29 Mayıs 2018 Salı

Gavurdağlı



Sen aşk nedir bilir misin?
Gavurdağlı.
Bilemezsin?
Senin halinden,
Ancak,
Gavurdağlı güzeli,
Anlar..!
Zor adamsın zor

Cemal Borandağ
21 Mayıs 2018 Tuzla-İstanbul.
İnsan doğduğu yerin,dağına,çiceğine benzer.!

Mavi Gülüşlü Yarim



Süt kokardı,
Tomurcuk memelerin.
Çocuk doğurmaktan.
Okudukça,okudukça,okudukça.
Şimdi parfüm kokuyorsun.
Eteklerinde,yapraklar,çiçekler.
Zil çalıyor,sevincinden.
Gökyüzü maviliğinde,bir gülüş.
Denizin dalgaları arasında bir gülüş.
Bahar kokulu,
Mavi gülüşlü yarimsin.

Cemal Borandağ
17 Mayıs 2018 Tuzla-İstanbul
Kadınlar gülünce nede güzel oluyorlar

Duyun Sesimi



Esmer yar bana küsmüş,
Yok mu karlı dağları eriten.
Yalpalıya yalpalıya,
Nara atarak,
Türkü,şarkı,şiir söylüyor muşum?
Merhametli insanlar,
Duyun sesimi.

Teselli bulurum,yaylalarda,dağlarda.
Kurtlar kuşlar,börtü böcekler,
Turnalar yoldaşım olsun.
Bir sen bilirsin,ne çektiğimi.
Merhametli insanlar,
Duyun sesimi.

Düştüm sarhoşun eline diyormuş,
Güzelle olan sarhoş olmaz mı?
Var mı benim günahım dostlar,
Merhametli insanlar,
Duyun sesimi.

Cemal Borandağ
12 Mayıs 2018 tuzla-İstanbul
Yalnızlık,ya Allaha,yada vahşi yaratıklara mahsusutur.

Milletvekilinin



Milletvekilinin biri bir köyu gezerken, bağlı olduğu değirmeni döndüren bir eşek görmüş.
Yanında ki köylüye sormuş;
- Bu eşeğin boynundaki zil ne işe yarıyor ?
- Efendim, demiş köylü, o zil sustuğunda eşeğin durduğunu anlıyorum. Müdahale edince tekrar harekete başlıyor.
- Akıllıca ,demiş vekil peki eşek olduğu yerde durupta başını sağa sola sallarsa nereden anlayacaksın durduğunu?
- Anlayamam ama, ne gezer efendim sizin gibi akıllı eşek buralarda.

Fransızlar

Fransızlar, İncil’i ne zaman Fransızca okuyabildi, bilir misiniz?
Ya İngilizler? Ya Almanlar? İncil Latince idi. Başka bir dile çevrilmesine Vatikan izin vermiyordu.
I. Fransuva (François), Fransa kralı emir verdi. Sorbonne Üniversitesi karşı çıktı. Kral aldırmadı. İncil Fransızcaya çevrildi.
Yıl 1530’lar. İngiltere’de VIII. Henri kraldı. O da İncil’in İngilizceye çevrilmesini buyurdu. Çevrildi.
Yıl 1530’lar. İncil’in Almancaya çevrilmesi Martin Luther tarafından gerçekleştirilmiştir.
Yıl 1530’lar. Bu yıllardan sonra bu ülkelerin insanları kutsal kitaplarının ne dediğini okuyup anlamışlardır. Buna karşı çıkan Vatikan ve ruhban sınıfı da eski güçlerini kaybetmişlerdir.
Peki Türkler? Arapça okunan Kuran’ı anlamadan dinleyip ağlayan, hislenen ama ne dediğini bilmediği için imamın her dediğini doğru sanan Türkler?
Kuran Türkçeye ne zaman çevrildi?
Kuran Türkçeye Atatürk’ün önerisiyle 1929’da çevrildi. Atatürk’ün önerisi, Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla çeviri işi yapılmıştır.
Avrupa’dan 400 yıl sonra Türkler, kendi dillerinde kutsal kitaplarının ne dediğini okuyup anlamaya başladılar.
400 yıl sonra. Anlaşılıyor mu efendiler?
Anlaşılıyor mu, din adına her türlü sahtekârlığı yapıp halkı kandıran bezirgânlar?
Anlaşılıyor mu Atatürk’ü ordan burdan çekiştirenler. Atatürk’ü yenemiyorsunuz efendiler. Yattığı yerden sizi yeniyor. Vesselam...
Erdal Atabek

40'LAR MECLİSİ...

