23 Ocak 2017 Pazartesi

CEMAL'LE CEM OLMANIN KADİM TARİHİ

'' Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kâğıt ikiyüzlü, şimdi kalkıp arzuhalimizi yazmaya kimi mahrem kılsak...''
Yunus Emre
Cemal Süreya şiirimizi her zaman yeniden dölleyen özel bir şiir dilidir. Benim için her haliyle özel ve büyük bir şairdir. Her şeyi bir dize gibi anlatması ve dostlarıyla paylaşması Platon’a duyduğum o platonik aşktan da öte aşkın bir şeydir. Şiirin mucizesidir. “Hayat kısa, kuşlar uçuyor...”
Hüzün yüzlü bir evdir o! Utangaç, mesafeli ama kanatları olan bir Yusuf, bir Pegasus, şakrak bir simyacı, bilince ne kadar çok yüz veriyorsa, sezgiye de “sıcak nal” izi bırakan bir küheylandır da. Zihnini bypas eden bir derviştir, Macar yüzlü, muhacir yüzlü, aslında her şiiri felsefeyi de kuşatır, üretmenin ve yaratmanın yan sokağında yaşamıştır, entelektüel kuşatılmanın örselenmiş ve yaralı halinden taburcu olmak istemeyen bir tavrı da vardır. Hâl elbisesini üzerinden çıkarmayan bir dil ustasıdır. “ Bir gün Dostoyevski okudum, o gün bu gündür huzurum yok! “
Hilmi Yavuz boşuna söylememiştir onun için: “Bir oksijen gibi Türk Şiirinin imdadına yetişir.” Cemal Süreya için bence en güzel yazılan yazılardan birisini de bana göre Yusuf Alper yazmıştır. Fakat “kör olma” imgesini ne yazık ki hiçbir şair daha anlayamamıştır. Amerika’da yaşayan bir şair kardeşimden başka! Çünkü Cemal Süreya kendi şiirini açıklamayı, anlatmayı sevmez, retorik olandan pek hoşlanmazdı. Büyülüdür şiirleri, kalbinizin ritmini alabora eder. Cennetin ta kalbine Nietzsche ile Marilyn Monroe’yi yapıştıran kaç şair tanıdınız acaba? “Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gölgesine sarılıyorum…” Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…”
Hakikatli olanı imge yoluyla dillendirmek isteyen bu dil okyanusu şairim Cemal Süreya bütün genç şairlerin ve dünya şiirinin antenini hep açık tutan, şiirin gurbetiyle beslenen, hiç ölmeyecek bir papirüs sıcaklığıdır, şiirlerinin dünyayı dolaşması ve sabrını bir yetenek tadıyla demletmesi ve damıtması da bundandır. Cenneti ve ışığı bol olsun, Talat Sait Halman’ı da anmadan geçemem. Cemal Süreya; benim için eski yunan tarihindeki Orfeus’tur! Kendine, hayata, dünyaya, çağına alabildiğine sürgün olmuş başka bir şair daha görülmemiştir. Sevgiye, aşka, umuda susamışlığını ve dünya tarihini kim bu kadar incir balı Türkçeyle anlatabilmiştir? Ne yazmışsa satır aralarına dikkat edin, söylenmeyeni esas orada söylemiştir çünkü! “Onlar İçin Minibüs Şarkıları“ adlı şiiri yarı aydınlara da bir tokat niteliği taşımadığını kim söyleyebilir?
Dünyanın bütün baharatları birleşiniz, dünyanın en lezzetli şiirini yazacağız diyesim geldi bir an! Allah aşkına söyler misiniz “Kısa Türkiye Tarihini” hangi şair böylesine kısa dizelerle, tazecik ve müstesna söyleyebilir: “ Şelaleye düşmüştür zeytinin dalı; / Celaliyim / Celalisin / Celali…”
Boşuna sevmemiştir Vecihi Timuroğlu’nu, onu da nasıl sevgiyle anmadan geçerim. Dostu olduğu için, ne güzel anlatır Cemal Süreya’yı. Eski Yunan ve Kenan diyarlarına kadar gitsek, Hermes’le buluşsak, şiirin o büyük gücüne sadece boynumuzu bir serçe gibi uzatabiliriz. Bilecik gökleri yıldızlarla dolu gözümün önüne aksın ki, benim de en sevdiğim meyvenin adı ‘elma’dır. Ve belki de imgenin o özel tarihini kendisiyle başlatır. Duyusal, sezgisel olanı aklın süzgecinden geçirmeyi iyi bilir. “ Ben hep anne şefkati aradım kimi zaman ağaçlara anne yerine sarılacağım tutar… “
Cemal Süreya gerçeği bozar. Gerçekliğe gülümser. O’nun derdi düş dumanları çıkartmak, hayal rüzgârlarıyla konuşmaktır. Cemal Süreya yaşasaydı zeytin ağaçlarının önünde yatar, ‘beni de öldürün ve garip kuşlar sokağında bir mezarım olsun’ diyebilirdi.
