26 Nisan 2025 Cumartesi

Sarışın Bir Asi: Göksel Arsoy’un Sessiz Devrimi


Yeşilçam’da 1950’lerin sonları… Perdeler açıldığında seyircinin aradığı yüz bellidir: Esmer, bıyıklı, kara kaşlı, mağrur bir erkek. Kalıplar nettir; jön dediğin, halkın alıştığı gibidir. Ama sonra bir gün sinema perdesine bıyıksız, sarışın, duru tenli, naif bakışlı genç bir adam düşer. Ve her şey değişmeye başlar.


O adam Göksel Arsoy’dur.


Giritli bir anneyle Dramalı bir babanın evladı. Gözünü göğe dikmiş bir çocukken, Kayseri Hava Üssü’nde pilotlara baka baka büyür. Tek hayali, kokpitte olmak… Öyle ki, Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olur olmaz soluğu Hava Harp Okulu’nda almak ister. Ama annesi izin vermez. Göksel Arsoy, bu hayalini yüreğine gömer; ama o gökyüzü tutkusunu, sonraki hayatında hep yanında taşır.


İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girer. Aynı dönemde Yeşilköy Havalimanı’nda çalışmaya başlar. Sessiz, kendi hâlinde bir yer hizmetleri görevlisidir. Fakat bir gün, kaderi değiştirecek biriyle karşılaşır: Yönetmen Sırrı Gültekin. “Bir filmde oyna” der ona. İlk filmi Kara Günlerim olur. Kamera karşısında ne yapacağını bilemeyen genç adam, içindeki oyunculuğun uyanışını bizzat hisseder. 1957’dir.


İki yıl sonra, Belgin Doruk’la birlikte Samanyolu filminde rol alır. Bu, sadece bir filmin değil, bir dönemin efsanesinin başlangıcı olur. Salonlar dolar taşar. Sarışın bir jön, Türk halkının kalbine girer. Adı artık “Altın Çocuk”tur. Bu unvanı ona ne yapımcılar ne dergiler verir; halk verir. Öyle sevilir ki, çikletlerin içinden çıkan kartlara resmi basılır, genç kızlar koleksiyon yapar.


Ama Göksel Arsoy sadece yakışıklılığıyla değil, eğitimi, terbiyesi, donanımıyla da fark yaratır. Yabancı dil bilir. Ata biner. Voleybol oynar. Yelken kullanır. Rol ezberlemeden kamera karşısına geçmez. Ve en önemlisi, duruş sahibidir.


Çoğu kişi bilmez: O dönemde Zeki Müren’in sesiyle ilk karşılaştığında “Fazla tiz ve süslü” bulur. “Sade ve içli bir sesi daha anlamlı bulurum” der bir röportajında. Yıllar sonra sahneye çıktığında ise bu sözlerin tam tersini yaşar: Zeki Müren, onu izlemeye gelir. Yani Arsoy’un sesi, o çok beğenmediği “Sanat Güneşi”ni bile etkiler. Bu, hem alçakgönüllü bir yüzleşme hem de Arsoy’un çok yönlülüğünün bir kanıtıdır.


Yesari Asım Arsoy’dan aylarca şan eğitimi alır. Gazinolarda 15 yıl boyunca sahneye çıkar. Sesi güçlüdür, sahnede doğaldır, yapaylıktan uzak bir assolist gibidir. Yeşilçam’dan gazinoya geçip bu kadar başarı yakalayan başka kimse olmamıştır.


Ama onun en az bilinen yönlerinden biri de sansürle mücadelesidir. Sol eğilimli olduğu gerekçesiyle yasaklanan Kızgın Delikanlı filmini bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e anlatır, izletir ve gösterime alınmasını sağlar. Hava kuvvetlerini anlatan Şafak Bekçileri sansüre takıldığında, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’in kapısını çalar. Bu, bir oyuncudan öte, mesleğini sahiplenen bir sanatçının hikâyesidir.


Belgin Doruk’la 20’ye yakın filmde kamera karşısına geçer. Seyirci onları birbirine öyle yakıştırır ki, gerçek hayatta da birlikte olduklarına inanılır. Oysa Göksel Arsoy, kalbini Soley Hanım’a verir. İstanbul Üniversitesi’nin bahçesindeki büyük çınarın gölgesinde evlenme teklif eder. Nikâh gününde hayranları binayı doldurur, içeri dostları bile giremez. “Belgin Doruk’a ihanet etti” diye düşünen hayranlar bile olur. Ama o, hep tek bir yastık, tek bir kadın der.


Bugün 88 yaşında. Uzun yıllardır gözlerden uzak ama gönüllerde dipdiri duruyor. Sadece filmleriyle değil, kişiliğiyle, emeğiyle, duruşuyla hatırlanıyor.


Göksel Arsoy’un hikâyesi, sadece bir “Altın Çocuk”un değil, bir dönemi zarafetle omuzlamış, kıymet bilen bir adamın hikâyesidir. O, jön değil; bir döneme yön vermiş, kimseye benzememiş bir yıldızdır.


Göksel Arsoy