9 Ağustos 2016 Salı

Evde sıkılan narın


Evde sıkılan narın kabuklarının asla:ATMA ”Gölgede veya 40-50 dereceyi geçmeyecek ortamlarda kurutarak, ufaladığımız nar kabuklarını serin bir yerde saklayalım. Daha sonra 100 gram kaynamış suya, 2 gram nar kabuğu atarak, yaklaşık 10 dakika kaynatıp suyunu hemen her gün çay olarak tüketelim. Böylece başta kanser, kalp ve şeker hastalıkları olmak üzere pek çok hastalıktan kendimizi korumuş olacağız. Hatta çay içmekten üşenirsek, kurutulmuş ve parçalanmış nar kabuklarını, kahve çekme makinelerinde toz haline getirip, bir çay ya da kahve kaşığı tozu salata, peynir gibi gıdalarla direk olarak ta tüketebiliriz. Özellikle şeker hastaları beta hücrelerini artıracak bu tozu tüketmeye özel çaba göstermelidir. Genelde tüm meyvelerde olduğu gibi narın da en değerli yeri kabuğudur. Bir ilaç gibi içtiğimiz nar suyundan arta kalan kabukları da asla atmayalım ve başta kanser, şeker ve kalp olmak üzere hemen hemen tüm hastalıklardan korunalım.

Mona Roza, siyah güller

Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza, siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir, södü lambalar Uyu da turnalar girsin Rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki, ben, Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar Su kenarında Ki, ben, Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev Alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Birgün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler, o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen Bir tüy ki, kapalı gece ve güne Altın bilezikler, o kokulu ten Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza, siyah güller, ak güller.

21 Ekim; Bugün,

21 Ekim; Bugün, Büyük bir Aydınlanmacının, Atatürkçülüğü ve onun ilkelerini özümsemiş, Cumhuriyetin temel ilkelerini Anadolu'da ilelebet yaşatmak için Yurdun dörtbir yanını bıkmadan usanmadan her hafta sonu ilçe ilçe , köy köy dolaşarak Atatürkçülüğe saldırmanın dayanılmaz hafifliğini, Onun en büyuk eserim dediği Cumhuriyete yapılan örgütlü saldırıları anlatan ve yaklaşan tehlikeye karşı halkı bilinçlendirmeye ve uyandırmaya çalışan, yiğit, güzel insan.

Aydın ve bilim adamı Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı'nın Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarınca katledilişinin 15. yılı. Katledildiği yer olan evinin önünde ve Çayyolundaki anıtının önünde Atatürkçü Dostları ile birlikte andık. Ve hep birlikte; ''Ekilir ekin geliriz Ezilir un geliriz Bir gider bin geliriz Beni vurmak kurtuluş mu'' diyerek direncimizi besledik, umudumuzu pekiştirdik. Aydınlığın karanlığı hep olduğu gibi yine yeneceği inancımızı paylaşarak tüm devrim şehitlerini saygı ile selamladık.

Bir beyin sporu olan " BRIDGE "

Bir beyin sporu olan " BRIDGE " oyununa gelismis ulkelerdeki egitim sistemlerinde , giderek yaygınlasan bir sekilde yer verilmektedir . Briç ; - Plan yapmak ,

- Olasılıkları hesaplamak ,

- Her eli oncelikler , belirli bir tempo ve iş planı ie oynamak ,

- Yaratıcı gücünü kullanmak , - Beklenmeyen gelişmelere karşı çözüm ( ler ) üretebilmek ,

- Risk almak , paniklemeden doğru karar verebilmek ,

- Ekip oyunu ile , disiplinli olarak , kurallara uymak ,

- Dürüst olmak , ahlak ve etik kurallara bagli olmak , - Heyecan ve duygu kontrolu ,

- Son ele , son ana kadar disiplin ve ciddiyetten uzaklaşmadan , rakibe saygıyı elden birakmadan , oyunu tamamlamak , şeklinde ozetlenebilecek bileşenlerle bütünleşir. .Genç yönetici adaylarına yukarida anilan yetkinliklerin geliştirlmesinde yardimci olur . Eksik yonlerin , adeta “ tedavi edilerek " iyileştirilmesine katkilar saglar .

El Sallamıştı

El Sallamıştı, baba, yolun,açık olsun.

Sende,bir babasın ,artık.

Kulağıma,fısıldadı, annem.

Anlatırdı, misallerle babam.

Fısıltılar, ruhuma.

Anlatılanlar, yaşantım dı sanki.

Harpler,darpler,yoksulluklar, Kıtlıklar gördü.

Of demedi, bir gün.

Mücadele etmek,

Şevk verirdi,sanki.

Yetişdikçe,evlatlar,

Onlarla,büyür gibi...

Neşeli,şen,şakrak.

Böyle durulur,ancak.

Hayatla,mücadele.!

Yaşayarak...

16 EYÜL.2014 Bozlar.

Beyin gücünü geliştirmek için öneriler

1. Derin Nefes Alın. Daha fazla hava kanınız –yani beyniniz- içerisinde daha fazla oksijen anlamına gelir. Nefesinizi burnunuzdan alın ve mümkün olduğunca diyafram kasınızı kullanarak ciğerlerinizin alt kısmını doldurmaya çalışın. Birkaç kez derin nefes aldığınızda bu sizin hem gevşemenizi sağlar hem de daha net biçimde düşünebilirsiniz.

2. Dik oturun. Duruşunuz bedeninizdeki fizyolojik mekanizmaları ve dolayısıyla zihinsel süreçlerinizi etkiler. Bunu kendi kendinize kanıtlayabilirsiniz. Kafanız öne doğru sarkmış gözleriniz yere bakar ve ağzınız açık biçimde matematik işlemleri yapmayı ya da bir problem çözmeyi deneyin. Sonra aynı şeyi bir de dik vaziyette otururken ağzınız kapalı ve karşıya ya da hafifçe yukarıya bakar durumda deneyin. İkincisinde zihninizin çok daha kolay çalıştığını göreceksiniz.

3. Doğru düşünme alışkanlıkları. Birkaç hafta belli bir problem çözme tekniği üzerinde çalışın. Kısa sürede alışkanlık haline geldiğini göreceksiniz. Gördüğünüz her şeyi bir an için yeniden dizayn etmeyi deneyin bu da bir süre sonra alışkanlık haline gelecektir. Bir parça çaba sarf ederek yararlı düşünme alışkanlıkları geliştirebilir ve sonra bunları çabasız biçimde kullanabilirsiniz. Alışkanlığın gücünden yararlanın.

4. Ölü zamanları değerlendirin. Arabayla bir yere giderken bekleme salonunda beklerken ya da boş boş otururken geçen zaman değerlendirilmezse ölü olur. Bir kasetçalar ya da CD çalar ile arabanızda ya da boş zamanlarınızda yabancı dilde ya da kendi dilinizde bilgilendirici bir şeyler dinleyebilirsiniz.

5. Yabancı dil öğrenin. Yeni bir dil öğrenmenin beyin işlevlerinde yaş ilerlemesine bağlı olarak gelişen performans kaybını azalttığı görülmüştür.

6. Konsantrasyon ve farkındalık egzersizleri. Zihninizi dağılmaktan alıkoyduğunuzda konsantrasyon ve net biçimde düşünme kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zihninizdeki karmaşayı izlemeyi ve durdurmayı öğrenin. Zihninizin arka planında sizi belli belirsiz biçimde rahatsız eden şeyler dikkatinizi çektiğinde onları halletmenin yoluna bakın. Bu aramanız gereken birini arayıp o işten kurtulmak ya da yapacağınız işlerin listesini çıkarmak olabilir. Böylece en azından şimdilik yapacağınız işleri unutabilirsiniz. Biraz pratik yaparak bu sizin için daha kolay bir hale gelir ve düşünme süreçleriniz daha güçlü olur.

7. Yazı yazın. Yazmak zihniniz için çeşitli yönlerden yararlıdır. Belleğinize önemli olan şeyleri söylemenin bir yoludur böylece gelecekte bazı şeyleri daha kolay hatırlayabilirsiniz. Yazmak düşünme süreçlerinizi netleştirir. Üretkenliğinizi ve analitik becerilerinizi geliştirmek için iyi bir egzersizdir. Günlükler parlak fikirlerle ilgili notlar şiir ve hikayeler yazmak zihninizi güçlendirecektir.

8. Uykunuza dikkat edin. Herkesin uyku ihtiyacı birbirinden farklıdır. Kendi ihtiyacınızın altında ya da üstünde uyumayın. Uykunun saatinden çok derinliği önemlidir. Gün içindeki kısa kestirmeler beynin dinlenmesi ve şarj olması için oldukça yararlıdır.

9. Kafein. Kahve birçok kişi için zihin açıcı özelliğe sahiptir. Ancak fazla miktarda alındığında zihnin çalışmasını olumsuz yönde etkileyebilir. Kafein bazı kişiler için uzun vadede olumsuz yan etkilere sahip olabilir. Ancak kısa vadeli olarak işe yaramaktadır.

10. Şekerden kaçının. Karbonhidratlar genellikle beyninizin bulanıklaşmasına yol açar. Çünkü şeker aldığınızda onu karşılamak için kana insülin salgılanır. Eğer önemli bir zihinsel iş yapacaksanız hemen öncesinde makarna şeker beyaz ekmek ve patates cipsi gibi şeylerden sakının.

11. Hızlı okuma. Birçok kişinin inandığının tersine okuduğunuz şeyi daha hızlı okuduğunuzda onu daha iyi kavrarsınız. Daha kısa sürede daha fazla şey öğrenirsiniz ve hızlı okuma gerçekten çok iyi bir beyin egzersizidir.

