fırka karargahı oradaydı. Fırka komutanından emir almaya gittim. Fırka Komutanı hala kalkmamıştı. Kurmay Yüzbaşı Rifat Bey’le biraz konuştuktan sonra Fırka Komutanı kalktı. Yine bizim alay öncü olmak üzere Yukarı Terpenk yönünde yürümemizi emretti. Hava açık ve güneş doğmuştu. Yollar karla kaplı olduğu İçin elde iyi bir harita dahi olsaydı yine de gideceğimiz yönü bulmak bir hayli zor olacaktı. Bundan ötürü bir kılavuz almak şarttı.... Kar diz boyu idi. Yeniden yol sökerek ilerleniyordu. Açılan yoldan asker tek kol düzeninde yürümek zorundaydı. Boyuna yokuş çıktık. Alayın yolu dört kilometre kadar uzadı. Dörderli kolda yürüyebilseydik bir buçuk kilometreyi geçmezdi. Üç saat kadar yokuş çıktıktan sonra tepelere vardık..... Sonra dik bir yokuştan aşağıya doğru indikçe indik. Güneş batmadan iki saat öncesine kadar indik. İniş kolay olmakla birlikte o kadar uzundu ki inmekten usandık. Nihayet, Yukarı Terpenk denilen yerin dibinde bir köye geldik.
Halk bizi karşıladı. Gözyaşlarıyla kucaklaştık..... Az zaman sonra fırka karargahı da geldi. Fırkanın niyeti burada gecelemekti. Çünkü karlara bata çıka gelen asker çok yorgundu. Şekerli’den beri asker hep yürüyüş halinde demekti. Fakat daha sonra, Enver Paşa, karargahıyla çıkageldi. Fırka’nın Bardız’a kadar yürümesini emretmiş ise de Fırka Kurmay Başkanı “Efendim, alaylardan bazıları bugün 40 kilometre kadar yol yürümüştür. Karlar içinde buraya gelmeleri büyük bir başarıdır. Daha ileriye gitmenin büyük döküntüyü doğuracağını takdir buyurursunuz. Bu geceyi burada geçirmeye müsaade buyurmanızı dileriz” gibi sözler söylemiş. Enver Paşa da “Hiç olmazsa bir alay Kızılkilise’ye gitmelidir” emrini vermiş, kendisi ilerlemiştir.
Bizim 83. Alay öncü olduğu için köyün çıkışında mola vermişti. Enver Paşa maiyeti ile birlikte yanımızdan geçip gitti. Biz de Kızılkilise’ye gitmek emrini aldık. Enver Paşa’nın selamsız sabahsız gitmesi, düşmandan eser olmadığına hükmettirerek bizi de harekete geçirdi. Güneş batarken adi yürüyüşle yola koyulduk.
Alayın önüne düştüm. İki saat yol aldıktan sonra Kızılkilise’ye geldik. Burası Terpenk kadar büyük değildi. Terpenk hep Türk olduğu halde burada insandan eser görmedik. Fakat mal, davar vardı. Asker evlere, ahırlara yerleşti. Karakol çıkarılmasını istemeyerek emrettim. Çünkü asker çok yorgundu. Adım atacak takatı kalmayan askerin ileri karakolda görev yapacağına aklım kesmez.
Bir ahırda ateş yakmış ısınırken yavaş yavaş köylüler gelmeye başladılar. Buranın bir Kürt köyü olduğunu o zaman anladık. Bunlarla görüştüğümüzde biz gelmeden önce Kazakların buraya geldiklerini, onun İçin köylülerin dağa kaçtığını anlattılar. Geceyi burada geçirdik. Fakat Kürt’ler bizi rahat bırakmadılar. İkide bir askerden şikayetçi oluyorlardı. Askerler köylülerin mal-davarlarını kesiyorlarmış. ....Sabah kalkıp köyü dolaştığımda acı bir görüntü ile karşılaştım. Yaklaşık 20 kadar koyun ve keçinin boğazlandığını, bir kaç öküzün kesildiğini ve derilerinin çarpıklık İçin soyulduğunu gördüm. Kürt’ler zarar ziyan parası istiyor, taburlar ise para değil tutanak bile vermek istemiyorlardı. Tabur Komutanlarına “Ordunun şerefini ayaklar altına alıyorsunuz” dedim. Tutanak verdiler. Sabahın saat dokuzunda yola çıktık. Fırkanın diğer alayları da bize yaklaşıyordu. (Çok yorgun olan askere acıyarak hafif Konak karakol tertibatı aldırmış, devriye vs.den vazgeçmiştim. Oysa ki genç asker yorgunluğunu çabuk gideriyor, aklına gelen kötülüğü yapıyor. Bundan şu anlaşılıyor; asker ne kadar yorgun olursa olsun, askerliğin gereği yapılmalıdır.)
