21 Haziran 2020 Pazar

1970’li yıllar, Avanos. Yazın ilk günleri.

Evin önünde bir kamyonet duruyor. Kayseri’den yüz çuval şeker gelmiş. Kitap okuduğum kovuğumdan çıkıp çuvalların taşınmasını seyrediyorum. Gazoz şişelerine, şeker çuvallarına, benim ders notlarına, fırından yeni çıkan bazlamaya, bahçeden kopardığı domatese bile dualar okuyan annem yine iş başında, dudakları sürekli kıpırdıyor.
“Bu yaz çok gazoz satılacak inşallah.”
Çuvallar taşındı, kamyonet gitti. Tüm aile içimiz rahatlamış halde sofraya oturduk. Philips radyoda ajans zamanı. Spikerin okuduğu haberlerin içinden bir ara “şekere zam” haberini duyduk. Büyük abim sevinçle “Oh!” dedi., “Tam zamanında almışız şekeri.”
Ertesi gün, babam erkenden kalkmış, evin önündeki camekanda annemle konuşurken gördüm. Canının sıkıldığı zamanlarda yaptığı gibi mendilini sebepsizce katlayıp duruyordu. Az sonra da kalktı gitti zaten.
Annem camekândan salona geçerken kendi kendine mırıldanıyordu: “Deli bu herif anam, sabaha kadar uyumamış!”
Bir saat sonra geldi babam. Rahatlamış, yüzü gülüyor. Maliyeye gidip ihbar etmiş kendini. “Dün yüz çuval şeker aldım, aslında bugün alacaktım. Zamlı almam lazımken ucuza aldım. Farkını ödemek istiyorum.”
Bunları yazdıktan sonra şunu eklemiş Ercan Kesal:
Çocuk aklımla bile anlamıştım, babamın aslında maliyeden değil “utanmaktan” korktuğunu.
* * *
- Yaptıklarından utanmıyor musun? dedi Tanrı...
-Çok utanıyorum, dedi adam...
Tanrı: Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin...
Adam şaşkınlıkla: Cehennem dedikleri bu kadar mı?
Tanrı: Utanmayı biliyorsan, bu kadar...
* * *
Ercan Kesal bu anısının yer aldığı bölüme “Ahlâk utanmayı bilmektir” başlığını koymuş..
Dr.Ercan Kesal