12. Spor egzersizleri yapın. Egzersizlerin özellikle uzun vadede beyin gücünü geliştirmesi sürpriz değildir. Fiziksel sağlığınızı olumlu yönde etkileyen her şey doğal olarak beyninizi de olumlu yönde etkileyecektir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar 10 dakikalık bir egzersizden sonra bilişsel fonksiyonlarda artış olduğunu göstermektedir. Beyninizi tazelemek istiyorsanız küçük bir yürüyüş ya da birkaç hareket yapabilirsiniz.

13. Daha etkili biçimde öğrenin. Bir şeyi öğrenmeye karar verdiğinizde hem başlamadan önce hem öğrenme esnasında hem de sonrasında notlar alın. Başlamadan önce kendinize “Şu an bu konu hakkında neler biliyorum?” diye sorun. Ve bunları bir kağıda not edin. Bu zihninizi öğrenmeye hazırlayacaktır. Çalışmayı bitirdikten sonra bir sonraki seans için zihninizde birkaç soru olsun. Ve kendi kendinize “şimdi ne öğrendim?” diye sorun.

14. Zihninizi netleştirin. Dağınık odalar ve ofisler dağınık düşünmeyi körükler. Zihinsel işler yapacağınız yeri buna uygun biçimde organize edin. Zor bir zihinsel işe başlamadan önce bedeninizi esnetin ve birkaç derin nefes alın.

15. Eğlendiğiniz bir şeyler yapın. Bu hem stres düzeyinizi düşürmenize hem de beyninizi tazelemenize yardımcı olacaktır. Yalnız burada önemli olan yaptığınız eğlenceli faaliyete aktif olarak katılmanızdır. Televizyon seyretmek böyle bir amaç için uygun değildir. Zihni geliştirici eğlenceli oyunlar oynamak ya da bir hobiyle uğraşmak kısacası sizi dinlendiren ve eğlendiren bir şeyler yapmak beyninizin daha iyi biçimde düşünmesine yardımcı olacaktır.

16. Beyin egzersizleri yapın. Beyninizi sürekli değişik yönlerde çalıştırın. Bulmaca çözün satranç oynayın bir şeyler ezberleyin. Beynin çalıştırılması sürekli yeni nöron bağlantıları geliştirilmesine yol açar.

17. Yeni şeyler öğrenin. Bu beyne egzersiz yaptırmanın bir başka yoludur. Yeni bir şey öğrendiğinizde beyniniz buna uyum sağlamak için yepyeni bağlantılar geliştirmek zorunda kalır.

18. Bir şeyleri iyi yapan insanları modelleyin. Zeki ve üretken insanlarla birlikte vakit geçirin. Onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışın. Onların yaptıklarını yapın ve onların düşündüğü biçimde düşünmeye çalışın. Onların önerilerine dikkatlice kulak verin. Başarılı insanlar genellikle bunu nasıl yaptıklarını bilmez ve kendilerini başarılı görmezler. Onların söylediklerini değil yaptıklarını yapın.

19. Gülün. Güldüğünüzde salgılanan endorfin sayesinde stres düzeyiniz azalır ve bu da beyin için uzun vadede çok yararlı bir şeydir. Gülmek aynı zamanda sizi yeni fikirlere ve düşüncelere daha açık hale getirir.

20. Oyun oynayın. Beynin uyarılması ölçülebilir yapısal değişikliklere sebep olur. Yeni nöron bağlantıları ortaya çıkar ve yeni beyin hücreleri gelişir. Entelektüel oyunların yanı sıra göz - el koordinasyonunu sağlayan her tür oyun beyni uyarır ve geliştirir.

21. Şarkı söyleyin. Arabanızda yolculuk ederken veya yalnız kaldığınızda üzerinde çalıştığınız konuyla ilgili olarak şarkı söyleyin. Bu sizin sağ beyinle temasa geçmenizi ve onu çalıştırmanızı sağlar.

22. Kendinizin farkında olun. Bu beyin gücüyle direk ilgili gibi görünmemekle birlikte çok yakından ilgilidir. Kendinizi daha iyi tanırsanız ego ve duyguların etkilerinden kaçınabilirsiniz. Özellikle bir şeyleri açıklarken ya da tartışırken kendinizi gözlemleyin.

23. Stresten uzak durum. Özellikle uzun vadeli stresin bedeninizde meydana getirdiği hasarlar bir yana beyninizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Stres düzeyinizi bilinçli olarak azaltmak için gevşeme vb. tekniklerden yararlanın.

24. Kendinizi eğitin. Çeşitli araştırmalar az eğitimli kişilerin Alzheimer’a daha fazla yakalandığını göstermiştir. Herhangi bir alanda eğitim almak beyninizi daha güçlü hale getirir.

25. Yağdan uzak durun. Laboratuvar araştırmaları yüksek yağ oranıyla beslenen hayvanların daha yavaş öğrendiklerini göstermektedir. Mümkün olduğunca zeytin yağı ve diğer türden sıvı yağları kullanmaya özen gösterin. Doymuş yağlar beyin hücrelerinin gelişiminde olumsuz etki göstermektedir.

26. Daha az yiyin. Aşırı yemek sindirim için daha fazla kan akışı demektir ve bundan dolayı beyninize daha az kan gider. Bundan dolayı harcadığınız enerjiyle orantılı bir beslenme düzenini benimserseniz bu beyniniz için daha yararlı olacaktır.

27. Şüpheli gıdalardan uzak durun. Aşağıdaki gıdalar beyniniz için zararlı olabilir: Yapay gıda boyaları içeren besinler, yapay tatlandırıcılar, kola, mısır şurubu, yüksek şeker içeren içecekler, hidrojenlendirilmiş yağlar, şeker, beyaz ekmek ve beyaz un içeren diğer ürünler.

28. Kahvaltı edin. Kahvaltı tüm beden için çok önemli bir öğündür. Ve bu konuyla ilgili araştırmalar kahvaltı eden çocukların diğerlerine oranla daha başarılı olduğunu göstermiştir.

29. Soru sorun. Bu beyninizi formda tutmanın çok iyi bir yoludur. Yalnızca kendi zihniniz içerisinde kalsa bile soru sorma alışkanlığını sürdürün. Zihninize gelen her şeyi sorun ve muhtemel cevaplar üzerinde düşünün.

30. Beyin gücünüzü geliştirme planı yapın. Yeni alışkanlıkların edinilmesi yirmi ila otuz gün arası bir süre alır. Bu durumda uyguladığınız herhangi bir egzersizi ya da alışkanlık değişimini en azından üç hafta sürdürmelisiniz. Herhangi bir tekniğin etkisini hemen görebilirsiniz. Ama her tür tekniğin uzun vadeli yararları çok daha fazla olacaktır. Alıntıdır.

TÜZDER-ÜSTÜN ZEKÂLILAR DERNEĞİ

Çark döndü

Çark döndü, Yaş elli,hesap belli Yaşlı,şişman,bir adam oldum.

İlk aşkımı tattığım, Şehrime geldim.

Yaşlandığı zaman filler, Doğduğu,şehre doğru gidermiş.

Aşkım,sonsuzlarda,Şehrim kalmış.

Romantik duygular,Aşk mektupları,Şiirler.

Ezberimde şimdi.

Aşk acısı,Ayrılık acısı, Yıllarca sürer.

O sıcak nefesinle,yaşar gibi, Aşkla yaşıyorum.

Yeretki aşk olsun.

Aşk olsun,hayat.

19 Eylül 2014 Pazarcık

Neden müzik severiz?

"Klişe cümle, biliyorum: Müzik evrenseldir, müzik bir dildir, müzik bize iyi gelir...

Peki müzik neden ruhumuza işler, gücü nedir? Montreal’daki McGill Üniversitesi’nden Anne Blood ve Robert Zatorre bu soruya yıllardır cevap arıyor. Manyetik rezonans kullanarak insanların müzik dinlerken beyinlerindeki değişimleri resmediyorlar. Müzik dinlediğimiz zaman beyindeki limbik ve paralimbik bölgeler harekete geçiyor ve vücut dopamin salgılıyormuş; tıpkı sex, iyi yemek ve uyuşturucu kullandığımız zamanlarda olduğu gibi. Buradan da şu sonuç çıkıyor: Müzik bir tür bağımlılık yaratıyor. Kompozitör ve felsefeci Leonard Meyer diyor ki müziğin tekrar eden kalıpları sayesinde rahatlıyoruz, rahatlayınca çevremize hakim olduğumuzu düşünüyoruz, mutlu oluyoruz.

Tabii bütün bunlar bir teoriden ibaret. Müziğin gücünü, kalabalıkta ya da yalnız dinlendiği zamanki değişen etkisini, kültürler arasındaki farkların getirdiği zevk alma/almama meselesini tartışmadan, işi sadece hormonlara, neronlara, ya da fiziğe bağlayınca da olmuyor. Belki de ilk duyduğumuz müzik anne kalbi olduğu için, ritimle gelip sessizliğe gittiğimiz için böyle bir gücü vardır, kim bilir? Deneylere, felsefeye devam..."

Pelin BATU

İş adamının işleri

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli…

Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu. İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü.

John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti. Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü.

Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı. İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı. Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok. Herkese başarılar dilerim.

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Okunası İbretlik bir Hikaye

- Kuyruk Acısı... Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an gözgöze gelmiş. Yaradana olan aşkı (yılan bile olsa) yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş; ''Ey insanoglu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edecegim'' demiş.

Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra agzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana hergün bir altın lira verecegim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış.

