31 Aralık 2018 Pazartesi

Rose


Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı,
sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım
bulabilecek misiniz" dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım
ki,yumuşak bir el omzuma dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir
yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi..
"Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni
kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim... "Hadi sarıl bana..."
Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye
niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı:





"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."






Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş
olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve
hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu
dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.






Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı
çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer
öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu.
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu...





Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...






Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman
yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden
düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona
doğru eğildi...





"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür
dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski
attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları
yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size
aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..."





Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:






"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz...
Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç
kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı
vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız
olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda
dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi
yok...





Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır...
Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey
üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20
olursunuz... Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan,
hiçbirşey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir
yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye
ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak,
üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.






Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil,
yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar,
pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey
yapmayanlardır..."





Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce
başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı
üniversiteyi derece ile bitirdi...





Mezuniyet töreninden bir hafta
sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla
üniversite öğrencisi katıldı.





"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak
için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem
kadının anısına layık bir törendi bu...





Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:





"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"









HER ZAMAN BİR RÜYANIZ VE ONU GERÇEKLEŞTİREBİLECEK RUHUNUZUN OLMASI DİLEĞİ İLE