Satranç Hindistan'da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur.
Efsaneye göre Hint İmparatoru danışmanlarına, çocuklarının savaşta iyi düşünen başarılı birer general olmaları için bir yol bulmaları talimatını vermiş ve bu talimat üzerine imparatorun danışmanlarından Herssabbin Dahire adlı bir Hint düşünürü satranç oyununu bulmuştur.
Daha sonra Hint İmparatoru, bir satranç takımını, yanında bir mektup ile birlikte, hediye olarak Pers İmparatoruna göndermiş. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmamış, sadece:
"Pers İmparatoru'na:
Kim daha çok düşünüyor,
kim daha iyi biliyor,
kim daha çok ileriyi görüyorsa o kazanır.
İŞTE HAYAT BUDUR." diye yazmış.
Pers İmparatoru bu mesajı dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile paylaşmış ve ondan önce oyunu çözmesini, sonra da karşılık olarak Hint İmparatoru'na hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini istemiş.
Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir. Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi de son derece etkileyicidir.
Tavlanın 4 köşesi 4 mevsimi, içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü ,siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü, karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler..
Buzur Mehir'in bulduğu oyunu çok beğenen Pers İmparatoru, Hint İmparatoru'nun hediyesine karşılık olarak bir tavla takımı göndermiş.
Hediyesine iliştirdiği mektupta ise şöyle yazıyormuş:
"Hint İmparatoru'na:
Evet,
Kim daha çok düşünüyor,
kim daha iyi biliyor,
kim daha çok ileriyi görüyorsa o kazanır.
ama şansı da unutmamak gerekir.
İŞTE HAYAT BUDUR."
Albert Einstein’in Kızına Yazdığı Mektup
Burada, Albert Einstein’ın kızı Lieserl’e yazdığı bir mektubu yayımlıyorum. Büyük bir bilim insanı, tanınmış bir dahi olarak, ona sevginin büyük gücünden bahsediyor. Onun sözleri, insan doğasını ve insanların güç arzusunu ne kadar iyi bildiğini gösteriyor. Sevgi korkutur, diyor, çünkü evrendeki insanların iradesiyle kontrol edemedikleri tek enerji kaynağı odur.
1980’lerin sonlarında, Lieserl, Einstein’ın yazdığı 1.400 mektubu Kudüs İbrani Üniversitesi’ne vermişti ve bu mektupların içeriğinin yirmi yıl boyunca yayınlanmaması talimatını vermişti. Bu mektuplardan biri işte burada.
İşte Albert Einstein’ın kızına yazdığı mektup ve ardından gelen İngilizce versiyonu.
“Ben görelilik teorisini önerdiğimde, çok az kişi beni anladı, şimdi sana açıklayacağım şeyi insanlığa iletmek, dünyadaki anlamazlık ve önyargıları şok edecek.
Bu mektupları ne kadar gerekirse o kadar saklamanı rica ediyorum, yıllar, on yıllar beklemeni, ta ki toplum kabul edebilecek kadar ilerlemiş olana kadar, sana aşağıda açıklayacağım şeyleri kabul etsin.
Şu ana kadar bilim, resmi bir açıklama bulamamış son derece güçlü bir kuvvet var. Bu, tüm diğer kuvvetleri kapsayan ve yöneten, evrende işleyen her fenomenin arkasında bulunan bir kuvvet olup, bizler tarafından henüz tanımlanmamıştır.
Bu evrensel kuvvet, Aşk’tır.
Bilim insanları evrenin birleşik bir teorisini ararken, en görünmez ve en güçlü kuvveti unuttular:
Aşk, ışık gibidir, onu veren ve alanları aydınlatır.
Aşk, yer çekimidir, çünkü bazı insanlar birbirlerine doğru çekilir.
Aşk, “elektrik akımı”dır, çünkü sahip olduğumuz en iyi şeyleri çoğaltır ve insanlığın kör egosizmi içinde yok olmasına engel olur.
Aşk, ortaya çıkar ve kendini ortaya koyar.
Aşk sayesinde yaşarız ve ölürüz. Aşk Tanrı’dır ve Tanrı Aşk’tır.
Bu kuvvet her şeyi açıklar ve hayatın asıl anlamını verir. Bu, çok uzun süre göz ardı ettiğimiz değişkendir, belki de Aşk’tan korktuğumuz için, çünkü bu, insanın iradesiyle kontrol etmeyi öğrenemediği tek evrensel enerjidir.