Herkes sadece oduncunun çok çalıştıgı için durumunun düzeldigini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu hergün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Birgün oduncu agır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluga alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oglunu yanına çagırmış ve yılanın sırrını anlatmış.

''Kör kuyunun başına git ve oglum oldugunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oglu olduguna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oglan önce inanmadıgı hikayenin gerçek oldugunu görünce hırsa kapılmış, ''Kimbilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş.

Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyrugunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oglanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oglu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatagından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oglu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyrugu yok ve kanlar içinde.

Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oglu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı... ''Hatalı olan oglum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş.

Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş.

Haber Ay

Pikiyatri Uzmanı

Psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki; "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir.

· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. · Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı. Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı: “İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler… Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."

N'olur fazla mütevazi olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı". Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum: “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”

Ahmet Şerif İzgören

KARISI KAYBOLAN ADAM

Bir adam polisi aramış :“Karım alışverişe gitti. Dönmedi. 8 saat oldu. Ne olur onu bulun !” demiş.

Görevli polis sormuş : “Karınızı tarif eder misiniz ?” Adam anlamamış “Nasıl yani ?” Polis : “Boyu ne kadar ?”

Adam : “Ne bileyim, bazen yüksek topuk giyer beni geçer, evde yalınayak benden kısa.”

Polis : “Göz rengi ?”

Adam : “Bilemem, bazen yeşil bazen mavi lens takar, aslında galiba ela…”

Polis: “Saçı ne renk ?”

Adam : “En zor soru. Her hafta başka bir renk desem ?”

Polis : “Üzerine ne giymiştir ?”

Adam : “Hiç dikkat etmedim valla…”

Polis : “Peki arabayla mı gitmişti alışverişe ?”

Adam : “Evet !!! Siyah Audi R8, süperşarj 3.5 litre V6 silindirli motor, 290 beygir. İçi geyik derisi taba renginde, LED farları var, sağ kapıda görünür görünmez hafif bir çizik var.”

Polis : “Tamam efendim, arabanızı bulacağız!..

BİR KIZI OLMALI İNSANIN

Canını emanet ettiğin,

Elin Ayağın Gözün Kulağın Her şeyin.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN.

Bir hata yaptığında, gözlerinin içine baktığın, bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin, Vefasına taptığın.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN.

Evinde babasına, annesine karşı nazlı niyazlı, Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN. Herkes terk ettiğinde seni, varlığında da, yokluğunda da, evliyken de, bekarken de babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında, gözyaşlarıyla bağrına bastığın.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN. Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin, Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin, özenle beslediğin.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN. Canıyla canlandığın, varlığıyla anlamlandığın, Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.

BİR KIZI OLMALI İNSANIN. "Dünya bir yana, KIZIM BİR YANA" diyebildiğin..

Kadınlar kendilerini güldüren erkekleri sever...

Kadınlar kendilerini seven erkekleri sever. Kadınlar kendilerine iyi davranan erkekleri sever. Kadınlar seksi erkekleri sever. Kadınlar neşeli erkekleri sever." Bu liste, böyle sonsuza kadar uzar gider. Aslında bilir misin, kadınlar sadece kahramanları sever. Bazen işten yorgun düşüp eve gelip uyuya kalırsın. Üşürsün de hani, uykuyla uyanıklık arasındaki o tatlı geçişte, üzerine bir battaniye almaya kalkamazsın.

İşte tam o anda, üzerine örtülen bir yelek bile olsa; o adam senin kahramanındır. Bazen dünyanın yükü ağır gelir, kaldıramazsın. Gözün ne yemek, ne çocuk görmek ister. İşte tam o anda, kapıdan içeri girip hiç söylenmeden dolaptaki tavuğu nefis bir yemek haline getiren adam, senin kahramanındır. Bazen dünyanın tüm denizlerindeki, tüm gemilerin aynı anda batar. Ailenden biri ölür. Evin yanar.

Ya da ne bileyim pişmiş tavuğun bile hak etmediği her şey senin başına geliverir. İşte tam o anda, bin ton ağırlığındaki başını yasladığın o sağlam omuz, senin kahramanındır. Öfkeden çıldırmak üzeresindir bazen. İş yerindeki yelloz, bankadaki kuyruk, restorandaki kötü yemek, park yerini işgal eden komşun, yıkanmamak için bin dereden su getiren veledin, hiçbir şeyden memnun olmayan patronun el ele tutuşup hayatını film setine çeviriverir. İşte tam o anda, alt dudağın sarkmışken ve tansiyonun 5'e düşmüşken hani; anlamsızca komik bir espri yapıp seni güldürebilen erkek, senin kahramanındır. İçin içine sığmadığı zamanlar yok mu?

Var elbet. Olmaz mı?

Bir neşe, bir delifişeklik hali, içindeki çığlık atan lunaparkı susturamazsın. İşte tam o anda, enerjini ruh emiciler gibi tüketmek yerine, senin mutluluk ülkene çıkmayı göze alan adam, senin kahramanındır. Elinden tutup barlarda sabahlayan, elinden tutup 2 kadeh rakıyı gözlerinin içine bakarak deviren. Elinden tutup bir daha hiç bırakmayan.

Buradan bakınca çok mu karışık?

Çok mu zor? Çok mu, taş taşıdım da yoruldum hali?

Ama hayat, ucuz kahramanlıklarla dolu. Ama gerçek kahramanlık parayla alınmayacak kadar pahalı. İçten gelecek kadar ucuz.. Yapması kolay, pahada ağır, yükte hafif bazı küçük kahramanlıklar. Tek şartı sevmek. Severek yapmak. Kendiliğinden. Öylesine. Bir anda. Tam o anda. Peçete istermiş gibi. Gözüne sokmazmış gibi. Yapıp da başına kakmazmış gibi. Her kadın büyük aşkını aradığı o yolda aslında küçücük bir kahraman arar. Kimisi yolun başında bulur. Kimisi, bulduğunu zorla kahraman yapar. Pek çok kadın kahraman bir babayla doğar. Ya da pek çok kadın babasına benzeyen o kahramanı ararken gözlerini yumar. Bu nedenle, bir kadının kahramanı olmak, hayatta hiç bir şeye değişilmez. Bir kadının kahramanı olmak, süsünüzden püsünüzden statünüzden hiç bir şey kaybettirmez. Bir kadının kahramanı olmayı başardığınızda, çocuğunuzun da kahramanı olursunuz, kendi hayatınızın da.

Bahar AKINCI

Ceviz

Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Ziraat Fakültesi öğretim üyeleri Yard. Doç. Dr. Mehmet Sütyemez ve Yard. Doç. Dr. Muharrem Ergun'un hazırladığı raporda, cevizin insan sağlığına faydaları anlatıldı. Çalışmaya göre ceviz yemek için

9 sebep şöyle sıralandı:

1. Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor. Ceviz tüketimi kandaki kolesterol seviyesini düşürüyor, kalp atışlarında düzensizliği önlüyor.

2. Ceviz kanserden korunma sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

3. Ceviz, damarlarda daha az pıhtılaşma özelliği olan kan tipinin üretimine ve iyi kolesterol oranının kötü kolesterol oranına göre artmasına yardım ediyor.

4. Cevizdeki L-Arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlıyor. Cevizdeki yağ asitlerinin kalp hastalıklarını önleme etkileri var.

5. Ceviz, kavrama ve anlamayı geliştiriyor. Asya'da ceviz hâlâ beyin gıdası olarak kabul ediliyor, bu ülkelerde öğrenciler, sınavlardan önce ceviz yiyerek notlarını yükseltebileceklerine inanıyor.

6. Omega-3 yağ oranı düşük çocuklarda daha yüksek hiperaktif olma özelliği, daha fazla öğrenim ve davranış bozuklukları, daha fazla huysuzluk ve uyku düzensizlikleri gözlemleniyor. Ceviz, bu sorunları önleyen omega-3 bakımından çok zengin.

7. Safra taşı oluşumunun önüne geçiyor.

8. Cevizdeki melatonin, beyin bezesi tarafından salgılanan melatoninin insan vücudunun kullanıma hazır formunu içeriyor. Melatonin, gece çalışan, zaman farkından uyku düzensizliği çeken kişilerde uyuma rahatsızlıklarını ortadan kaldırabiliyor.

9. Cevizin, antioksidan özelliği dolayısıyla kardiyovasküler ve sinir sistemine zarar veren parkinson ve alzheimer gibi hastalıkların gelişimini erteleyebiliyor. Ceviz, manganez ve bakır içeriyor.

YAŞLI ANADAN 5 OĞLUNA MEKTUP !

Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek, Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,

Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım Beş oğul bir kızım için yaşadım Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor, Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor Takatimiz kalmadı işler bitmiyor Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul! İmam usandı, tayin yaptırıp gitti Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem Gelinlerimi severim asla kin beslemem Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!


OĞULLARIN ANALARINA CEVABI

(1. oğul) Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz, Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz. Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!

(2. oğul) Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna, Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna, Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına, Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !

(3. oğul) Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma, Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına, Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma, Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!

(4. oğul) Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım, Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım. Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın? Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !

(5. oğul) Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın, Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın. Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın? Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın! (ortak çözüm) Beş kardeş hanımlarıyla bir araya geldiler. Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler. Bizler ne yapacağız diye düşünürken, aklı gelinler verdiler. Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler..

ETKİLENMELERİMİZ VE MODELLERİMİZ

Ego kendi modellerini yaratırken, sahip olduğu etik ve ahlak değerlerini göz ardı eder. (Belki de etik değerler başta olmak üzere tüm değerler sistemimiz toplumsal yaşamın bir gereği ve sonucu olarak bize bir dayatma şeklinde kabul ettirilmektedir!) Burada egonun eğitimli olup olmaması, sonucu etkilemez diye düşünüyorum. Sadece seçilen modelin kimliği ve düzeyi, kişilere göre farklılık gösterebilir. Önemli olan kendi öznel seçiciliği ile seçimini yapmasıdır.