Bir zamanlar bilginler ve şairler, 'suskunlar meclisi' adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı.
Üye sayısı kırk kişiydi ve bunu artırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek fakat çok az konuşmaktı.
O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Câmî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi.
Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Câmî oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı.
Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Câmî'ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi.Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi.
Meclistekiler bu kibar cevabın mânasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler.
Başkan listeye Molla Câmî'nin adını ekledi. Kırk sayısının sonuna bir sıfır koyarak, 400 yazdı. Bununla Molla Câmî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Câmî'ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, kırk sayısının soluna koydu.
Yani 040 yazdı. Alçak gönüllü Molla Câmî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu.
Gül yaprağı olmak, kolay değil. Ama, evde, işte, çevrede geçim ehli olmanın, gül gibi geçinmenin yolu gül yaprağı olmaktan geçiyor. Yük olmayıp yük almak, gül yaprağı güzelliğine kavuşmak… Kendi içimizde, ailemizle, çevremizle uyumlu olmanın, ebedi güzellikler yolunda yürümenin müjdecisi.
Gül yaprağı sırrına erenler, sağdaki sıfır gibi bulundukları topluma güç katarlar hem de bire on, ama soldaki sıfır gibi davranıp kimseye yük olmazlar.

Akşamdan Kalma

Akşamdan kalma bir adam, büyük bir başağrısı ile sabah uyanmış. Zorlukla gözlerini açıp, yerinden doğrularak, şöyle bir etrafına bakınmış. Komodinin üstünde bir bardak su ve iki aspirin duruyor.
Yatağın ayakucundaki sandalyede elbiseleri temiz ve ütülenmiş..
Aspirinleri içerken, komodindeki not dikkatini çekmiş;
”Sevgilim, günaydın. Kahvaltın mutfakta. Ben alışverişe çıkıyorum, erken dönerim. Seni seviyorum’.
Kalkıp, giyinmiş ve kahvaltı için mutfağa gitmiş. Bakmış oğlu oturmuş, kahvaltı ediyor. Masada da kendi servisi ve gazeteleri duruyor. Oturmuş, kahvaltısına başlamış ve oğluna sormuş;
- Evlat, dün gece ne oldu, biliyor musun?
- Evet, dün gece saat 3’ü geçiyordu, sarhoş olarak eve geldiğinde. Önce koridordaki sandalyeyi devirdin, ardından kustun, daha sonra da odanın kapısına kafanı çarptın, bir gözün morardı.
Adam, şaşırmış vaziyette:
- Anlayamadım. O zaman niye herşey temiz, kahvaltı hazır ve gazetem alınmış?
– Ha onu mu soruyorsun. Annem seni sürükleyerek yatak odasına götürüp, pantalonunu çıkarmaya çalıştığında,
Bayan, beni rahat bırakın, ”BEN EVLİ BİR ADAMIM” dedin.

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Baba Senin Aşık Olduğun Yaştayım



Neden yağmurlu bir günde,
Aşık olup,sevişmek ister insan,
Doğanın göz yaşları arasında,
Ömrün uzun,
Düğünün yazın olsun.
Yıldızlar,yıldızlar ,yıldızlar.
Baba,
Senin,aşık olduğun yaşatayım.

Cemal Borandağ
06 Mayıs 2018 Tuzla-İstanbul
Deniz,İnan,Aslan.

Bir gün İsak efendi şapkasını kaybediyor.

