İlerlemiş karaciğer yetmezliği bulguları nedeniyle hastaneye sık ve giderek daha uzun süreler yatırmak zorunda kalıyorduk. Asker kökenli emekli pilot olduğunu biliyorduk. Hastaneye yatmayı sevmiyor en kısa sürede çıkmak için can atıyordu. O gün poliklinik koridorunda karşılaştık. Önemli bir konu hakkında görüşmek istediğini söyledi. Heyecanlıydı. Hastalığın verdiği bitkinliğe rağmen konuşmak için gayret gösteriyordu. Bir süre soluklanmasını rica ettim, dinlemedi.
- Doktor bey, birkaç günlüğüne beni hangara çekip bakıma almanızı istiyorum. Cumartesi’ye uçabilmeliyim. En azından “take off” yani havalanabilmeliyim. Nasıl inerim bilemem ama bu uçuşu mutlaka yapmalıyım.
- Anlamadım, uçak mı kullanacaksınız?
- Yok öyle değil. Cumartesiye kızımın düğünü var. Düğünde ayakta, kızımın yanında olmam lazım. Bana yardım edeceksiniz.
Bu son cümle daha çok emir gibi çıkmıştı ağzından. Yüzü soluktu. Halsiz görünüyordu. Pek geleni gideni olmazdı, kızı olduğunu dahi bilmiyorduk. Bir süre soluklanıp güç topladıktan sonra eşinden boşandığında kızının 11 yaşında olduğunu birkaç yıl sonra ayrıldığı eşinin yeni bir evlilik yaptığını, kızının üvey babası ile iyi anlaşıp kendinden uzaklaştığını, pek görüşmediklerini anlattı.
- Nişanına çağırmamıştı. Arayıp düğününe çağırınca nasıl sevindim anlatamam. Ancak bu lanet olası hastalık izin vermeyecek diye endişeleniyorum. Bana yardım etmelisiniz.
- İyi de durumunuz pek iyi görünmüyor. Düğün süresince ayakta kalabilmeyi düşünmüyorsunuz umarım.
- Orada olmalıyım. Kızım düğününde beni yanında istedi. Ne halde olursam olayım orada olmalıyım.
Önümüzde 4 gün vardı. Hastaneden kaçma heveslisi hastamız yatışını yaptırıp sesini çıkarmadan tedavi olmayı bekler hale gelmişti. Bir iki gün içinde durumu düzelip gücü yerine geldi. Düğünden önceki gün beklenmeyen ve durdurmakta zorlandığımız kanamalar nedeniyle durumu kritikleşti. Ertesi gün ayakta olabilme kaygısı yerini hastamızı hayatta tutabilme endişesine bıraktı. Kanamayı kontrol altına alsak bile her an yeniden başlayabilir endişesi ile düğüne bu halde gidemeyeceğini duyunca tedaviyi kabul etmediğini hastaneyi terk etmek istediğini söyledi. İkna edemeyince iki saatle sınırlı olmak kaydıyla düğüne birlikte gitmeyi önerdim.
Hemen kabul etti.
Akşama doğru odasına uğradığımda hayli eski ama şık krem rengi takım elbisesi içinde hazır bekliyordu. Yol boyunca konuşmadı, enerjisini düğüne saklamak istiyordu.
Düğün salonunda kızıyla göz göze geldiklerinde sessizce bakıştılar. Gelinle damat elimizi sıkıp geldiğimiz için teşekkür etti.
Babası beni arkadaşı olarak tanıttı, öyle uygun görmüştü, bozmadım.
Araya giren diğer davetliler ile gelin ve damat yanımızdan ayrıldı. Sıcak karşılama olmadığı kesindi. Düğün kokteyl tarzı hazırlanmıştı, oturacak yer sınırlıydı. Bardaki taburelerde oturmayı önerdim istemedi, yorulunca otururum dedi. Bizimki kuyruğu dik tutma gayretindeydi.
Saçını ve yakasını düzeltmeye çalışmasından anladığım kadarıyla kalabalığın içinden üzerimize doğru gelen hanımefendi ayrıldığı eski eşiydi. Ses etmeden bir ona bir de bana baktı. Yanlarından ayrılmak için izin istedim, kolumu tuttu. Eşiyle tanıştırdı. Hanımefendi sessizce bizimkini süzdü. Hastamızın yüzü asıldı. Omuzlarını indirip bana döndü; “kendimi ne kadar iyi hissedersem hissedeyim bu kadın bana bir bakışı ile bile ne kadar önemsiz biri olduğumu hatırlatabiliyor. Buna rağmen yine de seviyorum onu” dedi. Hanımefendi, kızının düğününde tartışmak istemediğini söyleyip kocasının yanına döndü. Bara doğru gidip tabureye oturmasını istedim. Bizimkinin mecali kalmamıştı. Yine de sağlığı ile ilgili kimseye bir şey söylememem için yemin verdirdi.
- Doktor bey, eksik olma. Ben senden kalkış için izin istemiştim. Uçağın komutası bende. Salimen indirebilir miyim emin değilim. Önemli olan burada olmaktı.
- İyi de yalnız uçmuyorsunuz. Size bir şey olursa başım derde girer. Yani uçakta yolcunuz var ve yolcunuzun emniyetinden de siz sorumlusunuz, ona göre.