Ego güçlü değilse, yani kişi kendini tanıma ve aşma noktalarında sıradan davranışlara sahipse, ait olma duygusu ve tutunum gereksinmelerini de sıradan objelere yöneltecektir. Sıradan objeden kastım, kendisine en çok benzeyen, kendisini en çok benzettiği objenin kimliğidir. Yani, varoşlardan bir genç, kendisini hiçbir zaman Fazıl Say ya da Suna Kan ile özdeşleştirmeyecektir.

Seçtiği obje, kendi kültüründe tanımlanmış olmak zorundadır. Yapılan seçimin yansımaları şu şekillerde olabilir : a. Model/obje her yönüyle olumlanır. Yaptığı hiçbir olumsuzluk dikkate alınmaz, bu konuda beynin karar verme mekanizması felce uğramış gibidir, bazı durumlarda fren görevi yapması gereken filtreler devrede yoktur, fanatik yaklaşımlar söz konusudur. (Aşık olma sürecinde de benzer duygular yaşanmaktadır. Beyinle ilgili olarak elde edilen son bulgulara göre, aşkın ilk evrelerinde, geçici bir süre, beynin karar üretme merkezi ile yapılan bir davranış ya da söylenen bir söz karşısında sürekli aktif durumda olan ve kendi doğrularımızı savunmamıza yardımcı olan eleştiri merkezi, kimyasal bir madde ile kaplanmakta ve alınan kararlar ve karşı cins ile ilgili olarak üretilen düşünceler bu nedenle gerçeklikle örtüşmemektedir.) Son olarak, modelle ilgili kararlar üretilirken topluluğun düşüncesi ve kararları egemendir.

Bu süreç yaşanırken, bireyin kendi tutuculuğu devam etmektedir. Çevredeki hakim ideolojide ve ahlak anlayışında bir değişim söz konusu değildir. Değişim daha çok, içseldir. Yani, dördüncü evliliğini yapan sanatçı için; “İyi etmiş, aferin kadına..” cümlesi içsel bir isteğin sonucudur aslında. Kişi, kendi yapamadığını objede onaylamaktadır. c. Burada belki de şöyle bir açıklama gerekecektir: Egonun farkında olmadığı hiçbir şey yoktur. Her duygumuzun ve davranışımızın aslında ne anlama geldiği ego tarafından bilinmektedir. Ama çoğunlukla bunların tamamının bilinç düzeyine çıkmasına izin verilmez. Kişi bunu elbette ki kendisi engeller. Ama bir yerlerde gerçeğin nasıl olduğu/olması gerektiği kayıtlıdır.

Bazı durumlarda ise süper ego, yani toplumsal yanımız, bir karar üretme durumunda olduğumuz sosyal olgular için, dışlama/ ayıplama/ onaylamama süreçlerini başlatabilir. Değer yargılarının çatışması söz konusudur burada. “En kolay inanıp, en zor vazgeçtiğimiz (!)” yargılardır bunlar. Egonun tüm isteği süper ego tarafında bastırılır. Çünkü en kolay şey, öğretildiği gibi yaşamaktır. İnsanlar bu duruma, çok sıradan bir tanımlama ile “çekememezlik” demektedirler. (Bir gece önce yayına giren bir reklam filmindeki, rüzgardan geniş etekleri uçuşarak bacakları görünen kadın model gibi giyinen bir kadın, orta halli bir semtte mutlaka ayıplanacak ve davranışı bastırılmak istenecektir.) Buraya kadar anlatılan durum, egonun tanışmadığı, sadece medya aracılığı ile tanıdığı modellerle ilgilidir. Bu modeller yaşamı doğrudan etkilemezler, etkileri sınırlıdır. Hastalıklı durumlar dışında objenin bireye zararı söz konusu değildir. Sağlıklı ama en uç noktada birey günlük yaşamında seçtiği obje ile fazlaca özdeşleşir, onun gibi konuşup, davranmak ister, onun bilinen repliklerini kullanır, her yönden ona benzemek isteyebilir. İşte, bu durumun aşırılığa kaçması durumunda yukarıda anlatılmak istenen olgu gerçekleşir ve süper ego devreye girerek insanı frenler. Günlük yaşamın diğer bir etkilenme noktası ise bireyin imrendiği, yerinde olmak istediği şahıslarla ilgilidir. Egonun her durumda yapılan her şeyin farkında olduğu bilinmektedir. Kişinin olumlu ya da olumsuz tüm davranışları ego tarafından en saf, en yalın haliyle tanımlanmakta, bilinmektedir. Bireyin herhangi bir duygu durumunu egodan gizlemesi mümkün değildir. Belki, bazı durumlarda farklı duyguların üstü toplumsal baskılar nedeniyle örtülebilir, ama böyle bile olsa, ego, gerçek duygu durumu ne ise, onu bilir. Her durumda, ego, kendi eksiklerinin ve yapamadıklarının/yapmadıklarının farkındadır. (Bu konudaki acı gerçek ise, yapılmayan her konu için egonun kendisini kandırmak üzere programlandığıdır. Egonun yaptığı -ya da yapmadığı- her şey, ne denli toplum dışı, ne denli ahlak dışı, ne denli kural dışı olursa olsun, ego kendisini savunmak zorundadır.

Savunmasına savunur ama bilinçaltında bir yerlerde bu eksiklik hali tanımlanmış ve bilinmektedir.) Konunun günlük yaşantımızdaki yansımalarına gelince. Sanırım bunu da; farkına vararak bilinç düzeyinde hissettiklerimiz ve farkına varmadan bilinç altına ittiklerimiz olarak ayırabiliriz. a. Farkında olduklarımız : Sahip olduğumuz kişiliklerimiz ve geliştirmiş olduğumuz inanç sistemimizden dolayı (dinsel inançları kastetmiyorum) yapmadığımız davranışlar vardır yaşamımızda. Kuyruğa girilerek yapılan bir etkinlikte, bazı insanlar diğerlerinin önüne geçse bile, siz kişilere olan saygınızdan dolayı böyle bir davranışta bulunmazsınız. Ya da benzer olayları trafikte sık sık yaşarız. Siz saygılı bir sürücü olarak bazen insanların sizin hakkınızı çiğnemelerine ses çıkarmazsınız. Kendimizi aşma noktasında, çok büyük bir ilerleme kaydetmemişsek, şu bir gerçek ki, bazen bu tür disiplinsiz davranışlara imrendiğimiz olmuştur. Çünkü ne denli toplumsallaşırsak toplumsallaşalım, derinde bir yerlerde, sahip olduğumuz bir ilkel benliğimiz vardır. Ve bu tür davranışlar o benliğin bir yansımasıdır. b. Farkında olmadıklarımız : Konumuz, asıl olarak, bununla ilgili. Sanıyorum düşünsel dünyamızın önemli bir kısmını bu duygular teşkil etmekte. Şöyle anlatmaya çalışayım:

(1) Birlikte yaşadığımız ve değer verdiğimiz insanlar vardır. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, evli isek eşimiz ve çocuklarımız ya da arkadaşlarımız, dostlarımız. İnsan seçicidir ve farkında olmasa, inkar etse bile bencildir. Yakınlaştığı insanı mutlaka kendisine benzetmek ister ya da zaten kendisine benzeyenle yakınlaşmak ister. Kendisine olan hayranlığı ve kaçınılmaz narsist eğilimleri yüzünden, karşı tarafta kendi yansımasını görmek ister. Ama bu her zaman mümkün olmaz.

Ya seçeneğimiz yoktur; annemizi, babamızı biz seçmediğimiz için onları eksikleri ile kabul etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktur, ya da eş seçimini yapmış, başlangıçta bazı şeyleri göz ardı etmiş, “nasıl olsa değişir ve bu eksiğini tamamlar” diye düşünmüş ama sonradan karşı tarafın eksiklikleri taşınamaz/tahammül edilemez hale gelmiştir.

(2) İşte bu durumlarda, yakınımız olan kişide eksik olan şeyi bir başkasında bulduğumuzda, o kişiden etkilenmememiz mümkün değildir. Yani karşımıza farklı anlamda bir model çıkmıştır. İnsan modellere oldukça düşkündür ve yaşamında benzemek isteyebileceği, hayranlık duyacağı objeler olmasını ister farkında olmadan.

(3) Sanıyorum insanlar arasındaki ilişkiyi asıl olarak belirleyen duygu durumu budur. İlişki kurduğumuz ya da kurmak istediğimiz insanlarda mutlaka en yakınımızdaki insanlarda olmayan bir şeyler buluruz. (Belki de bazen de bulduğumuzu sanırız.)

Bulduğumuz şey ise, karşıdaki insanın bize benzeyen yönü ya da yönleridir. Sonucu tek cümleye indirgeyecek olursak; insan iflah olmaz bir şekilde, kendisine aşık bir memelidir. Ve çoğunlukla narsist eğilimleri vardır. iyi pazarlar.. saglikla, sevgiyle kalin,

Nazmi Alacadagli.

