8 Şubat 2019 Cuma

Ayşe Tükrükçü'nün İnanılmaz Hikayesi


Çocukken
Amcasının Tecavüzüne Uğrayan, Kocası Tarafından Geneleve Satılan
'Hayatsız Kadın' Ayşe Tükrükçü'nün İnanılmaz Hikayesi ;





Bazen
hayat bizleri ne kadar da zorlar, nasıl da isyan ettirir bilirsiniz. En
kötü şeylerin hep bizim başımıza geldiğini düşünür, nefes alacak gücü
bile bazen kendimizde bulamayız. Fakat bazı hayatlar var ki, onca
kötülüğün, çaresizliğin içinden sıyrılarak herkesten ve her şeyden güçlü
bir abide gibi durur karşımızda.





Şimdi size Ayşe Tükrükçü'nün
güçlü ve muhteşem kalpli hikayesini anlatacağım. O "hayatsız bir kadın".
Boğazınız düğümlenecek ama sonuna geldiğinizde Ayşe Hanım'a hayran
olacaksınız...
Bu kadının yüzündeki ifadeye iyi bakın çünkü orada hayatsız bir yaşamın izleri var. En başa gidip anlatalım olanları...






Antepli gurbetçi bir ailenin çocuğu Ayşe. Ailesi ablasıyla birlikte
Ayşe'yi Antep'te bırakıyor ve yanlarına iki oğullarına alıp Almanya'ya
gidiyor. Ayşe'nin abisi Berlin'de sokakta yürürken bir çukura düşüyor ve
boğuluyor. O noktadan sonra aslında aile de o çukurda boğulmaya
başlıyor ama kimse farkında değil.
Daha 15 günlükken babaannesinin
yanına bırakılan Ayşe'nin yanına bir de yeni doğan kardeş İlknur
ekleniyor. İki kardeş Antep'te babaanneyle büyüyor.
Fakat bir süre
sonra ailesi Ayşe'yi yanına, Almanya'ya alıyor. Yaşı henüz 7. Sevgisiz
bir ailede yeni hayatına alışmaya çalışırken baba "yemeğin tuzu yok"
diye anneyi dövüyor; anne de hırsını almak için çocukları dövüyor.
Şiddet, nefret, sevgisizlik her şey var... Bir süre sonra günün birinde
Antep'te yaşayan babaanneden "Çocukları benden aldınız, yapayalnız
kaldım. Bari birini gönderin" diye mektup yazınca Ayşe koşa koşa geri
dönüyor. İşte o gidiş, Ayşe'nin kötü hayatının başlangıcı...





Antep'e döndüğünde Ayşe'nin amcası Ayşe'yi ve kendi çocuklarını Antalya'ya tatile götürüyor... Güya... Lanet olsun o amcaya!
Ayşe o sıra 9 yaşında. Amca, çocukları babaanneden alıp Antalya'ya
götürüyor. Bir gece uykusunda üstünde bir ağırlıkla ve alkol kokan bir
nefesle uyanıyor Ayşe. Yan yatakta amcasının kızı Şengül de yatıyor
üstelik. 9 yaşındaki Ayşe'nin ağzını kapatıyor ses çıkartmasın diye,
çamaşırlarını yırtıyor ve kaçamasın diye meyve bıçağını sırtına
saplıyor, tecavüz ediyor. Amca her gün Ayşe'yi kendi elleriyle yıkayıp
akşama hazırlıyor; kaçamıyor 9 yaşındaki çocuk.





Antep'e
döndüklerinde amca, "Konuşursan seni öldürürüm" tehditleri savuruyor
Ayşe'ye. İnsanlara da “Yazık! Bu öksüz, babası yok” diyerek sahte bir
şefkat gösterisi yapıyor.
6 ay sonra baba gelip Ayşe'yi yeniden
Almanya'ya götürüyor ama durumdan haberdar değil, zaten anlayacak bir
adam da değil. Bu sefer evde şiddet başlıyor, her gün dayak yiyor
babadan. Ayşe'nin vücudundaki morlukları fark eden öğretmeni sosyal
hizmetlere haber veriyor Ayşe aileden alınıp yetiştirme yurduna
veriliyor. Vücudunda tam 72 tane morluk tespit ediliyor.