25 Aralık 1914
...25 Aralık günü 83. Akay yine önde yürüdü. Öğle ve ikindi arasında Bardız’a vardık. Bardız’a şimdiye kadar gördüğümüz köylerin en büyüğü, en mamuru, en güzeli idi. Düzenli yapıları ve tek minareli bir camii vardı. Minareye çan asıp kiliseye çevirmişlerdi. Bizimkiler çanı indirmiş, Türk bayrağı asarak yeniden cami yapmış ve ezan okutmuşlardı.
Burada erzak bolmuş. Fakat buraya ilk giren 29. Fırka balını kaymağını, ondan sonra gelen 17. Fırka kalanı almış, bizim fırkaya tortu türünden bir şeyler kalmıştı. Bardız’a vardığımızda Alaya köyün 300 metre kadar uzağında mola verdirdim. Her mangadan iki kişiyi köye gidip mangaları hesabına işlerine yarayan ne kadar erzak elde ederlerse getirmelerini, öbürlerinin çatılan silahların yakınından ayrılmamalarını kesin bir ifadeyle emrettim. Askerler sanırım undan başka bir şey bulamamışlar.. Her günkü
gibi kuru ekmek, peynir ve kavurma ile karnımızı doyurduk....
Fırka komutanının yanına gittim,. Komutan bana alayımla Çilhoroz Dağı’nı tutmamı emretti..... Çilhoroz Dağı’nın Güney ve batısı düz denecek derecede harekata uygun, kuzey ve batısı gayet dik olduğu için harekata uygun değildi. Bu yüzden sola rastlayan kısım zayıftı ve çok kuvvete ihtiyaç gösteriyordu. Buraya gelecek 2. Tabura bu nedenle dar cephe verdim. Büyük, belki bu cephenin iki katı olan bir yeri öncü üçüncü tabura ayırdım.... Tabur komutanları taburlarını aldıkları Emre göre yerleştirmek üzere karşılamaya gittiler. Ben de (ihtiyat) 1.Tabur Komutanı ile birlikte tepenin eteğinde (ihtiyat) yedek mevzilerine gittim.
26 Aralık 1914 günü bilmem gecenin hangi vakti idi. Fırka’dan bir emir geldi. Uyku sersemliği ile zarfı imza edip verdikten sonra emri okudum. Şimdiye kadar olduğu gibi, Fırka emrinden taburları ilgilendirenleri ayrıca Alay emri halinde yazmayarak, doğrudan doğruya fırka emrini imzalayıp, bir derkenarla taburlara intikal ettirip yeniden yattım. Sabahleyin yaver beni uyandırdığı vakit baktım ki 3. Tabur gelmiş, 1. Taburun yanında mola veriyor....
3.Tabur Komutanına niçin mevziini terk ettiğini sordum. Tabur komutanı “Sarıkamış’a gideceğiz de ondan.” dedi. “Sarıjamış’a 82. Alay gidecek. Biz burada kalacağız. Yanlışınız var.” dedim. Tabur komutanı “Efendim fırka emrinde Sarıkamış’a bizim gideceğimiz yazılı.” dediği zaman orda bulunan 1.Tabur komutanının yüzüne baktım. O da “Evet efendim, bizim Alay Sarıkamış’a gidecektir.” deyince yazılı emri getirttim. Yeniden omudumki tabur komutanlarının dediği doğru. O zaman iyi ki Alay emrini yazmamışım. Eğer Alay emri yazsaydım, uyku sersemliğiyle yanlış anladığım gibi yazacaktım. Bu defa daha büyük bir yanlışlığa eden olacak, hem de büyük bir cezaya çarptırılacaktım.
Bu sırada 82. Alay 2. Tabur Komutanı Yüzbaşı Boşnak Emin çıkageldi. “Alayın sancağı ile birlikte taburumla emrinize hazırım.” dedi. Alayın sancağını niçin getirdiğini sordum. “Alayın sancağı alayda olur. Geçici olarak ayrılan taburda olmaz.” dedim. Yüzbaşı Emin, “Efendim Alay Komutanı Alay’ın sancağı 2. Taburda olur, diye bana teslim etti.” dedi......Bizim 83. Alayın sancağının olmadığına sevinmiştim. Şimdi hiç yoktan büyük bir sorumluluk altına girmiş bulunuyordum. Tabur Komutanına; “Sancağı canından aziz tutacak, gerekirse bu uğurda canını bile feda edeceksin” dedim. O da “Ona şüphe yok” dedi.
Şimdi 83. Alay, 83’ncü Alayın 1 ve 3. Taburlarıyla, 82. Alayın 2. Taburundan meydana geliyordu. (83. Alay 3. Tabur Çilhoroz Dağındaki dar cepheli mevziinde kalmıştı)
83. Alayın Makinalı Tüfek Bölüğü de Bardız’da kalmıştı.
Yürüyüş üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kg.dı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarına oturuyorlardı.
Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı.
Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık.....
...Kimse kimseye yardım etmiyor. Çünkü herkes yorgun, herkes bitkin görünüyor, herkes nefsini kurtarmaya çalışıyordu.
Gittiğimiz yoldan dün gece 29. ve 17. Fırkalar geçmiş olduğu İçin donan askerlerin çoğu da bu fırkalara mensuptu.
Bu çok zahmetli yürüyüşle ikindiye yakın bir zamanda Sarıkamış’ın doğu sırtlarına vardık....
Alayı çamların altına yerleştirdim..... Yolda Sarıkamış’ın alındığına dair haberlerin doğruluğunu anlamak ve Sarıkamış’ı görmek üzere ileriye gittim.
Dün gece 29. Fırkanın baskınla aldığı tepede terk edilmiş bir halde bir kaç makinalı tüfek gördüm. 29. ve 17. Fırkalar dün gece alınan sırtın Sarıkamış tarafında, cephede muharebe ile ve Çerkezköyü’nü düşürmekle uğraşmakta. Enver Paşa’yı hemen avcıların gerisinde denecek kadar ileride, bir kayanın arkasında karargahın kurmuş, muharebeyi idare etmekte iken gördüm. Sarıkamış’ı, orada öteye beriye giden otomobilleri, bir derenin kenarında bulunan iki topun bize doğru ateş ettiğini gördüm. O sırada Ordu Karargahından Hulusi, Harput’u Tahir ve Yüzbaşı Sait beyler yanıma geldiler. “Haydi git, sunucu arkadaşın Enver Paşa’yı gör. Şu Çerkezköyü’nü al, Sarıkamış’ın Fatih’i ol” dediler. Ben de onlara “Aman sakın böyle bir şey hatırlatmayın. Alay yorgundur. Benim kendiliğimden böyle bir teklifte bulunmak adetim değildir. Ne emrederlerse onu başarmaya çalışırım. Sakın şimdi siz gidip de böyle bir emir verdirmeyin. Çünkü başaracak kudreti Alayda görmüyorum. Hasta hasta buraya geldik. Asker bitkindir. Yüzümüze gözümüze bulaştırır, aleme rezil oluruz.” dedim ve oradan hemen geriye Alayın başına geldim ki Enver Paşa’ya rastlamayayım.
Biraz oturduktan sonra Fırka Komutanı Ethem Bey geldi. “Alayınıza vazife çıktı. Ama asker şimdi çok yorgundur. Sabahleyin erkenden hareket edersiniz.” dedi ve bana tutacağımız Çiftememeler Tepeleri’ni gösterip gitti.
Ben tekrar ateşimin başına geldim. Karnımı hafif tertip doyurduktan sonra taburlarda kazan kaynattırıp askere knorr çorbası içirdim.
Saat 19.20 sıralarında Fırka Komutanı yeniden geldi ve “Ziya Bey, gün doğmadan neler doğar. Aldığınız emri şimdiden yapınız. En iyisi budur.” dedi. Ben, “Peki Efendim. Fakat bir kere saha tutacağımız yeri bana gösterin ki yanlış bir iş yapmayalım” dedim. Beraberce dereden tepeden çıktık. Hava gayet berrak, ayın on dördü bembeyaz alanı tamamıyla aydınlatmış bulunuyordu. O gösterdi, ben gösterdim ve tekrar ettim. Şüphesiz ki bir saatte görev anlaşılmıştı. “Baş üstüne Efendim, şimdi emir verin hareket ederiz” dedim. Asker dört beş saat dinlendiği için harekete hazırdı.
29 Aralık 1914
....Fakat kimse ne yapacağını bilmiyordu. Herkesin yetkisi alınmış, komutanlara komuta ettirilmiyor, maneviyatlar kırılmıştı. Üstelik komuta edenlerin çoğu da yetkilerini kendileri düşürmüşlerdi.
Başkomutan ise karargahını bir kayanın arkasına kurmuş, bir an önce Sarıkamış’ı ele geçirme sevdasına düşmüş, daima etrafı gözetleyip duruyordu. Kendi birliklerimizin durumunu bir defa olsun gözden geçirmemişti. Aldığı (yalan yanlış) raporlara göre emirler veriyor, Kolordu ve fırka komutanlarını aracı olarak kullanıyordu. Sarıkamış işi gittikçe sarpa sardığından Enver Paşa sinirlendikçe sinirleniyor, ne Almanlar ne de bizim komutanlar ona karşı herhangi bir görüş açıklama cesaretini gösteremiyorlardı. Böylece işler çığırından çıkıyor, görüşme imkanı olmuyor, her teşebbüs ve her taarruz olumsuz sonuç