SAYKO

Adı Mamado, Köçker oğlu Mamado, Saf temiz, kara yağız Mamado Saflığı ,aptallığından değil, İnsan sevgisiden. Doğa sevgisiden, vicdan temizliğinden di. Merhametli şefkatli Mamado Bu yüzden adı saf Mamado Her evin bir salakosu vardır. O da Evinin salakosu Mamado Babası ölmeden önce, - Mamado , kardeşlerin sana emanet, akraba evliliğinden hepsi geri zekalı. Sen hepsini yola getirirsin . Dedi, ve Mamado ya , emanet etti. Mamado , babasının ölümünden sonra kardeşlerine sahip çıkmış. Gece gündüz demeden , ne iş olursa çalışıp, onların geçimlerini sağlıyordu. Zaman geçtikçe kardeşleri büyüyor. Kazancı yetmiyordu. Büyük şehirlere çalışmaya gitti. Saf temizliği , çalışkanlığı ile hiç işsiz kalmadı.

Çok iyi paralar kazandı. Ailesine sürekli para yolluyor geçimlerini sağlıyordu. Memleket özlemi içine çökmüştü.

-Şöyle bir memlekete gideyim. Anamı , kardeşlerimi göreyim diyordu. Kış başları idi. İşler biraz durgunlaşmıştı. Fırsat bu fırsat geleceğini kız kardeşine bildirdi. Oda

-Aman ,ağabey gelmene gerek yok , kış kıyamet ,para yolla yeter dedi. Mamado çok üzülmüştü . - Ben hasretle yanıyorum , kardeşimin düşüncesi bak dedi. Sonra gitti memleketine ,hasretlerine kavuştu. Annesi, sık sık ona - Mamado hayata ,hep saf gözlerle bakma , biraz şeytan gözleri ile gör derdi.

Anne yüreği işte, evlatlarının hiç birini ayırmıyor. Mamado nun Haklıyı haksızı ayırmasını sağlamaya çalışıyordu. Bu yüzden uyarıyordu. Gel zaman git zaman , Mamado bu durumdan sıkılmaya başladı. Beynini sorguluyordu. - Babam ölmeden, hepsini bana emanet etti. Hepsi çok şükür sağlıklıİ işi salaklığa vuruyorlar galiba diyordu. Bir gün kız kardeşini görmeye geldiler. Kız kıyametleri koparıyordu - Ben o salako ile evlenmem diye. Mamado - Kızım şimdi evlenmezsen ne zaman evleneceksin, sonra kısmetin kapanır dul çocuklu biri ile evlenirsin, her şey zamanın da olur, dedi. Kız kardeşi - Evlenip te ben mi çalışayım. Zengin olsun dul olsun. Bu yaşa kadar ağabeyim baktı , bundan sonrada sen bakacaksın moruk derim. Dedi O zaman Mamado anladı. - Niye evlensin ki verdiğim paralarla kolları bilezik dolu. Şıkır , şıkır oynatıyor. Herkes kesesini doldurma peşinde ,ekmek elden su gölden demekten kendini alamıyordu.

- Nasıl da hemen anladı adamın salako olduğunu. Bizim kıza baksan sanırsın kırmızı şapkalı kız. Kıyamazsın ormana salmaya . - oysaki . nasıl da uyanık, giydir kırmızı şapkayı, sal ormana kurdu yesin gelsin. - Kendi salakolukla epey yük tuttu. Salako, salako ile evlenir mi dedi. Salak görünüp akıllı mı olmak, yoksa , akıllı görünüp salak mı olmak doğru, hangisi daha iyi , diye düşünüyordu. Bir gün kahvede arkadaşları ile sohbet ediyorlardı. Herkes her şeyin farkında idi. Mamado ‘n un durumu ortada idi. Mamado , Köy öğretmeni Abdurrahman hocaya ,dönerek

- Bilge adamsın , hocam - Sağ elini kullana salak, sol elini kullanan solak mı olur. Sol elini kullanan daha mı zeki oluyor. Diye soru sordu, Abdurrahman beyin saçları çoktan dökülmüş, orta boylu sakin tavrı ile tam anlamı ile bir bilge adam gibi idi. Abdurrahman bey, konuşmaya başladı. - bunu bilemem ama dedi , gülümsedi. -İnsanın günde iki defa aptallık saati varmış. Eğer bu saatte önemli bir şey gelirse bu durum ömür boyu sürer. O, da şansına, evlilik, iş görüşmeleri, rastlantılar. Televizyon kanallarında ünlü politikacıları seyrediyoruz. O kadar , saf masumca konuşuyorlar ki ,insan şaşıp kalıyor. Bu insan bu kadar saf, dürüst işleri nasıl yürütüyor dersin . Konuşmasına devam ediyordu.

-Türkiye’ n in en zengin iş adamlarına bakıyorsun , Televizyon programlarına çıkıp bölge ağzı ile konuşuyor, şaşıp kalıyorsun, kaç dersin. O saf halleri ile , halk dal kavukluğu yapıyorlar. İş yerlerinde ise herkesi titretir. Bütün görüşmeleri İngilizce yapar, şaşar kalırsın. Demek ki Televizyondaki, adam, odasında tir tir titreten adam. Salokolar , işlerine gelmedi mi , dünyanın bir numaralı beceriksiz, iştahsız salak rolünü oynar. İş yerlerinde nerde çalışkan varsa onu koşturulur, öbürleri salakları oynar. Aldıkları maaş aynıdır. Çalışma – koşma- karışma prensiplerine göre hareket ederler. Aslında kafaları zehir gibi çalışır. Çalışkan olanda otomatik, durmadan iş olmasını ister. Durunca sanki arıza yapacakmış gibi. Bütün performansını işine verir. İştahlıdır. Dersin aşka enerji ayır, sonra da aşta başarısız olur. Armudunu, başkası dişler. dedi Abdurrahman hoca devam etti.

-Aşırı temizlik , tembellik, hırsızlık ( kloptamanlık), kıskançlık , cimrilik, kumar, aşırı hırs bir hastalıktır dedi. Mamado nun zihni iyice açılmıştı. Olayları daha net anlıyordu. Büyük şehirler de çalıştığından çok şey görmüş öğrenmişti zaten. Abdurrahman hoca konuşmasına devam ediyordu. - Acaba bizler salakoların pozisyonuna düşmemek için kendimizi yönete biliyor muyuz. Yoksa rasgele mi hareket ediyoruz. Toplumda iletişim nasıl diyologum nasıl, topluma duyarlı mıyım. Evimize hep aynı yoldan mı gidiyoruz. Bazen otobüse binip, insanlar ne konuşuyor, toplumun sorunları ne memleketin meseleleri nasıl. Yoksa insanlar hep geçim derdine mi düşmüş. Balık gibi , derya içinde yüzer deryayı bilmez. Bu kadar kültürlü toplum da yaşıyoruz. İletişim çağında acaba öğrendiklerimizi çevreye yaya biliyor muyuz, dedi. Sonra -Mahalle kahvelerine gidip dert leşi yor muyuz. Mahalle parkına gidip, çocukların neşeli tavırlarına bakıp mutlu oluyor muyuz. Okul önlerine gidip çocukların gençlik neşesinden etkileniyor muyuz. Hasta haneler de hastaları ziyaret edip , kendi sağlığımıza önem vermenin gerekliliğini anlıya biliyor muyuz. Allah’ın verdiği cana bakmakta bir ibadettir. İçki sigaradan uzak durup , sağlıklı beslenmeğe dikkat edip , önem verip, obezite olmamak için , spor yapmanın gerekliliği ile ilgili bilgilerimiz nasıl. Alkol şeytanın kanıdır. Obezite nin alkol ve sigaradan daha zararlı olduğunu biliyor muyuz. Eskiden ne zaman şişman birini görsem , başkalarının hakkını yemiş şişmiş diye düşünürdüm. Acaba doğru mu düşünmüşüm , Afrikalılar neden hep zayıf , düşünüyor muyuz. Dedi Mamado konuşmalardan çok etkilenmişti. Doğruları daha net görüyordu. Uyanık görünüp , salak olmaktansa, salako görünüp uyanık olmak daha iyi dedi. Baktı ki Mamado , kardeşleri işi salakoluğa vuruyor, işlerini gördürüyor. Esasın da hepsi cin gibi.

-Esas saloko benim dedi . Annesini öğüt ü de hep kulağında idi - Her şeyi hep saf gözü ile görme, birazda şeytan gözü ile bak Demişti. O günden sonra ,onlara işleri tek tek yaptırmaya , salako hallerini kullanarak, yola getirmeye karar verdi. Salako, salako dolaşarak, aklını kullanıyor. Saf salak rolleri ile her işi gördürüyordu. Salakoların en büyük özellikleri, kişiliklerini gizlemeleridir. Başkalarının kişiliğine bürünmek, başkalarının gölgesinde yaşamak, anne ve babalarının kişisel mirasından yararlanmak atamet duygusuna kapılıp, işi aptallığa uyuzluğa tembelliğe, kafasının çalışmamasına babamın adı hıdır, elimden gelen budur, mantığına göre hareket etmektir. Ahmak çabalar her şey olacağına varır demek. Mamado ,bunu çok iyi anlamıştı. Bir gün yine köy öğretmeni Abdurrahman hoca ile kahvede, konuşmaya daldılar. Abdurrahman bey -Kadercilik. Şansızlık, bahtsızlığa sığınma , salakoların özelliklerini say say bitmez. Bir salakoyu çözmekte insanı, filozof. Psikolog, psikiyatri bölüm başkanı yapar dedi. Mesele, işin özünü tespit etmektir. Toplum da neşelidir, güldürü, espiri yapan ve bu işin nasıl yapılacağını en iyi salakolar bilir. Harem ağası gibidir. Bu işin nasıl yapılacağını çok güzel tarif eder. işi yap , demeye gelince yapamaz dedi.

Mamado ,artık her şeyin farkındadır O günden sonra, her işi şakaya vurup, işten kaçar olmuştu.