Yetiştirme yurdu, Ayşe'nin belki de en hayatında en huzurlu olduğu zaman
dilimi. Tecavüze uğradığını 11 yaşına kadar söyleyemiyor.
Bir gün
yurtta duş aldıktan sonra kurulanırken bacaklarından akan kanı görüyor
öğretmeni ve bir şey olduğunu düşünüyor önce. Ayşe "Ali Rıza yaptığında
da böyle olmuştu" diye çığlıkla ağlamaya başlayınca yurttaki öğretmeni
bir şeyler olduğunun farkına varıyor. Ayşe aslında her genç kız gibi
regl olmuş o sırada. O feryattan sonra Ayşe'nin tecavüze uğradığı
anlaşılıyor ve yetkililer aileye dava açıyorlar. Aile Ayşe'yi
sahiplenmek yerine "Orospu oldun sen" diyor, iyice dışlıyor.





16
yaşında yurttan ayrılınca ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor Ayşe.
İşte o zaman amcasının kızı Şengül "Evet, Ayşe'ye babam tecavüz etti"
diyor aileye. Değişen bir şey oluyor mu peki? Hayır...
23 yaşına
kadar Almanya'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye geliyor ve kendisine ilk
evlilik teklifi eden adamla evleniyor kurtulmak için. Futbolcu olan
eşine durumu anlatıyor, kabul ediyor. Ancak bu sefer de kocasının abisi
tarafından şiddet görüyor, hem de 6 aylık hamileyken. Köydeki evlerinin
tuvaletine gittiğinde çocuğunu, o lağım çukuruna düşürüveriyor yediği
dayaklar yüzünden. Eğilip çukurdan almak istiyor, alamıyor... Bir süre
sonra Hasan'la boşanıyorlar. "Dul bir kadın" olarak Antep'e dönüyor
Ayşe. Kolay mı "dul kadın" olmak?
Almanca bildiği için bir avukatın yanında işe başlıyor Antep'te. Bahri ile de orada tanışıyor. Olmaz olası Bahri!
"Akraba ziyareti" diye şehir şehir geziyorlar Bahri'yle fakat
akrabaların hepsi erkek. Ziyaretten önce de Bahri "saçını başını yaptır,
güzel giyin" diye tembihliyor Ayşe'yi. Meğer o akraba denilen adamlar,
genelev patronlarıymış. Ayşe'ye "evlilik için lazım" diyerek bir sürü
kağıt imzalatıyor Bahri. İşte o kağıtlar, Ayşe'nin geneleve satıldığını
belgeleyen kağıtlar!





Kocası tarafından Mersin Genelevine satılıyor Ayşe. Kaçmak istiyor, kaçamıyor. Türkiye'de 7 genelevde çalışmak zorunda kalıyor.
365 gün çalışıyor her genelev kadını gibi. Regl olduğunda bile tamponla
kanı durdurup çalışmak zorunda bırakılıyor. Günde bazen 60-70 adamla
birlikte olmak zorunda kalıyor. 365 gün boyunca! İçerdeki kadınların
%70'i tecavüz mağduru.





2,5 yıl boyunca başına gelmeyen kalmıyor
Ayşe'nin. Gitmek istediğinde gözünün önüne kafası, bedeninden ayrılan
arkadaşları geliyor.
İlişki sırasında kalp krizi geçirerek üstünde
ölen müşteriler mi dersiniz yoksa 18 yaşın altına yasak olan geneleve
müşteri olarak gelerek Ayşe ile beraber olan 16 yaşında çocuklar mı
dersiniz... Neler neler...





"Bir kadın, o haldeki bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor"
İnsanlık dışı şartlarda çalıştığını söylüyor Ayşe. Ve kadınla erkek
arasındaki en net farkın da bu olduğunu söylüyor: "Bir kadın, o haldeki
bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor.
Adam geliyor seninle yatıyor. Sonra, “Kızım, sen niye orospu oldun?”
diyor. “Kızım” diyor, çünkü kızı yaşındayım."





