Usta ve çırak ilişkileri çoklukla zanaatkârlar için kullanılır. Özellikle bir mesleğin öğrenim kurumları yok iken, sadece pratikle öğrenildiği meslek sınıflarında usta olmak ve çırak yetiştirmek becerisine sahip olabilmek önemli bir haslettir. TDK Sözlüğü, usta sözcüğünü şöyle tanımlar; “bir zanaatı ve mesleği gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi başına çalışabilen kimse. Usta niyetine de ‘eli uz, işinin eri ve mahir’ gibi ek tanımlamalar yer alabilir.
Çırak ise, bir mesleği öğrenmek üzere ustanın nezaretinde çalışan kişidir. Tıp mesleğinde de usta ve çırak ilişkisinden sıklıkla söz edilir. Büyük olasılıkla tıp öğreniminin medrese tedrisatı günlerinden kalma bir yaklaşım olmakla birlikte, günümüzde de tıp öğreniminin ustalık hasletleri ve sabırla izlenecek çıraklık evreleri söz konusudur. Genç doktorlar, günümüzde büyük olasılıkla modern tıp eğitimi kurumlarının yadsınamaz katkısı ile teorik olarak çok şeyler bilerek hayata atılırlar. Ancak deneyimlerimle iyi biliyorum ki, kalın kitapların bile içeriğinde olmayan bazı gündelik yöntemleri ve usulleri onlara usta doktorlar, yani kıdemlileri öğretirler. Burada işin püf noktası, usta konumundaki doktorun yılların deneyimleri ile elde ettikleri pratik becerilerini kıskanmadan ve yüksünmeden genç meslektaşları ile paylaşabilmek hasletleridir.
Çırak konumunu içine sindirmeyi bilebilen genç doktorlarında, yılların imbikten süzülmüş deneyimlerini kolayca sahiplenebilmek olanağını elden kaçırmamaları için ustalarına karşı saygılı davranabilmeyi unutmamaları gerektiğidir. Size, tıp mesleğindeki usta ve çırak ilişkisine ilişki bir küçük fıkra sunacağım. Sanırım böylece konuyu daha iyi değerlendireceksiniz.
Uzun yıllar küçük bir kasabanın tek ve yaşlı hekimi olan tıp insanının emeklilik günü gelmiş çatmış. Yerine de okuldan henüz mezun bir genç doktor atanmış. Yaşlı doktor, genç meslektaşını karşısına alarak kısaca kasabayı kısmen tanıtmaya çalışmış. Sonra da, o gün için evlerinde muayene olmak talepleri olan birkaç hastayı birlikte gezerek muayene etmek kararını almışlar. İlk gittikleri evde nispeten yaşlı bir kadın yatağında yatıyormuş.
Şikâyeti sorulan kadın hasta, sindirim sistemi ile ilgili yakınmalarını anlatmış. Her ikisi de hastayı kısaca muayene etmişler. Muayene sonrası yaşlı doktor hasta kadına hitaben konuşmuş; “Senin sorunun bolca çiğ meyve tüketmenden kaynaklanıyor. Bu nedenle çiğ meyveleri azaltmalı ve kısmen komposto halinde tüketerek sindirimlerini kolaylaştırıcı önlemi almalısın!” Yaşlı kadın bu tavsiyeden memnun olmuş ve teşekkür ederek önerildiği gibi davranacağını ifade etmiş. Bu evden çıkar çıkmaz, genç doktor kıdemli doktora nasıl kolayca bu tanıya varabildiğini sormuş. Yaşlı doktor; “Dikkat etti isen elimdeki stetoskobu bilerek yere düşürdüm ve yatağın altına göz attım. Yatak altında bolca taze soyulmuş meyve kabukları vardı”, demiş. İki doktor, birlikte ikinci adrese gitmişler.
Burada da hasta olan genç bir kadın varmış ve yatakta yatıyormuş. Kadının şikâyeti ise; şiddetli halsizlik ve yorgunluk hissi ve nerede ise yataktan hiç çıkmamak arzusu imiş. İki doktor ayrı ayrı kısaca muayene etmişler. Yaşlı doktor teşhisini bildirmek üzere genç doktora öncelik tanımış ve ‘buyurun’ diyerek geri çekilmiş. Genç doktor, yatakta yatan genç kadın hastaya yönelerek; “Anladığım kadarı ile kendinizi ruhani dünyaya terk etmiş ve yaşamınızı nerede ise kiliseye koşut kılmışsınız. Yataktan kalkarak biraz da dünyevi meşgalelerle oyalanın”, demiş. Her iki doktor dışarı çıktıklarında, yaşlı doktor genç arkadaşına dönerek tebrik etmiş ve kendisinin de bu hasta kadını nerede ise her gün kiliseye giderken gördüğünü anlatmış. Ve eklemiş; “Merak ediyorum, bir defada nasıl bu tespite varabildiniz?” .
Genç doktor; “ Siz kadını muayene dereken ben de geçen defa sizden öğrendiğim gibi stetoskobumu kasten yere düşürdüm ve çaktırmadan yatağın altına baktım. Orada, rahibi gördüm, yatağın altında büzülmüş yatıyordu”. Değerli ve arif okurlarım, sanırım kolayca anlamış oldunuz tıp mesleğinde de usta ve çırak ilişkilerinin önemini!..
Erdal Akalın (10.03.2015)