Sustu. Bir süre pistte dans eden kızını ve damadı izledi. Burnu kanamaya başlayınca mendilini burnuna bastırıp tuvalete yöneldi. Uzun süre geri dönmeyince yanına gittim. Kanaması durmuştu. Klozetlerden birinin kapağını kapatıp üstüne oturmuştu. Kederli gözlerle bana baktı.
- Yapamadım. Kızıma babalık yapamadım. Pilotluk işte, hep uzaktaydım. Şimdi düğününde yanındayım ama yine uzağız. Görüyorsun. Keşke gelmeseydim. Hep bir şeyler yarım, hep bir şeyler eksik.
- İsterseniz sessizce ayrılalım, pek haliniz de kalmadı.
Cevap vermeden ellerini başına alıp bir süre öylece durdu. “Bir şey daha yapmalıyım” diyerek ayağa kalktı. Koluna girdim, zor yürüyordu. Birlikte gelin ve damadın masasına yöneldik. Eğilip kızının yanağını öptü, sarıldılar. Sonra damada yöneldi. Tebrik ederken damadın cebine bir şey koyduğunu gördüm. Altın taktığını düşünmüştüm. İzin isteyip düğün bitmeden ayrıldık. Dönüş yolunda da hiç konuşmadı. Hastaneye vardığımızda yine kanama ile boğuşmak zorunda kaldık. Hastamız kendini bırakmış gibiydi. Kritik birkaç saat yaşadıktan sonra gözlerini aralayıp elimi tuttu. “Teşekkür ederim, gövde üstü bile olsa uçağı salimen indirdik sanırım” dedi. Gülümsedi. Sonra uykuya daldı. Kritik saatleri yeni atlatmıştık, vakit gece yarısını geçmişti. Hastane koridorunda önce gelinlikleri içinde kızını sonra damadı gördüm. Hastamızın ısrarla çalan cep telefonunu açan servis hemşiresi arayanın kızı olduğunu öğrenince durumu anlatıp babası hakkında bilgi vermişti. Kızı, yatağın kenarına ilişip elini babasının yanağına götürdü. Sessizce ağlıyordu. Hastamız gözünü açıp gelin ve damadı karşısında görünce “Aman Allahım hala havadayız. Ne olacak şimdi?” diye söylendi. Kızı avucunu açıp üzerinde gülümseyen adam resmi yapılmış çakıl taşını gösterdi. “Baba bunu sakladığını bilmiyordum. Kocama bunu neden verdin? Ben bunu senin için yapmıştım” dedi. Damat şaşkın bakışlarla olanları izliyordu. Gelin hanım çakıl taşını bizlere gösterip küçük bir kız çocuğu iken hep uzaklarda, uçuşta olan babasını korusun diye bu uğur taşını yaptığını anlattı. Babasına dönüp tekrar “baba bunu ona niye verdin?” diye sordu. Hastamız gülümsedi. Kızının elini avuçlarının arasına aldı.
- Ona nasıl baktığını gördüm. Bir zamanlar, bana da öyle bakardın. Kendimi önemli hissetmem için yeterdi o bakışlar. O çakıl taşını yanımdan hiç ayırmadım, bana hep uğur getirdi.
Yorulmuştu ama söylemek istediklerine tamamlama gayreti içindeydi. Damadına baktı. “Onu benden daha fazla hak eden biri var artık. Delikanlı, o çakıl taşını yanından ayırma. Kızım için önemlisin, hem de çok önemlisin, bunu unutma. İyi bir baba olamadım. Belki eğlenceli biriydim ama kızımın bana ihtiyacı olduğu zamanlarda hep uzaklardaydım. Düğününde olmak, bir zamanlar onun bana baktığı gibi ona bakabilmek istedim, o kadar. Hadi gidin artık, bugün sizin gününüz. Mutlu olun, beni merak etmeyin.” dedi.
Kızı ayrılmak istemiyordu ama hastamız iyice yorulmuş, bilinci bulanıklaşmaya başlamıştı. Telefon numaramı verip gidebileceklerini bir sorun olursa arayacağımı söyledim. Kritik günleri atlatmak hayli zaman aldı hastamızı ancak ertesi hafta taburcu edebildik.
Bu olayın üstünden yaklaşık bir yıl geçmişti ki gazetede hastamızın ölüm ilanını gördüm. İlanı kızı vermiş ve fotoğraf olarak o üzeri boyalı çakıl taşını koymuştu. “Sen okyanustun benim için baba, bense o çakıl taşı. Hiç ayrılmamıştık ki…” diye bitiyordu, ilan.
Dr. Mehmet Uhri
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Potrem
- C.Borandağ Kimdir?
- Bozlar
- 46 AYNEN MARAŞ
- AQ Biriç
- Asker Oldum Piyade
- TKY
- Bir Şiirdir Yaşamak
- Fıkralar
- Kendini Yönetme İlt.
- Küçük Asker
- Türk Mutfağı
- Sözler Düşünceler
- Bir Şiirsin Sen
- Mehmetcik
- Pazarcık
- Nurhak
- Düşünüyorum O Halde Gülüyorum
- Bir Subayın Anatomisi
- Devrim Günlerinde Aşk
- Küçük Paris
- Çanakkale Geçilmez 1915
- Düşüncelerin Kaynağı
- Cem
- Sarıkamış
- Ulusal Kurtulus Savaşı