Bir gün İsak efendi şapkasını kaybediyor. Dünyayı alt-üst ediyor, şapka mapka yok!
Sonunda kendi kendine diyor ki: “Bugün Cumartesi Sinagogda sabah ayininde eşraftan bir sürü adam olmalı. Gideyim de oralardan şöyle bana yakışacak cinste ve tiynette bir şapka yürüteyim.”
Gittiğinde haham ayini bitirmiş, mihrapta çok ateşli ve ciddi bir şekilde on emir ile ilgili vaaz vermektedir.
İsak efendi gittikçe artan bir ilgi ve heyecanla dinler öyle ki vaazın sonunda elini kaldırıp:
"-Sayın Haham ! Bu söylediklerinizle inanın bugün beni günahtan kurtardınız! İnanmayacaksınız, benim çok güzel bir şapkam vardı ve onu kaybettim. Buraya bir şapka çalmak amacı ile gelmiştim, ancak vaazınızı dinledikten sonra, bunu yapmaktan vazgeçtim!”
"-Kutlarım seni evladım, der haham. Bu anlattığın elbette ki bugünkü konumuz olan günahlardan, ve senin kararın takdire şayan ve örnek bir karar.Peki vaazın tam olarak hangi bölümü senin bu günahı işlemekten men etti? Benimle ve cemaatimizle paylaşır mısın?”
_ Sayın Haham , az önce on emir’den bahsediyordunuz. Ve tam da yedinci emiri yani “ zina etmeyeceksin” i anlatırken hatırladım, şapkamı nerede bıraktığımı..

Babamın Arkadaşından Dinlemiştim



Babamın arkadaşından dinlemiştim;
kendisi Of'luydu.

Olay 60'lı yılların Türkiyesinde geçiyor.
Üniversiteye okumaya gitmiş İstanbul'a. Okuduğu dal Elektrik Mühendisliği.
Okulda bir arkadaşı ile bayağı samimi olmuş. Hatta Bizim Karadeniz'in güzelliğini öyle bir anlatmış ki arkadaşına, o arkadaşı da merak etmiş.
Tabii haliyle oflu köyünü merak eden arkadaşını köylerine davet etmiş.
Yaz tatilinde kalkmışlar Of'a, yaylaya gitmişler.
Evde misafir olunca tüm sülale toplanmış.
Sülalenin bir yaşlısı, sormuş;
-'Ne okuyaysunuz?'
Misafir cevap vermiş: 'Oğlunuzla aynı daldayız amca. Elektik Mühendisliği okuyoruz..'
Yaşlı amca şöyle iki gence bakmış bakmış;
kafasına pek yatmamış olsa gerek ki, ekşimsi bir suratla zoraki bir 'Aferum' demiş.
Yemekler yenmiş. Akşam yine hep beraber oturmuşlar.
Sohbet ediliyor, yaşlıların anıları dinleniliyor derken, malum ahşap yayla evi, ortalıkta bir fare peydah olmuş..
Babamın arkadaşı ile misafiri olan okul arkadaşı bayağı bir uğraşmışlar sıçanı yakalamaya ama bir türlü yakalayamamışlar, sıçan kaçmış.
Nerede okuduklarını soran ve dili ucuyla 'Aferum' diyen amca bu sefer sinirli sinirli söylenmiş.
'Ha!... Pi sıçani tutamadunuz. Pen sıçaym sizin okuduğuniz ogula!....'

Aynı Türküyü Söyledik



Evimizin çatısında,
Yıldızları beraber saydık.
Komşumuzun bahçesinde,
Erikleri çalıp,
Güle güle yerdik.
Aksu ırmağının kenarında,
Dilek tutar,
Taş sektirirdik.
Yılanlarla beraber yüzer,kumda debelenirdik.
Deniz kenarında,
Mehtaplı,yakamozlu gecelerde,
Şarap içer,coşku ile dans ederdik.
Erzurum dağları kar ile boran,
Türküsünü beraber söylerdik.
Ne oldu sana canım,
Can candan ayrılır mı?
Birden bire,
Hırçın,aksi.namert oldun.
Nemrutun kızı mısın?
Yoksa.

Cemal Borandağ
03 Mayıs 2018 Tuzla-İstanbul
Türküler yoldaşın olsun!