Geneleve girdikten sonra ailesine "İşte şimdi orospu oldum!" diye haber veriyor. Nasıl bir yazgı bu?
"Namussuz dedin, orospu dedin, işte şimdi orospu oldum! Ali Rıza’nın 9
yaşında bilmem ne yaptığı kızın, şimdi vesikalı çalışıyor. Gel gör
istersen!” diye mektup yazmış annesine. "Peki bu haberden sonra kimse
onu kurtarmaya gelmemiş mi?" diye düşünebilirsiniz. Gelmiş tabii.
Eniştesi gelmiş, müşteri olarak!
Kendisine aşık olan bir müşterisi Ayşe ile evlenmek istemiş ama genelevden çıkmak o kadar kolay değil. Önce o borçlar ödenecek!
Adam evlenmek istemiş ama düğün parası yokmuş ve Ayşe'nin kendisine
borç olarak çıkartılan sigorta parası, işçi parası, yemek parası, kuaför
parası, vekil parası, yakıt parası, su parası, elektrik parasını
ödemesi gerekmiş. Bunun için de tam 700 erkekle daha birlikte olması
gerekmiş. Düğünün neden şart olduğunu şimdi anlayacaksınız...





Emniyetin şartı şu: "Genelevden çıkarken düğün yapacaksın, videoya çektireceksin."
"Videocu para, kına para, pasta para, en çok zoruma giden da imamın
aldığı 30 bin lira oldu. Ama sonunda düğün oldu." diyor Ayşe. 6 yıl
sonra da eşinden boşanmış çünkü yoğun bir "Sen genelevden çıktın"
baskısı yaşamış. Sonrasında da bulaşıkçılık yapmış, yemek yapmış, hasta
bakıcılığı yapmış ve hatta, 4 buçuk ay sokakta bile yaşamış. Ama asla
geneleve dönmemiş. O günden sonra da 20 yıl geçmiş...





"Genelevden düğünle çıkan kadın" diye haber olunca Şefkat-Der başkanı kendisine ulaşmış.
Yaşadıkları için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş Ayşe. Hatta
Şefkat-Der, kendisinin bağımsız milletvekili adayı olması için de
destekte bulunmuş. Amaç meclise girmek değil, farkındalık yaratmak.





Son eşinden ayrıldıktan sonra hastanelerin acil servislerinde yatmak, lokantaların artıklarıyla beslenmek zorunda kalmış...
Bir dönem sokaklarda yatan bir insan olarak kimsesizlerin halini çok
iyi bildiğini söylüyor Ayşe Tükrükçü. Bu yüzden gece kimsesizler için
çorba yaparak dağıtmaya başlamış. Semt semt dolaşarak banklarda,
sokaklarda, derme çatma yerlerde yatan insanların başucuna çorba
bırakmış.





Peki şimdi Ayşe Tükrükçü ne yapıyor biliyor musunuz?
Çorba ile başlayan bir gönüllü hareketini daha da ileri götürerek
kimsesizlere aş oluyor, şefkat oluyor...
Sokakta yaşayanlara destek
vermek için oluşturulan "Hayata Sarıl" isimli sosyal sorumluluk projesi
ortaya çıkıyor zamanla. Daha sonra bu proje dernek statüsüne geçiyor,
daha da büyüyor.





Gönüllülerin de el vermesiyle Beyoğlu'ndaki bir
dükkanı tadilat ediyorlar hep birlikte. Sonra işte o sıcacık "Hayata
Sarıl Lokantası" ortaya çıkıyor.
Gündüz saatlerinde herkesin
parasıyla yemek yiyebileceği, akşam da evsizlere ücretsiz yemek dağıtan
bu muhteşem projenin başında şimdi Ayşe Tükrükçü. Sadece yemek değil
üstelik, iş ve yaşam imkanı da sağlıyorlar ihtiyacı olanlar için.
Üstelik her ay ünlü bir şef gelip bu lokantada menüye katkıda bulunuyor,
ekiple birlikte yemek yapıyor.





Bu "Hayatsız Kadın"ın ne kadar
güçlü ve hayata nasıl tutunduğunu, üstelik başkalarının hayatını da
nasıl ısıttığını bir düşünün şimdi. Ayşe Tükrükçü, yaşadığımız çağın en
önemli kahramanlarından biri. Saygıyla eğilmeyip ne yapacağız? Çok yaşa
sen Ayşe Abla !





Güzel kalbinden ve ellerinden öpüyoruz seni...





Alıntıdır...
(Not: #LimonluKahve
belgesel filmini izlememiş olanlara tavsiye ederiz. Kadınların
hayatının 'en yakınları' tarafından nasıl karartılığını ortaya koyan bir
belgesel...)