-Tarlayı bağı kim sürecek, budayacak. Nasıl olsa epey kardeşim var, ben en büyükleriyim bana mı düşer deyip, sabahları geç uyanıyordu, kardeşleri de ona kıyamaz olmuşlardı, adeta yer değiştirmişlerdi. Artık bağa bahçeye onlar gidiyorlardı. Mamado gel zaman git zaman salakoluğu iyice benimsemişti . Bu arada komşu kızına vurulmuştu. Kızda bir hava bir çaka forsundan yanına yaklaşılmıyordu. Güldürülerle espirilerle komşu kızını mest etmiş, forsunu çakasını söndürmüştü. Sonrada baktı ki çok gülüyor - Buldun Maraşlıyı eğlen bakalım diyordu. Bir süre sonra düğün dernekle evlendi. Mutlu olmuş ,mutlu da etmişti. Çoluk çocuk düşünüyordu. Çocuklar çalışkan olsun her işe yatkın olsunlar istiyordu. Salakolukla her işi onlara gördürecekti. Sonra onlarda onu, örnek alacaklar , herbiri birer salako olacaklardı. Mamado nun , işi kahvede , gırgır şamata yapmaktı. Kendisi ile dalga geçmelerinden umulmadık zevk alırdı. Bir insan ancak bu kadar olgun olabilirdi. Kendisi de duyulmadık espiriler yapar dersin ki sanki çağdaş hasrettin hoca. Mamado işi salakoluğa iyice vurmuştu. Maraş’a çocuğu için beşik almaya gider, beşiğin adını unuturdu. Sonra da eli ile sallayarak, çocuklar için nenni , nenni alacam der. Sonra da arkadaşlarına döner

- Adı neydi. der

- Arkadaşları

- beşik olduğunu söylerdi.

- Nüfusa gider çocuğunun adını unuturdu.

- Kavaklar da uzun uzun sallanana ne denir.

- Aklına gelen her şeyi sorar ,ama bir türlü adını çıkaramaz . sonra da , Mamado kestirmeden giderdi. Arkadaşları

-Komşu kızını aldın ama ,sana fors atıyor dediklerin de , O da

- Güldüremediğin kadını ,elde edemezsin, ben espirilerim le, tarla da onun forsunu kırdım ya, evlendim. işi ne şimdilik bana çocuk yapsın yeter. Tarla da bağ da çalışan adam lazım. Tarlaya bağa ben mi gideceğim yetiştirsin, yetişsinler onlar gitsin diyordu. Her gün kahve ye giderdi,

- Enayileri ,avanakları ,biraz soyuyum derdi. Oyun oynarken , şakaya şakra ban lığa, vurup, okeyde taşı, kağıtta oyunun da , kağıt çalar araklardı . Sonra da

- Oyun da hile yapmayan aptaldır derdi. Keyifle, oyunda hile yapmanın asaletinden güzelliğinden zevkinden bahsederdi . Harpte bir hiledir derdi , Yendiği zaman da, - her kes beni saloka zannediyor, ama aslında ne kadar da zeki olduğumu görüyorsunuz derdi. Aptallık ayrı salakoluk ayrı der, espiriler yapardı. Mamado gel zaman git zaman Almanya ya gitti. Kendisi bir yolunu bulur işten kaçar çalışmazdı. Çocuklarını çalıştırırdı. Hepsi de çalışkan, anne çalışkan, anne belli , baba da belli ,dersin bu kadar zeki çocuklar nasıl doğdu. Bir taraftan para kazanıyorlar bir taraftan da boks çalışıyorlardı. Nazlı büyüttükleri kız kardeşlerine, kim yan baksa birinci değil ikinci değil üçüncü dünya harbi çıkarırlardı. Kardeşlerini o kadar çok seviyorlardı ki . Sonra da dayanamadılar. Güzeller güzeli kız kardeşlerinin hiç mi seveni olmayacaktı, turfanda olarak mı kalacaktı. Sonra memlekete temelli döndüler. Memlekette saf çok, Mamo da çok uyanık ya , kardeşleri onun saflığından yararlanıp ,elindeki evi almak için ,evrak imzalatmışlardı. Şimdi de tabii ki ev kendisinin değildi. Her zaman uyanık olması ile öğünen de, faka basamaz mı. Mamado da faka basmıştı işte. Bu zaman da , bir evi on kişiye satıyorlar. Sahte senet çekler le mafyalarla insanları tehdit edip soyuyorlar. Kadın evleniyor, bakıyor ki adamın dördüncü karısı olmuş, bir bakıyorsun sahte evraklarla kadını boşamış. Memoda uyanık ya. Her seferinde faka basıyor.

Aldığı emekli maaşını, aldığı gün kumar yatırıyor. Arkadaşları onu tongaya düşürüyor. O da

- Yazık diyor, arkadaşlarımın çoluk çocukları aç, düştüğü durumu böyle , savunuyor. -peki ya senin çocukların diyorlar. Memo da onları hesaba koymuyor. Çok uyanık ya. Mamado

- Memleket te , herkes uyanık ya , herkes benim yolumu tutmuş. Ben salakoydum şimdi tam anlamı ile ,aptal oldum. Diyordu. Bir gün annesi, beyin kanaması geçirdi. hastaneye yatırdılar, tedavi altına alındı. Cepte para yok ,pul yok. Nasıl taburcu olacak. Dayısı Şark kurnazlığı işte. - Benim elbiseyi giy, hastaneden kaç dedi. -Benim canımı alacak değil ya , bakacaklar ki sakallı dal taşaklı , sonra da beni bırakırlar dedi. Annesinin de aklına yatmıştı. Ama Mamado, son anda para getirince plan dan vaz geçmişlerdi. Mamado , ne yapmış etmiş, yoktan var etmiş , anasını hastane kapısında bırakmamıştı. - Ana hakkı ödenir mi , ona ne yapsam az. Diyordu. Bu olaydan sonra , Mamado kahve de arkadaşları ile toplanmıştı.

-Geçmiş olsun Mamado dediler . Durumu nasıl oldu. Mamado

- Sağ olun iyi , çok iyi dedi Kimileri - Hastane , masraflarına çok güzel çözüm bulmuşsunuz diye sırıtıyorlardı. Mamado’ n un biraz canı sıkıldı . durumu anlayan Abdurrahman hoca - Toplumda böyle binlerce örnek var. dedi -İnsan zora düşünce her şey aklına geliyor. Zorluklar insanları yeni buluşlara icatlara sevk ediyor. Edison elektriği bulmak için 1000 defa denemiş olmamış. Hanımı devamlı evdesin çık biraz hava al deyince , demek ki ampulün içindeki havayı alırsam bu olur demiş. Sonra da ampulün içindeki havayı alınca elektriği bulmuş. Çaresizlikler ,çözüm üretir. Dedi. Devam etti. -Bazen de dünyanın en zeki insanları, en aptal olabiliyor. Einstein’ in öğretmeni ailesine , bu çocuk aptal alın okuldan diyor. Şimdi dünyanın en zeki insanı olduğunu izafiyet teorisi ispatladı. Doğal insanın salako olduğu , aptal olduğu anlar vardır. Aptal mı , salako mu olduğunu anlayamazsın. Mamado Alındaki terleri siliyor konuşmaları dinliyordu. Abdurrahman hoca

-Salakolar der ki, aptallar olmasa uyanıklar nasıl geçinir. salaklığını asalaklığını , bir geçim kaynağı yaparlar. Komiser Kolombo filmin de , hep salako, salako dolaşır. Eski pardüsü sü ile salak salak sorular sorar ama sonunda cinayeti çözer. Salaklığın , içinde zeka, dikkat, sorgulama her şey vardır. dedi. Mamado da bakıyor ki hoca her şeyi , tam anlamı ile açıklıyor. Sonra oda işi espiriye vurdu. Başladı gülmeye -Kadınlar hep varlıklı akıllı erkek isterler. Erkeğin, akıllısını deli ettiğinin farkında mı. akıllı alacan da ne olacak ,zaten deli edeceksin. Dedi . Devam etti.

- En sonunda erkekte her şeyi salaklığa vurur. Burada saloko olmaya hakkı var mı. belirli zaman sonra erkek kadına benzemeye başlar yüz hatları aynı olur, dedi Sonra da - Kadın akıllı , erkek akıllı ise iyi, ya kadın deli ise, kocasını deli yapar mı. Evin dırdırından bıkan erkek, sonra da kendini alkole verip alkol lük mu olur, ya da kumarbaz ,ya da at yarışçısı mı olur.

