3 Mayıs 2019 Cuma

BİR KABİN MEMURUNDAN İLETİDİR !!!...


Kabin memuru, hostes, host, steward...
Adına ne derseniz deyin, dışarıdan bakınca elinde valizi, her zaman gülümseyen yüzü, bakımlı saçları, makyajlı, traşlı yüzleriyle sadece üniformalarının hakkını vermeye çalışan hava işçileri.
Havaalanında karşılaşırsanız danışma memuru, uçakta servis elemanı, ilk yardımcı, gerektiğinde terapist, bağlantılı uçuşunuza yetişip yetişemeyeceğinizi bilebilen kahin, aç kalıp şekeriniz düştüğünde sinirinizi çıkardığınız kum torbası... Ama hep nazik, hep güler yüzlü, hep haksız, hep özür dilemek zorunda olan.
Biz işimize gelirken, dertlerimizi, sıkıntılarımızı soyunup üniformamızı giyeriz. Yolcu bilmez, belki de hasta çocuğunuzu birine emanet edip gelmişsinizdir, çünkü yıllık 5 günlük mazeret izin hakkınızın birini bile kullanmanıza izin vermemişlerdir. Çok sevdiğiniz biri ölmek üzeredir, ya da siz kilometrelerce uzaktayken o kişiyi kaybetmiş ve cenazesine bile yetişememişsinizdir. Sürekli gülümsemek zorundasınızdır çünkü meslek hastalığınız olan bel fıtığınızın ağrısını çekerken işinizi yapmanız gerekir. Tedavi ya da ameliyat için rapor alırsanız, işinizden olursunuz çünkü.
Ayakta durmaya haliniz kalmamış, mesai yoğunluğundan yemek yemeye fırsatınız olmamış olabilir. Bazen kendinizi makine gibi hissedersiniz. Mesai saatleriniz içinde durup soluklanmak, bir kahve molası vermek, annenizin sesini duymak gibi lüksleriniz yoktur. Servis yaparken sadece 30 sn. muhatap olduğunuz yolcu, servisin öncesini, sonrasını, diğer yolcularla ilgilendiğiniz süreyi görmediğinden sizi sadece 30 sn. çalışıyorsunuz sanabilir. Kapris yapabilir, sürekli ilgi bekleyebilir, ama her zaman haklıdır.
Hatta bazen o kadar haklıdır ki, yüksek mevkilerde tanıdığı varsa, sırf şirket kurallarını uygulayıp ekonomi sınıfından business sınıfına geçirmediğiniz için tenzil-i rütbe alabilir, amirlikten memurluğa inebilir, hatta bu tanıdığın mevkisi tepe noktalardaysa işinizden bile olabilirsiniz!
İşinizde, Sivil Havacılık genelgeleri ve toplu iş sözleşmesi hükümleriyle belirlenmiş kurallarınız olabilir. Ancak şirketiniz sizden bu kuralları esnetmenizi, kurallara uymamanızı isteyebilir. Karşı çıktığınızda fişleyebilir, hatta bir gün, sendikanızın yaptığı basın açıklamasını dinlemeye gittiniz diye, boş gününüzde olmanıza rağmen sorgusuz sualsiz işten atılabilirsiniz!
Gördüğünüz haksızlıklar, yaşadığınız baskılar boyu aşar, tek güvenceniz olan sendikanız şirketle uzlaşamadığı için grev kararı alır. İşçi olmanın bilinci, gücün birliktelikten ve dayanışmadan geldiği inancıyla, kazanılmış haklarınız elinizden alınmasın, haksız yere işten atılmış arkadaşlarınız işlerine dönebilsin diye, sendikanızın aldığı grev kararını uygularsınız. 219 gün boyunca, bütün baskılara, grev kırıcılığına, parasızlığa, toplumun kör, medyanın dilsiz olmasına katlanır, bin bir baskı ve tehditle değiştirilen sendikanızın yeni yönetiminin imzaladığı, içeriğini sizden bile sakladıkları toplu iş sözleşmesinin bağıtlanmasıyla işinize dönersiniz.
Her şey bıraktığınız gibidir, yine aynı hengamenin içine girersiniz, tek bir farkla; artık arkanızda güvenebileceğiniz bir sendikanız yoktur! Siz, bütün olan bitene rağmen severek yaptığınız mesleğinizi yapmaya devam ederken, bir gün mail adresinize “Ofis Meşguliyeti” konulu bir mail düşer. Sonun başlangıcı olduğunu anlarsınız. Çünkü bu şirketi biraz olsun tanıyan birisi, bunun ne anlama geldiğini bilir.
Belirtilen günde, ilgili ofise gidersiniz, size bir metin verip imzalamanızı isterler, sadece iki cümle: “Çalışmalarınızdan verim alınamamakta, hizmetinizden istifade edilememektedir. Konu ile ilgili savunmanızı beş iş günü içinde veriniz.”
Bu kadar. Sizin yıllardır verdiğiniz emek, şirkete kattıklarınız, sicilinizin temiz oluşu vs. önemli değildir. İşten atılacaksınız demektir.
Savunmanızda bu suçlamayı kabul etmediğinizi, hangi konuda verimsiz bulunduğunuzun bildirilmesini istediğinizi yazarsınız. Bu süreçte karşınızda her hangi bir muhatap da bulamazsınız. O şeflik bu müdürlüğe, o başkanlık bu şefliğe gönderir durur ama kimseden bir cevap alamazsınız.
Her gün işe, “acaba bugün mü işten atılacağım?” düşüncesiyle gelirsiniz. O endişelerle gittiğiniz uçuşta sizden güler yüz beklenir. Uçuş emniyeti için bulunduğunuz kabinde, içinizdeki sıkıntı ve aklınızdaki sorularla, kendiniz uçuş emniyeti için tehlikesinizdir.
Günler bu şekilde geçerken, mail kutunuzda ikinci “ofis meşguliyeti” mailini görürsünüz. Başınıza geleceği bilerek gidersiniz. Yine aynı memur, size bu sefer “fesih bildiriminizi” verir ve imzalamanızı ister. Yine aynı iki cümledir: “ Çalışmalarınızdan verim alınamadığından ve hizmetlerinizden istifade edilemediğinden İcra Komitesi kararıyla iş sözleşmeniz feshedilmiştir.”
Beklediğiniz sonuç bu da olsa, elinizde bir kağıt parçasıyla kalakalırsınız. Sudan çıkmış balık gibi hissedersiniz. Yıllardır gece gündüz, yaz kış demeden emek verdiğiniz şirket için değeriniz bir kağıt parçası kadardır. Yine bir muhatap arasanız da yine kapı duvardır.
O pırıl pırıl taşıdığınız üniformanızı bir bavula tıkarak teslim eder ve mesleğinize veda edersiniz.
Şimdi “dışarıdaki” hayata ayak uydurma zamanıdır… Bir yandan da, bu yaşadıklarınız yaşatanların yanına kalmasın, kalan arkasdaşlarım bu haksızlıkları yaşamasın diye başınıza gelenleri herkese duyurmak ister, oturur bu satırları yazarsınız.