14 Ocak 2019 Pazartesi

Dahi Filozof Sakallı Celal..



Sakallı Celal deniz bakanı olan bir paşanın oğlu olarak dünyaya gelir.
Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev
halkını şaşkına çevirir. İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz,
durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur. Babasının
"henüz yaşın küçük" demesine direnerek Fransızca dersleri aldırmalarını
sağlar. Kısa zamanda mükemmel derecede Fransızca öğrenir. Dönemin en iyi
eğitim veren okulu olan Galatasaray Lisesi’ne, 1896 yılında kayda
gittiğinde hazırlık okumasına gerek kalmadığını, Fransızcayı çok iyi
bildiğini söyler ve bunu kanıtlar.





Galatasaray Lisesi’nde iken
derslerinde olağanüstü başarılar elde eder ve aynı okuldaki ağabeyi
Nihal’ı geçmeye çalışır. Bu sırada subay olan ağabeyi Cemal’in padişahın
despot yönetimine başkaldırdığı için Beyazıt Meydanı’nda asılacağını
duyar. Korkuyla meydana koşar, asılanlar arasında ağabeyi yoktur fakat
ömür boyu sürgüne gönderilir. Bu, Sakallı Celal için ilk travmadır.
İkincisi ise; aynı okuldaki ağabeyi Nihal’ın ölümüdür. Atletik bir
vücuda sahip Nihal barfikste çalışırken başının üzerine düşer ve
hayatını kaybeder. Celal’in dünyası başına yıkılır.
En büyük ağabey
Kemal ise deniz subayı ve gemi mühendisi bir mucittir. “Havanın
oksijenini yakan bir makine’’icat etmiş ama bununla ilgili çizimler
yanlışlıkla bir manavın eline geçip “kesekâğıdına’’ dönüşünce uygulama
olanağı bulamamıştır.





1907’de mezun oluncaya kadar Galatasaray’da
geçirdiği 11 yıl, Celal’in özgür, bağımsız, aydınlanmacı kişiliğinde
çok etkili olur. Mezuniyetine az bir süre kala aşığı olduğu okulu ile
birlikte bütün kitapları ve anıları yanar. Bu onun için ağabeyinin ölümü
gibi ağır bir darbedir. Uzun süre kendine gelemez.





Okulunu
bitirir. Muhteşem bir Fransızcası ve elinde her kapıyı açan Galatasaray
Lisesi diploması vardır. Basit memurluklar gözüne küçük gelir. Tevfik
Fikret Galatasaray Lisesine müdür olunca bu dahi adamı elinden kaçırmaz
ve okulda öğretmenlik yapmasını sağlar. Celal, Nazım Hikmet gibi birçok
gence ders verir.





Bir süre sonra devlet Fransızcası kuvvetli 35
genci sınavla Fransa ve İsviçre’ye yükseköğrenim için gönderir.
Kazananlardan biri de Celal’dir. Sorbonne’da Siyaset Bilimi okumaya
Fransa’ya gönderilir. Kendisi Makine Mühendisliği okumak ister fakat
bunu hocasına söyleyemez. Sonra ailesine mektup yazarak devlet
büyüklerinden Makine Mühendisliğine geçmesini sağlamalarını, kabul
etmezlerse kendi paraları ile okutmalarını rica eder ama ailenin maddi
imkânı gayet yeterli olmasına karşın bunu reddederler. “Devlet neyi
uygun görmüşse onu tahsil et’’ cevabını alır. Bir daha asla kesmemek
üzere o gün sakalını uzatmaya başlar. Fransa’nın en büyük yazar, şair ve
düşünürleriyle fikir alışverişinde bulunur. Hür beyni daha da
aydınlanır. “Devletin parasını yediğimiz yeter’’ deyip diploma almadan
ülkesine döner.





Üsküp’e Fransızca öğretmeni olarak gönderilir.
Burada öğrenciler ve halk kendine hayran kalır. Kendi parasıyla okulun
önüne futbol sahası yaptırır. Fransa’dan toplar getirtir. Öğrencilere
don ve fanila diktirir. Futbol’u öğretir. Fakat bölgedeki yobazlar onu
şikâyet ederek okuldan attırır. Sebebi; futbol günahmış. Çünkü Yezit’ler
Hz. Hüseyin’in başını keserek yerde top gibi oynamışlar, futbol onu
temsil ediyormuş.





İstanbul’a döner. Trablusgarp’ta Mustafa Kemal
ve askerlerinin zor durumda olduğunu öğrenir. Bir tekneye mühimmat
doldurup yola çıkar. Fakat yolda İngiliz devriye teknesi yollarını
kesince arkadaşları “silahımız var vuruşalım’’ derler ama o karşı çıkar;
“ silahları değil aklımızı kullanacağız’’. Muhteşem dili ve siyasi
bilgisi ile İngiliz komutanına bu silahları Fransızlara direnen Tunuslu
mücahitlere götürdüklerine inandırır ve Mustafa Kemal’e ulaştırır.