- Ama dünya düzenini sağlamak için Allah bir akıllıya bir deli , bir deli ye bir akıllı veriyor. Türk toplumunda , en son sözü erkek söyler

-peki karıcım der. Sonra da , adı saykoya çıkıyor. İşi salak lığa vuruyor düzeni saloko lıkla götürür. dedi Her kes önce şaşkın , sonra

-bu mantık karşısın da , söylenecek tek söz budur diyorlar kahkahalar la gülüyorlar mamado bunun için de, sizler bana salako sayko diyorsunuz, hepinizin canı sağ olsun. Diyor. Kahkahalarla gülüyorlar. CEMAL BORANDAG

ŞİZOFRENİ ŞERO

Şermin kolejden mezun olmuştu. Arkadaşları ile mezuniyet töreni için hazırlanıyorlardı. Ailelerin de katılacağı törende her şey mükemmel olmalı idi. Ayla

- Şermin mezuniyet törenin de ne giyeceksin, ben kırmızı bir kıyafet düşünüyorum. Şermin

- Çok iyi düşünmüşsün, ben yeşil giymek istiyorum muradıma ermek için dedi. Gülüştüler Diğer arkadaşları da konuşmaya katıldılar herkes , tasarımlarını tek tek anlatıyor, birbirlerine akıl veriyorlardı. Murat

- Arkadaşlar, artık okul bitti, yıllık hazırlayacağım, mezun olduk, bundan sonra neler yapacaksınız , herkesin düşüncelerini not edeceğim , yıllık mükemmel olmalı , dedi. Herkes tek tek gelecekleri hakkındaki düşüncelerini söylüyordu. Bora ve Şermin bir kenarda oturmuş hayallere dalmıştı. Murat

- Oooo siz böyle, hayal , mayal, ne yapmayı düşünüyorsunuz. Yani bundan sonra sizin de görüşlerinizi alalım dedi. Bora -

- Ben tahsilime devam edeceğim, ailemin ve tabi ki benim isteyim doktor olmak istiyorum dedi Şermin - Benim için yeterli ben, evleneceğim tabi ki sevdiğimle onu bekleyeceğim. Mezun olsun, ondan sonra dedi . Kahkahalarla gülüyorlardı. Balo hazırlıkları tamamlanmıştı. Kızlar dans edecekleri partnerleri çoktan seçmişlerdi. Genç deli kanlılar da çok şık olmanın peşine düşmüşlerdi. İlk kez böyle görkemli bir baloda dans edeceklerdi. Bora uzun zamandır ilgi duyduğu Şermin le dans edecek ve ona açılacaktı. Şermin de ilgisiz değildi, birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Balo gecesi gelip çatmıştı. Aileleri ile birlikte herkes masalarına yerleşmişti. Okul müdürleri ve idarecileri de yerlerini almıştı. Okul müdürü açılış konuşmasını yaptı. Ve sonra -değerli yavrularımızın diplomalarını balonun sonunda vereceğim dedi. Eğlenceleri başlamıştı gençler ve aileleri çok mutlu idiler. Çocuklar dans ediyor çılgın gibi eğleniyorlardı. Ara ara ailelerde danslara eşlik ediyor onların en mutlu oldukları bu muhteşem gecenin, tadını çıkarıyorlardı. Çok mutlu güzel bir geceden sonra herkes diplomalarını almıştı. Yıllıkları da çok güzel hazırlanmıştı. Murat arkadaşlarına çok teşekkür etmişlerdi. bol bol fotoğraf çektirerek, birbirlerine veda ederek ayrılmışlardı. Şermin ailenin tek kızı idi.

Anne ve babası bir dediği iki etmiyor, üzerine titriyordu. Varlıklı, kültürlü bir aile idi. Kızlarını en güzel okullarda okutuyor iyi bir geleceği olması için çırpınıyorlardı. Şermin güzel olduğu kadar akıllı , duygulu, hassas bir kızdı. Ailenin tek çocuğu oluşu on da , farklı bir kişilik yapısı oluşturmuştu.

Şımarmak kapris yapmak, gibi şeyler ondan çok uzaktı. Olgun bir genç kızdı. Bu kişilik yapısı gerek ailesinde gerekse arkadaş çevresinde en önemli özelliği olarak kabul edilir ve çok takdir edilirdi. Kolej de okulun en güzel kızı olarak görülür, başarısı ile ve duruşundaki asaleti onu daima ayrıcalıklı bir yere yerleştirirdi. Ailesi kızlarının hep öğretmen olmasını istemişti. Sonrada ailesinden ayrı kalır, şark garp görür düşüncesi ile koleji bitirdikten sonra ,eğitimine devam ettirmemişlerdi. babası - Bu kadar yeterli , dedi Kısmetini beklemeye karar verdiler. Annesi

- İyi bir insanla evlilik yapar inşallah hep gözümüzün önün de olur. Diyordu. Şermin , tek çocuk olmanın, ağırlığını biliyordu. Sevgi dolu bir kızdı. Ailesinin düşüncelerin de bir fikir olmuştu. Bütün çocukluğu , çok geç bir yaşta çocuk sahibi olan ailesini , kaybetme korkuları ile ve yalnız kalmanın açı yükü ile geçmişti. Çok korkuyordu . Bu korkular , çocuk yaşta geçirmiş olduğu bir gecenin kalıntıları idi. Beş altı yaşları arasında idi. O gece annesi, rahatsızlanmıştı. Şermin derin uykuda idi. Uyanmaz diyerek onu evde bırakarak , hastaneye gitmişlerdi. Şermin tuvalet ihtiyacı ile uyanmış annesine seslenmişti. -Anne , anne Ses yoktu. Dubleks bir evdi. Üst katlar yatak odası alt kat, ise solon ve mutfaktı. Hiç ses yoktu evde , annesinin yatak odasına baktı yoklardı. Aşağıya indi. Hiç kimse yoktu. Avaz , avaz bağırmaya ağlamaya başladı. Ne sesini duyan vardı. Ne gelen ne giden.

Çok korkmuştu, terk edildiğini sanıyordu. Kapıyı açmaya çalıştı kapı kitli idi. Üst kata çıkıp pencereden dışarıya çıkmayı düşündü. Merdivenlerden çıkarken ayağı kayarak düşmüştü . başından darbe almış ve bayılmıştı. Anne ve babası eve geldiklerinde çocuğu yerde baygın buldular, kabus gibi bir gece idi. Annesi - Yavrum , ne oldu sana diye çığlıklar atıyor Annesi hastalığını çoktan unutmuştu. Tekrar hastaneye koştular çok şükür korkulacak bir şey yoktu. Korku ve acı ile bayılmıştı. Bir süre sonra iyileşmiş normale dönmüştü.

O gecenin korkularını hep yaşadı . Büyüdükçe düşünceleri daha da oturuyor , yalnız kalma korkularının gitmesi için yol arıyordu. - Onlar olmadan ne yaparım. Kardeşim yok, arkadaşlarımın hepsi hayatları ile ilgili yönlerini çizdiler ve yollarına gittiler. Ben ne yaparım, babamın istediği gibi yapmalıyım . evlenip çocuklarım olmalı bir sürü geniş bir aileye sahip olmalıyım. Diyordu. Ailesinin haberi yoktu ama Şermin çoktan Bora ile sevgili olmuştu. Sevgilisine derin bir aşk duyuyordu. Onun için şarkılar türküler şiirler yazıyordu. Balo gecesi Bora hislerini Şermin’e açmıştı. Şermin de hislerini ona açmış, sonrada sevgili olmuşlardı.

Bora okumaya karar vermişti.. Doktor olacaktı. -okuyup, doktor olayım ondan sonra da seninle evleniriz diyordu. Şermin’ in bütün dünyası Bora olmuştu. Onunla yaşayacağı hayatın hayallerini kuruyor ,doğacak çocukları ile geniş bir ailem olacak diyordu. Gel zaman git zaman Bora doktor olmuştu. Bu zaman için de meslektaşı Neşe ile yakınlaşmış, Şermin’i çoktan unutmuştu. Neşe ile evlenip yuvasını kurmuştu. Bunu duyan Şermin deliye dönmüştü. - Nasıl olur bunca yıl onu bekledim . benim için şiirler yazan sevdasından deli gibi dolaşan, penceremin altında serenat yapan ,Boraya ne oldu. Kafasını mı yedi, diyordu. Bir süre sonra bunalıma girdi. -kesin tuzağa düşürdüler onu. Büyü yaptılar. Kesin içtiği bir şeye ilaç attılar. Diyordu, Bunları düşüne düşüne evde ne kadar eşya varsa yıkıyor temizliyor, tekrar yıkıyor temizliyordu. Sonra da ne var ne yok hepsini kırıyor parçalıyordu. Temizliğe aşırı bir düşkünlük oluşmuştu. Kirletilmiş, hayallerini temizlediğini zannediyor , sonrada hepsini kırarak yıkılmış hayallerinden kurtuluyordu. Hayaller kuruyor , kuruntular yaşıyordu.

Gitgide içine kapanmıştı. Hiç kimse ile konuşmuyordu. Kuşkulu bir hal içinde idi. Güven duygusu tamamen bitmişti. Ailesine içini açmıyor. Kendi dünyasında ağaçlarla bulutlarla kuşlarla yıldızlarla konuşuyor. Ağlanacak yerde kahkahalarla gülüyor, gülünecek yerde avaz , avaz ağlıyordu. Ailesi bu durumuna anlam veremiyordu. Belki içini açsa ona yardımcı olacaklardı ne söyledi iseler Şermin onlarla hiç dertleşmedi. Aklı gidip geliyordu.

-Çocuktum sizde beni gece bıraktınız gittiniz o gece diyordu, bittiniz sildim sizi de işte. Olmadık senaryolar çiziyor olmuş gibi inanıyordu. Anne ve babası değişken durumundan oldukça endişeliydi. Bir doktora görünmeli diyorlardı. Erken teşhis ile tedavi olur kendine gelir diyorlardı. Biricik kızlarının bu hali onlara derin üzüntü içine sokmuştu. Doktora gitmek için onu ikna etmeye çalıştılar. Ama Şermin doktora gitmesinin gereksizliğini çok iyi ve sağlıklı olduğunu söylüyordu.

- Ben herkes den akıllıyım. Herkesi çok iyi tanıyorum. Aklından geçenleri okuyorum. Endişelenmeyin. Ben kendimi koruma altına alıyorum diyordu. Hiçbir şey dünyanın sonu değil ya. Ben böyle yaşamaktan mutluyum diyordu. Bir gün sokakta gezerken uyuz bir kediyi yakaladı. Çok mutlu olmuştu. Eve getirdi yıkadı pakladı. Mama süt vererek kediyi besledi. Adını Şero koydu.