Aşk’a görünürlük kazandırmak için ünlü denklemimde basit bir değiştirme yaptım. Eğer E = mc² yerine, dünyanın şifa enerjisinin Aşk ile ışık hızının karesinin çarpılmasıyla elde edileceğini kabul edersek, Aşk’ın var olan en güçlü kuvvet olduğu sonucuna varırız, çünkü sınırsızdır.
Evrendeki diğer kuvvetlerin kullanımı ve kontrolü konusunda insanlığın başarısızlıklarının, bize karşı döndüğü gerçeğinden sonra, başka bir enerji türünden beslenmemiz çok acil bir ihtiyaçtır. Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, hayatın bir anlamını bulmak istiyorsak, dünyayı ve içindeki her hassas varlığı kurtarmak istiyorsak, Aşk TEK ve YEGANE cevaptır.
Belki henüz Aşk bombası yapmaya hazır değiliz, gezegeni yok eden tüm nefret, egoizm ve açgözlülüğü yok edecek kadar güçlü bir cihaz. Ancak, her birey içinde Aşk’ın küçük ama güçlü bir jeneratörüne sahiptir, bu enerjinin serbest kalmayı bekleyen bir gücü vardır.
Bu evrensel enerjiyi vermeyi ve almayı öğrendiğimizde, sevgili Lieserl, Aşk’ın her şeyi fethettiğini ve her şeyi aşmaya gücü olduğunu söyleyebileceğiz, çünkü Aşk hayatın özüdür.
Hayatım boyunca senin için kalbimde sessizce çırpınan şeyi ifade edememiş olmanın derin pişmanlığını duyuyorum. Belki özür dilemek için çok geçtir, ama zamanın relatif olduğunu bildiğim için, sana seni sevdiğimi söylemem gerekiyor ve senin sayende son cevaba ulaşabildim.
Baban: Albert Einstein”
Mektup, 30 Temmuz 2015 tarihinde Carolle Anne Dessureault tarafından yayımlandı.
Bugün bir yazı okudum. Okuyunca donakaldım. Kahroldum... Sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Efendim, Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu gerçek bir Türk hanımefendisi. Finlandiya’da doçentlik ünvanını alan ilk yabancı. Kendisi kireçlenmenin müsebbibi olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulmuş. Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller almış. 2,5 yıldan beri NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışan ilk Türk Bilim Kadını. Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerinde önemli bir buluşu açıklanacakmış. Buraya kadar çok güzel. Ama Türkiye onu tanımıyor, Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile olmamış. Bilim dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, daha çok parla” diye akıl verenlere o inatla “asla” demeye devam ediyor.
Türk olması büyük sorun olmuş. Finlandiya’da Türk olduğu hiç anılmamış. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış ama, onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya. Mesela NASA’ya gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete. 1996 da başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrılmış ; bu törende Türk bayrağının altına gittiğinde onu oradan alıp Finlandiya bayrağının altına almışlar. Çok ağırına gitmiş bu…
1996 yılında Finlandiya Hükûmeti onu buluşunu bilim dünyasına açıklamak üzere ABD’ye göndermiş. New York’ta bulunan dünyanın dört büyük laboratuarından biri olan Cold Spring Harbor Laboratories’e gitmiş. Meğerse Amerikalılar da o dönemde aynı bakteriyi Mars gezegeninde bulmuşlar. Bunun üzerine birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurmuşlar. Bulduğu bakteriyle ilgili olarak ABD’de kurulan büyük bir firmanın da sahiplerinden biriymiş. Firmanın CEO’su “senin Türk olmandan yoruldum” diyerek kendisine ABD vatandaşlığına geçmesini önermiş. Yanıtı kısa ve öz : ASLA ! Ve ekliyor : Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim, ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor… Şaşırıyorlar Amerikalılar. Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun ? diye soruyorlar kendisine.
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış hocalarına sunmuş. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü önünde çöpe atmış. O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. Ankara ona doçentliğini vermediği için Finlandiya’da Doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümüne başvurarak “gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı yanıtta “siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler. Hacettepe Tıp Fakültesi de “bu bizi aşar” demiş. Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye dönmüş ve Başkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde 9 ay boyunca dışkı tahlili yaptırmışlar. Sonunda Finlandiya’da ki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan etmiş ve Türkiye’ye onu almaya gelmiş.
''Bana yurt dışında Everest’in tepesine bayrak diken kadın gözüyle bakıyorlar, ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece bir kişi, nasıl oldu bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi, halâ saklarım.'' diyor bu değerli Türk Bilim Kadını…
PAYLAŞALIM Kİ, BU DEĞERLİ İNSANIMIZI HERKES ÖĞRENSİN...