27 Ekim 2017 Cuma

MODERN KÖLELİK

Asgari Ücret Uygulaması, esasen, sosyalist akımların gelişmesi ile beraber, işçileri patronların sömüründen kurtarmak amacıyla icat edilmiş, belirli bir çalışma saati karşılığında verilmesi zorunlu olan en az ücret miktarını ifade eder...Ancak, asgari ücretle çalışmak zorunda olan işçi kesiminin örgütlü olmaması, patron kesiminin devlet erkini elinde tutanlarla yakın ilişki içinde olması, iş imkanlarının sınırlılığı karşısında nüfusun giderek artması, ekonomik kaynakların halka düzgün dağıtılamaması ve kaynakların farklı yollarla ülke dışına akması gibi sebebler yüzünden, asgari ücret uygulaması, işçilerin ücret seviyesini korumak yerine onu baskı altında tutan bir uygulamaya dönüşür...Böyle bir ortamda, Asgari ücret uygulamasının bir zarureti işaretlediği ülke işçileri, eski zamanların kölelerinden daha özgür değildir... Bildik anlamda özgürlüğün, ekonomik anlamda kendine yeterlilikle alakasını gözönünde tutarsak, işçi zümresinin, asgari ücretle çalışmak zorunda kaldığı işini kaybetmesi halinde, eski işinden daha iyisini bulamayacağından korkması yoluyla, zamanla onurunu da kaybedeceği olaylar silsilesinin başladığını görürüz..Çünkü, alnının teriyle çalıştığı işinden evine, hanesinin ihtiyacını karşılayamayacak kadar az gelirle dönen işçi, zamanla, aile fertleri nazarındaki itibarını kaybedecektir...Ev halkının hayatın zaruretleri anlamındaki, meşruluğu tartışılamayacak ihtiyaç listesini satın alamamaktan doğan ezilmişlik, aileye bakmakla mükellef olan fertte özgüvenin yokolmasına, gurur aşınmasına, prestij kaybına neden olur.Bu halin kesintisiz bir biçimde tekrarlanması durumu, gelir sahibi kişinin, ekonomik ilişki kurduğu taraflara karşı verdiği sözleri yerine getiremediği hallerde, zamanla, utanma duygusuna, ayıplanma korkusuna, itibarının kötüye dönmesi haline karşı bir lakaytlık geliştirmesine dönüşür. Maddi ihtiyaçları toplum ortalamasına yakın bir noktada karşılanamayan aile fertleri, mahrumiyet duygusunun benliklerinde yer etmesi ile, topluma karşı içten gelen bir öfke, ezilenlere-sömürülenlere-mazlumlara karşı bir ''oh olsun''cu yaklaşım geliştirirler.Çünkü felaketlerin umuma yayılması, onlar açısından, sefaleti yaşamak noktasında yalnız olmadıklarını görerek, bu hayata tutunmak için ihtiyaç duydukları sebebleri çoğaltır...Esasen, dinlere eleştirel bakımdan yaklaşan araştırmacıların vardığı sonuç da buna işaret eder...Şöyle ki: Dini inançların göreceli olarak yüksek olduğu toplum tabakaları, göreceli bakımdan iktisadi anlamda geri kalmış kesimlerdir.Çünkü genel olarak dinler değil, fakat dine hakim çevrelerin insanlara empoze ettiği dini anlayışlar,insanlara, bu dünyada haklarını çalanlardan hesap sorarak hayat standardını yükseltmek yerine, bunlara sabretmeleri halinde bu dünyadan daha mükemmel bir öteki dünya vadederler...Halk kitleleri ise, dinin aslını dini kaynaklardan öğrenmek yerine bu çevrelere teslim oldukları için, bu anlatışlar, halkın gönlünde, dinin aslının yerine geçer.Bu manada anlaşılmak üzere, dinlerin öteki dünyadaki harikalar diyarlarına dair anlatımları, her devirde, toplumu ekonomik bakımdan sömüren güçler tarafından halka ballandıra ballandıra aktarılır...Bununla amaçlanan, halkın, sömürülere karşı örgütlenerek başkaldırma ihtimalini zayıflatmaktır...Karl MARX'ın ''Din Afyondur'' sözü, bu çerçevede doğru sayılabilir.Ve malesef, bu tesbit, ülkemiz için de geçerli sayılmalıdır.Çünkü, bütçe gelirlerinin %70'ini dolaylı vergiler yoluyla gariban halkın sırtına yüklemiş devletin vergi dairelerine, hem de laik olduğunu dile getirmesine rağmen, ''Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır'' yazması, yine mukaddesata inanmadığı halde, devlet politikaları sonucunda içte ve dışta ölen askerlerine ''Şehit'' payesi vermesi, yine devlet politikaları ile paralel olmak şartı ile, camilerden ''Yardım Parası'' toplanması buna örnek olarak gösterilebilir... Halbuki eskiden kölelik ne de güzeldi:Evvela sahipler, kölelerinin güçlü ve dinç kalması için onlara barınak, yiyecek ve giyecek temin ederdi.Köle nüfusunun eksilmemesi için, köleler kölelerle evlendirilir ve çoğalmaları teşvik edilirdi...Ekonomik bir değer taşıdıkları için, basit hastalıklardan dolayı ölmelerine göz yumulmaz, bedava sağlık hizmeti sağlanırdı...O devirde köleler, iyi hizmetlerinin karşılığı olarak ve diğer kölelere teşvik maksatlı, azat bile edilebilirdi...Fakat, bir köle asla borçlu olmazdı... Bir de şimdiki köleleri düşününüz:Bir ailede bir kölenin çalışması yetmediği için, kadın-erkek ve çalışabilecek durumdaki çocuklar yasadışı olarak çalışmak zorunda kalmakta; küçük çocuklar ise aile şefkatine muhtaç biçimde garip halde büyümeye terkedilmektedir...Güya iş seçme hürriyeti olduğu söylenen işçi, eskiye benzetişle, ancak kendi sahibini seçme selahiyeti taşımaktadır...Ekonomik anlamda özgür olduğu varsayıldığı halde, kazanacağı para o kadar sınırlıdır ki, tamamı bile, ''otonom harcama'' dediğimiz, gelirden bağımsız zorunlu harcama miktarını karşılamaya yetmez.Bu yüzden, kısa zamanda borç batağına düşerek, ekonomik taraflara karşı, tutamayacağı vaatlerde bulunur... İşçilerimiz, İş ve Sosyal Hukuku tarafından yasakladığı halde, haftanın 6 işgünü ortalama 12 saat çalışır da, yine de maymunlaşmış yobazlar tarafından ''tembel'' damgasını taşımaktan kurtulamaz... 3-5 senede bir önlerine sandık konulacağı vakit kendilerine yağ çekilen işçiler, pasif birer nesne halinde senaryosu önceden belli bir oyunu oynayacak aktörleri seçmek üzere vatandaş oldukları hatırlanır da, yine de seslerini yükseltemezler... Önyargıyla yaklaşacağınız çözüm önerilerimizi sıralamadan önce, halinize tuttuğumuz aynadan yansıyan görüntünüze bakın ve durumunuzu anlayınız... ANLAYINIZ Ki...Bu gerçekleri hazmettiğiniz andan itibaren, neler yapılabileceğine dair fikirleri tartışma aşamasına geçebiliriz...