-Artık uyuzda olsa benimde bir kedim var diyordu. Ona nazar değmesin diye boynuna mavi boncuk bağlamıştı. Her gün yıkıyordu. Kedinin avaz, avaz miyavlamaları evde ve etrafta duyuluyordu. Hayvanın bütün psikolojisi bozulmuş canavar olmuştu. Hayvanlar yaşadıkları yerde, bir süre sonra sahiplerine benzermiş. Şero da tıpkı Şermin gibi, ne zaman ne yapacağı belli olmayan hırçınlıkla, uysallık arasında yaşıyordu Bazen sevimli hırtılar çıkarıyor, Şermin’e sokuluyor , onu sevmesi için adeta cilveler yapıyordu. Banyo zamanı hayvan bir kaplana dönüşüyor, evde delirmiş gibi koşuşuyor ne var ne yok her şeyi kırıyordu. Şermin’ in bütün dünyasıydı. Şero aşağı Şero yukarı. Bütün gününü onunla geçiriyordu. Ailesi Şermin’in bu hallerini görüp için ,için eriyorlardı. Dünya güzeli kızlarına ne olmuştu. Annesi;

- Kızıma nazar değdi. Muska yaptılar büyü yaptılar kızıma diye dövünüyordu. Babası;

- Bu durum öyle değil. Ne olursa olsun Şermin’i bir doktora götürmemiz lazım dedi. Ve sonunda Şermin’i doktorla yüz yüze getirdiler. Doktorun teşhisi ileri derecede şizofreniydi. Bütün dünyaları yıkılmıştı. Şermin tedavi olmak istemiyor kendisini hasta kabul etmiyordu. Devamlı bahçede evde kedisiyle oyalanıyor gününü öyle geçiriyordu. Doktor kedilerin kadınlarla daha uyumlu daha uysal olduğunu söylüyordu. Onu kendi haline bırakmışlardı. Zaman içerisinde evin nazlı kızı Şermin gitmiş yerine Şero gelmişti.

Annesi babası da Şero ‘ yu çok sevmişlerdi. En azından kızlarını oyalıyordu. Şermin bir derdi olsa Şero ‘ ya anlatıyor. İçini döküyordu. Şeminin durumu artık kronik dereceye gelmişti. Anne ve babasının , konuşmalarını yanlış anlıyordu. Kendisinden kurtulmak istediklerini zannediyordu. Anne ve babası için -biz ölürsek, kız geri de kalınca ne olacak. Onun için en iyi çare ölüm dediklerini zannediyor. Çeşitli senaryolarla iki yaşlı insanı, suçluyordu. Bağırıp duruyordu. O nu zehirleteceklerini düşünerek yemekleri fırlatıp atıyor içecekleri döküyordu. - Duydum sizi konuşurken gördüm . beni öldürmek istiyorsunuz diyordu. Tedaviyi reddettiği müddetçe de iyileşmesi imkansızdı. Yine de Allah’tan ümit kesmemişlerdi. Belki bilim bir gün bir çare bulur diyorlardı. Belki de vücudundaki bütün kanı değiştirdikten sonra düzelir diye ümit ediyorlardı. Çözümlere başvurmaya çalışıyorlardı. Sonrada bilimden ümit kesilince hocaya gider “içinde cini varmış” cin çıkartma seanslarıyla, döve döve cini içinden çıkarıp iyileşir diye düşünceler içerisinde çare arıyorlardı. Nihayet , bir dostlarının tavsiyesi ile cinci bir hoca buldular. Hoca - Adın ne ,ananın adını da söyle, öyle bakacağım, dedi Şermin, adını annesinin adını söyledi. Hoca efendi ölçtü baktı , kızı yere yatırdı.

- Odada yalnız kalacağız, bir de oklava getirin , gözlerini bağlamak için de bir yemeni dedi.

Hocanın isteklerini yaptılar. Hoca kızın gözlerini bağladı. Elindeki oklavayı sağa sola vurarak okuyor, okuyordu. Kız çırpınıyor bağlı olduğu için çığlık çığlığa bağırıyordu. Anne ve babasının yürekleri parçalanıyordu. Seans bitmişti. Hoca -bir seferle olmaz rahatlaması için, içindeki cinleri çıkarmam için, birkaç seans denememiz lazım dedi. babası -Çaresizlik insanı bu hale getiriyor. Dedi Ama doktorlarda hocalarda paradan başka bir şey bilmiyorlar. Derdine çare olamıyorlardı.

Ailenin durumu da iyi olduğundan kızlarına çare olur düşüncesiyle her yerden sömürülmeye başlamışlardı. Çocukları için yapamayacağı bir şey yoktu. Ev arsa araba ne varsa yavaşa yavaş ellerinden gitmeye başlamıştı. Neredeyse iki emekli maaşına kalmışlardı. Bütün ümitlerini artık Şero ya bağlamışlardı. Şermin Şero y la bütünleşmiş gibiydi. Arada bir kaybolur sonra tekrar evin yolunu bulurdu. Bir gün Şero Şermin’ in yıkamasına dayanamayıp kendini kapıdan dışarı attı. Kaçış o kaçış. Mart ayıydı. Mahallenin kedileri bağıra bağıra mart ayının zevkini çıkarıyorlardı. Mahallenin her yeri kedilerle doluydu. Şermin Şero yu aramaya koyuldu. Bir türlü bulamıyordu. Günler günleri kovaladı. Şero n un gidişi Şermin’in bütün sağlığını bozmuştu. Onun üzgün içine kapanık halleri bitişik evde oturan Rus kadın Maria’nın dikkatini çekmişti. Mariya da köpek besliyordu. Köpekler sahibine düşkündür, kediler eve düşkündür. Mariya kedinin evden kaçtığını anlamıştı. Şermin’in hastalığını biliyor onun için üzülüyordu. Şermin ,bahçede çaresiz , Şero sunu arıyordu. Mariya - Şermin , ne yapıyorsun sabah akşam? Arıyor arıyorsun. Şermin; - Şero’ yu arıyorum, gitti kayboldu. beni terk etti Maria;

- Uzulme. Aşik olmuştur. Döner. Uzun zamandır üzgün olan Şermin’in içine bir umut ışığı doğmuştur. Ama iç dünyası , çöküntüler içinde idi. Şermin; - Ya araba çaptıysa? Öldüyse? Dedi ve kahkahalarla gülmeye başladı. Maria; - Yok negatif düşünce. Pozitif düşün. Pozitif ol. Aşk ateşi ne zaman söner o zaman döner. - Kopekler sadık , ama kediler kaçar sonra gelir, ev sever , Şermin uzulme gelir. Dedi Şermin Şero yu bekleye bekleye araya araya epey zaman geçmişti. Bir gün baktı arkasında 5-6 tane yavruyla Şero geliyor. Ağlayarak Maria ya koştu.

- Bak Maria. Şero 5-6 çocuğuyla geri geldi. Maria; - Ben demiştim. Aşk var. Ateş söndü geldi. Annesi ve babası çok şaşkındı. Bu yavrulara anneleri bakacak değil herhalde. Bu kadar yavruya biz nasıl bakarız diye düşünüyorlardı. Şermin; - Şero ya bu kadar iyi baktıktan sonra bunlara da bakarız. Ne güzel kocaman geniş bir ailem oldu. Hep istediğim gibi, Şero bana kocaman bir aile verdi. Nankör çıkmadı hem , Şero da yalnızlıktan kurtuldu. dedi Anne ve babası kıyametleri koparmaya başladı.

- Nasıl bakacağız bu kadar hayvana diye dövünüyorlardı.

Şermin hiç oralı olmadı . gözleri ateş gibi parlıyordu. Kazanmanın hazzı ile deli gibiydi. Sanki bir zafer kazanmıştı. Şermin - Hepsi benim , ailem diye kahkahalar atıyor, yavruları inceliyordu. Yavrular o kadar tatlıydı ki. Çekik derin ve parlak gözleri, minik pembe ,burun dudakları ve yanağın yaylarca birleştiği duru yüzleri, gül yaprağı inceliğinde zarif dilleri, her türlü duyguyu ifade etmekte usta üçgen kulakları, gövdeyi dalgalandıran çevik ahenkli omurgaları, yumuşak patileri, ara sıra gizledikleri, yırtıcı tırnakları ve bütün bu güzelliklerin yanında, görkemli kuyrukları ve asil duruşları , Şermin bu güzelliklere hayran hayran bakıyordu.

-Şermin Çok güzelsiniz ama kirlenmişinizdir dedi. Hepsini bağırta, bağırta banyoda yıkadı. Anne ve babası kedilerin miyavlamasına dayanamıyorlardı. İşkence evi gibiydi. Her tarafta kedi miyavlamaları. En son Şero ya sıra gelmişti. Oldukça mücadeleli banyo seansı başlamıştı. Şero Şermin’in elinde kurtularak açık kapıdan dışarı kendini hızla attı. Caddeye fırlamıştı.

Geçen aracın altında kalarak can verdi. Şermin’in bütün dünyası yıkılmıştı. Kahkahalar la gülüyor gülüyordu. Saçlarını yoluyor dövünüyordu. Kahkahalar , atıyor . avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Söyleniyordu. Şero, şero

- Sen benden kaçtın lanet olsun ! sana

-beni terk ettin zaten, sonunda rahata kavuştun Şero! Şermin’in göz yaşlarına, kahkahaları karışmıştı. haykırarak

- Şimdi yine yalnızım işte, elimde sadece, senin yavruları kaldı.

Şero CEMAL BORANDAG