Silâhaltına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek
Kastamonu Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Fakirlik,
hastalık ve cehaletin olduğu bir dönemdir. Şehirde frengi vardır,
bununla mücadele eder. Öğrencilere Fransızcanın yanı sıra tarih ve hayat
bilgisi dersleri verir. Yobaz zihniyet onu bir kez daha hedef alır.
“Dini bütün yerde başı açık geziyor, çocuklara Fransız devrimini
anlatıyor, ayaktopu oynatıyor günahtır” diye İstanbul Eğitim
Bakanlığı’na şikayet ederler. Görevden alınır.





İzmit Lisesi’ne
gönderilir. Burada büyük şair Yusuf Ziya Ortaç ile tanışır. Sakallı
Celal öldükten sonra şair onun arkasından; “Celal beyin cenazesine
gitmedim. İnsan kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi?” diyerek
dostluklarının büyüklüğünü gösterecektir.





Sakallı Celal buradan
Ankara Lisesi’ne müdür yardımcısı olarak atanır. Burada da öğrencilerine
sürekli aydınlanmayı, akıllarını kullanmayı ve hurafelerden uzak
durmaları gerektiğini öğütler.
“Çocuklar evlerinde ve camide din
öğrenebilir ama Fransızca öğrenemez’’ diyerek din dersi saatini
azaltarak Fransızca derslerini arttırır.
Okulun lağımı taşar, kimse
ilgilenmeyince kendisi açar. Koskoca müdür yardımcısı bu işi yapar mı
diye ona işten el çektirirler. Sakallı Celal tepki olarak diğer gün bir
boyacı sandığı bulur ve okulun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyar.
Mevzuatı delerek Türkiye’de ilk kez İstanbul’dan bir bayan öğretmen getirtir ve atamasını yaptırır. Çok büyük tepki alır.
Bakanlıktan bir yazı gelir. Yazıda “Yükseköğrenime öğrenci ihtiyacı
olduğu için son ve bir önceki sınıfların durumlarına bakılmaksızın mezun
edilmesi gerektiği’’ yazmaktadır.
Hiç beklemeden burası “boyacı küpü’’ değil diyerek bir daha öğretmenliğe dönmemek üzere istifa eder.






Aydın’a incir fabrikasına işçi olarak gider. Fabrika yönetimine ve
üreticilere incir ve üzüm tarımının geliştirilmesini, taşınmasını,
kurutulmasını ve paketlenmesini modern tekniklerle öğretir. Fransızca
bilen, muhteşem silah kullanan ve fabrikanın karmaşık makinelerini tamir
edebilen bu adam gözde biri haline gelir ve “ustabaşılığa’’ getirilir.
İşçilere okuma yazma ve Fransızca öğretir. Fabrika sahibine modern
teknikleri, çiftçiye ise kooperatifleşmeyi öğretir. Hasta bir işçi ve
fakir bir köylüye maaşını verdiği için komünist diye şikayet edilir.
Polis evini basar, evde komünizme ait belgeleri bulamayınca yerini
sorarlar.
Sakallı Celal ise kafasının içini göstererek “İşte burada’’ diye cevap verir.
Sağ işaret parmağı makineye sıkışır ve ucu kopar. Soranlara “O zaten komünist parmağımdı bir şey olmaz’’ cevabını verir.






Hakkındaki iftiralara dayanamaz evindeki bütün eşyaları işçilere
dağıtıp bir çuval kitapla Ankara’ya döner. Oradan da İstanbul’a…

İstanbul’da onu tanıyan dönemin en büyük şair, yazar, avukat ve
kalburüstü aileleri evlerine sohbetini dinlemek için davet ederler.
Çünkü muhteşem bilgisi ve konuşma yeteneği vardır.
Çöpçülerin aldığı
maaşı düşük bulur. Bunu protesto etmek için Vali konağının önünü
süpürmeye başlar. O sırada oradan geçen Rasih Nuri İleri ile hocası
Profesör Kerim Erim geçmektedir. O günü İleri şöyle anlatır; “Hocam,
Profesör Kerim Erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı bir
çöpçünün elini öpmeye başladı.’’





Sakallı Celal Maddi sıkıntı
çekse de hayatı boyunca kimseden para yardımı kabul etmez. Elinde
büyüyen Mehmet İsvan çok zengin bir iş adamı olur hocasına hesap açar
fakat öldükten sonra tek bir kuruşuna dokunmadığını görünce baygınlık
geçirir.





Hayatı boyunca hiç sigara ve alkol kullanmaz. Maddiyata asla önem vermez.
6 haziran 1962 yılında hayata gözlerini yummadan önce vasiyetinde;





“Mustafa Kemal’i seviyorum. Ona olan tahmin edilmeyen güçlü özlemimle ölüyorum. Onu öpmek, koklamak isterdim.’’





Kaynak olarak kullandığım Orhan Karaveli’ye ait “Sakallı Celal’’ isimli eserde şöyle diyor büyük üstad;
Tek isteği vardı Sakallı Celal Beyin; Türkiye’nin Atatürk’ün yolundan
giderek aydınlık günlere ulaşması… Bu uğurda bir şeyler yapabilmek için
“bin dikene katlandı’’. Kim bilir, yeterince yararlı olamamanın
üzüntüsüyle göçüp gitti.





“Ya bir de bu günleri görseydi’’ dostlar…





30.12.2018





Bekir Yıldız