Dünya kültürünün kalbine kadar uzanan bir okuma, öğrenme meraklısı, şiiri kendi hayatından daha fazla sevmiş, benimsemiş başka bir adam tanımadım Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü ve Tanpınar’dan başka. Anadolu kültürünü ve oradaki insanlığı ve kardeşliği kaç şair anlamış ve anlatmıştır Allah aşkına?
Ve Cemal Süreya için en güzel şiiri Orhan Alkaya, Haydar Ergülen, Sunay Akın ve elbette en şahanesini Ülkü Tamer yazmıştır. Bu iyice biline!
Sevdiği biricik kadın, eşi Zühal Tekkanat’tır. Oğlu Memo’nun annesine duyduğu o derin aşk ve şükran duygusunun izlerini kimi şiirlerinde ve Zühal Tekkanat’a yazdığı mektuplarda görebilmeniz mümkündür. Ne zaman “ Sevda Sözleri” ne şöyle dönüp bir baksam canım Hegel’in şiir tarifine ve anlayışına uygun bir akrabalık hissederim hep.
Nefis bir tarih bilinci başka hangi şairde vardır?
Ceyhun Atuf Kansu’nun şu güzelim sözüne şapka çıkartırım ben: “Cemal Süreya ve Yunus Emre ne güzel yağıyorlar Türkçeye…”
Cemal Süreya “17 dergi batırdım” dese de, Zühal Tekkanat’ın kurucusu olduğu “Üvercinka” dergisinin asla batmayacağına inanıyorum. Bu dergi elbette kimilerinin kıskançlığına batacaktır.
İnsanın giderek çürümeye başladığı, ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluk’ arasında gidip geldiğimiz bu acımasız çağda Cemal Süreya şiirleri bizlere en büyük ikramdır. Kıymetini bilene ne güzel bir emanettir. "Sevişmek yeniden yürürlüğe giriyor tüm kıtalarda / Afrika dâhil.”
Keşke Latince bilseydim, İbranice anlasaydım, keşke Kürtçe okuyup, İngilizce düşünüp, İtalyanca konuşup, Almanca küfredip, Fransızca sevişip, sonra evime gidip, bütün dillerde ve dinlerde bir güzel ağlasaydım diyecektim ki hemen vazgeçtim. Ben ne zaman Cemal Süreya şiirleri okusam bu duyguları yaşıyorum zaten! “Simgelerin, herkesin olduğu an / Ay fena oynar yerinden. “
Şiirin ve edebiyatın kendi ıssızlığında biraz da kalbimle yaşamak istiyorum. Çiçekte gülümsemek, meyvede ve gönüllerde hakikatli olanın lezzeti olarak kalmak isterim. Vasatlık, ahmaklık ve aymazlık tavan yapmış durumda. Şu "entelektüel soytarılıktan" da fena halde sıkıldım. Acımasız katiller çağında yaşamaktan bıktım! Avam olandan midem bulanıyor. Bana benim kanatlarım ve Cemal Süreya’nın o güzelim şiirleri yetiyor. Cemal ağabey, senin hakkında ne yazsam doyamıyorum. “Sosyalizm dünyada kendini tazelerken biz de kendimizi sosyalizmle tazeleyelim!“
Gülümsemesi fazla sahici olan bir derviş hırkasıdır Cemal Süreya! O, hırkası da Zühal abladan son kutsal emanettir bana! Ben öldüğümde oğlum saklasın. Benim oğlumun adı Ali. O şiirleri deruni okur ve kıymetli şairim Eray Canberk’e söylediği gibidir kendisi de: “Sevgili Eray / Çevirir sessizliği / Deniz Lokantası’nda / İnsancaya…” Sait Maden’i de elbette anacağım ve onun üzerine yazı yazmak boynumun kılcal damarı olsun. Eray Canberk bir tanedir hayatımda. Onun kadar düzgün bir şair, efendi bir ceket görmedim. “Üvercinka” o kadar çok doludizgin yaşayacaktır ki, “ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürmeyecektir. “Hohlasan gök buğulanacak" diyorsun ya; ‘mavi abim’, biliyor musun? Benim içim dışım papatya bahçesi, bir gelincik çiçeği incinmesi. Benden başka kimseye kötülük gelmez. Gelmesin! Eğin başınızı kendime ayırdığım mermi kimseye değmesin desem ne yazar?
“Sevda Sözleri” ismini kim koydu? “Art çocuk, Muhyiddin Çelebi / Molla Fenari’nin kısık fitili; / Okuduğu her beyitten sonra / Gülsuyuyla yıkardı ağzını…”
Vasatlığın diline düşmektense, başka derinliklerin yalnızlığı cennet gibi geliyor bana. Kuytuda kalmanın estetiğine, esenliğine ve erdemine sığınıyorum. Hem zaten kalbimden başka seslendiğim, sesleneceğim kimsem de kalmadı. Şairlik etmenin ve gevezeliğin gereği yok. Hem tadım tuzum da yok. Bana artık uzun uzun susmalar gerekiyor. Ne demişti canım ustam, ağabeyim, arkadaşım Cemal Süreya:
“Bir bardak su içsem / Yaralarımdan dökülür…”
Engin Turgut